Hukuki.NET


03/05/2025  Eski forum arşivi bölümü

Hukuksal Tartışmalar




 


Forum:
HİÇ BİR GEREKÇE SAVAŞI MAKUL GÖSTEREMEZ
nursel yöndem Böylesine kritik bir dönemde, savaşın tüm dünyaya, özellikle ülkemize ve Ortadoğu’ya felaketler, huzursuzluk ve karışıklıklar getirmesi muhtemel olan bir dönemde , Türk halkının geleceğine sahip çıkması, sessizliğini bozması son derece önemlidir. Herkesin bu konuda bireysel sorumluluğu olduğunu göz önünde bulundurması gerekir. Sessiz kalmanın dolaylı da olsa savaşa destek olacağını akıllarımızdan çıkarmayalım. Her gün gazetelerde okuduğumuz, televizyonda izlediğimiz, savaş sırasında ve sonrasında muhtemel ortaya çıkacak vahim değerlendirmeleri, gün içerisinde kendimizi işlerimize kaptırarak unutmayalım. Uzun sürede, büyük özveri ve gayretle elde ettiklerimizin bir anda elimizden çıkabileceği ihtimalini göz ardı etmeyelim. Kötülüğün eninde sonunda herkese dokunacağını unutmayıp, boşvermişliği kenara bırakalım. Sonrasında çok şaşıracağımız ve pişmanlık duyabileceğimiz bir konuma beklenmedik şekilde, hızla girebiliriz. Tarih bunun örnekleri ile dolu değil mi? Millet iradesinin birçok şeyi değiştirebileceğine olan inancımızın güçlü olması gerekmektedir. Sorumluluğu başkalarının üzerine yıkmanın bir anlamı yok, Kimsenin üstün bir gücü veya farklı bir kabiliyeti, becerisi yok. Kararları alacak olanlar da sıradan insanlar.... Önemli olan bir şeyleri değiştirilebilecek güce toplu olarak sahip olduğumuza inanmamız. Sunulabilecek farklı çözüm şekilleri her şeyin akışını kolaylıkla değiştirebilir. Çözümsüz hiç bir konu olamaz. . Birileri bizleri bunun zor ve uzakta olduğuna ikna etme peşinde. Önemli olan bir fikre sabit olarak takılıp kalmamaktır. Çözümün savaş olmadığı açıktır. Görünürde bu acımasız yöntem kullanarak birşeylerin değişebileceği düşünülebilir ancak bunun kalıcı çözüm sağlayacağını düşünmek yanlış olacaktır. Aksine savaş çözümsüzlüklerin bir başlangıcı olacaktır. Hiç bir gerekçe savaşı makul gösteremez. Bu doğrultuda ikna olanların bir an önce kanaatlerini değiştirmeleri son derece önemlidir.
nursel yöndem HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN , KOMUTANLARIN BARIŞÇIL YOLLARLA ÇÖZÜM İÇİN GEREKEN ÇABALARI SÜRDÜRECEKLERİ YÖNÜNDE AÇIKLAMA YAPMALARI SON DERECE OLUMLU VE İSABETLİ BİR GELİŞME. BAŞBAKAN’IN BARIŞ SÜRECİNİ SONUNA KADAR ZORLAYACAKLARI YÖNÜNDEKİ İFADELERİ DE UMARIM ÇÖZÜMÜN SADECE SAVAŞTA OLMADIĞININ ANLAŞILDIĞININ BİR GÖSTERGESİDİR. SAVAŞSIZ ÇÖZÜM ARAYIŞLARI OLMASI VE BU KONUDA ISRARLI BİR TAKİP OLMASI ÖNEMLİDİR. HALKIMIZIN ORTAK ARZUSUNUN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI, ALINACAK YANLIŞ BİR KARARIN UYGULAMASINI GERÇEKLEŞTİRENLERİN İLERİDE KINANMAMALARI, AYIPLANMAMALARI İÇİN DE SON DERECE ÖNEMLİDİR. KENDİMİZİ BİRİLERİNE BORÇLU GİBİ HİSSEDİP, ÜLKEMİZİN GERÇEK VE İLERİYE YÖNELİK ÇIKARLARINI GÖZARDI EDİP, KAMU VİCDANINA AYKIRI HAREKET EDİLMESİNİN HESABININ BİR GÜN MUTLAKA SORULACAĞI UNUTULMAMALIDIR. İLLA BİR TARAF OLMAMIZ SÖZ KONUSU İSE BUNUN, TARAFIMIZIN SAVAŞIN KARŞISINDA OLMASI GEREKTİĞİ GAYET AÇIKTIR. BU DOĞRUYA MECLİS DIŞINDAKİ PARTİLERİN DE SAHİP ÇIKMASI SEVİNDİRİCİ BİR GELİŞME. HUKUKUN VE ADALETİN UYGULANMASI KONUSUNDA EN UFAK TAVİZE TAHAMMÜL EDEMEDİĞİNİ İDDİA EDEN, DAİMA DOĞRUNUN YANINDA OLMAYI KENDİNE ŞİAR EDİNENLERİN, VİCDANA SAHİP HERKESİN, MASUM İNSANLARIN ÖLDÜRÜLMESİNİN KARŞISINDA OLDUKLARINI BİR YOLLA DUYURMALARI, ANLATMALARI ACİLİYET TEŞKİL ETMEKTEDİR. AKSİ ACİZLİK DEĞİL DE NEDİR? BU KARARLIĞIN SONUCUNDA TÜRKİYE KARŞI KARŞIYA KALDIĞI BU ZOR DURUMUN ÜSTESİNDEN GELECEKTİR. MESELE TÜRK HALKININ MESELESİ, BİZ SAHİP ÇIKMAYACAĞIZ DA KİMLER BİZİM YERİMİZE SAHİP ÇIKACAK??
Admin MGK 'BARIŞ' dedi Türk halkının 'savaşa hayır' sesine Milli Güvenlik Kurulu da kulak verdi: Sorunun BM kararları ve uluslararası hukukun meşruiyeti temelinde barışçı yollardan çözümü için çabalar sürdürülmeli düşünesi ağır bastı. Akşam Gazetesinde yayınlanan habere göre; Ankara, ABD'nin '1 Ocak'a kadar kararını açıkla' baskısına, tek sesle yanıt verdi. Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Irak'a operasyonun BM kararları ve uluslararası hukuk meşruiyetine dayanmasını istedi. Böylece MGK da, AKP Lideri Tayyip Erdoğan'ın, 'BM kararı şart' açıklamasını destekledi. MGK, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başkanlığında Çankaya Köşkü'nde toplandı. ABD'nin, Irak operasyonu için üs ve asker konuşlandırma talebi MGK'da masaya yatırıldı. Kurul, 5.5 saatlik toplantıda Türkiye'nin savaşa katılması veya katılmaması halinde kazançları ve kayıpları tek tek değerlendirdi. Bekle-gör taktiği Kurulun asker ve sivil kanadı, Irak operasyonuyla ilgili ABD'nin taleplerine karşı çeşitli seçenekleri değerlendiren raporlar sundu. Operasyona verilecek desteğin boyutlarının, Türkiye'ye siyasi ve ekonomik getirisi götürüsü rakamsal boyutlarla ifade edildi. Bu raporlar ışığında, ABD'ye verilecek tarihi yanıtı belirlemeye çalışan MGK'da, zaman baskısına rağmen, BM Silah Denetçileri'nin raporlarını sunacağı 27 Ocak'a kadar bekleme eğilimi belirdi. Ancak kurulun asker kanadı, BM, ABD ve operasyona destek veren ülkelerin yoğun bir faaliyet içinde bulunduğunu hatırlatarak, Türkiye'nin savaşa hazırlıksız yakalanmaması için gereken önlemlerin alınmasını gündeme getirdi. Askerler, Türkiye'nin operasyonla ilgili kararının 'siyasi' olduğunu vurguladı. Türkiye'nin önündeki seçenekler şöyle sıralandı: İki senaryo Türkiye'nin Irak operasyonunda ABD yönetimine destek vermemesi üzerine kurulu ilk senaryoya göre, şunlar yaşanacak: - Türkiye, Irak'ın yeniden yapılandırmasında söz sahibi olamayacak. - Kuzey Irak'ta yaşanan gelişmelerin dışında kalacak olan Türkiye istemediği gelişmelere tek başına göğüs gerecek. - Ekonomik zararların telafisinde destek bulamayacak. IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerde de ABD'nin desteği kaybedilecek. - Kıbrıs pazarlıklarında ABD desteği olmayacak. Türkiye operasyona destek verirse, tablo şöyle olacak: - Ekonomik zararın telafisi için ABD desteği gündemde olacak. - ABD, Ankara'nın kırmızı çizgilerine saygı gösterecek. Kuzey Irak'ta Türkiye'nin kontrolü dışında gelişmeler yaşanmayacak. - Türkiye, Müslüman ülkeler nezdinde güven ve itibar kaybedecek. - ABD operasyonu başarılı olmazsa, Türkiye, Irak ile karşı karşıya kalacak. MGK'da K.Irak'ta bir Kürt devletine kesinlikle izin verilmeyeceği de karara bağlandı. Uluslararası meşruiyet Toplantıdan sonra yapılan açıklamada da şöyle denildi: 'ABD'nin Irak'a yönelik olası askeri harekatı konusunda, özellikle Türkiye'den beklentileri ve son gelişmeler, Türkiye'nin uzun vadeli çıkarları çerçevesinde değerlendirilmiş, sorunun BM kararları ve uluslararası hukukun meşruiyeti temelinde barışçıl yollarla çözümü için gerekli çabaların sürdürülmesinin önemi vurgulanmıştır. Ayrıca, ülke genelindeki güvenlik ve asayiş durumu gözden geçirilmiş, bu kapsamda daha önce yürürlüğe konulan irtica ile mücadele stratejisinde yer alan tedbirler Doğu ve Güneydoğu Anadolu Eylem Planı'nın uygulama durumu hakkında kurula bilgi sunulmuştur.' Genelkurmay'da sürpriz zirve Yüksek Askeri Şura toplantısı için Ankara'ya gelen Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki tüm orgeneral ve oramiraller, dün Milli Güvenlik Kurulu toplantısından önce Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'ndan sürpriz bir toplantı yaptı. Şura'dan sonra Ankara'dan ayrılmaması istenen orgeneral ve oramiraller, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök başkanlığındaki toplantıda, Irak operasyonunu değerlendirdi. Irak sınırından sorumlu 2'nci Ordu Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri'nin de bulunduğu zirvede, Irak operasyonu durumunda uygulanacak askeri planların gözden geçirildiği öğrenildi. MGK üyesi komutanların, bu toplantıdan çıkan değerlendirmeyi, birkaç saat sonra başlayan MGK'ya da sunduğu bildirildi. MGK öncesi bir başka mini zirve ise Başbakanlık'ta gerçekleşti. Başbakan Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal, Irak ile ilgili gelişmelerin değerlendirildiği bir toplantı yaptı. Toplantının bir bölümüne Başbakan'ın askeri danışmanı Korgeneral Köksal Karabay da katıldı.
ozcanhukuk Hiç bir gerekçe savaşı makûl gösteremez!...Bence amacı aşan bir cümledir. Nitekim bunu kabul ettiğimiz zaman tüm savaş gerekçelerini haksız ve kötü görmemiz gerekir. Oysa ki tüm savaşlar haksız değildir,bazen savaşmaya mecbur kalırsınız. Düşünün salt ekonomik ince hesaplarla emperyalist güçlerin saldırısına marûz kaldınız,ne yapabilirsiniz?Kurtuluş savaşımızı düşünün; işgalci devletlerin bizi Anadolu'dan tamamen sürmek yahut en azından boyunduruk altına almak için savaşmalarını ve bunlarla birlikte hareket edip bir zamanlar koskoca imparatorluğun hüküm ve egemenliği altındayken size bir avuç Anadolu'yu bile çok gören düşmanları düşünün,ne yapabilirsiniz? Vatanınız için,canınız için,ırzınız için,çocuklarınız için, özgürlüğünüz için kanınızın son damlasına kadar savaşırsınız. İşte bu gibi durumlarda hiç bir gerekçe savaşmamanızı makul gösteremez. Barış elbette ki güzeldir,ancak onurlu bir barış olmalı... Vatanımda bayrağım dalgalanmalı, özgürlüğümüze,canımıza,namusumuza,çocuklarımıza,geleceğimize kimse el uzatmamalı... Aksi taktirde savaş kaçınılmazdır,saldırgan taraf siz değilsiniz,haksız taraf da siz olamazsınız,işte bu durumda savaşmamayı hiç bir gerekçe makul gösteremez...
nursel yöndem Bu başlığı yazarken parantez içinde- savunma dışında- cümlesini de ekleyecektim. Ancak bunun zaten biliniyor olduğunu düşünerek bu eklemeye gerek duymadım. Ancak uyarınız için teşekkür ederim. Konu, ABD’nin savaş için gerekçeler arayışında olmasıdır. İşte ‘hiçbir şey savaşın gerekçesi olamaz’ cümlesinin çıkış noktası budur. Yazı da bunun örneklendirilmesidir. Seslenişim ABD’nin düşüncesini makul görenler için... Savaşı makul görenlerin sayısı o kadar da az değil. Özellikle ABD yönetimi kendi halkının büyük çoğunluğunu ikna etmiş durumda, ülkemizde dahi savaşın olması gerektiğini düşünenler hiç de az değil. Savaş yanlısı olanlara sorsanız, bunu size sözde makul bir açıklama zeminine oturtarak açıklarlar. Oysa aklı başında, muhakeme edebilme imkanına sahip olan insanların, savunmasız, masum insanlara silah yöneltmeyi tek çözüm olarak görmeye inanmalarını bekleyemezsiniz.
nursel yöndem Başbakan Gül’ün gerek Ortadoğu’ya ygerçekleştireceği ziyaretler, gerekse Irak’a bir ekonomik heyetle göndermeyi planladığı mesajın içeriği, Türkiye’nin Irak konusundaki dış politikasının aktifleştiğinin bir işareti olsa gerek... Türkiye’nin geç kalmadan barış sürecinin tesisi için diplomatik ataklarda bulunması gerçekten son derece iyi bir gelişme. Aslında ülkemizin böylesine önemli ve hassas olaylarda öncü olması gerektiği açıktır. Çoğu kesimin beklediği de budur. ABD ve Irak arasındaki sorunların çözümünde Türkiye’nin aktif bir rol alması gerektiğine ve buna yardımcı olabileceğine inananların sayısı gün geçtikçe artmakta. Sessizce geri planda kalıp, izleyici konumda olmak bizlere göre değil. Köklü ve kalıcı çözümler sunabilecek tecrübeli ve kaliteli kadrolara sahibiz. Sadece imkan verilmediği için seslerini duyuramayanların da yardımcı olup, söyleyecekleri çok şeyler olabileceğini de göz ardı etmeyelim. Önemli olan bağımsız ve hür düşünme kabiliyetine sahip olmamız. Klasik görüşleri, çözümsüzlükleri bir kenara bırakıp, vicdanla ve akılla düşünüp, ne olursa olsun daima adalatten yana olmamız ve bunda da inatçı bir kararlılık göstermemiz... Böyle bir bakış açısını işler hale getirmek, hem Türkiye’nin çıkarlarının korunması hem de dünya siyasetinde geç de olsa ülkemizin olması gereken yere gelmesi için son derece ehemmiyetlidir. (Çözümü savaşta veya bunu kabulde görenlere bir cevap olarak; yurdun dört bir yanında savaşın olmaması için sesini yükseltenler her geçen gün çığ gibi büyümekte.)
nursel yöndem Son bir haftadır savaşın olmaması için, -savaşsız çözümlerin- neler olabileceği gündeme gelmekte, tartışılmakta. Bilindiği gibi bu çözümlerin başında Saddam'ın güvenliğinin sağlanması garantisiyle, yönetimden çekilip bir Arap ülkesine iltica etmesi geliyor. ABD'nin de şu an üzerinde durduğu ve kabul ettiği bu yöntemin uygulanması durumunda savaş ihtimalinin ortadan kalkacağı açıktır. Konuyla ilgili bugünkü gazete haberlerinden bazıları şu şekilde; Akşam Gazetesi-04.OCAK. 2003 Araplar da Sürgünden Yana Savaşın kaçınılmaz olması durumunda Arap ülkelerinin Irak Lideri Saddam Hüseyin'in sürülmesine sıcak baktığı bildirildi. İkinci bir Körfez Savaşı yaşamak istemeyen Arap ülkelerinin, ABD saldırısının kaçınılmaz olması durumunda Irak Lideri Saddam Hüseyin'in iktidarı terk ederek sürgüne gitmesi fikrine sıcak baktığı bildiriliyor. İngiltere'de yayımlanan The Financial Times Gazetesi, Arap ülkeleri arasında kabul gören düşüncenin başını Suudi Arabistan'ın çektiğini yazdı. Yazıda Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el Faysal'ın geçtiğimiz hafta BM silah denetçilerinin 27 Ocak'ta olumsuz rapor vermesi durumunda ABD'nin saldırmadan önce Arap ülkelerine son bir şans tanımasını istemişti. El Faysal, Saddam Hüseyin'den görevi bırakmasını henüz istemediklerini belirtmiş, ancak savaşın kaçınılmaz olması durumunda Arap ülkelerine sorunu çözmeleri için bir fırsat verileceğini umduğunu söylemişti. The Financial Times'ın görüştüğü bir Arap yetkili, 'Seçeneklerden biri Saddam Hüseyin'in ayrılmasıdır. Bunu şimdi istemiyor, ama Amerikalılar'ın savaş konusunda ciddi olduklarını görünce fikrini değiştirebilir' dedi. Silah denetçileri engelleme ile karşılaşmadan görevlerini rahatça yapabildikleri için Saddam'a baskı yapmanın henüz zamanının gelmediğini belirten yetkili, 'Ama rejimine son verecek bir savaştan kaçamayacağını görürse Saddam'ın bir başka ülkeye iltica etme konusunda ikna edilmesi mümkün olabilir: Nereye gideceği önemli değil. Eğer kabul ederse ona toprak bulunacaktır' diye konuştu. Bu arada Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da Saddam'ı sürgüne gönderme önerilerinin geçerliliğini koruduğunu belirterek, 'Saddam'ı kabul edecek ülke bulunur' diye konuştu. ------ Milliyet Gazetesi-04.OCAK. 2003 Saddam’a Sürgün Seçeneği Gündemde ABD, Irak lideri Saddam Hüseyin’in, kendiliğinden görevini bırakıp sürgüne gitmesinin iyi bir seçenek olduğuna inanıldığını, ancak bu yönde bir plan geliştirilmediğini bildirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher, Dışişleri Bakanı Colin Powell ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in, Irak liderinin görevi bırakması yönünde konuşmalar yaptıklarını söyledi. Boucher, görevi bırakmayı seçenek olarak görmesi halinde, Saddam’ın "bu seçeneği değerlendirmesinin iyi olacağını" kaydetti ABD Kiliseleri Savaşa Tavır Koydu Irak’ı ziyaret eden Amerikalı din adamları ve uzmanlar, barış için hâlâ şans olduğunu ve Irak’taki gıda sıkıntısından endişe duyduklarını açıkladılar. Bağdat’ta basın toplantısı düzenleyen ABD Ulusal Kiliseler Konseyi Genel Sekreteri Bob Edgar, ABD’de Irak yönetimi ve liderliği hakkında olumsuz tablolar görüldüğünü, ancak savaş başladığında en çok etkilenecek kadın ve çocukların durumunun dikkate alınmadığını söyledi. Edgar, "Savaş kaçınılmaz değil. Bu yeni bir yıl ve savaştan kaçınmak için yeni yollar da var" dedi.
nursel yöndem Savaşın çıkacağına kesin gözüyle bakan, ve buna göre ülkemizin hesabının savaştan yana yapılması gerektiğini savunanların nasıl bir mantıkla böyle davranabildiklerini anlamak mümkün değil. Ben kendimi biliyorsam en azından benim anlayamayacağım kesin. Bu, doğrulardan, adaletten, hukuktan, eşitlikten, demokrasiden, insan haklarından ödün vermek değil de nedir? Savaşı makul görüp, savaş yanlısı haber yapmakta mahsur görmeyen bir kısım medya organlarımıza bakıyorum da, kendi koydukları basın yayın ilkelerini ezip geçmeleri bir yana (milleti buna alıştırdılar nasıl olsa!), yerleşik, bilinen hukuk kurallarını ve insan haklarını çiğneyip geçmekte de hiçbir mahsur görmüyorlar, hatta “acaba olmasa mı, buna biraz dirensek mi” şeklinde tereddüt dahi etmiyorlar. Savaş tamtamlarına eşlik edip, amiyane tabirle yağcılık yapabiliyorlar. Ancak Irak konusunda olduğu gibi, herşey beklenenin tersine de bir anda dönebiliyor. Planlar, çıkar hesapları tepe taklak olabiliyor. Basında tavrını ve politikasını değiştirmek zorunda kalıyor. İşte son gelişmeler savaşsız çözümün de olabileceğini ortaya koydu. Sessizlik tüm hızıyla bozuluyor, ABD’nin hesapları beklediğinin tersine dönecek hale gelebiliyor. Tüm dünya savaşa direniyor, tepkilerini seslerini yükselterek dile getiriyor, hükümetler de zorunlu olarak halklarının sesine kulak verip, politikalarının yönünü değiştiriyorlar. Savaş karşıtı olduklarını mecburen de olsa ifade etmek durumunda kalıyorlar. ABD’nin bundan sonraki adımlarını pervasızca atması o kadar kolay olmayacak. Savaş durumunda alacağı riskler giderek artmakta. Uluslararası platformda arkasında destek olarak gördüğü veya sessizliklerinden faydalanabileceğini umduğu devletlerin birer birer çekilmesi elbette gücünü kıracaktır. İngiltere ve İsrail dışında artık açık destek veren ülke yok. Rusya, Çin, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri saldırının olmaması gerektiğini söyleyip çözümün barışçıl yollardan elde edilmesini istiyorlar. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Irak’la savaşmak için hiçbir sebep yok şeklinde açıklama yapıyor. İşte tüm bunlar ABD’nin kararlılığının gücünü kırıyor. Savaşın makul ve gerekli olduğuna dair verdikleri gerekçelerin, mesajların ve propagandaların amacına ulaşamadığı görünüyor. Şu an bu şoklarını ne kadar belli etmeseler de bu gelişmelerin olabileceğini hesaplamadıkları açık. İşte tüm bunların başlangıcı savaş karşıtı olduğunu ve çözümün sadece barışta olduğuna inanan insanların gösterdikleri bireysel kararlılıklardır. Çıkan sesler savaşın önlenmesinin mümkün olduğuna inananların sesidir. Tüm bunlar öylesine oluşan gelişmeler değil. Bu olayda olduğu gibi her olayda tek ölçü olarak alınması gereken her türlü hukuksuzluğun karşısında sonuna kadar dik durup, bunda kararlılık gösterilmesidir. Bu kararlılık gerçekten çözümsüzlüklerin önündeki engelleri birer birer kaldırma gücüne sahip. Ben buna cidden inanıyorum. Aksi bile olsa, savaş da olsa başka birşey olsa da inancımda en ufak değişiklik olmaz. İnanmadığı halde insanların düşüncelerine, çıkar planlarına göre ortak hareket edip, eğilip bükülmek, doğru olduğu açık olan şeylerden taviz vermek zayıflıkdır diye düşünüyorum. Seyirci olmak ise acizlik. Aktiflik gerekiyorsa aktiflik gereklidir. Gereken ne ise şart ve ortamına, imkanlara göre hakkıyla yapılmalıdır. ABD her defasında dünyadan tepki görüp karşıt seslerin ve görüşlerin daha da güçlendiğini görürse eminim ki geri adım atacaktır. Aksini yapmakta kararlı davranırsa daha fazla zarar görüp aşağılanacağı açıktır. Korkumuz olmadığını, sadece adaletin ve hukukun taraftarları olduğumuzu bundan sonra sesimizi daha da yükselterek göstermemiz gerekiyor.
ozcanhukuk En büyük TERÖRİST AMERİKA!... Mark Thomas'ın Noam Chomsky ile yaptığı ve sf.indymedia.org adlı internet sitesinde yayınlanan söyleşide böyle diyor Amerikalı muhalif yazar. Chomsky ABD'nin Irak'a saldırısı, küresel enerji harekatı, petrol ve silah lobisinin çalışmaları, yeni Ortadoğu projesi, savaş karşıtlığının yaygınlaşması ve yeni emperyalizm konularında ilginç değerlendirmelerini oldukça etkili bir biçimde izah ediyor. Chomsky'nin şu ifadeleri oldukça çarpıcı: "İsrail'in hava gücünün yüzde 12'sinin Türkiye'nin güneydoğu sınırında olduğu biliniyor. İran'a saldırı hazırlıkları yapıyorlar. Irak onları fazla ilgilendirmiyor. Oysa İran, İsrail için her zaman büyük bir tehdit olmuştur. Bölgede söz geçiremedikleri tek ülke İran. İsrail hava kuvvetlerine bağlı bazı uçaklar İran sınırında keşif uçuşları yapıyor. İsrail'in buradaki hava gücü İngiltere'nin, ABD dışındaki bir NATO üyesinin hava gücünden daha büyük. İsrail'in asıl amacı İran'daki Azeri faaliyetleri körüklemek." Mark Thomas: Eğer terörizmle savaş ve Amerikan dış politikasının Irak ile olan ilişkisinden başlarsak, bugünlerde neler oluyor? İlk olarak şunu ifade etmek isterim ki, 'terörizmle savaş' kavramını kullanırken çok dikkatli olmalıyız. Bu kavramla ilgili bazı kuşku ve çekincelerim var. Çünkü terörizmle savaş olamaz. Bu mantıken imkansızdır. Nedeni de, Amerika'nın dünyadaki en büyük terörist devlet olmasıdır. Şu an Amerika'da görevde olan herkes 'Dünya Mahkemesi' tarafından terörist olarak mahkum edilmiştir. Savaş önergesini geri çekme kararını veto etmelerinden dolayı, çekinceli karar kullanan İngiltere dışında neredeyse hemen hepsi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nce suçlanmıştır. Bu insanlar terörizmle ilgili bir savaşa girişemezler. Hatta böyle bir şey düşünülemez bile. Bunlar 20 yıl önce terörizme karşı bir savaş açtılar ve başarılı da oldular. Neler yaptıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Orta Amerika'yı harabeye çevirdiler. Güney Afrika'da 1,5 milyon masum insanı acımasızca katlettiler. Bu listeyi daha da genişletebiliriz. Sonuç olarak diyebiliriz ki; 'terörizm ile savaş' sadece bir safsatadır. 11 Eylül dünyayı sarstı Batı'nın tarihinde ilk kez karşılaştığı ama diğer ülkelere rutin bir şeymiş gibi sürekli olarak uyguladığı, travmatik türden bir terörist saldırı yaşandı 11 Eylül'de. Gerçekten olağan dışıydı. Kelimenin her anlamıyla tarihsel bir olaydı. 11 Eylül saldırısı sadece Amerika'nın değil, dünyadaki diğer ülkelerin de politikalarını derinden sarstı. Rusya'dan Çeçenistan'a dünyadaki her devlet, halkları üzerindeki baskı rejimini hem arttırma hem de meşrulaştırma aracı ve olanağı olarak kullandı 11 Eylül saldırısını. Batı'daki hükümetler ise bunu kendi toplumlarını daha da disipline etmek için devreye soktular. 11 Eylül'den önce, Amerika'nın dünyadaki ikinci en büyük petrol rezervlerine sahip olan Irak politikası uzun vadeliydi. Amerika şimdi her ne şekilde olursa olsun, bu petrol rezervlerine el koymak istiyor bir an önce. ABD yönetiminin vakit kaybetmeye tahammülü yok. Sadam'dan sadece ABD halkı korkuyor Irak tehlikeli düşman sıralamasında birdenbire liste başı oldu. Güvenlik Danışmanı olan Condoleeza Rice, "Varlığımızın en tehlikeli düşmanı Irak'tır" diyor ve nükleer silahların en iyi kanıtının yakında New York üzerinde görülecek olan bir mantar bulut olacağı uyarısında bulunmayı da unutmuyor. Politikacıların rol aldığı büyük bir medya kampanyası yürütüldü, yürütülüyor: "Bu kış Saddam'ı muhakkak yok etmeliyiz yoksa hepimiz ölebiliriz." Dünyada Saddam'dan korkan tek halk Amerikalılar'dır. Irak ve Amerika dışında kimse ondan ne çekiniyor ne de korkuyor. Ne İran, ne Kuveyt, ne İsrail, ne de Avrupa. Bu ülkeler ondan sadece nefret ediyorlar, ama ondan asla korkmuyorlar. Benim görüşüme göre bu işi başkanlık seçim kampanyasından önce bitirmek niyetindeler. ABD ve İngiltere'yi petrol parası ayakta tutuyor Devasa bir savaş makinesi olan Amerika, daha nereye kadar savaşı kendi silah ve ekipmanlarının bir reklam ve tanıtım aracı olarak kullanacak? Savaş endüstrisi aslında Hi-Tech ( yüksek teknoloji) endüstrisidir. Devletin ekonomideki bir tür kılıfı-ambalajıdır askeriye. Ben MIT'te çalışırken (Massachusetts Institute of Technology- Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) birkaç sektör hariç her şey bu plana göre işliyordu. MIT gibi yüksek teknoloji üreten kurumların mali kaynağı askeri ihaleler ve kontratlardan sağlanır. Ayrıca bu gibi kurumlurda yüksek teknolojinin gelecek nesilleri yetiştirilir. Yeni ekonomi denilen bilgisayar ve internet gibi sektörlere bakacak olursak, MIT ve benzeri yüksek teknoloji üretim merkezi olan kurumların, askeri üretim adı altında devletin teknoloji araştırma ve geliştirme programlarını nasıl üstlendiklerini görürüz. Daha sonra da eğer bu ürünler piyasaya sürülecekse IBM gibi özel şirketlere devredilir. MIT'in çevresindeki alan önceleri küçük elektronik firmalarına ayrılmıştı. Şimdi ise aynı yerde bioteknoloji firmaları boy gösteriyor. Yeni ekonomi giderek bio-teknoloji merkezli olmaya başladı. Çünkü bio-teknoloji ağırlıklı araştırmalar devletten daha fazla fon kullanma-mali yardım alma şansına sahipler. Petrol ve silah pazarı Amerika'nın petrol kaynaklarını kontrol etmek istemesindeki önemli nedenlerden biri de buradan elde edilen kazancın geri dönebilmesidir. Tek amaç petrolden elde edilen kâr değildir. Amerikan ve İngiliz silahlarının en büyük alıcıları dünyadaki iki önemli petrol üreticisi olan S. Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'dir. Elde edilen kazanç Amerika'daki yüksek teknolojinin en büyük finansmanını sağlamaktadır. Bu para doğruca ABD hazinesine oradan da Amerikan ve İngiliz ekonomisine pompalanmaktadır. Petrolün millileştirilmesi paniği Irak, 1958 yılında petrol üretimi üzerindeki Anglo-Amerikan mülkiyet haklarını kaldırdığı zaman İngilizler çılgına döndü. Bu yıllarda Britanya, hâlâ Kuveyt'ten gelen petrol kazancına mahkumdu. En büyük kâbusu ise Irak'ta meydana gelen millileştirmenin Kuveyt'e sıçramasıydı. Bu tür kaygılardan hareketle ABD ve İngiltere, Kuveyt'e sözde otonomi vermeyi kararlaştırdılar. Kuveytliler'e kendi resmi kurumlarınızı açabilir, bir bayrağınız varmış gibi davranabilirsiniz dediler. Ama bir sürpriz gelişme karşısında şiddetle müdahe edeceklerini ilave ettiler. ABD aynı şartları Suudi Arabistan ve Emirlikler için uygulayacağını açıkladı. Yani Amerika ve İngiltere Ortadoğu politikalarındaki işbirliklerini günlerden belirlendi. Savaş karşıtı hareket müthiş güç kazanacak Simdiki savaş karşıtı hareketleri nasıl görüyorsunuz? Vietnam Savaşı hareketiyle karşılaştırdığımızda, protesto ve yürüyüşler onlarla kıyaslanamayacak şekilde normal seyrinde ilerliyor. Vietnam Savaşı 1962'de başladı. Güney Vietnam'a sayısız hava saldırısı düzenlendi, Kimyasal silahlar kullanıldı, esir kampları kuruldu. Ama hiçbir protesto olmadı. İlk protesto beş yıl sonra Kuzey'in bombalanması sırasında yapıldı. Oysa asıl saldırı Güney Vietnam'aydı. Şimdi ise daha savaş başlamadan protesto eylemleri başladı. Avrupa ve Amerika tarihinde buna benzer bir olayı hiç hatırlamıyorum. Bu Batı'daki popüler kültürün son 30-40 yıl içinde inanılmaz bir dönüşüm geçirdiğini kanıtlıyor. Bu bence bir fenomen. Türkiye topraklarında İran'a savaş hazırlığı Eğer Irak'ta insanlar birbirini katletmeye başlarsa, yazacağım makalenin içeriği şimdiden belli: "Barbar insanlar, onları korumaya çalıştık ama birbirlerini boğazlamayı tercih ettiler. Pis Araplar n'olacak!" Bundan sonra ise, Amerika'nın girişeceği diğer savaşı tahmin etmeye başlardım. Bu da herhalde ya İran ya da Suriye olurdu. Çünkü, daha sonra İran'a savaş hazırlıkları başlayacak. İsrail'in hava gücünün yüzde 12'sinin Türkiye'nin Güneydoğu sınırında olduğu biliniyor. İran'a saldırı hazırlıkları yapıyorlar. Irak onları fazla ilgilendirmiyor. Oysa İran, İsrail için her zaman büyük bir tehdit olmuştur. Bölgede söz geçiremedikleri tek ülke İran. İsrail hava kuvvetlerine bağlı bazı uçaklar İran sınırında keşif uçuşları yapıyor. İsrail'in buradaki hava gücü İngiltere'nin, hatta ABD dışındaki bir NATO üyesinin hava gücünden daha büyük. İsrail'in asıl amaçlarından biri İran'daki Azeri faaliyetleri körüklemek. Rusya'nın İran'da 1946'da yaptığının bir benzerini gerçekleştirerek İran'ı Hazar petrol havzasından ayırmak, sonra da onu bölmek, tabii eğer İran diye bir şey kalırsa. Muhtemelen bu projenin hazırlık çalışmaları devam ediyor. Arkasından müdahale zamanı belirlenecek ve İran'ın fırsat bulur bulmaz en kısa zamanda bizi öldürmeye nasıl istekli olduğu masalları tedavüle sokulacaktır. Arkasından da İran'dan hemen şimdi kurtulmamız gerektiği vurgulanacaktır. Çok denenmiş bir yöntemdir bu. Avrupa ve Japonya kuşatma altında George Kennen, Ortadoğu enerji kaynakları üzerindeki hakimiyetin ABD'ye diğer ülkeler üzerinde 'veto gücü' sağladığını söylüyor. Tabii Japonya'yı düşünüyor. Japonlar bu politikaları çok iyi bildikleri için gece gündüz çalışıyorlar. En büyük amaçları bu kurt kapanından kurtulmak. Bu yüzden İran ve Endonezya ile sağlam ilişki kurmaya çalışıyorlar. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra uygulanan Marshall Planı'nın asıl amacı Avrupa ve Japonya'yı kömürden koparıp petrol kaynaklarına yöneltmekti. Ulusal İstihbarat Konseyi, 'Global Yönelimler 2015' adıyla 2000 yılında yayımladığı raporunda, ilginç öngörülerde bulundu. Küreselleşme ile parelel olarak terörizmin de mesafe katedeceğini iddia ediyorlardı. Ayrıca liberal ekonomist teorisyenlerin aksine, küreselleşmenin dünyadaki ekonomik eşitsizliği şiddetlendireceğini ve bunun şiddet ve kaosa dönüşerek ABD'ye yöneleceğini söylediler. Bir diğer iddiaları da şuydu: Dünya enerji ve endüstri sistemi için İran Körfezi'ndeki petrolün önemi artacak. Amerika buraları kendi konrolünde tutmak için yeni planlar uygulamaya sokacak. Çünkü petrol kaynaklarını kontrol etmek kullanmaktan daha farklı bir stratejidir.
nursel yöndem OKUNMASI GEREKEN ÖNEMLİ BİR YAZI... OKUMAYANLAR İÇİN MİLLİYET'TEN ECE TEMELKURAN'IN 06.01.2003 TARİHLİ YAZISI.... Biz artık daha çok yokuz Biz çocuk kanı içen tüccarlar olmadığımız için bu savaşa ne bir, ne üç koymak; ne beş, ne on, ne bin almak istiyoruz. Biz insanız, insan kalmak istiyoruz. Bu savaştan canımızı, haysiyetimizi ve insanlığımızı kurtarmak istiyoruz... Bu yüzden de biz bu savaşta yokuz... Her geçen gün daha çok yokuz! Biz, ölmek istemiyoruz. Biz, bu savaşa, insana yakışır tek tavır olmasının yanı sıra ölmek istemediğimiz için karşı çıkıyoruz! İnsan hayatının daha kıymetli olduğu Batılı ülkelerden gelen insanlar canlı kalkan olmak üzere Irak’a giderken biz bu topraklarda yaşayarak zaten canlı kalkan olduğumuz için bu savaşa karşıyız. Bay Bush’un bombaları taştan sekse, sınır boylarımızdaki insanlarımız öleceği için bu savaşı istemiyoruz. Defterimize kaydettik Biz ölü çocuklarımızı petrol için satmıyoruz, sattırmıyoruz! Satanları defterlerimize kaydediyoruz! Afganistan topraklarında ölü çocuk kafaları üzerine, ABD’li şirketlerle birlikte inşaat yapmaya giden Türk firmalarını defterlerimize kaydettik. Irak ile ilgili aynı aşağılık planları yapanları da yazıyoruz. Afganistan’da binlerce ölüme neden olan Usame Bin Ladin’in aylardır adının hiç anılmamasını, Bush’un niyeyse bu meseleyi unutmuş olmasını da planların sadece petrolle ilgili olduğunun kanıtı sayıyoruz! Savaşı istemiyoruz Biz, hükümeti, ordusu ve insanlarının yüzde 90’ı savaş istemeyen bir ülkeyiz. Bu savaşa zorla sokularak, tarihe haysiyetsiz bir ülke olarak geçmek istemiyoruz. Biz Bay Bush’un Teksas’ta asker kıyafetleri giyip müptezel figüranlar gibi yaptığı "Biz Irak’taki insanları özgürleştirmeye gidiyoruz" konuşmalarını yemiyoruz. Yiyenlere gülüyoruz. Çünkü biz, Batılı şirketlerin 2001 yılına kadar Irak’a silah sattığını biliyoruz! Iraklı 600 bin çocuk 1991’den beri uygulanan ambargo nedeniyle açlıktan ve hastalıktan ölürken, 80 Alman, 24 ABD ve toplam 150’nin üzerinde Batılı şirket tarafından Saddam’ın konvansiyonel silah programlarına destek verildiğini biliyoruz. Bu bir Alçaklık Tarihi’dir; adımızın yazılmasını istemiyoruz! Türkiye Cumhuriyeti adlı onurlu ve bağımsız bir ülkenin kurulması için yaşananlardan sonra biz, Batman, Diyarbakır, Muş’taki üslere, Mersin ve İskenderun’daki limanlara 150 ABD’li mühendisin gelip hiçbir hukuki düzene tabi olmadan "incelemeler" yapmasını kabul etmiyoruz. Bush bilmez, biz biliriz Irak’ı yok etmeyi de içine alan planların 1990’ların başında yapıldığını, şimdi uygulanmakta olan projenin çok uluslu petrol şirketleri tarafından Beyaz Saray’da kurulduğunu, bu petrol şirketlerinin Bush’un başkanlık kampanyasına destek verdiklerini ve hükümet üyelerinin bu şirketlerle şu anda da parasal bağlantısı olduğunu biliyoruz. "Dünyayı Kurtaran Adam" fasaryalarını yememiz mümkün değil; biz, Beyaz Saray ofislerinde şampanyalarla kutlanacak bir katliamda yokuz! Biz, yıllar yılı akşam yemeklerini yerken yerlere dizi dizi yatırılmış ölü insanlara baktık. Savaşın ne olduğunu Bay Bush bilmez, biz biliriz! Bay Bush, ölümü bilgisayar oyunlarında sayı almayı engelleyen bir kural zannediyor olabilir. Biz acının, ölümün, kaybetmenin ne demek olduğunu etimizde, etimizin dibinde biliyoruz. Bay Bush’un Lahey Savaş Mahkemeleri’nde, hemen, şimdi, bugün yargılanmasını istiyoruz! İnsan kalmak istiyoruz Biz çocuk kanı içen tüccarlar olmadığımız için bu savaşa ne bir ne üç koymak; ne beş ne on ne bin almak istiyoruz. Biz bu savaştan canımızı, haysiyetimizi ve insanlığımızı kurtarmak istiyoruz. Biz, insanız, insan kalmak istiyoruz. Bu yüzden, biz bu savaşta yokuz. Her geçen gün daha çok yokuz!
nursel yöndem Haftalardan beri konuşulan -kanımca da son derece isabetli olan- hemen hemen herkes için çekici bir çözüm olarak görülen, Saddam yönetiminin istifasının pek gerçekleşmeyeceği görünüyor. Bu da elbette ABD’nin hedefine yavaş yavaş yaklaşmasını kolaylaştırıyor. Kolaylaştırıyor çünkü bu Bush hükümetinin, “her yolu denedim, her fırsatı sundum olmadı” iddiasını gündeme büyük bir iştahla getirmesinden anlaşılıyor. Bush, televizyonun karşısına sıklıkla çıkıp, amacının Irak’ı demokratik bir yönetime kavuşturma ve tüm dünyayı tehlikeden koruma olduğunu anlatıp duruyor. Bu masallara kananlar yok mu, elbette var. Ne yazık ki var. Bu vahşi ve ilkel yöntemi isabetli bulanların sayısı az değil (özellikle ABD ve İsrail’de). Kimsenin Saddam’ın dikta yönetimini savunduğu, tehlikeleri görmezden geldiği yok. Ama savaşın, yapılacak katliamın, tüm dünyanın gözyaşı ve kan gölüne çevrilmesinin gerekçesinin bunlar olmayacağı çok açık. Bush’un kararından geri dönmeyeceği -ne kadar bu yönde anlamak istemesem de- görülüyor. Bütün insanlığı tehdit edecek, Ortadoğu’yu daha da karışıklığa sürükleyecek savaşın Şubat sonunda yapılması planlanıyor. Umarım tüm insanların savaş karşısındaki birlikteliği ve sunulan çözümlerden birinin yürürürlüğe girmesi bu felaketi durdurma başarısını elde eder. Ümidim ve inancım bu yönde.. Give Justice A Hand Give Justice A Hand
nursel yöndem Irak sorununun barışçı yollardan çözülmesi amacıyla Türkiye'nin ev sahipliğinde yapılan "Irak Konusunda Bölgesel Girişim-Dışişleri Bakanları Toplantısı"ndan Irak'a Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına daha aktif katılması, BM silah denetçileriye daha fazla işbirliği içinde olması konusunda uyarı çıktı. Yayınlanan ortak bildiride Irak sorununun çözümü için uyarıda bulunuldu. (Hürriyet_24 Ocak 2003) Barış için gerçekleştirilen bu ve benzer her olumlu girişimin gerçekten herkes tarafından alkışlanması gereken girişimler olduğuna herkes inansın. Bunlardan bir sonuç çıkmaz diyenlere gerçekten şaşıyorum. Ne yani oturarak yerimizden masum insanların ölmesine, kendi milli çıkarlarımızın, onurumuzun zedelenmesine razı mı olalım? Bunu toplum vicdanına ve en önemlisi kendi vicdanlarımıza nasıl anlatabiliriz? Son ana kadar, tüm barış yollarının denendiğine, zorlandığına ve çözümlerin tükendiğine (ki bence çözümler hiçbir zaman tükenmez...)kendimizi ikna edersek bu girişimlere ara verebilme hakkına (ama yine bitirme değil dikkat ederseniz, buna kendimi inandırmam mümkün değil)sahip oluruz. Give Justice A Hand Give Justice A Hand
nursel yöndem İnsanların çoğu, sıkıntı ve üzüntü çektikleri konuların çözümlerini bir dereceye kadar arama yoluna giderler, ancak önlerine bir engel çıkarsa yılgınlığa düşüp bu arayışlarından kolaylıkla vazgeçebilirler. Çözümün yararı kendilerinin veya yakınlarının lehine dahi olsa çözümsüzlüğe razı olmak, pes etmek daha kolaylarına gelir. Yakınmak ve çaresizmiş gibi ifadeler kullanmak da böyle kişilerin hayatlarının vazgeçilmez parçasıdır. Cesaret ve irade göstermektense korkakça davranıp kaçmak, adaleti gözetmektense umursuz olmak, hiçbir şeye karışmamak aksine adalete, hak ve hukuka karşı zorlaştırıcı olmak, atak ve girişimci olmaktansa ağır davranıp anlamazlıktan gelmek, dürüst olmaktansa yalan üretmek daha kolaylarına gelir. (örnekler o kadar fazla ki ayrı bir yazı konusu olur...) Ve bu basitlikler için bu insanların bir emek sarfetmeleri de gerekmez. Kendiliğinden gelişen hayvani dürtülerdir bunlar.. Bu insanların hayatlarının her aşamasında çözümsüzlüklerin önlerine sıkça çıkacağına dair batıl inançları vardır. Dertlerin, belaların, hastalık ve sıkıntıların mutlaka hayatlarının bir döneminde karşılarına çıkmasını işte bu yüzden son derece doğal karşılarlar, bunlara karşı adeta şerbetlidirler, olağanüstü bir durum olduğundan nedense bir an olsun şüphelenmezler. Oysa tüm bunları doğal hayatın içinden gelişmeler olarak görmenin çok yanlış olduğu inancındayım. Bunlar harekete geçip hayatlarımızın yönüne çeki düzen vermemiz, doğru gördüğümüz şeyleri uygulamakta vakit kaybetmemiz için adeta yanıp sönen lambalar gibi önemli işaretler değil de nedir? Nerden nereye? Anlatmak istediğim konu savaş gibi haksız ve yanlış olan her durumun çözümsüz konular olmadığı ile ilgiliydi. Düşünceler buralara sürükledi. Bu konunun savaş ile bağlantısı ise, savaşa karşı duranların işte bu çözümsüzlüklere karşı duran nadir insanlardan olduğunu düşünmemdir ve eminim ki bu düşüncemde haklıyım. Çünkü bu kişilerin sessiz ve pasif kalma seçenekleri de önlerindedir. Ama onlar seslerini bir yolla duyurma yoluna giden, oturduğu yerde kalmaktan ve izleyici konumda olmaktan rahatsız olan insanlardır. Tüm dünyada büyük bir irade ve sabırla savaşın karşısında olduğunu söyleyen ve sesini yüksek çıkarmaktan çekinmeyen herkesi yürekten destekliyorum. Bu direnişi asil ve tek bir insan kanının dökülmemesi için gayret gösterildiği için de kutsal görüyorum. “Aman canım seslerini yükselterek neyi engelleyebilir, neleri durdurabilirler ki” diyerek çözümsüzlükten yana tavır koyanlara da sadece acıyorum. Ama bildiğim bir şey var ki onlar da bu direnişin ses getirdiğinden ve etkili olduğundan eminler. Çünkü onlar da biliyorlar ki durum böyle değil. Her zaman ki düşüncemi tekrarlıyorum, sonuç nasıl ve ne olursa olsun, tüm zor şart ve imkansızlıklara rağmen doğrunun, adaletin yanında sonuna kadar durma iradesine sahip olmak bir erdemdir. Give Justice A Hand
nursel yöndem HABER..... ABD'nin talepleri karşısında köşeye sıkışan hükümete halktan destek geldi. Yurdun dört bir yanında düzenlenen gösterilerde ABD kınandı. Ankara'nın barışın başkenti olması istendi Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de savaş karşıtı sesler giderek güçleniyor. Yurdun dört bir yanında düzenlenen eylem, gösteri ve panellerle 'savaşa hayır' dendi. Ankara'da savaş karşıtları barış zinciri oluşturdu. İstanbul'da sivil toplum örgütleri, sanatçı ve bilim adamlarından oluşan 100'ler Meclis'i ortak bildiri yayınladı, sinemacılar protesto yürüyüşü düzenledi. Adana, Mersin, Bursa, Edirne, Manisa Malatya ve Şanlıurfa'da da ABD'yi protesto eden gösteriler düzenlendi. Ankara Kızılay'daki Yüksel Caddesi'nde toplanan savaş karşıtları uzunluğu 1 kilometreyi bulan 'savaşa hayır' zinciri oluşturdu. Binlerce kişi, basın açıklaması yaptıktan sonra ABD'yi protesto eden sloganlar attı. Göstericiler, Susurluk kazasından sonra gündeme gelen '1 dakika karanlık' eyleminin savaş için gerçekleştirilmesini istedi. El ele tutuşan savaş karşıtları, Yüksel Caddesi'nden Sakarya Caddesi'ne uzanan bir zincir oluşturdu. Polisin geniş güvenlik önlemi aldığı gösteri olaysız sona erdi. Sivil örgütler 'barış' dedi Irak'ta olası savaşa karşı bir araya gelen '100'ler Meclisi' de, dünyaya barış çağrısı yaparken, 'Ankara barışın başkenti olsun' dedi. Türkiye'den 20 meslek grubundan 100'er temsilcinin katılımıyla oluşturulan Lütfü Kırdar Spor Salonu'ndaki meclis toplantısına, İngiltere, Almanya, Yunanistan, İsveç, Yugoslavya, İsrail ve ABD'den gelen bilim adamı, gazeteci ve sanatçılarla sivil toplum örgütü üyeleri katıldı. Give Justice A Hand
nursel yöndem BAZI ŞEYLERE MECBUR OLURSUNUZ, OLAYLARIN AKIŞINA KENDİNİZİ BIRAKIRSINIZ, BİR ANDA İSTEMEDEN DE OLSA KENDİNİZİ İZLEYİCİ KONUMDA BULDUĞUNUZ ZAMANLAR OLMUŞTUR. ETKİLİ BİR ŞEYLER YAPABİLMEK İSTER AMA ETKİNİZİN İSTEDİĞİNİZ GİBİ OLMADIĞINI HİSSEDERSİNİZ. ELİNİZİ UZATMAK, UÇURUMUN KENARINDAN AŞAĞIYA DÜŞECEK KİŞİYE YARDIM ETMEK İSTER AMA BİR ANDA GÜCÜNÜZÜN BUNA YETMEDİĞİNİ GÖRÜRSÜNÜZ. ELİNİZDEN KAYIP GİTTİĞİNİ GÖRÜR PANİĞE KAPILIRSINIZ. ADETA KABUS GİBİDİR BİR ŞEY YAPAMAMAK... HELE ZOR DURUMDA OLAN KİŞİ SEVDİĞİNİZ BİRİSİ İSE, OĞLUNUZ, EŞİNİZ, SEVGİLİNİZ, BABANIZ VEYA ANNENİZ İSE... ELLERİ KOLLARI BAĞLI OLMAK NE ZOR BİR DURUMDUR!. İŞTE OLACAKLARI ELLERİ KOLLARI BAĞLI İZLEMEKTEN ÖTE BAŞKA BİR ŞEYE GÜCÜ YETMEYEN MASUM IRAK HALKI, GENCİ, YAŞLISI, ERKEĞİ, KADINI, ÇOÇUĞU HER BİRİ AYRI OLARAK BU ZOR DURUMLA KARŞI KARŞIYALAR... BEKLEYİŞ İÇİNDELER...NE ZAMAN BU BÜYÜK FELAKET GERÇEKLEŞECEK DİYE.. KUŞKU VE KORKU DOLU BEKLEYİŞ HER YATTIKLARINDA, HER KALKTIKLARINDA ZİHİNLERİNİN BİR KÖŞESİNDE DURUYOR, (AKSİ MÜMKÜN MÜ HERKES BİR AN OLSUN ONLARIN YERİNE KENDİLERİNİ KOYSUN) İNSAN ÖYLESİNE BENCİL Kİ, SADECE KENDİ BAŞINA BİR ZARAR GELDİĞİNDE YAPABİLECEKLERİNİN EN FAZLASINI YAPMA YOLUNA GİDER. KENDİSİNE ZARARI DOKUNMAYACAĞI BİR ŞEY OLDUĞUNA İNANIRSA KOLAYLIKLA HAKSIZLIKLARI, ADALETSİZLİKLERİ, ZULÜMLERİ GÖRMEZDEN GELİP, SIRTINI ÇEVİRİP İŞİNE GÜCÜNE BAKMAYA DEVAM EDER. OYSA UNUTULAN BİR ŞEY VAR Kİ BİR GÜN BENZER VEYA FARKLI ZOR DURUM BU KİŞİLERİN DE BAŞINA GELEBİLİR. ADALETSİZ OLANIN, VİCDANSIZ OLANIN YAPTIKLARININ YANINA KALACAĞINA İNANAN VAR MI? BEN İNANMIYORUM. ER VEYA GEÇ KARŞILIK GELECEKTİR. SAVAŞA HAYIR MİTİNGLERİ ÜLKEMİZ BAŞTA OLMAK ÜZERE DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDA OLDUKÇA AKTİF OLARAK DEVAM ETMEKTE. KARAR MEKANİZMASINDA OLAN BİR KİŞİNİN BİLE FİKRİNİ DEĞİŞTİREBİLMEK VEYA EN AZINDAN ŞÜPHEYE DÜŞMESİNE ETKİLİ OLABİLMEK OLDUKÇA ÖNEMLİ BİR SORUMLULUK..İŞTE BU DİRENİŞ BUNU SAĞLAYABİLECEK GÜCE SAHİP.... Give Justice A Hand
nursel yöndem HABER Nobel ödülü sahibi 40 Amerikalı, Irak’ta olası bir harekata karşı çıkan bir bildiriye imza attı. İmzacılar, bildirilerini, 1998’de Nobel Kimya Ödülü kazanan Walter Kohn’un evinde açıklamayı planlıyor. Kohn, basın toplantısı öncesinde bilgi vermeyi reddederken, grubun internet sitesinde söz konusu 74 sayfalık bildirinin bir örneği yayımlandı. Buna göre bildiride, uluslararası desteğin olmadığı bir saldırının hızlı bir zafer getirse bile, uzun vadede sonuçlarının ABD’yi zararlı çıkaracağına dikkat çekildi. Savaş karşıtı bildiriye imza atanlar arasında atom bombasının yapımına yardımcı olan 1967 Nobel Fizik Ödülü sahibi Hans Bethe de yer alırken, eski ABD Başkanı ve 2002 Nobel Barış Ödülü sahibi Jimmy Carter’ın bildiriyi imzalayanlar arasında bulunmadığı kaydedildi. Give Justice A Hand
nursel yöndem Aşagıda adresi verilen sayfa dünyada ve Türkiye'de savaş karşıtlığı ile ilgili haberleri ve etkinlikleri güncelleyerek vermekte. Faydalı bir site, bir göz atın derim.... http://www.iraktasavasahayir.org/ Halka sor kampanyası başlıyor Irakta Savaşa Hayır Koordinasyonu 1 Şubatta Halka Sor kampanyası başlatıyor. Türkiyede gelişen tüm savaş karşıtı etkinlikleri birleştirmek için 1 Şubatta yüzlerce stand açılıyor. Her stand savaşa karşı seslerimizi birleştireceğimiz, barış isteyenlerin tanışacağı, tartışacağı ve birlikte mücadele edeceği barış alanı olacak. Halka Sor kampanyasının taleplerinden birisi, ABDyle yapılan tüm gizli anlaşmaların açıklanması ve iptal edilmesi. Bir diğeri ise savaşa değil, eğitime, sağlığa, halka bütçe...(haberin devamı sitede) Give Justice A Hand
nursel yöndem HABER merikan finans çevrelerinin gazetesi Wall Street Journal’ın (WSJ) haberine göre, 3 Mart gecesi ayın yeni dönemi başlayacağı için çok karanlık olacak ve ABD birlikleri harekatı başlatmak için bu karanlıktan istifade edebilecekler. Wall Street Journal, 1991’deki Çöl Fırtınası ile Afganistan harekatının da böyle karanlık gecelerde başlatıldığını hatırlattı. Habere göre, müttefik ülkeler, BM silah denetçilerine araştırmalarını sürdürmeleri için zaman tanınmasında ısrar ederken, Washington’da “Başkan Bush’un harekat emri vermek için daha ne kadar bekleyeceği” sorusu sorulmaya başlandı. YAZIN OPERASYON ZOR Askerler her hava koşulunda savaşabileceklerini öne sürmelerine rağmen, gazete, Temmuz ayında Irak’ta ortalama hava sıcaklığının 45 dereceye çıktığını, Nisan ayında başlayan çöl fırtınalarının havaya kaldırdığı kum taneciklerinin ise lazer güdümlü bombaların isabet kabiliyetini olumsuz etkilediğini yazdı. ‘SAVAŞ EN FAZLA 30 GÜN SÜRER’ Haberde, Irak savaşının en fazla 30 gün sürebileceği, güneyden Irak’a girecek Amerikan birliklerinin fazla direnişle karşılaşmadan birkaç günde Bağdat kapılarına ulaşacakları ve asıl çatışmaların Bağdat’ta göğüs göğse yapılacağı tahminleri de yer aldı. Gazeteye açıklamada bulunan Çöl Fırtınası gazilerinden emekli General Barry McCaffrey, “Bağdat’taki çatışmalara 15 bin askerin katılacağını ve Amerikan birliklerinin Bağdat’ı 3 günde zaptedeceklerini” öne sürdü. Ancak uzmanlar, kısa sürede tamamlanacağı sanılan Afganistan harekatında bile Kandahar’ın ele geçirilmesi için 9 hafta gerektiğine dikkat çekiyorlar. TANKLARDA SICAKLIK 60 DERECEYE ÇIKIYOR Savaşın yaz aylarına sarkması durumunda ise soğuk hava tertibatı bulunmayan Amerikan tanklarının içinde sıcaklığın 60 dereceye kadar çıkacağı, kimyasal korunma elbisesi giyecek askerlerin bu sıcağı daha da yüksek hissedecekleri belirtiliyor. Bu elbiselerin tanıtımı amacıyla Kasım ayında Pentagon’da yapılan bir gösteride, elbisenin içindeki asker, TV spotlarının sıcağına dayanamayarak baygınlık geçirmişti. ----------- MGK BİLDİRİSİ Irak konusunun masaya yatırıldığı kritik Milli Güvenlik Kurulu toplantısından, hükümete Meclis’ten yetki alması tavsiyesi çıktı. Toplantıdan sonra yayınlanan bildiride, Kıbrıs konusunda da Denktaş’a tam destek verildiği belirtildi. Yaklaşık 6.5 saat süren toplantının ardından yayınlanan bildiride, “Irak sorununun barışçı çözümü Türkiye için öncelikli hedeftir” denildi. Ancak, Milli Güvenlik Kurulu açıklamasında, istenmeyen gelişmelere karşı hükümetin anayasa’nın 92. maddesi uyarınca Meclis’ten yetki alması tavsiye edildi. Sonuç bildirisinde, Irak yönetimine de Birleşmiş Milletler ile aktif işbirliğini sürdürmesi çağrısı yer aldı. Bildirinin Kıbrıs ile ilgili bölümünde ise, tarafların yapıcı bir tutumla müzakerelere devam etmeleri gereği işaret edilerek, Denktaş’a tam destek verildiği vurgulandı. Give Justice A Hand
nursel yöndem Uzun zamandan beri hayatımdaki en önemli ölçü mekanizmam sadece kalbimin, vicdanımın sesi. Eskiden de bu ölçüleri kullandığıma dair kendimi kandırırdım ama gerçekte bunun böyle olmadığını, vicdanımın yanında toplumda herkesçe, özellikle sosyal ilişkilerde kabul görülen, son derece doğal karşılanan oysa son derece yanlış olan ölçüleri de kullandığımı içten içe biliyordum. Ancak başka türlü bir uygulamanın pratikte geçerli olabileceğine bir türlü kendimi inandıramıyordum. İşin gerçeği, hayatın doğal akışı içinde bu kötü ölçüleri kullanmanın zararının olacağını da yeterince düşünmez, hesap etmezdim. Oysa küçük veya büyük, zararın mutlaka bir gün ortaya çıkacağı açık. Bu zararı belki ben, belki bir başkası görecektir. Ama önemli olan zararı birisinin görmesi değil mi? Şimdi mi? Oldukça hassas ve dikkatliyim artık. İnsanların koydukları kuralları, görüşlerin geçerli oluşunu veya olmayışını sadece vicdanımla uyuşup uyuşmamasına göre değerlendiriyorum. Vicdanım kendi özel hayatımda yaşadığım veya çevremde bizzat şahit olduğum veya olmadığım uygulamaları, söylenen sözleri, adaletsizlikleri, zulümleri kaldırıyor mu kaldırmıyor mu? Kaldırırsa şu kadar kaldırır gibi adice bir yaklaşımın içine girmekten kaçınıyorum.. Vicdanımda en ufak bir tereddüt, şüphe duymam dahi alacağım kararlardan, bana neye mal olacaksa olsun vazgeçmek için yeterli güce sahip. En doğru cevapları bulacağımız, en doğru yerin herkesin kendi yüreklerinde olduğuna inanıyorum. Vicdan yanılmasının olabileceğini de hiç sanmıyorum. Bu kısa sorgulamalar beni istediğim noktaya ulaştırabiliyor. Ölçüm vicdan olunca çözümleyemediğim bir çok konunun çözümlendiği mucizesi ile karşı karşıya kaldığımı farkettim. (bunu mucize olarak görmek ne kadar doğru olur tabi bilemiyorum ama!) [hl]Çözümlenmese dahi daha önce yaşadığım, adeta yüreğimin üzerine bir insanın dirseğiyle tüm gücünü kullanarak dayanması gibi ağrı veren vicdan rahatsızlığından kurtulduğumu anladım</span id='hl'>. [hl]Tek başımıza kalsak, hiçbir yöntem veya kural bilmesek dahi vicdanımız bizleri en doğru şekliyle hareket etmemize, en adil kararları almamıza sevkedecektir. Önemli olan vicdanlarımızı kirletmememiz, bu tuzağa farkında olmadan düşmememiz, kendimizi kandırmaktan vazgeçmemiz....</span id='hl'> SAVAŞA TÜM YÜREĞİMLE KARŞIYIM....HİÇ BİR GEREKÇE DE BANA BUNU MAKUL GÖSTEREMEZ... NOT: Bush’un “Bu bir Haçlı seferidir" sözünü bir makalede okuyunca hatırladım...Pek unutulacak ve tevil edilecek bir söz değildi ama zaman bazı şeyleri unutturabiliyor....Hatırlarda kalması gereken cümleyi benim gibi unutanlara hatırlatmak istedim.....İyi sabahlar.... Give Justice A Hand
nursel yöndem Hükümetin son güne, son saate, son ana kadar barış çabalarını sürdürecekleri yönündeki açıklamalarını gerçekten yürekten tebrik etmek gerek. Kimse kendilerince değişmeyecek bir sonuç için (benim gibi birçok insanın ümidi değişeceği yönünde elbette!) yapılan faaliyetleri, eylemleri, dayanışmaları küçümsemesin ve boşa yapılan çalışmalar olarak görmesin. Söylenen her bir sözün, savaş karşıtı olarak yapılan her eylemin tarihte yerini bulacağı açık. Elbette görüşünü aksi yönde bildirenlerin de... Son derece önemli yıllara şahitlik edeceğimiz görülüyor. Tüm dünyada huzur ve barış arayışı içinde olanların isteklerinin bir süreye kadar olamayacağını da görmek için kahin olmaya gerek yok sanırım. Ama bu güzel inançlara sahip, savaşsız bir dünyanın oluşabileceğine inanan insanların istediklerinin er geç bir gün gerçekleşeceğini de kalbimin derinliklerinde bir yerlerde hissediyor ve inanıyorum. İşte bu inancım beni daha da hırslı hale getiriyor, motive ediyor, monotonluktan alıkoyuyor. Olması gereken de bu değil mi zaten? Umursamaz olmak, yanıbaşımızda masum insanlar öldürülürken, kendi vatandaşlarımızın, canlarımızın, Mehmetciğimizin hayatları tehlikedeyken, yataklarımızda mışıl mışıl uyumanın hesabı bir gün bize sorulmaz mı? Zulme ortaklık kimse yapmasın, gerçekten bundan çekinsin çünkü en başta ilahi adalet bunun hesabını bizlerden sorar... -------------------- ABD’nin gerçek niyetinin ne olduğunun, bu saldırgan tutumun arkasında nelerin yattığının bile tam olarak deşifre edilmesi, gözler önüne serilmesi barıştan yana olanların başarısıdır. Her geçen gün, ABD’nin gözlerdeki yeri daha da küçülmekte...Tüm dünyada yürütülen savaş karşıtı faaliyetlerin başarılarını görmek için kısaca ajans haberlerine göz atmak yetecektir. Give Justice A Hand
Bahattin Maxyavelist Anlayış+Demokrasi+Uluslarası Hukuk+Kafka'nın Hukuka Bakışı ve SAVAŞ Savaş ortamı nedeniyle, yeniden kavradıklarım ve tüm hücremle duyumsadıklarım: 1) Hukukun yerel ve uluslarası anlamda özgürlük sınırı GÜCÜN İRADESİNİN başladığı yerde biter mi? İnanmıyorum ben bir hukukçuyum. 2) Yönetenler, Makyaveli'nin önerilerini sürekli uygular. Özü; Yönetilenler her ne pahasına olursa olsun gerektiğinde ancak yönetimde söz sahibi edilir. Yönetenlerin, yönetimlerini sürekli kılmak için gerekli her yolu denemesi mübahtır. Olmaması gerekir. 3) Demokrasinin ilköğrenimden beri verilmekte olan ve sakız gibi her yazan ve konuşan tarafından çiğnenen 'halkın yönetime ortak olması, kendi kendini yönetmesi,' açıklamasını hala kavrayabilme yetimin tam olarak oluşmaması... Halkın % 90 ının karşı çıktığı savaşa her şeye rağmen fiilen katılma gerçeği karşısında az olan bu yetimin tamamen yok olması. Yoksa ben aptal mıyım?... Meclisin olagelen ve fiilen gerçekleşen tavır, karar ve davranışları meşrulaştırma yasallaştırma yetkisi var mı? Var... O halde Meclisin yükü çok ağır diyenleri hiç anlamıyorum. Onaylamak çok mu yorucu... Çünkü onayda tartışma yoktur. Kafa ağrıtıcı spekülasyonlar yoktur. 4) Kafka, hukukçuymuş bir ara avukatlıkta yapmış mı bilmiyorum. Biri anlatmıştı. Ben okumadım. Hukuku gereksiz bir alan olarak görüyormuş. Ona katılmıyorum. Kitapları hoşuma gidiyor ama bu görüşü kabul etmem için bir neden bulamadım. İnsanlar hayatlarında bazen saçmalar... Belki de dememiştir. 5) İ.Ü.Hukuk Fak.de Uluslararası Hukuk sınavından kıl payı geçtim. Çünkü o dersi hiç ama hiç özümseyememiştim. O zamanlar kendime aptal diyordum. Şimdi ise kendimi zekamdan dolayı tebrik ediyorum... Uluslararası Hukuk'un da bazı ülkelerde uygulanan hukuktan fazla farkı yokmuş. Güç kimdeyse (Hukukun tanıdığı güç dışında), Uluslararası Hukuk kurallarını uygulamak veya uygulamamak... İşine geldiği gibi yorumlamak... İstediği kararı aldırmak veya alınmasa da alınmış göstermek... Bunlarda olmuyorsa gerçek yüzüyle Hukuk beni takip etmelidir, demekmiş. Hayır... Bunlar yanlış... demem gerekiyor. Çünkü mesleğim genel alanda hukukçu olmak. İnsan kendisine damgasını vuran, kişiliğiyle özdeş olan mesleğine böyle bir bakış açısı getirmemeli. Ama hukukla ilgili bildiklerimi bir şekilde hasır altı etmemi sağlayabilirim. Nasıl olsa bunu yapan bir çok yazar, çizer, medya temsilcisi, politikacı ve bir çok gurup ve birey var. Onlara bakıp teselli olabilirim. Ben onlardan daha mı iyi bileceğim... Onlar senelerden beri ülkeyi ve ülkeleri aydınlatan, yönlendiren ve Ülkemizi Muasır medeniyet seviyesine gelmesinde büyük payları olan insanlar. Onlar savaşa karşıyız. Ama ülke gerçekleri ve menfaatleri gerektirdiğinde duyarsız kalamayız, diyorlarsa oda doğrudur. Çünkü doğrular onların tekelindedir. Onların tekelinde olan bir doğrunun aksini savunmak ise evrensel ve yerel hukuka uygun olsa da hukuksuzluktur. Çünkü onlar aynı zamanda hukuku en iyi yorumlayanlardır. Bu mantıkla rahatladım. Rahat uyuyabilirim. Ama uyuyamıyorum. Uykum gelmiyor. Bir kadın sesi geliyor çocuklarının sesleriyle karışık, " Nahnu beşer!..." diyor arapça diliyle. Bu ses Irak’tan ve çevresinden geliyor. Bizde insanız diyor. Karşılık yanıt verilmekte gecikmiyor. Bomba ve silah seslerinin dili kendine özgüdür. O dili bilmediğim için tercüme edemiyorum. Silah ve bomba kullanan eller ise, "War... War... War," diyorlar. Türkçe tercümesi insan ‘var’ anlamına gelmiyor. ‘savaş... savaş... savaş..." şeklinde atılan naralar anlamına geliyor. Ana saldırganlar bu dili iyi biliyorlar... Birde, ‘savaş istemiyoruz. Ama kenarda da duramayız’ cümlesi var. Bunun tercümesine gerek yok, sanırım. Meşru müdafaa zeminin oluşması için geçerli olan koşulların ceza genel, ceza özel ve uluslararası hukuk alanlarında neler olduğunu az çok biliyoruz. Çelişkiler öğrendiklerimizle yabancılaştırıyor bizi. İnsanın bildiklerine hele bildiklerine inanıyorsa yabancılaşması cinnet başlangıcıdır. Meşru müdafaada savaş ve her türlü eylem normalin aksine suç sayılmıyor. Ama bu koşullara uymasa suçtur. Suç ise müeyyidesi olmadığı takdirde suç olmaktan çıkıyor mu?... Peki müeyyidesi neden yok? Çünkü müeyyide güce karşı uygulanamaz. Çünkü güç; güçtür. Evrensel hukukun gücü, hukuksuz güçte mi saklıdır? Ben blmiyorum. Biz bunları okur, yazar ve düşünürken, ‘Nahnu beşer... Nahnu mazlum, ‘ diye bağıran kadın ve ona korist olarak eşlik eden çocukların sesleri kesilecek veya kesilmiş olacak. Atılan bombalardan kendilerine düşen haksız payı alacaklar. Ama onların ölü gözlerini görüyorum. Yoksa ben bir kahin miyim?.. Bakışlarını tercüme ediyorum. Bu bakışları iyi biliyorum. Çünkü Romalı Sezar’ın bakışları bunlar... Roma Hukuku da okudum. Latincem fena değil. Ülkemiz Türkiye’ye bakan bakışlar bunlar... Bu bakışlar "ENTE BRÜTÜS’ (Sen Brütüs’sün.)diyen bakışlar... Savaşsız günlere... Bahattin YILDIZ Yaşadıklarımız gerçekmi?... Sanalmı?... Anlayacağız bir gün...
nursel yöndem İnsanoğlunun yaratılışından bu yana, hep çektikleri acıların kökeninde nefret, kin, düşmanlık duyguları vardır. Bu kötü duygular yüzünden sayısız acılar, ölümler meydana gelmiş, kimbilir ne kadar fazla yalvarışlar, feryatlar, dualar göklere yükselmiştir. Tarihte veya halihazırda meydana gelen savaşları, katliamları, zulümleri ister sosyolojik, ister psikolojik hangi çerçevede incelerseniz inceleyin, özüne inildiğinde karşınıza çıkacak en önemli şey tüm bunların nefret, kin, düşmanlık kaynaklı oluşudur. Bu kötü ahlaki bozukluklar insanların sadece kendilerine zarar vermekle kalsa kim ne karışır? Ancak sonu gelmeyen, adeta saplantı halini alan bencillikler ve hırslar, bir gün gelip bir başkasının hak ve hürriyetine zarar getirdiğinde ortaya felaket dolu tablolar çıkmakta. Adım adım yaklaşılan, her bir detayı önceden planlanmış savaş da bu nefret tohumlarının, bencilliklerin ve özellikle hırsların klasik bir örneğidir. Irak’a dünya kamuoyunda birinci dereceden bu denli dikkat çekilmesinin arkasında yatan ise haksızlığın, hukuksuzluğun alanen, gözlerimizin içine diri diri bakarak yapılması, amiyane tabirle bir tarafın diğer tarafa bulaşması nedeniyledir. Oysa başta Filistin olmak üzere dünyanın bir çok yerinde bu katliamlar, savaşlar, çatışmalar, hukuksuzluklar süregelmekte, suçlar işlenmekte, uluslararası ilkeler uzun süredir çiğnenmektedir. Geçen günlerde Necati Doğru, köşe yazısında belki çoğu kişi tarafından dile getirilen söylemi tekrarladı. Yazının aklımda kalan en önemli yeri, dünyada önemi olan tüm olayların asıl arka planında gizli güçlerin olduğu gerçeğiydi. İşte bu ABD’nin stratejilerine, politikalarına da hakim olan güçtür. Yazıda ABD’nin de bu planın bir parçası olduğu anlatılmakta. ABD’nin verilen ödevleri titizlikle bir bir yerine getirdiği kesin. İşte çoğumuzun bildiği yeni dünya düzeninin bir parçasıdır bu gelişmeler. Bu planın önemli bölümünde de Ortadoğu’nun yeniden bu kanlı senaryo sayesinde şekillendirilmesinin olduğu açıktır. Gerçekleştirilmek istenen bu senaryoların çoğunu, savaş planlarının arkasında yatan asıl gerçekleri az çok hepimiz biliyoruz...ABD’nin amacının gerçekte terör avı olmadığını, dünyayı büyük bir tehlikeden kurtaracakları yönünde kutsi bir görevi gerçekleştirme peşinde olmadıklarını da biliyoruz. Asıl amaçlarının dünya hegemonyası kurmak olduğu açık. Dünde BM zirvesinde ABD’nin uydudan çekilmiş resimler eşliğinde sözde delilleri gündeme getirmesinden etkilenenler varsa şaşırırım. ABD, kendi halkının bir bölümünü belki de çoğunu bu açıklamalarla kandırabilir ama dünya halkını savaşa bu nedenlerle girebileceği yönünde ikna edemez. Irak’ın oluşturduğu dünyaya yönelik tehdit ne olursa olsun (ki elbette Irak yönetiminin masum olmadığını ve gerçekleştirdiği ihlallerin senelerden beri mevcut olduğu bilinmekte ancak) hiçbirinin savaşın gerekçesi olmadığı açıkça ortadadır. Bunu zorlamanın bir yararı olacağını sanmıyorum, çünkü bu gerekçelere cidden inanmıyoruz. Türkiye’nin savaşa desteğininin ileride sorumluluğunun da büyük olacağına ve makul bir açıklamasının olamayacağını da eminim... ------ Geçen haftalarda The Guardian’da çıkan yazının bir bölümünde ABD’nin hazırlattığı bir raporun içeriğinden bahsedilmekteydi. Bir bölümünü alıntı olarak aldım. Arapların ABD’ye bakış açısını biraz olsun biliyoruz, işte bu bakış açısına bir örnek daha: “...ABD merkezli Ortadoğu enstitüsü, eski Ortadoğu’dan sorumlu dışişleri bakan yardımcılarından aynı zamanda ABD’nin İsrail, Mısır ve BAE büyükelçiliklerini yürütmüş Edward Walker’ın bir raporunu yayımladı. Walker raporunda Suudi Arabistan ve Mısır’a yaptığı ziyaretlerin ardından bölgedeki kamuoyunun yakın tarihte hiç olmadığı kadar Amerikan karşıtı bir haleti ruhiye içinde olduğu sonucuna varıyor. Walker şunları yazıyor: “Benim gördüğüm o dur ki, bölgede “altı C” ile anılıyoruz: Cowboys (kovboylar) Colonialism (sömürgecilik) Conspiracy (komplo) Coca Cola Cowardice (korkaklık) Clientialism (avukat-müvekkil ilişkisi) Bu dizilişte müvekkil İsrail. Korkaklık bizim hanım evladı zorbalar olmamız düşüncesinden kaynaklanıyor. Coca Cola yabancı bir tüketim toplumun simgesi; komplonun temelinde ise ABD’nin gücü doğrultusunda gerçekdışı beklentiler içine girmesi var. Sömürgecilik ABD’nin petrolü kontrol etme hedefiyle bağlantılı; kovboylar da ABD yönetiminin verdiği izlenimin Hollywood tarzı bir algılayışa, yol açmasından dolayı. Gerçek şu ki Araplar ABD’yi her düşündüklerinde akıllarına İsrail’de geliyor. Suudi Arabistan ve Mısır liderliklerine göre, Arapların ABD’ye yönelik bu algılayışı, Irak’ın işgal edilmesi durumunda on katına çıkacak...” Give Justice A Hand
nursel yöndem Give Justice A Hand
ömür Forumun başlığına tam ters olarak şunu söylüyorum: " Birçok gerekçe savaşı makul gösterir" Bizim muhakkak bu savaşa girmemiz gerekir. Hem de şu an yaptığımız gibi değil Aktif bir şekilde... Hatırlayın bakalım taktik aynı mı? Ülkemizi işgal eden güçler kimdi? İngiliz, Fransız, İtalyan... Peki biz kiminle anlaşmalar yaptık? Tabi bu ülkelerle. Kimler kazançlı çıktı ? Bu ülkeler. Şimdi bu ülkelerden sadece ingiltere bu savaşa müdahil. Diğerleri kenarda bekliyor. Hatta destek vermiyor. Neden? Bölgede artık menfaat elde edemeyecekler de ondan. Peki neden menfaatleri yok? Çünkü daha büyük bir güç ABD. var. Müsaade etmez. Ayrıca Türkiye var "daha fazla müsade etmez". İddia ediyorum Türkiye'nin bu işin içinde olmayacağına emin olsunlar derhal onlar da müdahale edeceklerdir. Türkiye burada bizzat müdahil olmalı ve bu savaşı yönlendirmelidir. Tabi çok kısa sürede sulh ile bitmesi ise hepimizin temennisidir. Diğer taraftan bu, artık bizim de dünyanın bu bölgesinde hatırı sayılır bir güç olduğumuzu gösterecektir. TV. de "Acun firarda" programını seyrediyoruz. Türkiye'nin neresi olduğunu bile bilen yok. İnternette ülkemiz ya Asya yada Orta Doğu Kategorileri arasında yer alıyor. Coğrafi olarak dahi avrupalı sayılmıyoruz. Madem asyalıyız madem orta doğuluyuz artık buraya imzamızı atalım.
Bahattin Gerçek bir öykü; Sarhoş Baba Saddam, kızı Irak Halkı ve tecavüzcü Bush ve şürekası... Öykü uzun özetlemek gerekiyor: Bir baba... Babalık özelliklerinin tüm olumsuzluklarını bünyesinde barındıran ve kafa kağıdında; Saddam ismi yazılı. Gerektiğinde üvey evladına tecavüz edecek kadar gözü dönmüş bir baba. Hatta en fazla hatırlanan tecavüzü üvey kızı Halep’e karşı gerçekleştirmiş. Tüm üvey ve üvey olmayan kızlarının tümünün adı: Irak... Kişilik yapısı büyüğe saygılı, küçükleri seven ve koruyan. Kader buymuş diyerek emirlere boyun eğen, yokluğa ve varlığa karşı aynı mesafede duran. Namus ve şeref haricinde her şeyi kabullenen ve sineye çeken kimlikte güzel ve taze bir kız... Tecavüzcü jön var öykümüzde birden çok fazla. Güç ve kudret sahibi. Tanımı; Bush ve şürekası. Freud’un davranış ve psikoloji temelinde cinselliği irdelediği iddialarına tamı tamına uygun şahsiyetler. Özellikle Hollwood kaynaklı filmlerde büyük yer alan gerilim ve korku filmlerindeki temaya uygunluk arz ediyor. Küçüklüğünde maruz kaldığı bir takım eylemler veya cinsel tatminsizlik nedeniyle masum insanları keserek, biçerek ve öldürerek tatmin olmaya çalışan bir kişilik yapısı... Bu filmler izleyicileri için etkileyici... Neden bu kadar etkileyici olduğunu yakın zamanda çözdüm. Meğer, bu kişilikte olan kişilerin varlığı özellikle üst düzey yöneticilerde anımsanmayacak kadar çokmuş... Senarist bunları takip ederek, izleyerek, özümseyerek o ruhu vererek etkileyici olabiliyormuş. Elmayı en iyi tarif edecek kişi en azından elmayı gören, dokunan ve yiyen insandır. (Bu kategori içine kesinlikle masum olan kendi halinde bulunan A.B.D. halkını ve A.B.D.derin yönetiminde görev almayan kişilerde dahil girdirmiyorum) George W.Bush ve şürekası’nın (şürekanın anlamı; ortakları anlamına gelir. Geniş anlamıyla yardımcı olanları da dahil ederek kullanıyorum) Cinsel tatminsizlik dürtüsüyle intihar meyilli insanlar. Öncelikle tatmin olmak istiyorlar. Tatmin olamazlarsa intihar yolunu seçecekler. Çünkü hayat onlara zehir olacak. Bilinçaltı baskılar çok yoğun... A.B.D de bulunanlar, Avrupa’da bulunanlar onların ilgisini çekmiyor. Bir güzel kız görmüşler. Adı; Irak. Onların cinsel duygularını tahrik ediyor. O kızı babasından istiyorlar. Baba kötüde olsa şeref ve namus alt yapısını taşıyor. Toplumsal değerlere bu kez boyun eğmek zorunda... Çünkü; kızını verirse, alanlar öncelikle kendisiyle gerdek gecesi yaşanacak... Onlar için cinsiyet önemli değil. Gerekirse ve cinsel dürtüleri onaylarsa kendi hemcinsleriyle de aynı yatağı paylaşabilirler. Kız namuslu... Onların isteğine uymak istemiyor. Sevmese de babasına sığınıyor. Babasına; ‘bir kez de olsa babalığını göster beni onlara teslim etme. her şeyimi kaybetsem de Namusumu kaybetmek istemiyorum, diye haykırıyor. Bu kızın bir zamanlar, Tecavüzcü George W.Bush’un babasının ve resmi ortakları ile şürekasının kendisine tecavüze yeltenecekleri konusunda aldığı duyumlar nedeniyle piyasada kolay bulunan ve ilk örneğini bu amaçlarını bilmediği zamanlarda tecavüzcüden aldığı bayıltıcı ve öldürücü spreyi koruma amaçlı saklamaya başlamıştı. Spreyin miadı dolmuştu. Kullanılamaz kılınmıştı. Ama olsun formülünü biliyordu. Yeniden yapabilirdi. Tecavüzcü ve şürekasının cinsel dürtülerinin tazyiki beyinlerini çatlatacak kadar yoğun duruma gelmişti. Güzel kızı istiyorlardı. Ona tecavüz etmek, zevklenmek en büyük amaçlarıydı. Sadece tecavüz etmek istedikleri Irak isimli kız değildi. Kızın komşu kızları vardı. Onlarda tahrik ediciydi. Ama bir türlü iyilikle cinsel birleşmeyi kabul etmiyorlardı. Önce o... sonra diğerleri... Artık neye mal olursa olsun tecavüz etme amacına koşullanmışlardı. Ama bir sorun vardı. Irak kızını yakaladıklarında tecavüz etme eylemine başladıklarında tepki gösterirse... Tepkisinin elle kolla olması önemli değildi. Hatta ateşli silahla olması da önemli değildi. Çünkü onlara karşı korunabileceği zırhı vardı tecavüzcünün... Korkuları gaz spreyi idi. Ya organını çıkarıp, onun vajinasına girdireceği anda o spreyi kullanırsa... Bu olasılık korkutuyordu kendilerini... Kendisinin büyüttüğü üvey evladına pek güvenmese de o elindeydi. Dediğini yapmak zorundaydı. Kendisinin etkin olduğu çok uluslu dünya devletine emretti. Tecavüz edeceğim kızın elinde zehirli sprey var. Üvey evlat yaramızdı. Sanane, diye yanıtladı. O sprey o kızın elinde olduğu sürece ben gıcık olurum. Günah benden gider toplu tecavüze giderim, diye yanıtladı tecavüzcü. Üvey evlat, gitti araştırdı. "Sprey bir ara vardı. Şimdi yok merak etme," dedi. Tecavüzcü, mutlaka vardır, dedi. İçinden keyiflenerek; "Demek spreylerinin tümünü yok etmiş... İyi iyi tecavüz ederken bana sıkabileceği sprey bulamayacak, " diye keyifleniyordu. Sesli düşündü, "ben spreyin hala onda olduğuna eminim," dedi. "Neye mal olursa olsun tecavüz edeceğim." Üvey evlat da sonuçta bir evlattı. Fazla karşı koyamıyordu. George, ancak halk arasında dolaşan pornografik fıkralarda örneği bulunabilecek bir durumu gerçekleştirdi. W.Bush ve şürekası erkeklik organlarını Irak kızına doğru uzattılar. Bazılarının okyanus ötesinden, bazı ortaklarının ise komşulardan uzanan büyük erkeklik organına hayretle ve esefle bakanlarda vardı. Organlar büyüktü ve uzundu. Irak kızına tecavüz bir çok organlarla aynı anda gerçekleşecekti. Tecavüz sonucu ölüm muhakkaktı. Bu büyük organların tecavüz sahnesini beyinlerinde canlandıran küçük organlılar toplu tecavüze katılarak karınca kararınca kendileri de ufaktan bedene dokunarak zevk alma amacı taşıyorlardı. Ayrıca özellikle okyanus ötesinden gelen büyük organın tecavüz gerçekleşinceye kadar organının üzerinde bulunan tüylerine dahi zarar gelmemesi için oturmaları gerekiyordu.. Bir binek atına biner gibi... Yoksa büyük organ sahibi kızardı. Organıyla kendilerine de tecavüze yeltenebilirdi. Tatmin olmaya giden tecavüzcülere karşı koyan güzel kız Irak, elinde olsa veya saklamış olsa ve çıkarabilse tecavüze uğramamak, namusunun payi mal edilmesini engellemek için bayıltan ve öldüren spreyi kullanma hakkına sahip midir? Bu hakkını kullanabilmesi meşru mudur? Öykünün gidişi bilmeceye dönüştü. Bilmecenin yanıtını bilmiyorum. Aklı selim insanlar sanırım bulabilir. Ama bir hukukçu olarak tecavüze ve saldırıya uğrama halinde, hedefin ne tür hakları olduğuna dair düzenlenmiş yasaları ve ilkeleri biliyorum. Ben politikacı değilim. Ama meşru müdafaa koşullarını biliyorum. Aklımda kaldığı kadarıyla, yakın tehlike olacak. Cana, mala, namusa vb. ögelere yönelik bir saldırı olacak ve bu saldırıyı asgari anlamda def etmek için gerekli ve yeterli savunma aracı kullanılacak. Bu durumda saldırıya uğrayan, saldırganı ancak öldürmeyle etkisiz hale getirebiliyorsa öldürmesi de suç değildir. Meşru müdafaa saldırgan için uygulanamaz. Çünkü saldırgan bu ortamı yaratmıştır. Bu yürürlükte olan ve çağdaş hukuk ilkelerinde de yerini alan koşullar ve düzenlemelerdir. Ayrıca tüm semavi dinlerde ve oluşmuş, yerleşmiş ahlak ilkelerinde de yerini bulan bir durumdur. Hem hukuki düzenlemelerle bağlı, hem dini hemde ahlaki ilkelere gönülden bağlı kişi, grup ve oluşumlara bir anımsatıcı öykü ve bilmece olması dileğiyle sunma gereği duydum. Hatta, biraz daha ileri adım atarak alkollü içkiyle ilgili bir dini kuralı da anımsatmadan geçemeyeceğim. Cümleyi tam yazamamakla birlikte alkollü içkiyi satan, aracı olan, üreten vb. herkes günaha ortaktır... dini temelli bir sözü de anımsatayım. Ben bu yazıları yazarken arada rakı içiyorum. Bunun dini anlamda günah olduğunu biliyorum. Bu benim günah haneme yazılıyor... Peki; yukarıdaki öyküde okyanus ötesinden Irak kızına tecavüz etmek için uzanan cinsel organın ülkeden geçişini engellemek için elinden geleni yapmayıp, bende bu tecavüzü onlarla birlikte gerçekleştirip orgazm olayım diyenler veya onlara sessiz kalanlar, onların önünü açanlar, organın üzerine binenler, toplu tecavüz gerçekleştiğinde ölüm feryatları ta arşa kadar yükselerek yüreği olanların yüreğini ve vicdanını sızlatacak haykırışlarda bulunacak olan Irak güzeline karşı; kulaklarını tıkayarak ve George W. Bush ve şürekasının orgazm sonrası, kanlanan organlarının ucunu silmek için elinde peçeteyle bekleyenler... Sizlere seslenmek istiyorum. Irak kızı, "tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak," ilkesini kabul etmiyor. Alkolün günahı; bireysel iken ve taşkınlık yapılmadığı kadarıyla günahken. Tecavüz edenin yanında yer alarak, tecavüzün gerçekleşmesine yer alan bazı dindarlar, muhafazakarlar bu eyleminiz günah değil mi?. Hem de bir çok yönden günah değil mi?... Zina; büyük günahlardandır. Bu zina değildir. Daha büyüğü olan tecavüzdür. Bu tecavüze yardımcı olan dindarlar (yardımcı olmayan dindarlar hariç) Ellerinizdeki peçeteleri atın. Binmiş olduğunuz organdan inin... Aksi halde bu günah pisliğini binlerce ton zemzem suyuyla dahi temizleyemeyeceksiniz. Sizler, beni ve benim gibileri tecavüze karşıyım, demekle ikna edemezsiniz. Çünkü çok bu lafı çok tekrarlarsanız ölülerin kulağına gidebilir. Ziya paşa canlanabilir ve sizlere der ki; "Ayinesi iştir, kişinin lafa bakılmaz..." Ölü bir şahsiyeti dahi ikna edemezsiniz. Halk her şeyin farkında uyumuyor gözleri açık sizleri seyrediyor. Puan veriyor... Zaman daralıyor... Hiç bir şey için geç değil... Uyanın sizler ve başkaları inandığınız değerler adına... Av.Bahattin YILDIZ-Adana starbah@hotmail.com http://www.dansozkivirmalari.cjb.net Yaşadıklarımız gerçekmi?... Sanalmı?... Anlayacağız bir gün...
nursel yöndem Ömür Bey'in yazısı üzerine düşündüklerim; Adı üstünde savaş, haksız bir savaştan gelecek çıkarın faydası ilk planda var gibi gözükse de, bu tamamen aldatmaca, inanın... Elde edilen kazanç doğru yoldan gelmiyorsa, masum insanların ölümüne neden olabilecek bir yoldan geliyorsa (ki masum bir kişinin bile zarar görmesi bu kazancın berbat yoldan geldiğinin anlaşılması için yeterlidir) bu kazancı gerçekten görmezden gelmek, unutmak gerekir. “Türkiye’nin menfaatleri, çıkarları” herkesin tekrarladığı cümleler... eğer böyle bir çıkar arayışı içindeysek bu çıkarları daha başka, illegal, hukuksuz yol ve yöntemlerle de elde etme şansımız var!!! Neden bu yolları da denemiyoruz o zaman? Meşru bir zemin oluştu diye, biz de payımızı düşeni alalım mantığına sahip olmak son derece ilkel ve vahşi bir yöntem. Diplomatik ve barışçıl yollarla, kısaca insanı yollar kullanılarak elde edilen herşeye tamam ancak içinde masum insanların kanı olan bir yolla edilen çıkar olmaz olsun... Güya demokratik yollarla yönetilen ülkemizde halkımızın %90’ı savaşa hayır diyor, şiddetle karşı çıkıyor...Ama yönetim evet diyor, bizlerin her fırsatta eleştirdiği Suudi benzeri yönetimlerden veya dikta yönetimlerden farkımız ne kalıyor anlamak mümkün değil. Artık bu yönetimleri de eleştirmekten vazgeçsek iyi olacak çünkü onlarla aynı kefende sayılmaya başlayacağız. Yazınızda Türkiye’nin bu sayede elde edeceği güçten bahsetmişsiniz. Bu yolla ortaya çıkacağından. Güç gösterecek başka bir alan yok mu sizce? Kanımca güç gösterilecekse en başta bu gücümüzü legal yollardan gösterelim. Tarihimiz çok uzun süre farklı kültürlerle bir çatı altında gücün, adaletin, merhametin, ve barışın birarada nasıl iyi yaşanabildiği örnekleri ile dolu... O zaman güç gösterisi yapma arayışı içinde miydik? Hayır, çünkü güçlüydük, inançlıydık ve şu anda üzerimizde olan garip ezikliğimiz de yoktu. Bu arada “Acun Firarda” programından örnek vererek ülkemizin adının da bilinmediğini ifade etmişsiniz. Bu programa bir kaç kez bakmıştım. Konuşulan kişilerin tiplerinden ve üsluplarından kültürlerinin de ne boyutta olduğu açık. Oldukça basit ve cahil insan görünümündeler. Bu kişilere Yugoslavya’nın veya Çeçenistan’ın yerini de sorsanız benzer cevaplar alacaksınızdır. (nitekim Amerikalı gençlerin bir kısmına böyle bir soru yöneltilmişti, sonuçlar birçoğunun dünyada olan bitenlerden habersiz olduğu yönündeydi...şaşmamak lazım!)Bu nedenle Türkiye’nin bu insanlarca bilinmemesini ölçü olarak almayalım. Bizi bilmesi gereken kişiler bizleri tarihimizle birarada iyi biliyor. Ulusal çıkar lafları insanlarımızın sadece kafalarını karıştırıyor..Sözde ulusal çıkarlarımız bu saldırıya, bu savaşa ortak olmamız için makul bir açıklama mı? Bizim çıkarlarımız korunuyor, masum Irak halkının çıkarlarını kim koruyacak? (Saddam’ın koruyabileceğine inanan yoktur herhalde!)Yanımızda olan bitenleri görmezden mi geleceğiz? Bombalar yağarken, siviller ölürken ellerimizle gözlerimizi kapatıp, kulaklarımızı mı kapatacağız?? Ortada kalacak yetimlerin, katliamların gerekçesi ülkemizin çıkarları mı olacak? Böyle korkunç sonuçlara neden olabilecek bu saldırıyı o veya bu şekilde onaylamaktan şiddetle kaçınalım. Vicdanlarımızın sesini bir kez daha dinleyelim. Eminim ki vicdanlarımız bizleri doğru yolu gösterecektir. Sahipsiz, zavallı Irak’lı çocukların haklarını gözetmek, korumak hepimizin sorumluluğu, buna samimi olarak inanıyorum. Ortada siyasi ve ekonomik kirli çıkarları elde edecek birileri varsa onlar eminim ki bizler de değiliz. Bizler sadece zarar görecek olanlar ekibine dahiliz. Bize vaad edilenlerin boş çıkacağından eminim. Bizim başaracağımız şeylerin başında ortalığı daha da karıştırmak gelecek o kadar!! Can üzerine pazarlıklar yapmayı bırakırsak eminim ki daha sağlıklı düşüneceğiz.... Give Justice A Hand
nursel yöndem IRAKLI ÇOCUKLARIN ÖLMESİNE ENGEL OLUN! Resimdeki çocuklar Irak'lı. Bu savaştan zarar görecek olanların başta çocuklar olacağını unutanlara hatırlatmak istedim. Savaşa istemeden de olsa sürüklendiğimiz açık ama bu cinayetlere ortak olamayacağımızı sürekli olarak, ne olursa olsun, imkanlarımız kısıtlı da olsa her şartta duyurmamız gerekir. Susmak haksızlığa ortak olmak, seyirci kalmaktır. Unutmayalım bu çocuklar bizim öz evlatlarımız, kardeşlerimiz de olabilirdi...Böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalsak sessizliğimizi yine de korur muyduk? When the People Lead, the Leaders will Follow Give Justice A Hand
nursel yöndem Bu ne ferahlık? Bu ne yürek genişliği anlamak gerçekten mümkün değil. Sanki Irak'ta yaşayanlar sanal insanlar, sanki yapma, oyuncak bebekler anaların kucağındakiler.. Konuşanlar öyle rahat konuşuyorlar ki adeta ortalık güllük gülistanlık zannedeceğiz. Başbakan Yrd. A. Şener'in " savaşla birlikte ekonomik bazı alanlar canlanır" açıklaması bunlardan sadece biri.. Olacak şey değil can üzerine nasıl faydalar elde edebileceğimiz tartışılıyor. Bu da ulusal çıkarlarımız gibi aldatmaca bir mantık üzerine oturtuluyor. Johnny the Soldier katliam yapmak için emir bekliyor bizler de emirin bize verilmesini. Öldür, izle, seyret, destek ol veya sessiz kal bunların birbirinden pek farkı yok, herbiri aynı zincire hizmet ediyor. Gerçekten Allah kimseyi şaşırtmasın.. Barış arayışı yollarına devam edilmesi hepimizin arzusu. Umarım bu arayışa gönül verenlerin istekleri gerçekleşir. Dün ve bir gün önceki Oktay Ekşi'nin yazıları. Okumayanların okumasını tavsiye ederim.... -------- 07.02.2003 ABD onu da istedi mi? HEPİMİZ Irak'a kilitlendik. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın Irak'ı suçlamak ve ABD'nin bu ülkeye dönük bir savaş başlatmasını meşrulaştırmak amacıyla önceki gün Güvenlik Konseyi'nde yaptığı iddialı sunuş da Başkan Bush ile Tony Blair dışında çok az kişiyi ikna etti. Ama olayların yönü değişmedi. Nitekim Türkiye de kendisini savaş ihtimaline şartlandırmış oldu. Gerisi formalite... Yani hükümetin TBMM'ye başvurup aşama aşama yetki istemesi, (AKP içinde yaratacağı memnuniyetsizliğe rağmen) öyle sanıyoruz ki sorun olmaz. Yani Meclis gerekli yetkileri verir. Zaten bizim değinmek istediğimiz de ondan sonrası... Diyelim ki Türkiye, ABD'nin beklentilerini (Birleşmiş Milletler'den yeni bir karar bekleyeceğimize dair resmi beyanlara ve MGK kararına rağmen) yerine getirdi. Yani ‘‘bu savaşın meşruiyeti var mı yok mu?’’ demeden gerekli tüm desteği ABD'ye verdi. Ve John'lar, Jim'ler Türkiye üzerinden Irak topraklarına girdi. Girmekle kalmadı... Hani 16 Mart 1968 günü MyLai isimli bir Vietnam köyünde kadın, çocuk, yaşlı 500 sivili Amerikan askerlerinin öldürmesi gibi bir katliam ortaya çıktı. Böyle bir olay, artık bu yıl 1 Temmuz günü Hollanda'nın La Haye şehrinde göreve başlayacak olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin görev alanına giriyor. Daha doğrusu böyle bir suçu işleyen kişinin My Lai olayındaki gibi sanıkların göstermelik mahkumiyeti halinde Uluslararası Ceza Mahkemesi devreye girebiliyor. Ancak ABD yönetimi özellikle George Bush ve adamları, bu mahkemenin kurulmasını emreden anlaşmadan çok tedirginler. Hemen her ülkeye başvurup, ‘‘Bu antlaşmaya rağmen Amerikan vatandaşlarını Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne vermeyeceğinize dair bizimle anlaşma imzalayın’’ diye bastırıyorlar. Nitekim 29 Ocak 2003 tarihine kadar 18'i yani Afganistan, Çibuti, Dominik Cumhuriyeti, Doğu Timor, El Salvador, Gambia, Hindistan, Honduras, Marshall Adaları, Moritanya, Mikronezya, Nepal, Özbekistan, Palau, Romanya, Sri Lanka ve Tacikistan ABD baskısına boyun eğdiler. Ama onlar için bugünlerde hiç de önemli olmayan bu konu Türkiye için çok önemli. Çünkü ABD'ye böyle bir taviz vermek demek, uluslararası hukuku hiçe saymak ve ABD'nin dediğim dedikçi politikasına boyun eğmek demektir. Merak ediyoruz, ABD, Türkiye'den de böyle bir talepte bulundu mu? Bulunduysa Türk hükümeti ne dedi? ----------- 08.02.2003 Çelişkiler senfonisi BU Amerikalılar hayli ilginç insanlar. Irak'a karşı savaş açmak için tüm dünyayı ayağa kaldırıyorlar. Ama hálá ellerinde bu savaşı meşru kılacak bir uluslararası hukuk belgesi yok. Sadece o değil, kendi yasama organı da hálá Irak'a savaş ilan etme kararı vermedi. Oysa ABD anayasasının Kongre'nin görevlerini sayan 8'inci maddesi ‘‘savaş ilanına’’ ancak Kongre'nin karar verebileceğini söylüyor. Buna karşılık ABD, Irak'ta Saddam sonrasına ilişkin senaryolar hazırlıyor. Bir yandan Saddam muhaliflerini -ceplerine bol para koyarak- örgütlüyor, öte yandan savaş bitince Irak yöneticilerinden (elbet sağ kalırsa Saddam Hüseyin başta olmak üzere) hangilerini ‘‘insanlığa karşı suç işledikleri’’ iddiasıyla yargılayacağını, Irak'ı ne kadar süre işgal altında tutacağını hesaplıyor. Tabii Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kararı olmadan ABD askeri harekáta başlarsa, ‘‘insanlığa karşı’’ gerçekte kimin suç işlemiş sayılacağı ayrı bir konu. Çünkü hukukun parmağı George Bush'u gösterebilir. Verilen bilgilere göre ABD askeri Irak'ta en az iki yıl süreyle kalacak ve Irak'ı demokratik bir yönetime kavuşturacakmış. Buna kargalar bile gülmez... Bir defa demokrasiyi hap yapıp Iraklılara yuttursanız, iki senede o hapı hazmedemezler. Çünkü -kendi günahları değil ama- demokrasi denen kavramla tanışmışlıkları bile yok. Kaldı ki... Geçenlerde Hintli Profesör Brahma Chellaney'in ‘‘Pakistanlılar için demokrasi neden gerekli değil?’’ başlıklı makalesinde yazdığı gibi, ‘‘Başkan Bush neden (Irak gibi) düşman saydığı ülkelerde demokrasiyi istiyor da (Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, Kuveyt gibi) dost saydığı ülkelerde rejimlerin demokratik olmamasından hiç rahatsızlık duymuyor?’’ Bir başka ifadeyle siz Başkan Bush'un Irak'ta gerçekten demokrasi istediğine inanıyor musunuz? Dahası... Başkan Bush neden Irak'ın üstüne gidiyor? Kendi iddiasına göre, Saddam Hüseyin'in elinde nükleer, kimyasal veya biyolojik kitle imha silahları olduğu ve bunların -Irak'a 10 bin km. uzaktaki- ABD başta olmak üzere insanlık için tehlike teşkil ettiği için değil mi? Gerçi ‘‘bu silahlara sahip olmak suç ise, başta ABD olmak üzere büyük Batı devletleri suçüstü yakalanmış’’ gibidirler, ama bir an onu da görmeyelim... Sizce asıl sebebin bu olması mümkün mü? Irak'ın bir suçu da El Kaide örgütüyle bağlantılı olmasıymış. Hoş bu da ispat edilemedi, ama bir an için onu da kabul edelim ve Irak'ı ‘‘suçlu’’ ilan edelim. Peki ama o zaman sormazlar mı? Usame bin Ladin ve pek çok El Kaide militanının Pakistan'da saklandığını bizzat ABD'liler söylediğine göre neden Pakistan'a ses çıkarılmıyor? Give Justice A Hand
nursel yöndem Give Justice A Hand
nursel yöndem Ece Temelkuran'ın yazısından....10.02.2003 Bu savaşı durdurabilirsiniz Hanımlar beyler, savaş için yapılacak oylamada siz, ellerinizde uygarlığın geleceğini tutuyorsunuz. Tereddüt ediniz! Bu bir rica değildir, biliniz. Temsil ettiğiniz Türkiye size barış emrediyor, duyunuz!.... ...BBC World’de Türkiye ile ilgili bir haber... Konu, Türkiye’deki savaş karşıtı gösteriler. Muhabir, Türkiye’nin yüzde 90’ından fazlasının savaşa karşı olduğunu anlatırken yapılan eylemlerden görüntüler veriliyor. Gözünüzü sevdiğim ülkemin haysiyetli insanları! Neyse... BBC haberleri mutlaka iki tarafın da görüşü alınarak yapılır. Ama bu haber öyle değil. Haber besbelli ki savaşa karşı! O kadar! Bu birincisi. İkincisi... Porto Alegre’deki Dünya Sosyal Forumu’nda Noam Chomsky konuşuyor. Binlerce kişinin dinlediği konuşma, forumun en mühim toplantısında oluyor. Chomsky, Türkiye hükümetinin, ABD’nin ekonomik çıkarlarına hizmet eden Irak saldırısı planına nasıl "servis vereceğini" anlatıyor, elbette yine sayılar ve tarihler vererek, net bir biçimde. Sonra ekliyor: "Türkiye’nin yüzde 90’ından fazlası savaşa karşı oysa!" Daha başka örnekler de var ama lafı uzatmadan cümleyi söyleyeyim: Dünyanın gözü Türkiye’nin üzerinde aslında. İnsanlık tarihinin bütün hukuki ve ahlaki birimine rağmen çıkarılmaya çalışılan bu savaşın kaderi Türkiye’nin elinde. Yani bu, sadece Türkiye’nin güney sınırındaki çıkarları, ABD’den alacağı milyar dolarlar kadar küçük bir mesele değil. Savaşa karşı olan iki güçlü ülke Almanya ve Fransa hükümetleri, Irak’a yapılacak saldırının bütün sorumluluğu, sanki ABD’nin güdümünde bir örgüt değilmiş de hakikaten insanlığın hakkaniyet ölçütlerini temsil ediyormuş gibi BM’nin üzerine attı. Yani BM evet derse bu savaş onlar için resmi düzeyde "haklı" hale gelecek. Türkiye’nin ise sorumluluğu atacağı daha üst bir kurum yok, bu savaşa katılıp katılmayacağına Meclisi’nde karar verecek. O yüzden bu yazı AKP milletvekillerine hitaben yazılmaktadır: Hanımlar beyler, bu savaşı durdurabilirsiniz! Bu savaş ABD’nin savaşıdır, biliyorsunuz. ABD adlı hiç doymayacak deve Irak adlı bir lokmanın taşınmasıdır. Dev, bu lokmayla durmayacak, fethetmeye devam edecektir. Sizlerin bu savaşı en az benim kadar istemediğinizi biliyorum. Hatta lideriniz Tayyip Bey’in "ABD Körfez Savaşı’nda verdiği sözleri yerine getirmediği için yoğurdu üfleyerek yiyoruz" sözlerinin sizi de en az benim kadar rahatsız ettiğini, sizin bu savaştan "para kazanmak" gibi ihtiraslar içerisinde olmadığınızı tahmin ediyorum. Devin dudakları Önümüzdeki günlerde sizler, tek tek sizler, uygarlığın küstah ve aç gözlü bir deve kurban taşımaya devam edip etmeyeceğine karar vereceksiniz. Bu büyük kararı verirken kendinizi "Evet" oyu vermeye mecbur hissederken vicdanınızı rahatlatmak için kullanabileceğiniz az sayıdaki argümandan en önemlisi, Kuzey Irak’taki Türkiye çıkarlarının korunması olacaktır herhalde. Uluslararası ilişkiler Profesörü Baskın Oran’ın size de göndermiş olduğu mektubunda söyledikleri bu konuda şüphesiz doğrudur: "Bundan sonra Kuzey Irak’ta bir Kürt Federe devletinin kurulması ABD’nin iki dudağı arasında olacaktır ve artık Türkiye bu iki dudağa bakacaktır." Yani, oylamada "Evet" oyu verip, eve gittikten sonra eşlerinize, çocuklarınıza, "İşler sizin bildiğiniz gibi değil" diyerek yapacağınız bir açıklama yok. Türkiye size emir veriyor Sayın AKP milletvekilleri, evet çocuklar ölecek, bir ülke yok olacak, evet. Siz bu alçakça savaşa çocuklarımızı göndereceksiniz, ölecekler. Ama işte sadece bunlar değil hanımlar beyler. Siz önümüzdeki günlerde insanlığın hâlâ var olup olmadığına karar vereceksiniz. Ellerinizde uygarlığın geleceğini tutuyorsunuz. Tereddüt ediniz! Hamımlar, beyler bu bir rica değil, temsil ettiğiniz Türkiye halkının emridir. Unutmayınız! Give Justice A Hand
nursel yöndem
Kısa süre sonra dünyanın şu anki halinden oldukça farklı şekilleneceği gerçeğine kendimizi alıştırmalı, bunun için hazırlıklı olmalıyız. Hiçkimse ‘bu şekillenme beni ilgilendirmez, bana ne bu şekillenmeden’ diyemez. Çünkü bu değişikliğin Türk halkını birinci dereceden ilgilendireceği açık. Duyarsız olmak ve bu gerçekleri gözardı etmek sadece bizlerin zararına olur. Akılcı politikalarla (hukuk ve insan hakları gözetilerek) Türkiye’nin gücünü ve etkisini ortaya koyması gerekir. Muhtemel gerçekleşmesi planlanan savaş sonrasında Ortadoğu’da ABD’nin kuracağı hegemonyanın nasıl olacağına dair çeşitli kesimlerin farklı yorumlarından çoğumuz haberdarız. Her gün bir yoruma başka bir yorum daha ekleniyor. Takip etmek gerçekten zor iş. Üçüncü Dünya Savaşı çıkacağına dair, NATO’nun dağılacağı, savaşın tüm Ortadoğu’ya yayılacağı, başta İsrail olmak üzere savaşın diğer ülkelere sıçrayacağı, Irak’tan sonra İran, Suriye ve Mısır’ın sözde bu güvenlik harekatının hedefi olan olan ülkeler olduğu, ABD’nin 'novus ordo seclurum'un ' gerektirdiği herşeyi sırasıyla yaptığı, terörün bu başlangıçla birlikte köklerinin kurutulmak istenmesi, asıl hedefin Suudi Arabistan rejimi olduğu ve benzer diğer rejimlerin yıkılmak istenmesi, ele geçirilmek istenen asıl şeyin petrol olduğu, ABD’nin Yahudi lobisi ve İsrail’in istek ve çıkarlarına göre hareket ettiği, yeni düzenin tekrar kurulmasının uzun süre alacağı vs. vs.... O kadar fazla yorum ve görüş var ki her birinin ayrı olarak ele alınması gerekir. Ancak tüm bunlar asıl korkutucu gerçeği, insanların ölebileceği, yaralanabileceği, sakat kalabileceği, aç ve susuz kalacağı gerçeğini arka plana atamaz. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda Irak savaşı sonrasında ortaya çıkacak tablo, gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Bu savaş sonrasında 10 milyon Irak’lı aç ve susuz kalacak. Zaten kısıtlı olan tüm altyapı sistemleri çökecek. İşte asıl bu gerçekler bizleri ilgilendirmeli. Kendi vatandaşından birisine zarar geldiğinde hatta zarar gelme ihtimali doğduğunda dahi ABD’nin tutumunun nasıl olduğunu biliyoruz. İnsan değil adeta hayvan yerine koyduğu bu masum halka gelecek zararlar ise ABD'nin hiç umurunda değil. Onların umurunda olmayabilir ama benim ve benim gibi düşünen milyonlarca kişinin umrunda...Unutulmamalıdır ki, yapılan hukuksuzlukların, zalimliklerin elbette bir karşılığı vardır. Bugün dünyanın dört bir tarafından 10 milyon kişinin savaşa hayır sesleri göklere yükselecek. Barış için asla geç değil buna gönülden inanmak gerekir... Birşeyi değiştirebilmek için önce onun değişeceğine inanmak gerekir. Give Justice A Hand
nursel yöndem Baştan beri benim gibi birçok kişinin üzerinde durduğu sadece vicdanlarımızın sesine kulak vermek. Bizlerin sahip olduğu güç sadece vicdanlarımız. Ne siyasi bir gücümüz ne de etki yaratabilecek ekonomik gücümüz var. Ama savaş çığırtkanlarının asla sahip olamayacakları güce sahibiz. Bu güç onlarda yok. İnancımız, birlikteliğimiz sadece ortak sahip olduğumuz değerden, kirlenmemiş vicdana sahip olmamızdan kaynaklanıyor. Bu değerin yaptırım gücüne ve etkisine inanmayanlar gerçekten büyük bir yanılgı içindeler. Para karşılığında asla satın alınamayacak vicdanlarımız savaşa hayır diyorsa ve buna rağmen hala bu yolun geçerli olabileceği savunuluyorsa, ileride bu kararı uygulayanların başlarını önlerinden kaldıramayacağı ve herkesin önünde küçük duruma düşeceklerini de hesaba katmaları gerek. T Tabi biraz olsun utanma hissine sahiplerse ve ar damarları çatlamamışsa... Milyonların katılımıyla her geçen gün çığ gibi büyüyen barış taraftarı katılımlar, savaş mı barış mı diye tereddüte düşenlerin barış tarafına geçmelerine, savaş yanlılarının da tereddüte düşmelerine ve hızlarını kesmelerine neden oluyor. Bu güzel birlikteliğin savaşı önlemeye de gücü var... (İşte tereddüte düşen savaş taraftarlarından biri olan, İngiltere’nin şahin bakanı Straw’ın sözleri) Haber İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, halk desteği olmaksızın Irak’a karşı bir savaşın çok zor olacağını söyledi. Irak’a karşı olası bir savaşı protesto eden yüzbinlerce kişi, cumartesi günü Londra’da yürüyüş yapmıştı. Straw, BBC’ye yaptığı açıklamada, ‘’Yürüyüş çok, çok büyük bir gösteriydi, muhtemelen Londra’daki yakın demokrasi tarihimizde gördüklerimizin en büyüğüydü. Kamuoyunun görüşlerini dikkate almalıyız’’ dedi. Halkın önemli bir bölümünün askeri harekata karşı olması halinde İngiltere’nin savaşa gidip gidemeyeceğinin sorulması üzerine Straw, ‘’Bu koşullarda bu gerçekten çok zor olacaktır’’ diye konuştu. ABD’nin Irak konusundaki katı tutumunu benimseyen İngiltere Başbakanı Tony Blair, Körfez’e şimdiden 40 bin asker gönderdi. Düzenleyenlere göre, Londra’da yapılan gösteriye 2 milyon kişi katıldı. Polise göreyse bu rakam 750 bin civarında. Give Justice A Hand
nursel yöndem Sanırım çoğunuz konudan haberdarsınız. Geçen günlerde Sayın Sezer’in ve Baykal’ın söylediklerinden, BM kararı olmadan bir katılımın içine giremeyeceğimizden... aşağıda haberin tamamı var.. sorularımı cevaplayan olsa...Meclis’te alınacak hukuken ve siyaseten yanlış alınma ihtimali olan bir karar varsa bu karar tereddüt içermez mi, bu da uygulamanın iptalini gerektirmez mi? Bir konudan şüphe etmek o konuda alınacak kararın bekletilmesini ve sonuçlandırılmasını gerektirmez mi? Hukuki bir tartışma konusu olarak ifade edilen bir durumun netleşmesi nasıl sağlanır? Buna itiraz edilecek yol ve yöntemlerin açık ve belirgin olması gerekmez mi? Öyleyse bunlar nelerdir? HABER.... CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Irak’a olası bir müdahaleye Türkiye’nin desteği için Birleşmiş Milletler (BM) kararının gerekli olduğunu belirterek, bu konuda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile aynı anlayışa sahip olduklarını söyledi. Baykal, TBMM’den bu konuda alınacak bir kararın Anayasa Mahkemesi’ne götürülüp götürülemeyeceğinin hukuki bir tartışma konusu olduğuna da dikkati çekerek, “Eğer alınacak karar Anayasa Mahkemesi’ne götürülebilecekse Sayın Cumhurbaşkanı’nın bunun için başka bir merciye müracaat etmesine ihtiyaç yok’’ dedi. Deniz Baykal, CHP Genel Merkezi’ne gelişinde gazetecilerin sorularını cevapladı. Baykal, Cumhurbaşkanı Sezer’in Irak konusunda yaptığı son açıklamasının anımsatılması üzerine, “Sayın Cumhurbaşkanı bizim iki ayı aşkın bir süreden beri üzerinde önemle durduğumuz bir konuya dikkati çekiyor. Aynı görüşteyiz. Anayasa’nın 92. maddesi Meclis’in uluslararası hukukun meşru saydığı hallerde şartına bağlı olarak karar alabileceğini ifade ediyor’’ diye konuştu. Şu anda bu konuda bir BM kararı bulunmadığına işaret eden Baykal, “Irak’a yönelik TBMM’den bir askeri karar alınması Anayasamız açısından ciddi sorun olacaktır’’ dedi. Baykal, Milli Güvenlik Kurulu’nun Ocak ayı sonunda yaptığı toplantıda, uluslararası hukukun taşıdığı önemi ifade ettiğini, Bakanlar Kurulu’ndan bu doğrultuda açıklamalar yapıldığını , Başbakan ve AKP Genel Başkanı’nın da aynı yönde açıklamaları bulunduğunu söyleyerek, şöyle devam etti: “Sayın Cumhurbaşkanı’nın da bundan önce yapılmış açıklamaları vardı. Ama öyle anlaşılıyor ki, bu konudaki anlayışını sürdürmeye devam eden sadece Sayın Cumhurbaşkanı ve biz varız. Diğer yetkililer, bu konudaki anlayışlarını bu aşamada ifade etmeyi uygun görmüyorlar. BM’den yeni bir karar alınmasa da böyle bir kararın alınabileceği anlayışına girdiklerini görüyoruz. Hukuken ve siyaseten yanlıştır.’’ CHP Genel Başkanı Baykal, alınacak TBMM kararının Anayasa Mahkemesine götürülüp götürülemeyeceğine ilişkin bir soru üzerine, bunun hukuki bir tartışma konusu olduğunu söyledi. Anayasa Mahkemesi’ne sadece yasaların ve iç tüzük değişikliklerin götürülebileceğini belirten Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Alınacak kararın Anayasa’ya aykırılığı iddiasının hukuki bir gerçeklik haline dönüşmesi ancak Anayasa Mahkemesi kararı ile oluşur. Yoksa bir siyasi tartışma düzeyinde kalır. (a.a) Give Justice A Hand
nursel yöndem Söylenecek söz ne var diye düşünüyordum, sonra kendime kızdım. İşte tipik bir teslimiyetçilik durumu. Bayrakları indirme vakti gelmedi ve gelmemeli.Barış için söylenecek ve yapacak daha çok şey var. Dünyada ve ülkemizde savaşı durdurmak için gerçekleştirilen kitlesel katılımlar gerçekte yapacaklarımızın, eldeki imkanlarımızın sadece küçük bir kısmı. Hiç kimse 'elimizden gelen tüm gayreti gösterdik' iddiası içinde olamaz. Çünkü işin gerçeği bu, bunu iddia eden savaşı da önlemiş olacaktır emin olun. Kafayı zorlayıp, rahatımızdan biraz ödün verdik işte ne oldu? Küresel intifada, birliktelik bu sayede ortaya çıkmadı mı? Sürekli bir eylem ve kararlılık daha önce de belirttiğim gibi görünürde olması muhtemel olacak savaşı bile değiştirme gücüne sahip. Give Justice A Hand
nursel yöndem Türkiye operasyonda yer almazsa veya alırsa ortaya çıkacak tablo, tüm detaylarıyla aylardan beri, özellikle son haftalardır sürekli gündemde tutuluyor. Elbette her iki durumun artıları veya eksileri olacaktır. Kazanacaklarımız veya kaybedeceklerimiz de olsa önemli olan onurumuza sonuna kadar sahip çıkmamız ve kimsenin çıkarlarına hizmet etmememizdir. Kuvay-i Milliye ruhuna sahip çıkılmasından bahsediliyor buna tamamiyle katılıyorum. Bugün onurumuza ne derece sahip çıkacağımızın da oylaması yapılacak. İnsanlık tarihi için utanç olacak bu savaşın bir parçası olmayı kabul etmememiz dileğim. Nasıl savaş politikaları seri olarak, tüm detayları ile planlanıp uygulamaya hızla geçiriliyorsa, aynı oranda barış politikaları üretmeye devam edebiliriz. Hukuksuz bir müdahaleye destek olmanın hiçbir açıklaması yok...Halkının yüzde doksanının inanmadığı bu savaşa katılmak için gerekçeler uydurmaktan vazgeçelim. Herkes neyin ne olduğunun farkında, milletimiz savaşa hayır derken sonradan oluşabilecek zor şartları bilerek söylediklerinin arkasında duruyor. [hl]Türk halkı zorluklara göğüs germesini bilir, hele doğru olmadığı insanlık dışı bir zulmün parçası olarak bundan bir çıkar elde etmektense, doğru ve hak bildiği şeye sonuna kadar sahip çıkıp, onuruyla ve şerefiyle yaşamayı buna kesinlikle yeğler. </span id='hl'> Give Justice A Hand
nursel yöndem Gelinen nokta elbette böyle olacaktı. Vicdan ve çıkarların muhasebesi. Bakalım hangisi ön plana çıkacak? Daha önce de sonuç ne olursa olsun insanların vicdanlarında ve isteklerinde bir değişikliğin söz konusu olamayacağını söylemiştim. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir ki? Savaşa evet diyenin fikrini değiştirebilir, ikna edebilirsiniz. Çünkü temeli çürük ve kokmuş olan bir inanca hizmet edildiği açık. Nitekim savaş taraftarı olarak işe başlayanların maceralarını (!) ve çarklarını çoğumuz yakından izliyoruz... Ancak bu konuda benim gibi milyonlarca fikri sabitlerin (gurur duyarım fikri sabit olmaktan!!) düşüncelerinde en ufak bir kıpırdanma sağlanamaz. İleri geri oynama olmaz. Çünkü bu inanca sahip olanlar, savaşa hizmet edecek herşeye, savaşın kendisine hayır derken bunun bilincinde ve gayet şuurlu olarak hareket ediyorlar. ÇÜNKÜ AÇIK OLAN BİR GERÇEK VAR Kİ BU CİNAYETTİR. Ha cinayeti elinle bizzat işle ha ortak ol, ya da oturduğun yerden seyret!!! Hepsi birbirinin aynı... O yüzden hükümetimizin bu işe hiç girmemesi lazım..Israrla barışın takipçisi olması şart... Her iki durumda da, biz olsak da olmasak da ortalık zaten karışacak...Bırakın da Türk milletinin bu kanlı tarihte yeri olmasın.... Give Justice A Hand
nursel yöndem We are not worth more, they are not worth less Neden bahsediyoruz? Şunu bir açıklağa kavuştursak çok iyi olacak. Masum insanların ölme ihtimalinin çok fazla olduğu bir savaştan, bu savaştan ciddi olarak zarar görecek bir milletten. Kendilerini savunmaya güçleri olmayan, ölecekleri günleri, daha da fakirleşecekleri, sefalet içinde inim inim inleyecekleri günleri bekleyen insanlardan, savunmasız çocuklardan, gençlerden, kadınlardan, yaşlılardan bahsediyoruz. Bu insanlar üzerine pazarlıklar yapılıyor. Neden bu durum göz ardı ediliyor? Anlamak mümkün değil!!! Başka çıkar sağlanacak kapı mı yok? Türkiye’nin önemli bir dönemeçten geçtiği ortada. Elbette ABD’nin yayılımcı politikasından biz de nasibimizi alacağız. Ama önemli bir gerçek var ki, biz dünya barışına hizmet edenlerden bilineceğiz. İnandığımızı uyguladığımız için onurumuzla başımızı dik tutabileceğiz, önümüzü ilikleyerek geri geri odadan çıkanlardan olmayacağız, emir kulu olmayacağız. Değerlerimizin parayla satın alınmadığını göstereceğiz. Bundan daha erdemli bir duruş şekli olabilir mi? Asla olamaz. Her geçen gün savaş karşıtı gösteriler, eylemler, seslerimizin daha da yüksek çıkması, savaş taraftarlarının (ABD ve İngiltere’de de olmak üzere) dirençlerinin kırılmasını sağlıyor. Tüm anketler savaşa hayır diyenlerin oranlarının ne denli arttığını gözler önüne seriyor. Bugün bir haber kanalında, Erdoğan’ın karizmasının çizildiğinden bahsediliyordu. Demokrasinin işlerliğinin gösterildiği bir Türkiye’de birinin karizması çizilsin veya çizilmesin ne önemi var? Önemli olan ortaya çıkan tablodur. Bu tablo da son derece umut vericidir. (Bu arada karizması çizilen varsa bu kişiler Bush ve Blair’dir emin olun!!) Tezkere oylanmadan bir gün evvelinin gazetelerine bir göz atın. Hepsi ortak bir ağızdan tezkereye evet denmesi gerektiğini hatta tezkereye evet dendiğini varsayarak sonradan ortaya çıkacak gelişmeleri detaylarıyla sıralıyorlardı. İşte sonuç..Herkes için sürpriz oldu, planlar alt üst oldu. Meclis, halkının sesine ve isteklerine kulak verdi, milletvekilleri halkın vicdanını yüce meclise yansıtarak, onurlu ve erdemli olduklarını gösterdi. Bu atılan cesur adımların bir başlangıç olarak kabul edilip, devamının gelmesini dilemeli, barış sürecinde Türkiye’nin önderliğinde çözümlerin ön plana çıkması için uğraş gösterilmelidir. Give Justice A Hand
Dedoshtinotrinoze Hiç bir gerekçe savaşı makul gösteremez. Bu doğrultuda ikna olanların bir an önce kanaatlerini değiştirmeleri son derece önemlidir. Bu görüşünüze "eksik ifade" olduğu temennisiyle katılmıyorum. Aksi taktirde ulusal kurtuluş savaşları da olmaz, bağımsızlığa olan emperyalist saldırılar yanıtsız kalır. Akıl ve diyalektik mantık sahibi hiç kimse savaşı istemez. Ancak "hiç bir gerekçe" diye söze başlamak teslimiyettir. "Öl esir olma" diyen aydınlar, "Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" diyen komutanlarla bağımsızlık savaşları kazanılır. Maddenin kimyasına aykırıdır, böylesi bir emperyalist savaşa karşı olmak. Ayrıca düşmanla da aynı cephede olmaktır. Vücudumuza giren toksik maddelere karşı nasıl bir direnç gösteriyorsa savaşçı hücrelerimiz, Misak-ı Milli sınırlarımız da vücudumuzun sınırlarını belirler. "Yurtta sulh cihanda sulh" demek kafidir. "Hiç bir gerekçe savaşı makul gösteremez" demek abesle iştigal, düz yazıda gereksizliği sırıtan bir kâfiyedir.Metin Yer, zaman ve kişiler, hep aynı yerde, hep aynı zamanda ve hep aynı kişiler olsaydı; birbirimizin içinde olurduk, içindeyken...
nursel yöndem Forumun devamını okuduysanız sizin kullandığınız benzer ifadeleri aynen Sevgili Özcanhukuk’un da kullandığını göreceksiniz. Dikkat ederseniz kendilerine hitaben yazdığım yazıda bunun cevabını vermiştim. Savunma ayrıdır savaş ayrıdır, savunma maksatlı durumlara elbette evet. İşte bu haklı savaş olur. Aksi mümkün olabilir mi zaten? Bunu dile getirmeye gerek var mı? Ancak konunun ABD’nin Irak’a karşı yürüttüğü vahşi ve ilkel politika olduğu ortadadır. ABD’nin , barışçıl yollardan, hukuk ve adalet gözeterek sayısız yöntemlerle istediğini elde etme imkanı varken, savaşmayı sözde gerekçeler öne sürerek insanlara makul göstermektedir. İşte bu durumda, konu muhtemel Irak savaşıyken bana bu savaş için herhangi bir gerekçeyi makul gösterebilir misiniz? Give Justice A Hand
Dedoshtinotrinoze Kesinlikle haklısınız. Belki forumdaki yazıların devamını okumalıydım. Ama düşünsenize benim gibi forumdaki yazıların devamını okumayan başka kimse yok mudur? Dolayısıyla, forumdaki yazıları okumuş da olsam ben yine başlığa takılacaktım. "Hiç bir gerekçe savaşı makul gösteremez." bu foruma gelen yazıların başını çekiyor. Düşünün bir halay başı, halaydakileri yanlış yönlendiriyor. Bir de izleyicilerin yerine koyun kendinizi. Nasıl uyumsuz bir halay izliyor olmaz mısınız? Hiç bir heceyi atlamayanlara bir sözüm yok, onlar zaten yanlışı farkederler. Ama bir söz vardır "balık baştan kokar" diye. "Eksik ifade" temennisi demiştim, en azından forumdaki diğer yazılarınızı okumadan yanılmadığımı söylemenize sevindim. Çünkü bu başlığı atarak forum başlatacak o kadar çok "Kurtuluş Savaşlarına" bile karşı enetelektüelimiz var ki. Öyle olmadığınıza sevindim. Yer, zaman ve kişiler, hep aynı yerde, hep aynı zamanda ve hep aynı kişiler olsaydı; birbirimizin içinde olurduk, içindeyken...
?LKEL Sn. Dedoshtinotrinoze'nin eksik ifade konusundaki görüşüne katılıyorum. Ancak tüm forum içeriğine itirazım var. Biz ABD'ye mi yoksa ülkemize mi bu sloganı atıyoruz? ABD'ye ise sizlere kısmen katılıyorum. Ülkemiz savaşa girmesin diyorsanız katılmıyorum. Gerektiğinde savaş çözümdür. Bir güç gösterisidir. KENDİ düzenini kabul ettirmee silahıdır. Osmanlı'nın başarısı demokrasiden mi, yoksa savaşçı olmasından mı geldi. Kesinlikle gücünü savaşarak isbat etmesinden... Peki meşrutiyet Osmanlı'yı kurtardı mı, hayır. Gücünü kaybetti ve malumunuz hala faturasını ödüyoruz. Tabiri caizse höyyt dediğimizde nereye kaçacağını, hangi hediyeyi göndereceğini şaşıran devletler şimdi bize kafa tutup, AET, Arap Birliği vs. gibi uluslararası organizasyonda bizi veto ediyor. Demokrasi insan ve halk içindir. Devletler için değil. Irak ne yaptı? Ben ortadoğuda söz sahibi olacağım deyip, saldırdı. Güç göstermeye kalktı. Neden savaş çıkmasın demediniz. Keşke gerekli destek verilse idi,hazır BM işin üzerine giderken mesele halledilse idi. ABD yarım kalan işi bitiriyor. Türkiye ise istese de isetemede de seyirci rolunü oynuyor. Yarın Irak fırsat bulsa yine zayıf bulduğu ülkelere hatta bu ülkemizse bize saldıracak. Aciz Arap birliği ise ey ABD kurtar bizi diye yalvarmaya kalkacak. Burada esaslı güç olmamızı istemese asıl ABD isterdi. Elimize gçirdiğimiz üstün ülke menfaatlerini değerlendirme şansını tepip 10 sene sonra yine yanlış yaptık diyeceğiz. Ve Irak'ın terörizmi desteklemesinin acılarını çekeceğiz. Hatta belki ABD yi kenara bırakıp kendimiz kuzey Irak'a girmeye kalkacağız. Ve meşruiyetimizi isbat dahi ettirmeyecekler. Bu fırsat ülkemizin uluslararası çıkar ve stratejileri için bir daha ayağımıza gelmez. Bu konuda Ömür'e hak veriyorum. Biz kurtuluş savaşında tonlarca kan akıtırken, oralarda birileri düşmanlara kapılarını sonuna kadar açmışlardı. Adam Türkmenleri öldürüyor, siz hala hiçbir gerekçe savaşı makul göstermez diyorsunuz. Bu Savaşın makuliyet şartı çoktan gerçekleşmiştir.(10 yıl önce). Şu anda artık bir zorunluluktur. Hiçbirimiz kanı kurban bayramı ve sağlık nedenleri dışında sevmiyoruz. Irak gerçekten savaş istemiyorsa gerek yönetimi ve gerekse bizler kadar duyarlı olmadığı kesin halkı buna bir son verir.
nursel yöndem Sayın İlkel, Düşüncelerinize saygım sonsuz ama kanaatinize kesinlikle katılmıyorum. Katılmamı da herhalde beklemezsiniz, onca yazımdan sonra:) Yazınızla ilgili olarak; Baas yönetiminin ne denli gaddar olduğunu detaylandırmaya gerek dahi duymuyorum herhalde bu yeterince biliniyordur. Irak halkının ve yönetiminin isteseler savaşı engelleyebileceğini söylüyorsunuz. İsteseler güçlerinin buna yeteceğini düşünüyorsunuz. Adam kendi kızını, damadını doğruyacak kansızlıkta. Dikta yönetiminden bahsediyoruz. Yönetime itiraz eden, eleştiri getiren hatta farklı politikalar uygulama teşebbüsünde bulunan herkes daha bir icraata girişemeden, ya kendilerini hapiste ya sürgünde veya namlunun hedefinde buluyor. Demokrasinin olmadığı, iletişim özgürlüğünün dahi olmadığı bir ülkeden bahsediyoruz, sesini biraz olsun yükseltenler derhal alaşağı ediliyor... O nedenle bence bu konuda yanılıyorsunuz... Allah aşkına oradaki halkın ne imkanı ne gücü olabilir ki? Halk amborgadan inim inim inliyor...Çocuk ölümleri açlık sefalatle ilgili istatistiklerine kısaca bir göz atın göreeceksiniz..Yol yöntem savaş değil asla bu olmamalı, buna kesinlikle karşıyım...Barışçıl yollardan, binbir yol, yöntem ve taktikle Irak’a istenen yaptırımların yaptırılabileceği açıktır. Seslenişim elbette öncelikle ABD politikalarına ama Türkiye’nin böyle hukuksuz bir müdahaleye bir yandan dahil olmasını da makul görmem imkansız. Uluslararası meşruiyete tam aykırı olan bu uygulama dikkatinizi çekerim oradaki sivil halka, masum halka yönelik. Savaşın hedeflerinin başında insanlar geliyor. İnsan yaşamı herşeyin üstündedir, kutsaldır....Ulusal çıkarımızın böyle bir yoldan sağlanabileceğini düşünmenize şaşırmamak elde değil. 10 sene sonra yine yanlış yaptık demenize de katılmıyorum bence aksine bir karar alınırsa bu yanlışlık olacaktır. Türkiye’nin yeri hukukun ve adaletin yanında olmalıdır. Bedeli ne olursa olsun...Güç gösterisi mi? Güç gösterisi herhangi bir sivilin yaşamına kast edecekse bu barbarlıktan öte bir durum değildir. Güç gösterisi yapılmak istenirse her medeni ülke gibi bu, adalet hak ve hukuk gözetilerek yapılır..Ortadoğu’da İsrail hükümetinin Filistin halkını yıllardan beri yaptığı zulmün adalet gözeten bir yanı var mı? Onlar da güçlü olan kazanır mantığıyla bir milleti kendi yurtlarından sürmeye, yok etmeye çalışıyorlar. Ve kendilerinin güçlü olduğunu düşünüyorlar..Adeta kan davasına dönen kin ve nefret tohumları iki toplumun da hücrelerine işledi. Bunun faturasını ise yine masum insanlar ödedi ve hala ödemeye devam ediyor... Asla bu savaşa girmemiz zorunluluk değildir. Uluslararası stratejimiz ve çıkarlarımızın korunması eminim ki masum insanların kanı üzerinden geçmiyor..Türkiye kendi halkının sesine kulak verip, aktif bir dış politikayla barışın tesisini bizzat kendisi sağlayabilir ve bu konuda dünyaya örnek olabilir. Give Justice A Hand
Dedoshtinotrinoze Öncelikle savaşa "en karşı" olduğumu belirtmek isterim. Yazdıklarımın nasıl anlaşıldığı, neden katılındığı ya da katılınmadığı da tabi benim için önemli. Ancak "Savaşa Hayır" diyenlerden değil, "Barışa Evet" diyenlerdenim. "Yurtta sulh, cihanda sulh" demek yeterlidir savaşa karşı olmak için. Misak-ı Milli sınırlarını kabullenip, kimsenin toprağına ve bağımsızlığına göz dikmemek, kendi topraklarımıza bir tehdit olduğunda da tıpkı Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi yanıtını vermek gerek dedim. Bundan başka bir şey anlaşılmasın. Saddam diktatörmüş, o buymuş, bu şuymuş. Bırakalım bunları artık. ABD güdümündeki medyayı izliye izliye, her yabancı filmde ABD bayrağını göre göre bu ülkeyi güçlü bir ülke, kurtarıcı görmeyelim. Bugün Stalin'in ölüm günü. Beyin kanamasından gitti zat. SSCB'ni 2. süper güç yaparken, halkını inim inim inletiyordu. Muhalefeti yok ediyordu. ABD bu dünyanın hamisimidir? Büyük ya da ortanca abisi midir? Nedir bu ABD'den bu kadar beklentimiz? O zaman SSCB için neden bir şey yapamadı? Nagazaki ve Hiroşima ne çabuk unutuldu? Daha dün, Kuzey Kore "ben nükleer silah üretiyorum, sıkıysa gel beni denetle" tarzında kafa tuttu. Ne oldu, ne yapabildi? Amerikan ekonomisi çökmüştür arkadaşlar. Onların bu saldırganlıkları ekonomilerini yeniden toparlamak içindir. Bizler elbette seyirci kalmamalıyız, kalmıyoruz da zaten. Ülkemiz, Afganistan'a asker gönderirken sağlık problemi olan yaşlı başbakanımız o günkü meclisten asker gönderme tezkeresini meclisten almış ve yetkiyi Genelkurmaya devretmiştir bile. O yetki, bu hükümeti ve bundan sonra gelecek olan hükümetleri de bağlayan niteliktedir. Bir televizyon programında dönemin maliye bakanı sayın Masum Türker açıkladı. Öyleyse bilmeliyiz ki, bundan sonra meclise getirilen ve getirilecek olan her tezkere "ABD askerinin" Türkiye'ye gelip, yerleşmesi içindir. Biz, ABD güdümündeki medyayı izleyip, ekonomi programlarında "tezkere geçmezse borsa ne olur, ekonomi ne olur, Türkiye kaç milyar doları tepiyor" türünden yanlı, Amerikancı yorumları izleyen aptal, bir şeyden anlamayan halk; tezkereye neden karşı olmamız gerektiğini, ya da neden karşı olmamamız gerektiğini iyi analiz etmeliyiz. Ally Mc Beal'i izlemekten ben de keyif alıyorum ama bu benim Nutuk okumamı, günümüzün Damat Ferit Paşa'larını ve Abdülhamit'lerini teşhir etmemi engellemiyor. Saygılarımla. Yer, zaman ve kişiler, hep aynı yerde, hep aynı zamanda ve hep aynı kişiler olsaydı; birbirimizin içinde olurduk, içindeyken...
Av. Ali Güneş Ulu Önder ATATÜRK' ün de dediği gibi " MİLLETİN HAYATI TEHLİKEYE DÜŞMEDİKÇE SAVAŞ BİR CİNAYETTİR. " Birazcık petrol uğruna, anlamsız tere dökülecek askerlerimizin kanının hesabını kim verecek?! Savaştan başka çıkar yol olmadığını ifade ederek hepimizi uyutmaya çalışıyorlar. Bu savaşın ortadoğu ve tüm insanlık için büyük bit felaket olacağını, tüm dünyayı kaosa sürekleyeceğini göremeyecek kadar duyarsız olamazlar! " YURTTA SULH CİHANDA SULH." Av.GÜNEŞ
nursel yöndem Yeni kurulacak hükümetle meclise gelecek olan muhtemel ikinci tezkerenin de meclisten geçmemesini diliyorum. Benim dileğim eminim ki milyonların da dileği. Çünkü bu tezkerenin geçişi hiç de ülkemizin hayrına olmayacak. Eğer böyle bir durum söz konusu olursa ortada kabul edilmesi gereken bir gerçek var ki parayla satın alınarak ABD’nin cinayet planına direk veya dolaylı olarak ortak olunacaktır. İşte asıl bunun sorumluluğunun neler olabileceğine ve ileride başımıza ne tür belalar getireceğine hazırlıklı olmalıyız... Asıl ağır fatura o zaman bizlere, Türk halkına kesilecek. Aksi yönde muhtemel oluşabilecek seri gelişmeler üzerinde nedense durulmuyor. Bush’un haçlı savaşı olacağını açık açık beyan ettiği, Ortadoğu’yu kendi istekleri yönünde yeniden şekillendirmek istediği ortadayken ve bunu bağıra bağıra söylemekten çekinmezken Türkiye’nin bu planda yeri ney??? Türkiye kimseye muhtaç değildir. Biline ki ABD işine yaramadığını ve ihtiyacı kalmadığını düşündüğü anda müttefik dost most birşey görmez. Aynı saldırgan politikayı bizlere yöneltmekten hiç bir çekincesi olmayacağını da göz ardı edemeyiz. Sınırları olmadığına ve hukukun üstünlüğüne inanmadığına göre bu hiç de sürpriz olmayacaktır.. Uluslararası hukuka göre, Irak’a karşı askeri güç kullanılmasının haklı hiçbir tarafı olmadığını tüm dünya haykırırken bizlerin göğsümüzü gere gere böyle bir yıkımın içinde olmasının asla makul bir gerekçesi olamaz. Savaş için hiçbir hukuki mazaret olmadığı bir gerçektir. Irak’ın silahsızlandırılmasını talep eden hiçbir BM kararının da bir saldırıyı haklı çıkarmayacağı ortadadır. Sayın Ali Bey’in de ifade ettiği gibi dikkatleri başka yönlere çekerek insanları uyutmak istedikleri açıktır.... Give Justice A Hand
Av.Bahattin Yıldız HİZMETE ÖZEL HİZMETE ÖZEL T.B.M.M. SAYIN ÜYELERİNE Tedbir istemlidir ANKARA BEYAN VE TALEPTE BULUNAN(DAVACI) : Dünya ve Özelde Türkiye Ulusu Adres: Yeryüzü. YETKİSİZ TEMSİLCİSİ : Av.Bahattin YILDIZ –Adana ALEYHİNE BEYANDA BULUNULANLAR (DAVALILAR) : Dünya Derin Yönetimi ve Ortakları Şirketi. Bulundukları Adresleri: 1) A.B.D. Ülkesi içinde bulunabilecek adresler. 2) İngiltere Ülkesi içinde bulunabilecek adresler 3) İSRAİL Ülkesi içinde bulunabilecek adresler 4) Yandaşları ve ortaklarının bulunduğu farklı ülke mekanları. D. DEĞERİ : Tüm Dünya ülkeleri, halkları, toprakları, yeraltı ve yerüstü kaynakları, malları, canları, kanları, namusları, özgürlükleri, değerleri... KONUSU : a) Öncelikle tüm yetkilerin kullanılarak 1.3.2003 T.de sayın makamınızın ret nedeniyle resmen elde edemedikleri TEZKERE’nin içerik ve sonuçlarını fiilen hayata geçirmelerinin meclis soruşturması ve diğer yasal olanaklarla tedbiren engellenmesi; b) Davalılar tarafından üzeri boyanarak, kısmi değişikliklerle, oluşturulacak suni gündem ve olaylarla süslenecek 2.TEZKERE’nin KESİN HÜKÜM nedeniyle yeniden reddine karar verilmesini saygı ile talep ve arz ederim. AÇIKLAMALAR : 1) Dünya Ülkelerinde ve özelde Ülkemizde kendi yararlarına bir takım faaliyetlerde bulunan davalılardan müvekkil şikayetçidir. Girdikleri her yerde kan ve gözyaşı bırakan davalıların yakın geçmişte işledikleri haksız fiiller gizleyemeyecekleri kadar çoktur. Dünya Ülkelerinde bulunan uluslara karşı sayısız fiiller saymakla bitmez. Bu anlamda her tür beyan ve talep haklarımızı saklı tutarak özelde çok yakın geçmişte işlemiş ve işletmiş oldukları eylemlerden bazılarını ana başlıklar halinde sıralıyorum: a) 1980 öncesi Türkiye Halkı arasına sağ-sol, dindar-laik, milliyetçi-enternasyonal, Kemalist-antikemalist, sünni-alevi, Türk-Kürt, Komünist-Faşist ve daha yüzlerce ayırımları Demokraside olmazsa olmaz olan renklerin ve seslerin değişiklikleri ötesinde kamplaşmalara, ayrışmalara yönlendiren nifak tohumları serpme, çatışma, öldürme, soygun yan ürünlerin oluşmasına vb. sonuçlara neden olmaları; b) Gerekli çıkar elde etme ve 1980 sonrası yüzlerce insanların işkence hanelerde çile doldurması, idamı, yaralanması, sakatlanması, bunalıma düşmesi; c) Ülkenin tarihsel diyalektiği gereği oluşması beklenen demokratik açılımların ancak kendi yararlarına uygun olan kadarıyla gelişmesine sessiz kalan, fazlasına izin vermeyen eylemleri nedeniyle bir türlü yeteri derecede oluşmayan, oluşturulamayan demokratik kurum ve kuruluşlar nedeniyle bazı illegal yapıların oluşmasına sebep olmaları, bazılarını da kendi elleriyle kurdurmaları; d) 1983 sonrası her kesimden 30.000. lerle ifade edilen insanların ölmesi, sosyal, psikolojik, ekonomik, siyasi, hukuki vb. çöküntüler yaşanması; e) Bir parti liderinin yönünü kısmen ortadoğuya dönmesi nedeniyle, türban, bir kadının bir tarikat liderinin kendi istekleriyle ve hevesle cinsel ilişkilerini gündeme getirerek, bir kaç takkeli ve sarıklı görüntüleriyle sonradan tüm isteklere okey demesine rağmen düşürülmesi; f) Kirlileşen, ayyuka çıkan ve toplumu rahatsız eden bazı kurumsal ilişkiler, Susurluk kazası nedeniyle oluşan toplumsal rahatsızlığı bir kaç tetikçi ile üzerini kapatarak, izole etme; g) Ülkede oluşan ve oluşturulan bir kısım; medya, sermaye ve yatırım şirketleri, banka vb. kanallarla devletin ve sonuçta halkın malını, parasının yağmalanması ortamını sağlayarak, sağlatarak kendilerinin emri altındaki IMF ye teslim olmamızı sağlama; h) Ülkede oluşturdukları senaryo dışında diğer ülkelerde ve uluslarında kendilerine uygun yüzlerce senaryolar üreterek uzatmadan söyliyeyim BUGÜNLERE GELİNMİŞTİR. KISACA; Ülkede oluşan tüm günahların, haksızlıkların, hataların, sefaletin, ölümlerin, soygunların, faili meçhullerin vs. genelde ana kaynağı davalılardır. 2) Davalılardan birinci sırada gösterilen adreste şimdi George W. BUSH yönetimi bulunmaktadır. Bu yönetim Dünya Derin Devletinin emir ve komutasında sadık bir temsilcidir. Şimdiye kadar bazılarını saydığım haksız eylemlerin ve saymadığım diğer ülkelerde cereyan etmiş tüm günahların müsebbibi Dünya derin Yönetiminin görünen temsilcilerinden biri. Dünya derin Yönetimi, Öyle bir derin yönetim ki; gerektiğinde Hıristiyan, Müslüman, Budist, yahudi, ateist, komünist, faşist, koruyucu melek, şeytan görüntüsü verebiliyor. Tek değerleri, Yönetimi kaptırmama ve kendi yararlarına hareket etmektir. Onlara bir din veya görüş atfetmek gerekirse onlar BAYKUŞ DİNİNDENDİR. Baykuş onların sembolüdür. Bu sembolde ölümü, kanı, gözyaşını ve kötü olan her şeyi çağrıştırmaktadır. Uluslar için kötü olan onlar için iyidir. En önemli araçları bir şeylerden korkutarak kendilerine sığınılmasını sağlamaktır. Onlarda "denize düşen yılana sarılır," deyişini iyi bilenlerdendir. Bunlar İLAHLIK iddiasındadırlar. Dünya ulusunun geleceğini KADERİNİ kendileri belirlemektedirler. Bunu şimdiye kadar ufak tefek sapmalar dışında gerçekleştirmeyi de başarmışlardır. Bunlar kaderleri tayin ederken; siyasi ortamı, bazı sivil toplum örgütlerini, bazı sermaye çevrelerini, bazı medya gruplarını, bazı köşe yazarlarını (bunlara ‘KöşeSamda Köşede Bir köşe yazarı’ ismi vermekteyim.) ve aklımıza gelebilecek herşeyi kullanabilmektedirler. Geçmişte soğuk savaş denen şeyin asıl isminin aslında SOSYAL PSİKOLOJİ olduğunu öğreniyoruz. Bunlar özelde kitle iletişim araçlarını kullanarak toplumları yönlendirebiliyorlar, istedikleri ve düzenledikleri senaryoya uygun davranılmasını sağlayabiliyorlar. Bunlar bazı ülkeler içinde suç olan bir şeyi kendi yararlarına ise suç olmaktan çıkaracak kadar güçlüler. Bunlar, kendi yararlarına aykırı olan veya kullanabilecekleri yasal bir eylemi suç olarak gösterebilme yetisine dahi sahipler... Tüm yetilerini ve çabalarını kullandıktan sonra elde edemedikleri sonucu cebir ve şiddet kullanarak elde edebilmektedirler. Bunun adına da sıcak savaş diyorlar. Kendileri için istedikleri iyi şeyleri başkaları için istemiyorlar. Kendileri için istemedikleri kötü şeyleri başkaları için istiyor ve olması içinde çaba harcıyorlar. 3) Yakın geçmişte kademeli bir şekilde oluşturdukları senaryolar ve düzenleme raporlarıyla istedikleri fırsatı yakalamışlardı. Hedef; Ülkemiz, Ortadoğu ve Asya ülkeleriydi. Fiilen etki altına aldıkları bazı yerlerde resmende bulunmak istiyorlardı. Herşey güzeldi ve planlarına uygundu. Ülke içinde milliyetçi-muhafazakar-dindar kesimin tepki koyma imkanı da kalmamıştı. Çünkü her yönüyle tehdit ve şantajla karşı karşıya kalan bir lider vardı. Onu ikna edebilmişlerdi. O da kendisini ülke yararına hizmet eden biri olarak şekillendirmişti, kendi yararlarına. Tabanı sessiz kalacaktı. Tıpkı; Bir illegal örgüt liderinin İdamının kaldırılmasının MHP nin iktidar ortağı döneminde gerçekleştirilmesi gibiydi.( Hiç bir idama benimde onay vermediğimi belirtmeden geçemeyeceğim) Bir kaç ufak ses dışında ses çıkmamıştı. Öncelikli saldırı Irak’aydı. Ve ses çıkmayacaktı. Ülke bir şekilde hazırlanmıştı. Gizli protokollar yapılmıştı. Para teklifleri vardı. Ama teklif edilen paraların derhal kabulu toplumca hoş karşılanmayacaktı. Müzakereler uzadı. Tartışma ortamı oluşturuldu. Sonuçta Ülkenin de Bush karşısında konuşabildiği gururu yaşanmalı ve yaşatılmalıydı. BUSH; sanki bir ilahtı. Mevkii Miraç mevkiiydi... (haşa) Bu görüntü oluşturuldu. Pazarlık sonuçlanmıştı. Çünkü Bush ve şürekası öyle karar vermişti. Buna boyun eğilmeliydi. T.B.M.M önemli değildi. O hükümetin sorunuydu. Nasıl olsa İki parti vardı. CHP muhalefet olduğu için halkın nabzına uygun olarak ret desede çoğunluk EVET diyecekti. Ülkede Demokrasi bazı alt yapılara bağımlıydı. Bir kısım Medya gerekli bilgi bombardımanında bulunmuş, Yürütme Erki ikna edilmiş, Yargı erkinin bu konularda söyleyecek lafı olmazdı. Yasama erki ise EVET diyecekti. Vatandaşlar açtı. Karınları gurulduyordu. Önceden oluşturdukları Ekonomik kriz ve IMF reçetelerinden bunamışlardı. Onlar da paraya evet diyeceklerdi. Şu an en hassas noktaları buydu. Ama beklenen olmadı. DEMOKRASİ ilk kez ülkemizde onlara ve ortaklarına rağmen onların A ve B planına karşı C (Sİ diye okunur) planını yani "C GO HOME" yine yani "Si.. Evine Dön" diyen HALKIN SESİNİ MECLİS kanalı ile yansıtmıştı. Bu insanlığın, iyiliğin, halkın Demokrasinin zaferiydi. TEZKEREYE YANİ SAVAŞA HAYIR denildi. 1 MART 2003 tarihi Ülke tarihinin kanımca çok az sayıda olan şanlı günlerinden biri olacaktır. Belki de Dünya uluslarının BARIŞ VE DEMOKRASİ BAYRAMI OLACAKTIR. 4) Dünya Ulusunun % 96 sının zaferiyle sonuçlanan TEZKEREYE RET kararı davalılar nezdinde büyük infiale sebebiyet vermiştir. Kanımca bu karar kesin hüküm teşkil ediyor. Onlarda farkında... Kesin hüküm olgusunu yok etmek için para dışında yeni senaryolar peşindeler. Bunlardan sizlerinde malumu olanları kısaca karşılıklarıyla birlikte sunmak istiyorum: a) Senaryo: Kuzey Irak’ta Kürt Devleti oluşacak davalılarla birlikte hareket edersek oluşmayacak... Karşılığı: Davalılar o kadar güçlü ve faydacı ki; istiyorlarsa sizli veya sizsiz bu devleti oluştururlar. b) Senaryo: Kuzey Irak’taki kürtler yürüyüş yapmışlar, Ülke aleyhine slogan atmışlar. Türk askeri istemiyorlar. Barzani; Wasinghton Post’a ilan vermiş, "Türk askeri istemiyoruz," diye... Karşılığı: 1.3.2003 ten önce Türk askerinin girmesine kesin gözüyle bakılırken neden böyle bir yürüyüş yapmamışlardı? Anılan dergiye böyle bir ilan vermemişlerdi. Çünkü davalılar etki-tepki meselesini iyi biliyorlar. Ülke insanlarının milliyetçi duygularına vuruşlar yaptırıyorlar. İşbirlikçilerinin önceki torbalarında olan şeylerin yerine bunları yerleştiriyorlar. Toplumu ve sizleri ikna etmeye çalışıyorlar. c) Senaryo: Türkmenler Ülkedeki Türklerin ırkdaşları. Kuzey Irak’ta temsil edilmemişler. Arada heba olacaklar, öldürülecekler. Karşılığı : Buda bir senaryodur. Göz kırpmadır. Ülke savaşa evet derse Türkmenleride masaya oturtturuz yemidir. Tüm Dünya insanları (% 6 hariç) bizim kardeşlerimizdir. Kürtlerinde, Türkmenlerinde, Araplarında zarar görmesini istemeyiz. Savaş, tümüne zarar verecektir. Ateş düştüğü yeri yakacaktır. d) Senaryo : Davalılarla birlikte hareket etmezsek onlarla masaya oturamayız. Karşılığı : Bu masanın oluşmasını engellemek halkın ve halkın gerçek temsilciliğini 1.3.2003 Tarihinde yapan Yüce Meclisde... Oluşsa bile hangi geçmişimizde aynı masaya oturma hakkı tanıdılar ki?... Masa onların ve 100 mt. yakınına yaklaşma yasağı var. e) Senaryo : Ekonomik yönden tamamen batarız. Karşılığı : Ekonomik yönden batmamıza neden olanlar (tetikçileri dışında) zaten davalılardır. Onlar bizim ekonomik özgürlüğümüzü kazandığımızda onlara her durumda No diyeceğimizi bilenlerdendir. Savaş onların bir kaç kuruşuyla karşılanmayacak kadar masraflıdır. Ayrıca olayı salt her türlü değere karşı ekonomiye indirgeme düşüncesi tüm değerleri yok etme ve özelde; mafyalaşmaya, fuhşa, dolandırıcılığa, para için adam öldürmeye, silahlı gaspa ve para karşılığı her türlü kötülüğü yapmayı halk nazarında meşrulaştırır. f) Senaryo : Efendim. Davalılar milyarca dolar masraf yaptılar. Geri dönerler mi?... Hem Tezkere verilecekmiş gibi görüntü sağlanmıştı. Karşılığı : T.B.M.M. ne mi sordular. Kendi kendilerine filim olmuşlar. Halka mı sordular? "GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER. K.Atatürk" g) Senaryo : 2.tezkereye de hayır dersek hükümet bunalımı yaşanır. Hükümet düşer. Belki de Meclis dağılma sürecine girer. Siyasi bunalım olur. Karşılığı : Hükümet düşse bile MECLİS yapı itibarıyla kendi içinde yeniden bir hükümet çıkaracak yeterliliğe ve doygunluğa sahiptir. Siyasi bunalım, halktan kopuk, halkın sesine olumlu yanıt verilmediğinde ancak çıkar. h) Senaryo : Bazı örgütler harekete geçebilir veya onlara karşı bizim harekete geçmemiz gerekiyor. Hem Türk bayrağı yakıldı. Ülkemiz aleyhine yürüyüş yapıldı. Karşılığı : Başlayan Demokratikleşme süreci hızlandırılırsa onların varlık nedeni kalmaz. Bir kısım halktan koparlar. Ayrıca Ülkemiz silahlı gücü, saldırı halinde savunmasını yapacak güçtedir. Değil Türk bayrağı hiç bir bayrağın yakılmaması gerektiğini bilenlerdeniz. Bunu şiddetle kınıyoruz. Ama her bayrak yakılan ülkeye müdahale meşru sayılsa; bayrakları yürüyüşlerde yakılan A.B.D ve İsrail’in ülkemize müdahalesi de meşru sayılacaktır. Karşılığı : Hz. Ömer’in "Adaletten ve haktan saparsam, yanlış bir iş yaparsam beni bu kılıcımla düzeltin," mealindeki sözde gizlidir. Lider her zaman haklı değildir. Halk topyekün TEZKEREDE SOMUTLAŞAN SAVAŞA HAYIR diyor. Evet, daha binlerce senaryo üretilecek... Müvekkil Dünya Ulusunun da o senaryolara karşı yanıtları olacak... 5) Müvekkil Dünya ulusunun özelde Ülke ulusunun bazı sezgilerini yansıtma gereği duyuyorum: Savaşa evet diyen etkilenmiş veya bazı duyguları ağır basan sağduyusu iyi olmayan safdilleri bir kenara ayırarak söylemek istiyorum; a) Bazı Medya gruplarında konusunda yeterli ve yetkin üst düzey akademik kariyerleri olanlar yerine alt düzeyde kariyeri olan ama ağzı bol bol laf yapan bazı cambazlar çıkmaya başlamıştır. Daha önce Ortadoğu siyaseti konusunda uzman olarak görünen ve Ebu Amar’ın (Ömer’in babasının) liderliğini yaptığı Filistin’de akan kanı ve gözyaşları yazan yazarların, milliyetçi-muhafazakar görünen nur yüzlü yazarların, geçmişinden A.B.D ye hayır diyen yürüyüşlerde bulunan bazı komünist yazarları, M.Kemal Atatürk’ün kurtuluş savaşını ballandıra ballandıra anlatmış olan bazı kişileri, belirli cemaatlere önderlik etmiş ve etmekte olan bazı liderleri esefle ve kahırla izlemekteyiz. Savaş ortamı turnosal kağıdı örneğini gösteriyor. Renkler değişiyor. Ülke kendisiyle, yalanlarıyla, gerçekliğiyle yüzleşiyor. Kandırıldığını anlıyor ve ağlıyor. Davalılar, tezkere öncesi yığınla yaptıkları finansal, şantajsal yatırımlarına rağmen hayır yanıtı almalarından dolayı, kendi işbirlikçilerinin kulağını çekmiştir. Onlarında ellerinden geleni yapmaları direktifini vermekle beraber artık onlara tamamen güvenmemektedirler. Bu nedenledir ki, davalı A.B.D temsilcilerinden bazıları siz Sayın Milletvekillerini bizzat ziyarete gelmişlerdir. Evet davalılar yapmamışlarsa da yapacaklardır. Neyi?... Aklıma gelen bazı şeyleri... -Para... -Şantaj -Kadın -Dansöz -Tehdit -Savaş çıkmayacak. Merak etmeyin. -ve daha bir çok şey... Ama sizler biliyorum ve inanıyorum. Değerleriniz vardır. Elinizin tersiyle iteceksiniz. Çünkü biliyorsunuz ki; tarih olanları yazıyor. Halkın sezgileri güçlüdür. Dini olanlar ise öbür dünyaya Mahşere inanmaktadır. Orada gerçekler tüm çıplaklığıyla orda olacak ve yerine getirdiğiniz bazı farzlarınız belki de sizi kurtaramayacak. Zaman; Bush’un Saddam’la, kuzey kore’yle, Çin’le, Rusya ile, Fransa ile savaşımı değildir. Bunları ayırarak söylüyorum. Zaman % 96 civarında olan sömürülmüş, kandırılmış, yönlendirilmiş, birbirine kırdırılmış halk ile her türlü kötülüğü meşru gören bukelamun yüze sahi Elit % 6 oranındaki grupla savaşım ortamıdır. Saflar belirlidir. İdealler açıktır. % 6 ‘nın büyülerine, zihin kontrol yöntemlerine, oluşturdukları ve oluşturacakları her türlü zorlayıcı değişiklik ve olaylara karşı SAVAŞA HAYIR demek sizlerin elinizde... Sizler ebabil kuşları olun, elinizdeki oylarda küçük taşlar olsun. Aşağıda bulunan fillerden ve fil sahiplerinden korkmadan onların üzerlerine atın taşları... Fil suresi gerçekliğini bir kez daha yaşayalım. Fillerin ve sahiplerinin ne kadar güçsüz olduğunu bir kez daha görelim. 01.03.2003 T.de göstermiştiniz. Hani A planı olmazsa Türkiye’siz B planına geçeceklerdi. Geçsinler.... Geçebiliyorlar mı? Safdil değillerse satılmış bazı Medya Temsilcileri buna yanıt verebiliyorlar mı?... Hadi geçsinler.... Çünkü onlar Tanrı değil, İlah değil... Onların da kudretinin sınırları var ve olası savaşta Ülkemize ihtiyaçları var. Rusya, Fransa, Alman’ya, Çin, Kuzey Kore, İran, Suriye ve daha niceleri... Sizler onlara ret derseniz hadlerini bildirecekler. Onların zoraki sömürgeleri, içlerinden sizlerin Hayır demeniz için dua ediyorlar... Belki de yeniden yapılanacak Avrupa Birliğin de de yerimizi onurla alacağız. Taki davalıların yeterince etkisi silininceye kadar kanımca gerekli bir ön aşama... Davalılara hayır demek, içerde oluşmuş yandaşlarının tasfiye sürecini de başlatacaktır. Hayatta fırsatlar bazen bir kez gelir ve geçer. HUKUKSAL DAYANAKLAR : T.C.Anayasası 92 md. ve diğer ilgili mevzuat hükümleri. KANITLAR : Kızılderililer, Güney-Kuzey savaşı, Siyahi köleler, Vietnam, Kamboçya, Küba, Afganistan, Irak, Lübnan, Filistin, Meksika, Falkland adaları, Libya ve daha niceleri... Yetki tezkeresinin T.B.M.M. tarafından 01.03.2003 T.de reddi kararı, İskenderun limanı, ipek yolu, Mardin’de bazı toprak ve dükkan sahipleriyle yapılmış kira sözleşmeleri. SONUÇ VE İSTEM : Anlatılan ve anlatılmayan hususlar ve gözönüne alacağınız hususlar ışığında; a) Öncelikle tüm yetkilerin kullanılarak 1.3.2003 T.de sayın makamınızın ret nedeniyle resmen elde edemedikleri TEZKERE’nin T.C.Anayasası 92 md. ye aykırı şekilde içerik ve sonuçlarını fiilen hayata geçirmelerine dair Davalıların haksız eylemlerinin meclis soruşturması ve diğer yasal olanaklarla tedbiren engellenmesi; b) Davalılar tarafından üzeri boyanarak, kısmi değişikliklerle, oluşturulacak suni gündem ve olaylarla süslenecek 2.TEZKERE’nin KESİN HÜKÜM nedeniyle yeniden reddine ve ayrıca BARIŞ içinde aktif girişimlerde bulunulmasına karar verilmesini vekaleten saygı ile talep ve arz ederim.08.03.2003 Dünya ve Özelde Türkiye Ulusu Yetkisiz Vekili Av.Bahattin YILDIZ GÜNÜMÜZ; KENDİ BESMELESİNE İHANET EDENLERLE ETMEYENLERİ ; "Biismi amikul düvelil amerika vel Sultanil Bush vel şüreka!" adıyla başlayanlarla başlamayanları ayrıştıracak bir ayna sunmaktadır. Ateş yakıcı, su akıcı, hava görünmez, toprak cansız mı?
nursel yöndem Bahattin Bey, Son derece dikkat çekici ve emek sarfettiğiniz açık olan yazınız için teşekkür etmek istedim.. Özellikle sonuç ve istem bölümünün gerçekleşmesi dileğiyle; (Davalılar tarafından üzeri boyanarak, kısmi değişikliklerle, oluşturulacak suni gündem ve olaylarla süslenecek 2.TEZKERE’nin KESİN HÜKÜM nedeniyle yeniden reddine ve ayrıca BARIŞ içinde aktif girişimlerde bulunulmasına karar verilmesini vekaleten saygı ile talep ve arz ederim.08.03.2003) Give Justice A Hand
nursel yöndem “Bu savaşın adı İbranice Armagedon”... bu haftaki Tempo’da Aydoğan Vatandaş’la yapılan röportaja bir göz atın. Evangelik ve Yahudi ittifakının savaşı körüklediğini ve bunu kutsal kitaplarına dayandırarak yaptıklarına dair belgelerle hazırlanan bir yazı. Oldukça ilgi çekici. Bush’un sıkı Evangelist olduğunu bilmeyen yoktur sanırım... Evangelist ve Yahudiler arasındaki kutsal ittifak bu savaşı istiyor....Bu savaşın eninde sonunda olması gerektiğini ve kutsal plana göre hareket edilmesi zorunluluklarının nasıl olduğu inanın oldukça ikna edici anlatılıyor. Geçen hafta Newsweek’in kapak konusu olan, Bush’un ne denli dindar olduğuna dair sayfalarca yazıyı okuduktan sonra A. Vatandaş tarafından da dile getirilen bu gerekçeler bana gayet makul göründü.... Röportajdan ilgimi çeken bir başka bölüm daha; takdirlerinize sunuyorum. Tezkere çıkmaması durumunda olacak gelişmeler eminim ki çoğumuzun aklından bu şekliyle geçiyordur... “Emekli Orgeneral Edip Başer, geçen gün, “bu yeni dünya düzeninin ilk adımıdır” demişti. Novus Ordo Soclorium. Bu ibare ABD dolarında piramidin hemen altında yazan latince ifadedir. ABD askerinin Türk topraklarından Kuzey Irak’a geçmesine izin veren tezkerenin beklenmedik bir gelişme değildi. Erdoğan’ın Başbakan olmasından sonra kabul edilebilir. Olmazsa ABD eski yöntemlerine başvuracaktır.” İşte yöntemler; 1.AKP’nin bölünmesi için gerekli senaryolar uygulanmaya başlanır. 2.AKP’nin İslamcı bir parti olduğu laikliğe büyük tehdit oluşturduğuna ilişkin ABD kaynaklı psikolojik harp argümanları pompalanır. 3.Bu psikolojik harekat AKP ve TSK arasında gerginliğe neden olur 4.Laik yönü ağır basan bir aydınımıza bir suikast tertiplenir 5.Kritik askeri personelin bulunduğu uçaklarımız düşebilir. 6.Türkiye’nin bir deprem bölgesi olduğunu hatırlatan haberlerde artış gözlenir.ve yanısıra irili ufaklı depremler olmaya başlar. 7.Ordunun yönetime el koyması için manipülasyonlar hız kazanır. Ama Türkiye’de de tüm bunları okuyabilecek insanlar ve kurumlar da vardır. Give Justice A Hand
nursel yöndem (Ölen bebeğinin başında Irak'lı bir anne) Ahlaki ve manevi değerleri yitiren bir milletin devamlılığının mümkün olmayacağı açıktır. Herşeyin telafisini hızla elde etmek mümkün olabilir ancak bu iki değerin yitirilmesini telafi etmek hiç de kolay olmayabilir. Türk milleti bu değerlere sıkı sıkıya sarıldığı ve kaybolmasından şiddetle çekindiği için gereken tedbirleri almakta ve devamlılığını muhafaza edebilmektedir. Aksinde hızlı bir çöküş yaşanacağı, kargaşa ve tatsızlıkların dört bir taraftan tüm hızıyla yayılabileceği gerçeği gözardı edilmemelidir. Dünya tarihi bu belanın içine dalan milletlerin sonunu bizlere tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. Bu konuyu nereden düşündüğüm yine forumun başlığı altında yazmamdan açık olsa gerek. Savaşı teslimiyetçi bir görünümle kabul etmekten ve savaş üzerine bir politika izlemekten Türkiye’nin bir çıkar elde edebileceğini, en azından bazı şeyleri muhafaza edeceğini zannedenler yanılıyorlar. Bunun sonu hiçte hesap edildiği, planlandığı gibi olmayacaktır. Olması için bir neden de yok. Ahlaki değerlere taban tabana zıt olan, hukuka dayalı olmayıp güce dayanan bir tutumun sonunun iyi olmasını da beklemek hayalden öteye gitmez. Aktif barış politikası benim gibi birçok kişinin baştan beri üzerinde durduğu en önemli unsur. Savaş senaryoları üzerinde ısrarla durulacağına, asla tükenmesi mümkün olmayacak olan barış yolları üzerinde ısrarla durulması olumlu sonuçları ortaya çıkaracaktır. Türkiye’nin çekimser tutumunun dahi masum Irak halkının bir ay daha hayatta kalmasına neden olduğunu yazmıştı ismini hatırlayamadığım bir köşe yazarı. Gerçekten de son derece önemli bir tesbit. Bir de barışta tam kararlılık gösterse kimbilir hangi gelişmeler olacak? Türkiye’nin inandığı değerlerin arkasında sonuna kadar durması gerekir. İnanç ve değerlerinden ödün vermeyen toplumlar dünyada gerçek lider olmaya hak kazanır. (Babasının kucağında yaralı bir Irak'lı çocuk) Güç masumun haklarını korumak daima adaletten yana olmaktır, kişinin kendi çıkarlarını zedeleyecek ihtimali olmasına rağmen.. Saygılarımla Give Justice A Hand
nursel yöndem Biraz önce Bush'un konuşması naklen televizyondaydı. Farklı bir açıklama yoktu. Bush hikayesini anlatmaya, üstlendiği rolü oynamaya devam etti. Saddam ve ailesinin 48 saat içinde ülkeyi terketmesini aksi takdirde müdahale sürecine başlayacağını söyledi. Diplomatik olarak, barışçıl yollardan tüm çabaları yürüttüğünü ve tüm bunların sonuçsuz kaldığını iddia etti. (buna kanan, inanan var mıdır? hayret gerçekten hayret!!) (Hikayeye devam...)Savaşın engellenmesi için elimizden geleni yaptık dedi bir yandan da BM Güvenlik Konseyi 'nin sorumluluklarını yerine getirmediğini söyleyerek veto eden ülkelere (başta Fransa olmak üzere) nezaketiyle dokundurdu. Bundan sonra ABD tek başına herşeyi üstlenecek dedi. Konuşmadan başka notlar: Irak ordusuna petrol kuyularını yakmayın, bizimle savaşmayın teslim olun mesajı. (sanki oradaki ordunun, halkın böyle bir alternatifi varmış gibi, adete dalga geçer bir üslup bu olacak şey mi?) Irak'ta terör sona erecek, diktatörlük sona erecek, ABD yeni bir Irak yaratacak.. (demokrasinin gelmesi için yönteme bir bakın -SAVAŞ!! sivil halka zarar vermenin üzerinden nasılsa geçiyor, başka yöntem mi yok Irak'ta istenilen rejimin elde edilmesi için!! elbette var hukuk çerçevesinde yapılan tüm eylemlerin arkasında milyonlar olacak ve elbette kalıcı bir başarıya ulaşılacaktır...) Iraklı askerler herhangi bir çatışmaya girmemeli. Savaşın kurbanları olacaktır bunu en aza indirmeye çalışacağız. (ABD'nin asla böyle bir konuyu umarsamadığı açıktır, hayvan yerine bile koymuyor oradaki masum halkı, usulen söylendiği açık bir cümle) Biz barışın peşindeyiz, bağımsız bir ülke yaratma peşindeyiz vs vs... (bir şeyleri elde etmek için yöntem savaş olamaz, sivil masum halkın ölümleri olamaz, bunu makul görenler kesinlikle büyülenmiş) Give Justice A Hand
nursel yöndem ETYEN MAHÇUPYAN'ın yazısı, vakit ayırıp okumanızı tavsiye ederim, önemle üzerinde durulması gereken bir cümle "Türkiye ahlaki kaygularını terk edecek kadar ‘milli’ olmamalı"... ----------------- Ahlakî çöküntünün hikayesi Geçenlerde yaptığı basın toplantısında Bush “her gün Tanrı’ya kendisine rehberlik etmesi, akıl vermesi... için dua ettiğini” söylemişti. Akıl konusunda söyleyecek bir şey yok... Çünkü Tanrı’nın gerçekten de Bush’a yardım etmesinde yarar olduğu konusunda dünya çapında bir fikir birliği mevcut. Ancak Tanrı’nın Bush’a yapacağı ‘doğrudan’ yardımlar sadece akılla sınırlı olmasa iyi olur. Çünkü Bush yönetimindeki ABD hükümetinin dış politikası utanç verici bir oportünizmin, inanılması güç bir ahlaki çöküntünün de işaretlerini taşıyor. ABD dış politikasının bugün iki temel aracı var: Şantaj ve baskı... Ve bu ‘stratejiyi’ uygularken, ABD en basit ahlaki meşruiyet kriterlerini bile göz ardı etmekten çekinmiyor. Örneğin bile bile yalan söylüyor... Dışişleri Bakanı’nı dünya televizyonlarının karşısına çıkarıp, ona düzmece bir ‘imha silahları senaryosu’ anlattırabiliyor. Örneğin evrak sahteciliği yapıyor... Blix raporunun ortaya koyduğu gibi, Irak’ın Nijer’den uranyum aldığına dair sunduğu belgeler sahte çıkabiliyor. Dahası ABD gizli servisinin BM Güvenlik Konseyi’ndeki üyelere yönelik ‘gözetleme ve dinleme operasyonları’ düzenlediği ortaya çıkıyor. İşin ilginç yanı, dünya kamuoyu ezici bir biçimde bu tutumu kınarken; bazı devletler bütün bu yalanları ve gayrıahlaki politikayı destekleme eğilimi içine giriyorlar. Başka herhangi bir devletin yapması halinde anında mahkum edilecek tavır ve eylemler, ABD’nin gücü nedeniyle sineye çekilmekle kalmıyor; yandaş da buluyor. Ve böylece ahlaki çöküntü bir ‘dış politika’ pozisyonu haline geliyor... Her türlü gayrıahlaki araç ve yöntemin ‘milli’ kisvesi altında meşrulaştırıldığı bir pozisyon bu. Haklılığı sadece güce dayandıran, paylaşma ve diyalog gibi kavramları anlamsızlaştıran bir bakış açısıyla karşı karşıyayız. Bizimki gibi güçsüz devletler ise, kendi konumlarını bir tür ‘çaresizlik’ olarak tanımlayabilseler de; ahlaki yükümlülükten kolaylıkla sıyrılamayacaklar. Çünkü olayın sadece çaresizlik olmadığını hepimiz biliyoruz... Türkiye Irak meselesinde tercih imkanına sahip bir ülke. Şu ana kadar savaşı geciktiren ve ismini bilmediğimiz yüz binlerce insana bir ay daha fazla yaşama şansı sağlamış olan bir ülke. Türkiye ahlaki kaygularını terk edecek kadar ‘milli’ olmamalı. Hele bu millilik geri tepecek bir ahmaklığı ima etmekte ise. Türkiye kendi milli duruşunun asgari bir ahlak ve zeka içermesine izin vermek zorundadır... Aksi halde bu ülkeyi büyük bir kaos beklemekte; çünkü dünya ABD’nin resmettiği yönde ilerlemiyor. Güç kullanarak dünya lideri olma hayali cahilce bir ütopyadan başka bir şey değil. ABD gerçekten de dünyanın meşru ve kalıcı süpergücü olma şansına sahip; ama global meşruiyeti karşısına alma ısrarını sürdürecek olursa sonuç tam tersi olacak. Bu cehaletteki bir ‘liderin’ peşinden giderek kendi milli çıkarlarını koruyacağını sanmak ise daha da ahmakça bir beklenti. ABD’nin Afganistan’daki başarısızlığı ortada. Ortadoğu, ABD ve onun peşinden gidenler için büyük bir bataklık olacak. Bu coğrafya sürekli çatışmaların, savaşların, pazarlıkların alanı haline gelecek. Bu coğrafyadaki ülkelerin hepsi bölünme ve parçalanma tehlikesi ve şantajı ile karşı karşıya kalacaklar. Ama diğer yandan da bu atmosfer, bölgede otoriter siyasi yapıları güçlendirecek... İnsan düşünmeden edemiyor: Acaba asıl istediğimiz bu mu? Acaba otoriter zihniyet, uğruna ahlaki kayguları bile kenara koyabileceğimiz bir tür ‘millilik’ mi? ------------ Ahmaklığın meşruiyeti olur mu? İkinci tezkerenin reddedilmesine rağmen ABD’nin yeni üsler açması anlamını taşıyan yığınaklar yapması, askeri bürokraside önemli bir rahatsızlık yaratmıştı. Kamuoyundaki olumsuz intibayı gidermek ise her zamanki gibi merkez medyaya sızdırılan bilgilerle sağlanmaya çalışıldı. Bu ‘haberler’ Türk ordusunun her şeyden haberdar olduğunu ve ABD’lilerin ‘gerekli görülen hallerde’ sınır dışı edilebileceklerini söyleyerek, ‘milli vicdanı’ rahatlatmaya çalıştılar. Sayılan maddeler arasında şöyle bir cümle de yer almaktaydı: “ABD’nin Türk topraklarında kuvvet kullanma hakkı... meşru savunma amacıyla sınırlı olacak.” Burada sözü edilen tabii ki ABD’nin ‘meşru savunma’ amacıydı. Bir ülkenin kendi ‘meşru savunması’ için başka bir ülkede askeri tasarruflarda bulunması bizim dış politika anlayışımıza da yansımış durumda. Genelkurmay Başkanı ve onun gibi düşünen birçok kişiye göre Kuzey Irak’a asker göndermemiz ve onları orada uzun süre konuşlandırmamız neredeyse doğal bir ‘meşru savunma’ hakkı. Herhalde meşruiyet terimi bu denli ‘ilginç’ bir biçimde algılanmayalı epeyce olmuştu. Kendi ülkenizin çıkarlarından hareketle bir hak tanımı yapıyorsunuz; bu hak tanımına dayanan bir amaç saptıyorsunuz; ardından da bu amacı gerçekleştirmek üzere başka bir ülkenin topraklarında askeri harekat düzenliyorsunuz... Ve bunun adı ‘meşruiyet’ kelimesi ile ifade ediliyor. Acaba yabancı askerlere muhatap olan ‘ev sahibi’ ülkede bir karşı hareketlenme olsa bunun adı ‘gayrimeşru’ mu olacak? İnsanlık tarihi bizimki dahil yığınla kurtuluş mücadelesi ile dolu. Yabancı askeri güçlere karşı yürütülmüş özgürlük savaşları bunlar... Sonuçta sizce hangisi meşru? Yabancı askerlerin misyonu mu, yoksa onlara direnenlerinki mi? ABD’nin askeri varlığı sadece Irak’a yönelik olarak değil, Türkiye’deki faaliyeti ile de son kertede gayrimeşrudur. Çünkü biz ABD’nin amacını bire bir paylaştığımız için değil, elimiz mahkûm olduğu için bu izni vermiş durumdayız. Üstelik ABD söz konusu iznin de müdanaasızca dışına çıkmış durumda. Eğer bizim ordumuz Kuzey Irak’a girerse, bu daha da bariz bir meşruiyet sorunu yaratacak. Çünkü kararı alacak olanın Kuzey Irak Meclisi olmaması bir yana, böyle bir müdahalenin bölgedeki Kürtler tarafından istenmediği de açık. Dahası söz konusu müdahale isteğimizin ardında Cumhuriyet’ten beri gelen yanlış devlet politikası yatmakta. Sorunu yaratan zihniyetle yüzleşmeyi bilmediğimiz gibi, aynı zihniyeti daha da zorlayarak çözüm bulacağımızı sanıyoruz... İşin garibi Kuzey Irak’a asker gönderilmesinin bir meşruiyet sorunu olmasaydı bile, bu eylem ‘meşru savunma’ amacına ters düşmekte. Çünkü askeri eylemin amacı bağımsız veya federal bir Kürt devletinin kurulmasını engellemekse eğer; bilinmeli ki bu müdahale bağımsız Kürt hareketinin garantisi gibi olacak. Bölgedeki direniş eninde sonunda silahlı bir çatışmayı tetiklerken; milli kimliğin yabancı asker işgali altında yaşanması, Kürt milli bilincini ve hareketini besleyecek. Bunun sonucunda bağımsız devlet hayali yaygınlaşıp derinleşecek. Bu arada olayı ‘işgalci güçlerle özgürlük mücadelesi’ olarak algılayacak olan uluslararası kamuoyu nezdinde, direnişin meşruiyeti artacak. Bütün bunların Türkiye’deki Kürt kimliğini nasıl etkileyeceği, ayrılıkçı bakışın alan kazanmasına neden olup olmayacağı, devletin baskı kullanmasıyla tarihin ne yöne doğru akacağı ise ayrı bir konu... Türkiye, meşruiyeti ahmakça yorumlamamalı, çünkü ahmaklığın fazla bir meşruiyeti yok. Give Justice A Hand
Av.Bahattin Yıldız ŞEYTAN’IN FISILTILARI VE BİÇİMLERİ Şeytan; toprak, su, hava ve ateş ten oluşan dört temel maddenin sonuncusundan yaratılır. Toprak, su ve havayı beğenmez. Üstünlük taslar, kabullenmez. Topraktan yaratılan insanoğluna düşman olur. Yılan şekline dönüşür ve tıslar, ‘SSSSSssssss...’ diye kandırır Havva’yı... Havva kandırır, Adem’i. Bir yasaklı elma için Cennet’den Dünya cehennemine sürgün edilirler. Şeytan’da sürgün ortaklarıdır Havva ile Adem’in... Habil ile Kabil doğar, sırasıyla. Şeytan yine tıslar, ‘SSSSSsssssss’ diye... Bir elin iki parmağı sayısı kadar olan kardeşler arasında savaş başlar. Savaşın bilançosu ağırdır. Biri; öldürülür, gömülür hammaddesine uygun toprağa... diğeri ise yerüstünde katil etiketiyle dolaşır, kulağındaki şeytan fısıltılarını ninni olarak dinler, duymaz içindeki vicdanındaki insani ve meleki fısıltıları... Şeytan yoğunlaşır, her doğan insanın içinde yansımasını oluşturur, meleklere rakip olarak. Günahlar Şeytan fısıltıları ile işlenir 20-21.yy. a kadar. 21. y.y. günahların son takvimini belirlemez sürer... İnsanoğlu gelişmiştir. Şeytan’ın varlığını duyumsayacak güçler edinmiştir belirtilen yüzyıllarda... Tanınmak kendisini, işlevini, fısıltılarını genelde etkisiz kılmakta, günahları işletmekte zorluk çekmekte... Hiç hoşlanmadığı temel maddelere dönüşerek, fısıltılarının oktav ve rengini sürekli değiştirerek insanlara yaklaşmakta... Çünkü o bir şeytan ve dolayısıyla Şeytani zeka denilen kavram ondan doğmakta... Bir su olur ‘SSSSSsssssss’ diye ses çıkararak akar, akar. Kulağına fısıldadığı insanlar suyun bu akışından doğan sesle beyinlerini, ruhlarını ve bedenlerini uyumaya uyuşmaya akıtırlar. Derin ve tatlı bir uykudur, uyandıranlar onların düşmanlarıdır. Bir hava olur, meltem gibi eser. ‘SSSSSssssss’ diye tıslayarak. Meltem tatlıdır ve uyutucudur. Uyumayanlar olabilir... Uyumayanlara kasırga olur, hortum olur, ‘Ssasssssss’ diye bağırır, alır içine savurur bir yerden bir yere.... Sudan, havadan kaynaklı fısıltılarını duymayanlara, duyup ta kanmayanlara, kanıp ta sonradan vazgeçenlere toprak olur. Alır içine kefenli kefensiz asileri... Olmazsa özlediği negatifsel etkiler... Ateş olur... Ateş yakıcıdır. Büyük ateş yanarken ‘SSSSsssssss’ diye ses çıkarır. Uçaktan atılan bomba olur... Bir kısım atılan bombaların kaynağı olan Balans ayarlı tankların paletlerinden çıkan seslerle karışan ‘ölüm Fısıltıları,’ olur. Şeytanın şekilleri değişir. Bukelamun özelliği vardır. En iyi bukelamun Şeytandır. Biçim değiştirir belli bir görüşe inanan kişiler gibi görünür, onların inancını taşır ve savunur. Marksist olur, ‘Kahrolsun Faşizm’ der. ‘SSSSSsssssss’ şeklindeki fısıltısını beyne sokmak için. Faşist olur, ‘Kahrolsun Komünizm ve Başka uluslar, ‘ der... Milliyetçi-Muhafazakar olur... Milliyetçi... İslamcı... Laik... Anti-Laik... Kemalist... Dindar... Yahudi... Hıristiyan... Anarşist... ve daha nice görüş ve düşüncelere inanır görünür. O görüşlere inananların güvenini kazanıp tıslar, ‘SSSSSsssssss’ diye. Etkiler fısıltılarıyla ve yönlendirir onları... Görüş ve değerlere gerçekte inanmayanlar için tıslaması, fısıldamasına gerek yoktur. Yorucu bir uğraştır. Dolar verir, euro verir, türkiş lira verir... Paralar, Şeytan’ın yerine onun adına tıslar ve fısıldar; SSSSSsssssss’ diye... Bunlara rağmen fısıldamalarından etkilenmeyenlere; İdam sehpasında, darağacı olur. Hücrelerde işkence aleti... ............. karar... Taksim’de ve Taksim’lerde kurşun... Midelerde açlık gurultuları... Bir yerlerde trafik kazası... Bir bedende zehir olur... Uçakta bomba olur... Bir tatbikatta yanlışlıkla değen kurşun olur... Korku olur... şantaj olur... Dansöz olur... Her şey olur... Mardin’de ve Irak’ta cinsel organlar olur ve ister bir milyon prezervatif... Yeşili grileştirir... Kızılı pembeleştirir... Griyi sarartır... Karanlığın maviliğini karartır... Güzel sözü belirli bir mekan ve zamanda cezalandırır... Güzel söz sahibi, fısıltılarını dinleyip uyduğunda aynı mekanda farklı zamanda var eder, onu yeniden doğurur. Artık; fısıltıları dinlediği sürece güzel sözleri cezalandırmaz. Güzel sözler, kendi fısıltılarının duyulmasına aracılık eder... İnsanların sayı fazlalığı ve değişik katmanlar yorar Şeytan’ı... İş büyümüştür, alan genişlemiştir. Her yere ve kişiye anında fısıldamak zor gelmektedir. Şeytan’ın da kudret sınırları vardır. Bazı insanları yardımcı seçer, bedensel ve ruhsal genetik kodlarında oynama yapar ve onları Şeytanlaştırır. Artık İnsan görünen ama insanlığından uzaklaşmış MUTANTLAR oluşur; İnsanlar ve Melekleşen İnsanlar arasında... ŞEYTANLAŞAN mutantların bazıları kitle iletişim araçlarında yerini alır... Onların kalemlerinden klavyelerinden ‘tııssssss’ sesleri çıkar. Yazıları; fısıldar insanlara... melekleşen insanlara... Şeytan, Melek, İnsan üçgenin tarafsız alanında yönünü belirlememiş insanlara... TARİH CANLANIR. DÜNYA TARİHİ ÖNCESİNE DÖNÜLÜR. ONLAR GERÇEK YÜZLERİNİ GÖSTERİRLER... YILANLAŞIRLAR... TISSSSLARLAR.... ŞEYTANIN DERİNDEN GELEN İĞRENÇ FISILTILARINA KENDİ YUMUŞAK FISILTILARIYLA TERCÜMAN OLURLAR. ‘SSSSSSSSSSSSSSssssssssssasasa’ diye fısıldarlar önce... Ama bazılarınca anlaşılmaz.... Fısıltıyı anlaşılır hale getirirler; ‘SSSSSAAAAAVVVVVAAAAAAAŞŞŞŞŞ!... SAVAŞ!...’ diye bağırırlar.... Amaç YASAK ELMA IRAK’I GÖSTEREREK İŞTAHLARI KABARTMAK... YASAK ELMA’YA UZANARAK İYİ İNSANLARIN İYİ DÜNYA CENNETİNDEN, KÖTÜ DÜNYA CEHENNEMİNE KOVULMASINI SAĞLAMAK... MUTANTLAR O YASAK ELMAYA, kendi besmelelerini, "Biismi amikul düvelil amerika vel Sultanil Bush vel şüreka!" Türkçe meali: Derin Amerika Devleti ve Lideri Bush ve Ortakları adı ile" okuyarak ÇOKTAN UZANDILAR. ONLAR İÇİN SÜRGÜN YOKTU. ÇÜNKÜ ONLAR CEHENNEMİ KENDİ İŞLERİNDE ZATEN YAŞIYORLARDI. GÜNÜMÜZ; KENDİ BESMELESİNE İHANET EDENLERLE ETMEYENLERİ ; "Biismi amikul düvelil amerika vel Sultanil Bush vel şüreka!" adıyla başlayanlarla başlamayanları ve Habil ile Kabil’den birini rol seçenleri ayrıştıracak bir ayna sunmaktadır. Hukuki.net sitesinin ekitap bölümünde bulunan Dansöz Kıvırmaları adlı ücretsiz ekitabı mutlaka okuyun ve okutunuz. Ateş yakıcı, su akıcı, hava görünmez, toprak cansız mı?
nursel yöndem Dikkat edin çoğu önemli olayda asıl üzerinde durulması gereken konular daima arka planda ele alınır hatta görmezden gelinir. Daima bu gözle bakmaya çalıştığım için ne zaman bir şey duysam, okusam bahsi üzerinde en az durulanlar dikkatimi çeker. Irak’ta yaşananlar da buna bir örnek niteliğindedir. Şu anda ön plandaki konu Irak’ın yeniden yapılandırılmasındaki çılgınca yarıştır. Hangi firmaların hangi ihaleleri kazandığı yarışı. Bilindiği gibi şu an popülaritesi en revaçta olan konu ilk büyük ihaleyi Cumhuriyetçilerin destekçisi Bechtel firmasının alması. Gerçekte bu son derece beklenen bir gelişmedir. Bundan sonra da Irak’ın yeniden inşasında ABD’nin sadece kendi çıkarlarını gözeteceği aşikardır. Bu gerçek çoğumuz tarafından böyle bilinmesine rağmen aksi söz konusuymuş gibi düşünmek, hareket etmek saflıktan öteye gitmeyecektir. İşte asıl üzerinde durulması gereken ancak gizlenen, konuşulmayan gerçeklere bir örnek daha. Bayındırlık Bakanı Sayın Ergezen’in kanımca son derece isabetli olan açıklamaları ne kadar Başbakanımız tarafından duygusal ve hissi açıklamalar olarak görülüp, kınansa da bağımsız gözle bakıldığında Sayın Bakan’ın söylediklerinin ne denli doğru ve isabetli olduğu görülecektir. Ancak diğer gerçekler gibi bu da gizlenmek, üzeri örtünmek istenen bir başka gerçektir. Böyle olduğunu Bakan’ın söylediklerinin yanlış anlaşıldığını söylemesiyle de anlıyoruz! Irak’ın yeniden yapılandırılması, geçici sivil hükümet kurma aşamaları gündemi işgal edip yine asıl üzerinde durulması gereken Irak’ta insani boyutun ne aşamada olduğu gizlenmek istenmekte ve ısrarla gündemden düşürülmeye çalışılmaktadır. Oysa insani boyut herşeyin üzerinde olması gereken, ilk planda ele alınması gerekendir. Şu anda Irak halkı ABD’yi Saddam’dan sonra yeni despotları olarak görmekte. Bunu “bir despot gitti 50 bin despot geldi” diye de ifade etmektedirler. ABD’nin amacının kendilerine özgürlük kazandırma olmadığını asıl amaçlarının Ortadoğu’nun en büyük definesinin üzerine oturmak olduğunu çoğu bilmektedirler. Halk elbette Saddam’ın gitmesinden son derece memnun ancak eskisinden çok daha kötü durumda olduklarını da dile getirmekten çekinmiyorlar. Çünkü onlar bu zorlukları bizzat yaşayanlar. Ölenler, enkaz altında halen daha duran cesetler, hastanelerde acı içinde inleyenler onların çocukları, anaları, babaları, kardeşleri. Onlar evlerine temiz su yerine kanalizasyon suyu götürenler, elektrikleri kesilenler, güvenliklerinden endişe ederek yatağa girenler. Temel hizmetlerden yoksun edilen Irak halkı geleceklerinden son derece tedirgin kendilerini eskisinden çok daha kötü durumda görmekte ise son derece haklılar. Seslerini duyuramamaktan yakınan Irak halkının öfkesi ve kini her geçen gün daha da artmakta. Independent yazarı Robert Fisk, Irak halkının şu an ki görüşünü şu cümlelerle en doğru şekilde anlatıyor: “Sokaktaki insan için bu bir kurtuluş savaşı değil, yeni bir sömürgeci baskı rejimi. Amerikalıların 'kurtarma' harekatı bitmiş olabilir ama Iraklılar, Amerikalılardan kurtuluş savaşı başlatmak üzere” Fisk, Irak'ta havanın hızla değiştiğini ve Amerikalıların artık giderek yaygınlaşan bir şekilde işgal ordusu olarak görülmeye başladıklarını da ifade ediyor. (A.A.)” Give Justice A Hand
nursel yöndem Give Justice A Hand
nursel yöndem JINSA, WINEP, AIPAC: 'Hristiyan siyonizmi' ve İsrail Ortadoğusu Irak'ın istila edilmesini sorgulayan İngiliz The Independent gazetesi, ''Savaş bitti. Kitle imha silahları nerede? Saddam nerede? Irak rejiminin El Kaide ile ilgili bağlantı iddialarınıza ne oldu? Bu, Ortadoğu'yu yeniden düzenlemenin ilk adımı mıydı? Ahmet Çelebi, sadece sahtekar bir ABD yardakçısı mı? Gerçekten de her şey İsrail için mi yapıldı, yoksa bu bir petrol savaşı mıydı?" diye soruyor. Irak istila edildi, yağmalandı. Abbasiler'den, Selçuklular'dan, Osmanlılar'dan kalma bütün zenginlikler talan edildi. Irak'ın geçmişi ve geleceği, dünya Müslümanları'nın hafızası ağır yara aldı. Iraklı çapulcular masa/sandalye talan ederken işgalciler İslam kültür mirasını, geçmiş uygarlıklara ait eserleri talan ettiler, yok ettiler. Amerikan-İngiliz-İsrail üçlüsü güneyin ve kuzeyin petrolünü ele geçirdi, Dicle ile Fırat arasına yerleşti. Saldırı başlamadan önce öne sürülen gerekçelerden hiçbiri ortaya çıkmadı, çıkmayacak da. Dünyanın şaşkın bakışları arasında bir ülke, Ortaçağ Avrupası'ndan kalma barbar yöntemlerle sömürge haline getirildi. Independent gazetesinin soruları hiçbir zaman cevaplanmayacak. Dünya bu soruları unutup gidecek. Her şey İsrail için yapıldı. Her şey petrol ve silah şirketleri için yapıldı. Bu Ortadoğu'nun ve İslam coğrafyasının yeniden yapılandırılmasının en önemli aşamalarından biriydi. Bu, İslam'ın gelecekte bir meydan okumaya girişmesinin şimdiden önlenmesi savaşının bir parçasıydı. Dün Afganistan'a da bu amaçla girdiler, Irak'ı bu amaçlarla istila edip yağmaladılar, yarın Suriye'ye veya bir başka Müslüman ülkeye de bu amaçla saldıracaklar. 1996'dan bu yana bu savaşa hazırlanıyorlardı. Sadece Irak'ın değil, bütün bölgenin zenginliklerine el koymayı, İsrail'i bölgenin tek hegemon gücü yapmayı, İslami hareketleri tasfiye etmeyi, Ortadoğu merkezli olarak Fas'tan Endonezya'ya uzanan İslam coğrafyasını denetim altına alıp yeni bir "Amerikan Yüzyılı" inşa etmeyi planlıyorlar. Petrol ve silah pazarına elinde tutan ve yeni bir küresel düzen oluşturmayı kafalarına koyan, "Hristiyan siyonizmi" olarak tanımlanabilecek bir ideolojik referansla hareket eden Hristiyan sağcılar, Yahudi ırkçılar/siyonistlerle el ele vererek İslam coğrafyasına karşı kendi deyimleriyle bir "Haçlı Savaşı" başlattılar. "İki sapkın grubun çıkar ve ideoloji birliği" ile gelişen küresel işgal ve yağma harekatına tanık oluyoruz. Şimdi söz konusu "Yahudi/Hristiyan siyonizmi"ne hizmet eden kişileri iş başına getirmek için hazırlık yapıyorlar. Çelebi'yi İsrail'e götüren özel uçak Başta, Irak'ın başına getirecekleri Jay Garner olmak üzere yeni yönetimde yer alacakların hemen hepsi ya doğrudan Ariel Şaron'un Likud Partisi'ne doğrudan bağlı ya da bu kişilerle çıkar ve ideoloji birliği içinde hareket eden yeni Amerikan emperyalistlerin tayin ettiği kimselerden oluşuyor. Garner'ın yardımcısı olması beklenen Ahmet Çelebi 6 Nisan'da İsrail'e ait özel uçakla bu ülkeye götürüldü, talimatları alıp aynı uçakla Kuveyt'e nakledildi. Oradan da Irak'a geçti. Sadece Çelebi değil, Bağdat'ta kurulacak "kukla yönetim"in Irak ayağını oluşturan bütün isimler İsrail'le yakın ilişkiler içinde. Irak halkı bu tehlikeyi anladı ki, günlerdir Bağdat'ta, Necef'te ve diğer kentlerde Amerika aleyhine gösteriler yapıyorlar. Irak'ın esir alınması süreci asıl şimdi başlıyor. 1988 yılında Bill Clinton'a Irak'ın işgal edilmesi çağrısı yapanlar bu hayallerini şimdi gerçekleştirdiler. Amerikan-İsrail İlişkileri Komitesi AIPAC, Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü JINSA ve Türkiye'nin yakından tanıdığı bir isim olan Alan Makovsky'nin de çalıştığı Washington Yakındoğu Enstitüsü WINEP gibi kuruluşların raporları adım adım hayata geçiriliyor. Amerika'nın Ortadoğu politikalarını belirleyen önemli kuruluşlardan biri olan WINEP, 1993 yılında Clinton yönetimine İran ve Irak'ın tecrit edilmesini öngören "dual containment" politikasını uygulattı. Aynı kuruluşlar Bush yönetimine de "şer ekseni" politikasını uygulatıyorlar. Hepsi siyonist örgütler olan ve ABD dış politikasını rehin alan bu kuruluşlar ile Dick Cheney-Donald Rumsfeld öncülüğündeki Amerikan sağcılarının çıkarları örtüşüyor. Yahudi lobileri İsrail'in dış politika, güvenlik ve çıkarlarının öngördüğü şekilde İslam dünyasına biçim verirken Amerikan sağcıları da bu yolla petrol, doğal gaz ve su kaynaklarını ele geçiriyorlar. Fırat'tan Nil'e kadar İsrail'in karşısında hiçbir güç kalmayıncaya, bütün bölgede İsrail tek hegemon güç oluncaya kadar bu işgal ve yağmayı devam ettirmeye çalışacaklar. Petrol ve silah tekelini elinde bulunduran "Hristiyan siyonistler" de, Ortadoğu'nun, Orta Afrika'nın, Kafkaslar/Orta Asya'nın ve Güneydoğu Asya'nın enerji kaynaklarını, su kaynaklarını, ticaret yollarını denetim altına alıncaya kadar savaşacak. Ankara Şalom'dan yardım mı istedi? Irak'ı işgal edip Bağdat'ta bir Karzai yönetimi kurmaya çalışan bu güçler, Irak-Suriye sınırında büyük askeri üsler inşa etmeye başladılar. İsrail'in nükleer gücü ile birleşen bu ordu, bütün Ortadoğu'yu ateşe atmaya hazırlanıyor. Ankara ise umutlarını eninde sonunda Türkiye'yi de hedef alacak olan Yahudi lobilerine bağlamış durumda. Şark-ul Evsat gazetesi, Türkiye'nin, Amerika ile ilişkilerin düzeltilmesi için Ankara'ya gelen İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom'dan arabuluculuk yapmasını istediğini yazdı. Doğruysa, ne utanç verici bir durum! Ankara'nın tavrına şaşırdığını söyleyen Şalom, Türkiye'nin ABD'den gelecek mali yardım için kendisinden yardım istediğini söylüyor. Şalon yardım talebinin bizzat Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'den geldiğini söylüyor. Böyle bir Türkiye'nin geleceğe yönelik ne tür bir perspektifi olabilir. Ankara'nın Irak, İran, Suriye veya genel bir bölge politikası yok mu? Türkiye, Irak krizinde "Amerika-İngiltere-İsrail üçlüsü"nün kendisine dayattığı politikalara mahkum oldu. Türkmenler'e yönelik politika bile bu güçlerin verdiği izinle sınırlı kaldı. Irak krizinde yaşanan hayal kırıklığı, gelecek krizlerde daha da büyüyecek demektir. Türkiye için ne hazin bir durum İbrahim Karagül 17.04.2003 Yeni Şafak Give Justice A Hand
gerunsal Can Dündar'ın Irak taki Türk Askeri Hakkındaki yazısı Irak'ta Türk askerine 'hayır!' Daniel Defoe'nin "Robinson Crusoe"sunu okumuş muydunuz? Sömürgeciliğin palazlandığı 18. yüzyılın başlarında yazılan roman, bir maceraperestin, düştüğü ıssız adada, doğaya hakim olma mücadelesini anlatır. Robinson, orada yamyamların elinden kurtardığı Cuma ile "dost" olur. (Engels'in "Anti - Dühring"deki tabiriyle "elde kılıç Cuma'yı köleleştirir".) Şimdi "uygar beyaz adam", doğayı dize getirmekteki becerisini, bu "zavallı köle"yi medenileştirmekte gösterecek, ondan sadık bir hizmetkar yaratacaktır. *** Tayyip Erdoğan, ABD'nin Irak için Türkiye'den asker talep ettiğini iftiharla açıklarken "Türkiye, ABD ile stratejik ortaklığını gayet ileriye götürmektedir" deyince bir an çocukluğumun Cuma'sı dile geldi sandım. Zavallı Cuma da muhtemelen romana "dostluk" diye yansıtılan bu "efendi - köle" ilişkisini kendi açısından "stratejik ortaklık" diye tanımlıyor ve işe koşuldukça "Efendimle ortaklığımız gelişiyor" diye seviniyordu. Üstelik, o zamanlar Robinson'un sömürgeciliğini "dostluk alameti" olarak pazarlayacak bunca yorumcu da yoktu. Robinson'un dostluğu, gücünü, elindeki kılıçtan alıyordu. *** Şimdi Irak'ta, "beyaz adam"ın başı dertte... Oraya kılıçla "medeniyet" götürdü, ama "yamyam kıymetini bilemedi"; her gün birkaç beyaz adam avlayarak direniyor. Robinson da kendi yerine avlanacak jandarma arıyor. Bunun böyle olacağı, geçen hafta Amerikalı komutanların Ankara'da dolaşmasından belliydi. Kamuoyu, bu ziyaretlerden Süleymaniye skandalı için özür bekleyedursun, Amerikalılar "Irak'ta jandarmalık" işini pişiriyordu. Peki niye işgalci ABD'nin peşine takılıp Irak cehennemine 28. Tugay'ı yollayacak Türkiye? *** Bunun cevabını geçen ay Cumhuriyetçilerin ABD Senatosu'ndaki lideri Bill Frist şöyle vermişti: "Bu işe (Irak işgaline) bütün ülkeleri karıştırmalıyız." Nedenini de ABD Dışişleri Komitesi'nden Demokrat Joseph Biden, Fox News'a söylemişti: "Irak sokaklarında Fransız, Alman ve Türk askeri görmeliyiz. Ancak o zaman Irak halkına işgalci olmadığımızı gösterebiliriz." Durum yeterince açık değil mi? ABD, Irak'ta her gün biraz daha batağa saplanıyor. Uluslararası hukuka ve dünya kamuoyuna rağmen, "elde kılıç" giriştiği macerada her gün birkaç askerini kaybediyor. İşgal 100. gününü doldurduğu halde Irak'ta elektrik, su, güvenlik gibi asgari hizmetleri karşılayamıyor, bu yüzden de atmaca gibi bekleyen yatırımcılarına kapı açamıyor. O nedenle Irak'ta "işgalci Coni" görüntüsünü perdeleyecek bir taşeron arıyor. Ve jandarmalığından tanıdığı Mehmet'i tekrar askere alıyor. Başına çuval geçirdiği Türk askerini, komşusunun karşısına "işgalci güç" olarak çıkarmaya hazırlanıyor; hem de endişe duyduğu Kuzey Irak'ta değil; her gün kan dökülen, güneydeki Şii bölgesinde... *** Türkiye AKP'nin bütün yaranma çabasına rağmen, buna "Hayır" demelidir. Yıllarca masallara kanıp köleliği "stratejik ortaklık" sandık; sadık jandarma rolü oynadık. Artık yeter! Cuma, kendi başına geçinmeyi öğrenmeli ve bu sefil hizmetkarlığa son vermelidir. Gökçe Erünsal
Av.Fırat Bayındır hafıza-i beşer nisyan ile malûldür; ulusça bizim hafızamız ise hiç de kuvvetli değildir. Sayın Nursel Yöndem'in geçen sene açtığı bu konu hala gündemi meşgul ettiği gibi, yaşanan mevcut savaşta şiddet ve zihniyet açısından hiç bir değişiklik yok, aksine bölge açısından daha da vahim bir hale geldi. Konunun güncelliğini koruması nedeniyle ön sıraya taşımak gerekti. ceteris paribus
nursel yöndem Give Justice A Hand
Lawless1 Sayin Nursel Yondem: Bir baska poster. Eger cok buyuk olarak eklenirse, resmi cikaririz.
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Velayet hakkı] Wmic Windows Activation Key and windows 7 ultimate activation tool 
  • 03.05.2025 09:36
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük + Arşiv +
    Bugünün tarihi: 03/05/2025 21:33:50