 |
05/05/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
İşverenin rücu sorumluluğu |
Av.Fırat Bayındır |
506 sayılı yasa
Madde 26 - (Değişik fıkra: 20/06/1987 - 3395/2 md.) İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve işgüvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya haksahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya haksahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir. (Ek cümle: 29/07/2003 - 4958 S.K./28. md.) İşçi ve işveren sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazası veya meslek hastalığı, 3 üncü birkişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3 üncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir.
(Ek fıkra: 24/10/1983 - 2934/3 md.) Ancak; iş kazası veya meslek hastalıkları sonucu ölümlerde bu Kanun uyarınca hak sahiplerine yapılacak her türlü yardım ve ödemeler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kasdı veya kusuru bulunup da aynı iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine Kurumca rücu edilemez.
-----------------------------
5510 sayılı yasa
İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIĞI İLE HASTALIK BAKIMINDAN İŞVERENİN VE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİN SORUMLULUĞU
Madde 21- İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazasının, 13 üncü maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sürede işveren tarafından Kuruma bildirilmemesi halinde, bildirim tarihine kadar geçen süre için sigortalıya ödenecek geçici iş göremezlik ödeneği, Kurumca işverenden tahsil edilir.
Çalışma mevzuatında sağlık raporu alınması gerektiği belirtilen işlerde, böyle bir rapora dayanılmaksızın veya eldeki rapora aykırı olarak bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılan sigortalının, bu işe girmeden önce var olduğu tespit edilen veya bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılması sonucu meydana gelen hastalığı nedeniyle, Kurumca sigortalıya ödenen geçici iş göremezlik ödeneği işverene ödettirilir.
İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir.
İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık; kamu görevlileri, er ve erbaşlar ile kamu idareleri tarafından görevlendirilen diğer kişilerin vazifelerinin gereği olarak yaptıkları fiiller sonucu meydana gelmiş ise, bu fiillerden dolayı haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan gelirler için kurumuna veya ilgililere rücû edilmez. Ayrıca, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde, bu Kanun uyarınca hak sahiplerine bağlanacak gelir ve verilecek ödenekler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kusuru bulunan hak sahiplerine veya iş kazası sonucu ölen kusurlu sigortalının hak sahiplerine, Kurumca rücû edilmez.
İşverenlere SSK tarafından rücü imkanı getiren bu iki yasa kuralı kıyaslandığında, yeni düzenlemede işveren lehine olacak bir durum söz konusu mudur? |
HRMGR |
Fırat Bey,
Öncelikle, rücu hususu başlıbaşına yanlışlarla doludur. İşveren prim ödeyerek (hem de işçinin toplamda neredeyse iki katı, iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortası için tehlike derecesine göre %1,5-%7) bu hususta riskini bir anlamda Kuruma sigortalattığı halde, bir de dönüp Kurum zararını ödemektedir. Bunun adı sigorta falan değildir. Buna gerekçe kanuni halefiyet, iş sağlığı güvenliği tedbirlerinden işverenin kaçmasını engellemek, caydırıcı olmaktır. Her iki kanundaki kaçınılmazlık mevcut mevzuatla neredeyse kusursuz sorumluluk düzeyindedir.
Sorunuza gelirsek, 506'daki "suç sayılabilir hareket" lafzı 5510'da bulunmamaktadır. Bu da uygulamada fazla birşey değiştirmemektedir. İki kanun arasındaki asıl fark, 5510 ile işverenin rücu sorumluluğu, yasa gereği yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin ödenmeye başlandıkları tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı ile sınırlanmıştır. Halen yürürlükte olan 506 ile geçmişte ve halen bu miktar işverenden peşin alındıktan sonra, zaman içerisinde enflasyon nedeniyle ortaya çıkan gelir artışlarının tekrar tekrar işverene ödetilmesi sözkonusu idi.10 senelik zaman aşımı her artış onay tarihinde yeniden işlerlik kazanıyordu. 5510'un bu tarafı 506'ya göre işverenin lehinedir.
Saygılarımla,
|
Av.Fırat Bayındır |
Sevgili HRMGR,
Doğal olarak siz HR ve biz de işveren vekili olunca aynı dertten muzdaribiz.
2. paragrafınızda belirttiğiniz yeni durumun, bu yaraya ne kadar merhem olacağını hesaplamalar ortaya çıktıkça göreceğiz.
1. paragrafınızdaki görüşünüz için lütfen https://www.hukuki.net/hukuk/index.php?article=714 okuyunuz.
Saygılar, |
yyln |
Yeryüzünde korunması gereken en önemli değer, insan yaşamı ve sağlığıdır.
Bir işyerinde çalışan işçinin sağlığını, hatta yaşamını korumanın en temel yolu ise, öncelikle işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerinin uygulanmasıdır.
Öte yandan, yasa ve yönetmeliklere göre de, bir işverenin işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili hükümleri yerine getirme yükümlülüğü vardır. bu hükümlere uymama gibi bir hakkı veya lüksü olamaz.İşverenin işçi sağlığı ve güvenliği hükümlerine uyması asıl olduğuna göre, Sosyal Sigortacılık açısından prim oranları belirlenirken, bu durum göz önünde bulundurulması gerekir. Nitekim bu durum dikkate alınarak, prim oranları, 1.5-7 arasında belirlenmiştir.Bu prim oranları, sadece sağlık gideri (kısa vadeli sigorta kolu) için değil, aynı zamanda sürekli işgöremezlik (uzun vadeli sigorta kolu) içindir.(Burada prim oranlarının düşüklüğü veya yüksekliği tartışılabilir. Ancak, konumuz bu olmadığı için üzerinde durulmamıştır.)
Başka bir deyişle, işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili hükümlere uymaması hali hali için ayrı bir pirm oranı kabul edilmemiştir. Bence doğrusu da budur.
Eğer pirm oranları belirlenirken, bu durum göz önünde bulundurulmasaydı, o zaman bu forumdaki görüşler katılmak mümkün olurdu.
Yeri gelmişken, burada, işçi sağlığı ve işgvenliği hükümlerine aykırılık sonucu oluşan iş kazaları için özel sigorta yaptırılması yolu da düşünülebilir.
Ne var ki, işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerine uymaması sonucu işkazasına uğrayan sigortalıya, sigorta yardımı yapılmaktan kaçınılması da, sosyal devlet olma ilkesi ile bağdaşmaz.Tam bu noktada, sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, SSK devreye girerek, sigortalıya gerekli yardımları yapmakta, fakat yasa gereği, rücu hakkını da kullanmaktadır.
Öte yandan, 506/26 daki sorumluluk, kusursuz sorumluluk da değildir.Kusursuz sorumluluk 506/10 düzenlenmiştir. Yine de, 506/26 ile ilgili kusursuz sorumluluk konusuna örnek getirilebilirse, o da ayrıca tartışılabilir.
Sonuç olarak, bu forumdaki ve Sayın Fırat Bayındır'ın vermiş olduğu link adresindeki görüşlerine katılamıyorum.
.
|
HRMGR |
Sn. yyln,
İnsan hayatının ve sağlığının değeri ile ilgili görüşlerinize katılmamak elde değil, temeli hümanizmden gelen bu husustaki tüm fikirlerin altına ben de imzamı koyarım. Özellikle Sosyal Sigortalar Hukuku konusunda forumda yer alan görüşlerinizi keyifle ve zaman zaman da bilgilenerek takip ediyorum. İşverenin rücu sorumluluğu hakkındaki görüşlerinize saygı duymakla birlikte katılamadığımı belirtmek isterim. Zira; İş Kanunu 77. madde bu hususta işverenlerin sorumluluğunu çok geniş olarak "gerekli her türlü önlemi almak" şeklinde ortaya koymuştur. Yeni İş Kanunu'na bağlı olarak çıkarılan takip edebildiğim kadarıyla 40'ın üzerindeki Yönetmelik'in büyük bir kısmı iş sağlığı ve güvenliğine yönelik ya da bağlantılıdır. Bu Yönetmelik'ler AB mevzuatına uyum amaçlı çoğu aynen tercüme Yönetmelik'lerdir. Bu Yönetmelik'lerde emredilen hükümlerin bir kısmının uygulama olanağı şimdilik bulunmamasına rağmen alelacele uyum maksatlı çıkarıldıklarından bu hususa hiç dikkat edilmememiştir. Örneğin ülkemizde A sınıfı sertifikalı (sertifikayı da
Ç. S.G.B. vermektedir) 390 civarında İş Güvenliği Uzmanı olup, Yönetmelik gereği A Sınıfı sertifikalı uzman bulundurma zorunluluğu olan işletme sayısı bu rakamın 50 katından fazladır. Çok başka örnekler de bulunmakla birlikte zamanınızı almayı ve zaten uzun olan mesajı daha da uzatmayı istemediğimden burada yer vermiyorum. İş Kanunu 95. maddesi gereğince yeni kurulan işyerlerinin Kurma İzni ve İşletme Belgeleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca çok detaylı iş sağlığı ve güvenliği incelemeleri neticesinde verilmektedir. Yeni Türk Ceza Yasası Kabahatler Kanunu ile bu husustaki cezalar ciddi biçimde artırılmıştır.
Saydığım tüm bu mevzuat karşısında, OHSAS 18001 belgeli ve bu konulara çok önem veren bir sanayi kuruluşunun bu hususlardan sorumlu İK Yöneticisi olarak, "aman absürd birşeyler olur da iş kazası meydana gelir mi" diye geceleri rahat uyuyamadığımı belirtmek isterim.
Mesajımda kaçınılmazlık ilkesinin, mevcut mevzuatla neredeyse kusursuz sorumluluğa yaklaştığını belirtmemin iki temel sebebi vardır:
Birincisi bu kadar geniş bir mevzuatın takip edilmesi bile cidden zor iken, tüm hükümlerini yerine getirip sadece basit bir hükmü dahi yerine getirmemiş olmanız işverenin rücu sorumluluğu için yeterlidir. Örneğin aklınıza gelen tüm yükümlülükler yerine getirilmişken işçinin kusurlu bir davranışı sebebiyle meydana gelen bir iş kazasında dahi, İş Kanunu 77. madde 2. paragraf "işverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek" sorumluluğunu yerine getirmemiş olmakla bile rücu sorumluluğuna maruz kalabilmektedir. Buna ek olarak geçmişte çıkmış Yargıtay kararları (Y 10.H.D. 17.04.1984, E.1984/2029, K.1984/2140 vb.) ile bu hukuki çerçeve, yasanın da üzerinde çok daha geniş sorumlulukları işverenlere yüklemektedir.
İkincisi, bir genelleme yapmaktan özenle kaçınmakla birlikte, işverenin kusur oranının belirlenmesine yönelik denetlemenin ne şekilde ve ne vasıfta kişilerce yapıldığını da, uygulamanın içinde olduğunuzu tahmin ederek değerlendirmenize sunuyorum.
Sonuç olarak, devlet sosyal hukuk devleti olmanın gereklerini yerine getirecek önlemleri alacak, işverenler de yasanın kendilerinden beklediği yükümlülükleri elbette yerine getirecektir. Ancak yasa koyucunun işçi lehine yorum ilkesinden (aslında rücu konusunda işçiyi madur eden bir durum da sözkonusu değildir, işçi yine tedavisini olmaktadır, sorun bunun parasını devletin mi yoksa işverenin mi ödeyeceğidir) yola çıkarak kantarın topuzunu kaçırması durumunda, emin olun çalışacak bir iş bulamamak sebebiyle işçi vasfı da olmayacağından, lehine yorum yapılanların maduriyeti ciddi biçimde artacaktır.
Saygılarımla, |
HRMGR |
Son paragrafta doğrusu "mağdur" ve "mağduriyet" olan sözcükler , hızla yazınca sehven "madur" ve "maduriyet" şeklinde yer almış, düzeltirim.
Saygılarımla, |
yyln |
Sayın HRMGR,
Ben de bu forumdaki görüşlerinize katılmasam da, gerek bu forumdaki, gerekse, diğer forumlarındaki görüşlerinizi ilgiyle, keyifle ve bilgilerimi tazeleyerek veya arttırarak takip ediyorum.
Konumuza dönecek olursak, asıl olan, işkazası oduktan sonra yardımların yapılması değil, iş kazasının önlenmesidir.
İş kazasını önlemenin en temel yolu ise, işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerinin uygulanmasıdır.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği o kadar önemli bir konudur ki, işçiye rağmen işçi sağlığı ve iş güvenliği korunabilirse başarıya ulaşılabilir.
bunu da sağlayacak olan işverendir.Dolayısyla quote:"işverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek" |
Hükmü de yerindedir.Bu hükme istinaden, işverenin % 100 kusurlu kabul edildiği durum varsa, o ayrıca tartışılabilir.
Böyle olunca, quote: OHSAS 18001 belgeli ve bu konulara çok önem veren bir sanayi kuruluşunun bu hususlardan sorumlu İK Yöneticisi olarak, "aman absürd birşeyler olur da iş kazası meydana gelir mi" diye geceleri rahat uyuyamadığımı belirtmek isterim. |
görüşlerinizde açıkladığınız gibi, titiz ve dikkatli bir çalışma yapılması gerekir.Ama inanın ki, böyle bir çalışma tarzı, işyerinde olabilecek bir çok iş kazasını önleyebilecektir veya işkazasının daha az hasarla atlatılmasını sağlayacaktır.
Öte yandan, iş sağlığı ve güvenliği belgesinin bulunması, takdir edebileceğiniz gibi, iş kazalarını önlemez. Bu belge, bir anlık bir durumu yansıtır, dolayısıyla statiktir. İşçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili hükümlerin ise, devamlı uygulanmasını gerektirir, dolayısyla dinamiktir.Zaten iş kazası olduğunda da bu belgeye değil, işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerine uyulmuş olup olmadığının üzerinde durulacaktır.
quote:İkincisi, bir genelleme yapmaktan özenle kaçınmakla birlikte, işverenin kusur oranının belirlenmesine yönelik denetlemenin ne şekilde ve ne vasıfta kişilerce yapıldığını da, uygulamanın içinde olduğunuzu tahmin ederek değerlendirmenize sunuyorum. |
Görüşlerinize katılmamak mümkün değil. Ancak, bu konu da nihai olarak mahkemede çözümlenmektedir.
Sonuç olarak, sizin de belirttiğiniz gibi kantarı topuzunu kaçırmamak gerekir.İş kazası olduğunda, eğer kasıt yoksa, suç sayılır hareket yoksa, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemlere uyulmuşsa, gerekli yardımlar SSK tarafından yapılmakta ve işverene rücu edilmemektedir.Kısaca belirtmek gerekirse, eğer iş kazası işverenin kastı sonucu olduğunda, işverene rücu ediliyorsa, iş sağlığı ve iş güvenliği hükümlerine uyulmaması halinde de işverene rücu edilmelidir.Yoksa işçinin sağlığını ve güvenliğini nasıl koruyabiliriz?
Saygılarımla... |
zkeskin1 |
Zira; İş Kanunu 77. madde bu hususta işverenlerin sorumluluğunu çok geniş olarak "gerekli her türlü önlemi almak" şeklinde ortaya koymuştur. Yeni İş Kanunu'na bağlı olarak çıkarılan takip edebildiğim kadarıyla 40'ın üzerindeki Yönetmelik'in büyük bir kısmı iş sağlığı ve güvenliğine yönelik ya da bağlantılıdır. Bu Yönetmelik'ler AB mevzuatına uyum amaçlı çoğu aynen tercüme Yönetmelik'lerdir. Bu Yönetmelik'lerde emredilen hükümlerin bir kısmının uygulama olanağı şimdilik bulunmamasına rağmen alelacele uyum maksatlı çıkarıldıklarından bu hususa hiç dikkat edilmememiştir. Örneğin ülkemizde A sınıfı sertifikalı (sertifikayı da
Ç. S.G.B. vermektedir) 390 civarında İş Güvenliği Uzmanı olup, Yönetmelik gereği A Sınıfı sertifikalı uzman bulundurma zorunluluğu olan işletme sayısı bu rakamın 50 katından fazladır. Çok başka örnekler de bulunmakla birlikte zamanınızı almayı ve zaten uzun olan mesajı daha da uzatmayı istemediğimden burada yer vermiyorum. İş Kanunu 95. maddesi gereğince yeni kurulan işyerlerinin Kurma İzni ve İşletme Belgeleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca çok detaylı iş sağlığı ve güvenliği incelemeleri neticesinde verilmektedir. Yeni Türk Ceza Yasası Kabahatler Kanunu ile bu husustaki cezalar ciddi biçimde artırılmıştır.
Şeklinde belirtmiş olduğunuz görüşlere katılamıyorum.ÇSGB sertifikalı A Sınıfı İş Güveniği Uzmanı çalıştırma zorunluluğu olmasına rağmen işin bilincinde olsun veya olmasın işverenlerimizin bu yasal zorunluluğa uymadıkları görülmektedir.Evet Ağır ve Tehlikeli işler kapsamına giren ve 50 den fazla işçi çalıştıran ,işin süresinin 6 aydan fazla sürdüğü işyeri sayısı 6000 civarındadır.Ancak 1000 den fazla işyerinin bulunduğu bir organize sanayi bölgesinde de A Sınıfı İş Güvenli Uzmanı çalıştıran işyeri sayısı da 4 tür.Bir çoğu da daha henüz mevzuatı bilmemekte veya bilmezden gelmektedir.Yoksaymaktadır.Zira bahsettiğiniz cezalar doğru olsa idi,uygulansa idi her yıl 1000-1500 ölümlü iş kazasının olduğu,bu konuda dünya üçüncüsü ve Avrupa birincisi ülkemizde hapishaneler işverenlerle dolar taşardı....Uygulamasının ve yaptırımının olmadığı bir yasal mevzuata sahibiz.O yüzden de sayın HRMGR geceleri rahat uyuyabilirsiniz.
Zafer KESKİN
İş Güvenliği Uzmanı
A Sınıfı
z.keskin@mmo.org.tr |
Av.Fırat Bayındır |
Sevgili dostlarım,
İşverenin rücuan sorumluluğu, iş güvenliği kurallarına aykırı davranışı, yeterli denetimi göstermeyişi,gerekli tedbirleri almamaması nedeniyle yasadan doğmaktadır. Ancak işvereni iş güvenliği kurallarına uymaya zorlamak için rücu hakkının şart olduğu görüşüne bir türlü katılamıyorum. Bu kurallara uymamanın yaptırımları idari para cezaları, şirket yöneticilerinin yetkililerin şahsi sorumlulukları, işyerinin kapatılması vb yöntemlerle de yapılabilir.
Ancak Sosyal Sigorta da, Sigorta Hukukunun evrensel kurallarından bağımsız değildir. Sigorta ettiren ancak va ancak kasıtlı davranışları ile rizikoya neden olursa sigortanın teminatlarından yararlanamaz. (Örneğin alkollü iken kazaya sebebiyet veren sigortalıya kasko poliçesinden dolayı ödeme yapılmazken, 3. şahsa verdiği zarardan dolayı zorunlu trafik sigortasından sigorta şirketi 3. şahsa ödeme yapmak zorundadır ancak bunu kendi sigortlaısına da rücu eder.)Dikkat edin TEMİNAT diyorum. İşveren SSK' na İŞÇİ adına PRİM yatırmaktadır ancak bu primin, rücu aşamasına gelindiğinde hiç mi hiç önemi yoktur. Üstelik işverenler gerçekten de çok ağır tazminatlarından kısmen de olsa kurtulmak için özel sigorta şirketlerine işveren mali mesuliyet sigortası yaptırarak aynı işçiyi bir kez daha sigortalamak durumunda kalmaktadır. Bu nedenle de işverenin yasal olarak ödemek zorunda olduğu aslında PRİM değil HARAÇ tır.Öyle bir haraçtır ki, tazminat hesabında bu yatırılan primler aktüerya hesabında dahi yok sayılmaktadır. Bu çok açık bir haksızlıktır.
İnsan sağlığı,iş güvenliği elbette ki herşeyden önce gelir ancak 20 yıllık ve artık işyerinde ustabaşı olmuş bir işçi, üstelik de kendisinin sorumluluğunda olan bir makinede döner vaziyette iken sıkışan metal parçasını makineyi durdurmadan çıplak eli ile almaya kalkıp da 4 parmağını kesip atarsa bana söylermisiniz işverenin bu kazada ne kusuru vardır acaba. Ve SSK rücu davasında %10 dan başlayan işveren kusuru 4. bilirkişi raporunda nasıl olur da %80' e kadar çıkabilir. Bu akıl mantık ve vicdan işimidir? Sonunda ağır hakaretler dolu itiraz dilekçemiz üzerine ODTÜ den seçilen 5 KİŞİLİK (hiç böyle bir heyet duydunuz mu?) bilirkişi heyeti işvereni yine de %10 kusurlu bulmuştur. Böylesi bir adalet mekanizmasında, bilirkişilerin DOSYA ÜZERİNDEN ve son derece basma kalıp, bilgisayarlarına yüklenmiş HER ZAMAN AYNI içtihatlar ve yönetmelik tüzük hükümleriyle göz boyayan, raporlarında yer alan içtihatlar ve mevzuat kuralları ile meydana gelen kaza arasında UYGUN İLLİYET BAĞINI DAHİ KURAMAYAN raporlarınında belirlenen kusur dağılımının MAHKEMELERCE NE YAZIK Kİ AYNEN BENİMSENMESİ suretiyle karara bağlanan davalarda adalet duygusunun tatmin edildiğinden söz edebilir misiniz? Takip edilen dosyalarda kusurun nasıl olup da işveren lehinde çıktığının izahını bana yapabilir misiniz? Tezgahların başında çalışanlar da nihayetinde insandır. Hergün rutin olarak aynı beden işini yapmak elbette her babayiğidin harcı değildir. Bir yanda ücretlerin azlığı, bir yanda yaşam koşullarının ağırlığı bir yanda monotonlaşan üretim faaliyeti an gelir işçiye kaza yaptırır. Peki işveren ne yapmalıdır, ne yapabilir? Hiç bir şey yapamaz. İşçi o anda çıplak elle elektrik kablosunu tuttuğunun dahi farkında değildir.Ama yine de "yeterli denetim"i sağlamadığı için en az %70 kusurludur. Kusura bakmayın ama ben bunu kabul edemem. O nedenle de asıl işverene haksızlık yapıldığını savunuyorum çünkü ödediği primlerin hiç bir şekilde kendisini korumak gibi işleve sahip olmamasının açık bir haksızlık ve sigortacılığın evrensel kurallarına aykırı olduğunu düşünüyorum.
|
HRMGR |
Sn. Keskin,
Çok şükür mevzuatı yakınen takip eden/ettiren ve sosyal sorumluluk bilinci ile hareket ederek mevzuatın tüm gerekliliklerini yerine getiren(Buna A sınıfı İş Güvenliği Uzmanı çalıştırmak da dahildir.), 4. derece tehlikeli, yaklaşık 15 yıldır uzuv kayıplı bir kaza, 35 yıllık tarihinde ölümlü bir kaza görmemiş bir işletmenin İK yöneticisiyim. Mesajınızda rahat uyuyabileceğimi belirtmişsiniz, saat şu an 01.12 ve ben ayaktayım. Size bu alandaki 15 yıllık deneyimimden, bazılarını bizzat yaşadığım, canlı bir iki örnek verirsem, bu hususta anlaşamasak dahi en azından birbirimizi anlayabileceğimizi düşünüyorum.
ÖRNEK 1: % 100 kaçınılmazlık sözkonusu olan bir olayda (uzuv kayıplı bile değildir, yanlış anlama üzerine uzuv kayıplı bir kaza olarak algılanmış ve müfettiş gönderilmiştir.) , kalıp değişimi esnasında, çalışanın parmağının iki kalıp arasında sıkışması sözkonusudur. Kalıp bağlama zamanları işin niteliğinden ötürü yaklaşık yarım vardiya zaman almakta bu da çok ciddi maliyet artışı doğurmaktadır. (bunu herşey bir yana, daha ileri bir teknoloji mümkün olsa işverenin sırf bu yüksek maliyet nedeniyle bu teknolojiyi hemen kullanacağını belirtmek için söylüyorum) Kullanılan teknik, ekipmanlar ileri teknoloji sayılabilecek tarzdadır. Periyodik kontrolleri MMO'nca yapılmaktadır. Yaralanan işçi 12 yıl deneyimli, işi ve iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili tüm eğitimleri almış, hatta bir eğitimden geçer not alamadığından tazeleme eğitimine tabi tutulmuş bilinçli bir işçidir. Tezgah üzerinde "Dikkat! kalıplar arasına el sokmayınız" yazılıdır. SONUÇ : Uyarı levhasında parmak sokmayınız yazmıyor, önceki mesajımda belirttiğim Yargıtay kararına da atıfta bulunularak, böyle ağır kalıplarla çalışmada (300 ila 500 kg) elektromıknatıs kullanılabilinir ?!! , şifahen: yerçekimsiz ortam yaratılabilinir?!! İş Güvenliği Tüzüğü şu maddesi kaplin muhafazaları (konu ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır) ........ % 60 işveren sorumluluğu.....
ÖRNEK 2 : Teftişteki bayan müfettiş, kapıda kimliği sorulunca ve toplantı odasında sigara yakmaya kalkınca, ofislerimizde sigara içilmemektedir sözüne istinaden , o zaman bana sigara içebileceğim bir çalışma ortamı sağlayın der ve sigarasını yakar. SONUÇ: % 100 kaçınılmazlık ancak işverenin % 80 sorumluluğu....
ÖRNEK 3: Bir yangın , yangını çıkaran müteahhit işçisi, yangında yaralanan alt işveren işçisi, bu saydıklarıma daha kapıdan girerken gerekli uyarılar yapılmış, imzalar alınmış, işverenleri ile bu hususları içeren sözleşmeler yapılmış, sıcak çalışma izinleri alınmış, eğitimler verilmiş, sonuç olarak gerekli tüm önlemler alınmış, yangına müdahale eden asıl işverenin yangın ekibi, yaralıyı kurtaran asıl işverenin kurtarma ekibi, yaralıya ilk müdahale asıl işverenin ilkyardım ekibi ve işyeri hekimi... İtfaiye yangın söndürüldükten sonra soğutma amacı ile müdahale ediyor, ertesi gün bir yazı, neredeyse tüm itfaiye ekibinin giyim kuşam, kullandığı hortum zarar görmüş yenilenmesi isteniyor. Karşılık alınmayınca asıl işveren gerekli tedbiri almamaktan (Raporda LPG tankının soğutulması için sprinter sistemi bulunmamaktadır deniyor, LPG tankı yangın mahalinden 150 metre ileride ve yeraltı tankı, tankla ilgili bir sorun yok, ısıya duyarlı sensörlere bağlı siren sistemi bile devreye girmemiş) % 50 sorumlu, bu rapora istinaden, açılan kamu davasında, o sırada işletmede de bulunmayan ve görev dağılımı sebebiyle yangınla ilgili sorumluluğu olmayan, Sivil Savunma Planı'nda Sivil Savunma Sorumlusu olarak adı geçen işveren vekili 6 ay hapis, 800 küsür milyon ağır para cezası ile cezalandırılıyor. Rücu davası faizsiz 50.000 YTL. Oysa yaralananın asıl işveren hakkında yetkili mercilere bir şikayet dilekçesi bile bulunmamaktadır.
Yukarıdaki örnekler çarpıcıdır, örneklerde yer alan meslek grupları için kesinlikle bir genelleme içermemektedir. Bu meslek gruplarından çok değerli arkadaşlarım, dostlarım bulunmaktadır ve zaman zaman değerli fikirlerine başvurmaktayım.
Gelelim sigorta konusuna, S.Sigortalar Kurumu, diğerleri ile birleşerek Sosyal Güvenlik Kurumu oldu, oluyor. İçinde sigorta sözcüğü geçmemesi doğrusu olmuş, zira dikkatinizi çektiyse bunca fikir alışverişi içerisinde benim itiraz ettiğim tek nokta bu idi. Siz sigorta primi ödeyerek ilerde doğabilecek bir riskinizi sigorta ettirirsiniz. Bu özel sigortalar için de böyledir, devletin sigorta kurumu için de böyle olmalıdır. Bu konudaki riskleri özel sigortalara sigorta ettirebilirsiniz tarzı görüşler gündeme geldi. Bu sigorta şirketlerine gittiğinizde, bu şirketler size uzmanlarını gönderip risk analizi yapmazlar, hatta tehlike derecenize bile bakmazlar, sadece işyerinde kaç kişi çalıştığını sorarlar.(Doğrusu bu olmamalıdır.) Kar amaçlı bir özel sigorta şirketi bile olaya bu çerçeveden bakmazken devlet niye bu gözlükle bakar. Hem prim alır, hem kasıt olmasa dahi döner tüm masrafını alır, sigortalıya bağlıyacağı örneğin 20 yıllık geliri sizden peşin alır, sonra her enflasyona bağlı her gelir artışında döner bir de bu artışı alır.(İşverenden peşin aldığı geliri fonlamasa gerektir - bkz. Tasarrufu Teşvik Fonu, Konut Edindirme Fonu vb., gerçekte fonlar buradan da kar eder.) Bu durumda niye işverenden % 1,5-7 prim keser, bu primi almasın işveren bu konularda kusursuz sorumlu olsun.
Sonuç; burası hukuki bir forum, yukarıda açıklananların ben hukukla ilgisini kuramadım. İK veya işveren vekili gözlüğü ile olaya bakmadığımı bilmenizi isterim. Yeri gelmişken 3. nolu örnek bizzat benim yaşadığımdır. Sn. zkeskin1 Kabahatler Kanunu'na rağmen siz rahat uyayabilirsiniz, İş Güvenliği Uzmanı olarak görevinizi eksik de yapsanız asıl sorumluluk işverendedir.
Yararlı olması dileğiyle, saygılarımla, |
yyln |
Sayın Fırat Bayındır,
quote: İşveren SSK' na İŞÇİ adına PRİM yatırmaktadır ancak bu primin, rücu aşamasına gelindiğinde hiç mi hiç önemi yoktur. |
Olmaz mı? Elbette önemi vardır. Eğer işveren işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemleri almış ve bu konuda kusuru yoksa, sigortalıya gerekli yardımlar yapılmakla birlikte işverene rücu edilmemektedir. Hatta, bir olaydaki zarar miktarı küçük olduğu için işveren kusuru araştırılamayan ve rücu edilmeyen, ancak toplamda büyük yekun oluşturabilecek iş kazlarının da olabileceği göz önünde bulundurulabilir.
Dolayısıyla,
quote:Bu nedenle de işverenin yasal olarak ödemek zorunda olduğu aslında PRİM değil HARAÇ tır. |
görüşünüze katılmıyorum.
quote: 20 yıllık ve artık işyerinde ustabaşı olmuş bir işçi, üstelik de kendisinin sorumluluğunda olan bir makinede döner vaziyette iken sıkışan metal parçasını makineyi durdurmadan çıplak eli ile almaya kalkıp da 4 parmağını kesip atarsa bana söylermisiniz işverenin bu kazada ne kusuru vardır |
Acaba, makinede olması gereken bir güvenlik önlemi işveren tarafından göz ardı edilmiş olabilir mi? İş güvenliğine uygun makina daha pahalı diye, iş güvenliğine uygun olmayan ama daha ucuz bir makine alınmış ve kullandırılmış olabilir mi? Ya da, daha fazla iş üretilsin diye, makinenin bir parçası sökülmüş olabilir mi? Bunları bilmediğim için bir şey söylemem mümkün değil.
quote: Ve SSK rücu davasında %10 dan başlayan işveren kusuru 4. bilirkişi raporunda nasıl olur da %80' e kadar çıkabilir. Bu akıl mantık ve vicdan işimidir? |
Evet, akla mantığa pek uygun görünmüyor. Ancak, avukat, hakim, bilirkişi, mahkeme, yargıtay da bunun için var değil mi? Sonunda nasıl olsa adelet tecelli edecektir.
quote:Bir yanda ücretlerin azlığı, bir yanda yaşam koşullarının ağırlığı bir yanda monotonlaşan üretim faaliyeti an gelir işçiye kaza yaptırır. Peki işveren ne yapmalıdır, ne yapabilir? Hiç bir şey yapamaz. |
Bence yapabilir. yapmalıdır da. Ne mi? yapmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemleri almalıdır.
Burada, işçi sağlığı ve güvenliği hükümleri, fazla ağırdır, hafiftir gibi görüşler ileri sürülebilir. Ancak bu husus konumuz dışındadır.
Sonuç olarak, yeni yasada, prim oranlarında değişikliğe gidilmeden, işveren lehine çok önemli değişikler yapılmış olduğuna göre, bu konuda savunduğunuz fikirlerin, işveren lobisinin etkisi olmuş mudur? bilmiyorum ama, kanun yapıcı tarafından da benimsenmiş olabileceğini gösteriyor.
Saygılarımla...
|
Av.Abbas Bilgili |
Arkadaşlar;
Bu konuda MESS'in çıkardığı "SİCİL" isimli İş Hukuku dergisinin yeni sayısında (2. sayı), Prof. Dr. Müjdat Şakar'ın dikkat çekici bir makalesi var. Belki ilginizi çeker diye hatırlatmak gereği duydum. Selamlar. |
zkeskin1 |
Temel bir kural var ; İstisnalar kaideyi bozmaz....
Fakat ben öyle işyerleri ile karşılaşıyorum ki sevgili HRMGR işveren veya vekili henüz çalıştırdığı işçinin Sigorta girişini yapmamış,bırakın yapmayı özlük dosyası oluşturmamış...Dosyada olması gereken asgari evrakların Ağır ve tehlikeli işler raporu da dahil hiç birisinin olmadığı sadece boş dosyalara sahip işyerleri ile de karşılaştım...Yapmaları gereken işleri ivedilikle bitirmeleri gereken işleri içeren raporlar hazırladığımda ise oooo bunları kim yapacak..biz zekatımızı fitremizi veriyoruz..olursa Allahtan birşey cezamıza razıyız..Bu raporunuzdaki şeyleri yapmaya zamanımız ve ayıracak paramız yok diyerek aymazlıklarını ifade etmektedirler..Onun için siz sanırım işveren veya vekili olduğunuzdan dolayı uykularınız kaçıyor..Evet haklısınız ben de işveren olsam bu yasalar ve yeni mevzuat karşısında uykularım kaçardı..Hatta başıma gelecekleri düşündükçe sıyırmamak işten bile olmayabilirdi.Ve fakat tüm yasal gerekleri lafzı ile değil bir hakkın yerine getiren işverenlerin de Sn yyln bahsettiği gibi huzurlu olması gerekir ..Tüm gerekleri yerine getirmiş iseniz rahat olunuz..İşçinizinde yaptığı işte bir tehlike gördüğü anda işi reddetme hakkı var.Ve böyle bir işi reddetmediği ,tehlikeyi bilerek işini yerine getiren ve kazalanan işçi vefatından sonra bile yargılandığı mahkemede bilirkişi marifeti ile işi reddetmediği ve kendisine zarar verdiği için kusurlu bulunabilmektedir.Doğru olan işi reddetmesidir.İşi reddetse idi gerekli İş Güvenliği tedbirleri alındıktan sonra çalışsa idi kaza riski azalacak dolayısı ile de güvensiz durum ortadan kaldırılabilecekti.
Sizin örneğinizde de 20 yılda olmayan ve tecrübesinden dolayı ihtimal vermediğiniz İş Kazası 20 saniyede gerçekleşmektedir.Ve bu kaza o ustanın kendisine olan aşırı güveninden tedbirsiz çalışmasından kaynaklanmaktadır.Bu konuda da alınacak çok önemli tedbirler vardır.İşveren ne yapsın kolaycılığına kaçmak bizi olmuş olandan soyutlayamaz... |
HRMGR |
Sn. Keskin,
Temelde aslında birbirimizden farklı düşünmüyoruz. Belirttiğiniz tarz, yasayı bile bile uygulamayan, akamete uğratmak için kasıtlı olarak çaba harcayan işverenlerin, iş yapmalarının engellenmesi gerektiği görüşündeyim. Bunun için en etkili denetleme mekanizmaları kurulmalı ve hiçkimsenin gözünün yaşına bakılmamalıdır.
Yaşam tehlikesi varsa işçinin işi reddetmesi gerektiği, aksi halde sorumlu olacağı düşüncesinin de, 2005 sonu itibarıyla işsizliğin % 11,2 olduğu, kayıtdışı istihdamın % 48'leri bulduğu bir ülkede pratikte uygulanma olanağının bulunmadığını düşünüyorum.Böyle bir sorumluluğu işçinin sırtına yüklemek, işçiye büyük haksızlık olur. İşin olmadığı, var olan işin de aslanın midesinde bulunduğu ülkemizde, çok haklı nedenleri bulunsa bile işçiler iş akitlerini haklı nedenle tazminatlı şekilde bile feshetmekten kaçınmaktadır, zira tekrar iş bulma şansları çok düşüktür. Bu durum, genel ekonomik manzara, emeklerinin kötü niyetli kişilerce sömürülmesine yol açmaktadır. Bununla birlikte Devletin de; kayıt altında, iyiniyetli, mevzuatın gereklerini yerine getirenleri deyim yerinde ise kümesteki kazlar olarak görme, yüklendikçe yüklenme fikrinden vazgeçmemesi halinde işsizlik sorununun çok daha ileri boyutlara taşınacağını düşünüyorum.
Başka bir forumda okuduğum, avukat bir üyenin avukatlık stajı esnasında bir ceza hakimi ile arasında geçen anektodda ceza hakiminin bir sözü bende büyük saygı uyandırmıştı. Ceza hakimi özetle "100 kişiden 1'inin suçsuz olduğuna inanmam halinde, suçlu diğer 99'unu salmak pahasına, o 1 suçsuzun haksızlığa uğramamasına çalışırım" diyordu. Kastettiğim tam olarak bu olmasa da, hukuk sistemimizde suçsuzun "ben suçsuzum" adalet eninde sonunda % 100 benim suçsuzluğumu ortaya koyacaktır tarzı bir huzur içerisinde olmasını engelleyecek nedenler sizin de malumunuzdur. Hukukta her olayı ayrı değerlendirmek gerekir, ancak aynı konuda aynı mahkemenin ve hatta yüksek yargının birbiriyle tamamen zıt kararlarını görünce, bunu sadece "kaçak" bir karar olarak algılıyoruz, ya bu karar neticesinde haklı iken haksız çıkanlar... Yine başka bir forumda "hukukta 2+2 ne zamandır 4 ediyor" sorusuna, "hukuki kararlar 2+2=4' e ne kadar yaklaşırsa bu bilimin saygınlığının o ölçüde artacağını" yazmıştım. İşte bu nedenlerle tüm gerekleri yerine getirmiş olmakla birlikte, bir önceki mesajımda izah etmeye çalıştığım örnekleri de gözönüne alırsanız, işveren vekili sıfatımla rahat olamama nedenlerimi anlayacağınıza inanıyorum.
Bu vesile ile çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim. |
HRMGR |
Değerli yorumları ile konuya katkı sağlayan sayın üyeler,
İşverenin rücu sorumluluğu konusundaki fikir paylaşımımızda örnek olarak vererek uygulama sorunlarını eleştirdiğim, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 82. maddesine istinaden alelacele çıkarılan İş Güvenliği Uzmanlığı'nı tanzim eden Yönetmelik'in toplam 12 maddesini (böylece Yürürlük maddesi iptal olmasa da ortada uygulanacak bir Yönetmelik kalmadı), Danıştay 10. Dairesi bence çok yerinde tesbitlerle iptal etti. Karar aşağıdadır. Bilgilerinize sunarım.
T.C. DANIŞTAY ONUNCU DAİRE
Esas No : 2004/6075
Karar No : 2006/2159
Davacı : Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği
Vekili : Nurten Çağlar Yakış.
Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı-ANKARA
Davanın Özeti :
20.1.2004 tarih ve 25352 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "İş Güvenliği İle Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik"in 4., 5., 7., 8., 9., 10., 11., 12., 13., 14, 15., 16. ve 17. maddelerinin; 4857 sayılı İş Kanununun 82/2. maddesi Yönetmeliğin hazırlık aşamasında TMMOB'nin görüşünün alınmasını zorunlu kılmasına karşın idarenin, görüş almadan Yönetmeliği hazırlayarak yürürlüğe koyduğu, Yönetmeliğin "Tanımlar" başlıklı 4. maddesinin, 4857 sayılı Yasanın 82. maddesinde belirtilen "görevli mühendis" ibaresine aykırı olarak sayma yoluyla mühendislik disiplinlerini daralttığı, 7. maddenin, bugüne kadar meslek odasından iş güvenliği uzmanlığı belgesi almış olan mühendislerin kazanılmış haklarını yok saydığını ve maddenin başlığının "iş Güvenliği Uzmanının Nitelikleri" olarak belirlenmesine karşın madde hükmünde nitelik tanımlaması ve kriterine yer verilmediği, sertifika sınıflarının düzenlendiği 8. maddeyle Bakanlık bünyesinde çalışanların ayrıcalıklı kılındığı ve sınavsız sertifika hakkı verildiği, Yasanın 82. maddesinde "mühendis veya teknik eleman" sınırlaması yapılmasına rağmen Bakanlık bünyesinde çalışan tüm müfettişlerin kapsama dahil edilerek işletme, hukuk, iktisat v.b. fakülte mezunlarına da iş güvenliği uzmanlığı yolunun açıldığı, Eğitim ve Sınav Konuları ile ilgili 9. maddede düzenlenen İş Güvenliği Uzmanlığı Eğitim Komisyonunda Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin bir üyeyle temsiline yer verilmesinin Birliğin etkin olmasını engellediği, Yönetmeliğin 10. maddesiyle iş güvenliği uzmanlarına sertifika sınıfına göre çalışma esasının getirilmesinin özel bir alan olan iş güvenliği alanının sınıflandırılmasına yol açtığı ve risk gruplarına göre çalışma sonucunu doğurduğu bu yöntemin ise işyerlerinin hangi risk grubuna gireceği konusunda ülkemizde yeterli bilimsel verinin bulunmaması nedeniyle uygulanmasının bilimsel olmayacağı, iş güvenliği uzmanının hizmet süresiyle ilgili 11. maddede belirlenen hizmet süreleriyle İş Kanununun amaçladığı güvenlikli iş ortamının sağlanamayacağı, Yönetmeliğin 12, 13 ve 14. maddelerinin 11. maddeyle çeliştiğini çünkü iş güvenliği uzmanının anılan maddelerde belirlenen, görev, yetki ve sorumluluklarının 11. maddede belirlenen hizmet süresinde yerine getirilmesinin olanaklı olmadığı, iş güvenliği uzmanının işverenle sözleşme yapmasını düzenleyen 15. ve sözleşmenin herhangi bir nedenle geçerliliğini yitirmesi halinde, bu durumun idareye bildirilmesini öngören 16. maddesinin söz konusu nitelikleri itibarıyla iş güvenliği uzmanını işverene bağımlı hale getirdiği, Yönetmeliğin yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğinin belirlendiği 17. maddenin ise bu şekliyle Bakanlık personelinin sınavsız sertifika sahibi olmasının sağlanmasına yol açarak Bakanlık personeli lehine fiili durum yaratıldığı ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti:
3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 4857 sayılı İş Kanununun 82. maddesi, Anayasanın 124. maddesi hükümleri gereğince dava konusu Yönetmeliği çıkarma konusunda idarenin yetkili bulunduğu, Yönetmelik yürürlüğe konulmadan önce taslak halinde TMMOB'liğine gönderilerek görüşleri alındıktan sonra yürürlüğe konulduğu, hazırlık aşamasında Avrupa Birliğine üye on üye ülkenin iş güvenliği uzmanlarının eğitim düzeyleri ve iş güvenliği uzmanlığı eğitimine kabul kriterleri incelenip dikkate alındığı, 4857 sayılı iş Kanununun 82. maddesinde yer verilen "iş güvenliği ile görevli mühendis ve teknik eleman" ifadesi ile her iki meslek grubunun da uzman olarak istihdamına olanak sağlandığı," iş güvenliği uzmanı" ifadesi ile iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelendirildiği ve bu nitelemenin 4857 sayılı Yasanın 82. maddesiyle çelişmediği, TMMOB'nin görüşü alınmak üzere gönderilen Yönetmelik taslağıyla ilgili olarak mühendislik branşları ile ilgili herhangi bir öneride bulunulmadığı yalnızca Üniversitelerin diğer bölümlerinden mezun olup da işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yüksek lisans yapmış olanların teknik eleman tanımına sokulmasının bilimsel gereklere uygun olmadığının belirtildiği, en üst düzey (A) sınıfı sertifikaya sahip olabilmek için Yönetmelikle getirilen teorik ve pratik eğitim süresi, sınav koşulu, iş yeri tecrübesi dikkate alındığında iş güvenliği uzmanları için Yönetmelikte öngörülen eğitim sürelerinin Üniversitelerde verilen uzmanlık programı süresinin çok üzerinde olduğu, Bakanlık bünyesinde denetim yapan iş sağlığı ve güvenliği müfettişlerinin bu göreve gelmeden önce sınava girdikleri 3 yıl süren müfettiş yardımcılığı eğitiminden sonra mesleki deneyim kazanarak iş müfettişi unvanını aldıkları, idare bünyesinde görev yapan müfettişlere iş güvenliği uzmanlığı sertifikası verilirken belli bir süre çalışma deneyiminin arandığı, Yönetmeliğin 8/a maddesinde sözü edilen iş müfettişlerinden, yalnızca mühendis ve teknik elaman olan müfettişlerin anlaşılması gerektiği, işletme, hukuk, iktisat v.b. fakülte mezunu olan müfettişlerin sosyal konularda teftiş yaptıkları dolayısıyla davacı iddiasının aksine, sosyal yönden teftiş yapan müfettişlere iş güvenliği uzmanlığı sertifikası hakkı tanınmadığı, eğitim konusunda sosyal tarafların katılımına ve görüşlerine önem verilerek komisyonun bu şekilde oluşturulduğu, iş güvenliği uzmanlarının çalışma esasları iş yeri risk grubuna göre belirlenirken bu risk gruplarının tespitinde Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğünden, SSK Prim Tarifeleri listesinden, Gayrisıhhi Müesseseler Yönetmeliğinden yararlanıldığı, Yönetmeliğin 12. maddesinde belirlenen çalışma sürelerinin asgari süreler olduğu, iş güvenliği uzmanı ile işverenin yaptığı sözleşmenin bir nüshasının ve sözleşmenin feshi halinde bu durumun Genel Müdürlüğe bildirilmesinin 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerinin bir gereği olduğu, Bakanlıkça bu bilgilerin işyerlerinin kontrolünün ve takibinin sağlanması için istenildiği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hâkimi Ergün Özcan Düşüncesi:
Dava konusu Yönetmelik 10.6.2003 tarih ve 25134 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4857 sayılı Kanununun "iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlar" başlıklı 82. maddesinde yer verilen "Bu Kanuna göre sanayiden sayılan, devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işverenler, işyerinin iş güvenliği önlemlerinin sağlanması, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi hizmetlerini yürütmek üzere işyerindeki işçi sayısına, işyerinin niteliğine ve tehlikelilik derecesine göre bir veya daha fazla mühendis veya teknik elemanı görevlendirmekle yükümlüdürler. İş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri, sayısı, görev, yetki ve sorumlulukları, eğitimleri, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürütecekleri, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir." hükmüne dayanılarak yürürlüğe konulmuştur.
Aynı Yasanın Sağlık ve Güvenlik Tüzük ve Yönetmelikleri başlıklı 78. maddesinin 1. fıkrasında "Sağlık Bakanlığı'nın görüşünü alarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlemesi amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkarır." kuralı yer almıştır.
İş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri, sayısı ve sorumlulukları, eğitimleri ve çalışma şartları ile ilgili usul ve esasları belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan dava konusu Yönetmelikle; iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlara verilen görev ve sorumlulukların yerine getirilebilmesi için iş güvenliği ile ilgili olarak temel ilkelerin belirlenmesi gerekir. Bu itibarla yasa koyucu 4857 sayılı Yasanın 78. maddesinde yer alan hükümle, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel ilkelerin çıkarılacak tüzükle belirlenmesini amaçlamıştır.
Bu durumda, 4857 sayılı Yasanın 78. maddesi uyarınca iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili temel ilkelerin öncelikle üst hukuk normu olan bir tüzükle düzenlenmesi daha sonra bu tüzükle belirlenen ilkelerin işyerlerinde uygulanıp uygulanmadığının iş güvenliği elemanlarınca denetlenmesi açısından dava konusu Yönetmeliğin çıkarılması gerekirken belirlenen şekilde üst hukuk normu olan tüzük çıkarılmadan dava konusu Yönetmeliğin yürürlüğe konulmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu Yönetmeliğin iptaline karar verilmesi gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı Sevil Bozkurt Düşüncesi:
Dava, 20.1.2004 tarih ve 25352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren "İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin" şekil yönünden tamamının ,esas yönünden ise, 4,5,7,8,9,10,11,12,13,14,15 ve 17. maddelerinin iptali istemiyle açılmıştır.
Dava konusu yönetmelik 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 82. maddesi maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.
Anayasanın 124. maddesinde, başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelikler çıkarabilecekleri hükme bağlanmış olup davacının, dava konusu Yönetmeliğin dayanağı 4857 sayılı İş Kanununun 82. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiası ciddi görülmemiştir.
Anılan Kanunun 82. maddesinde; sanayiden sayılan, devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işverenler, işyerinin iş güvenliği önlemlerinin sağlanması, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi hizmetlerini yürütmek üzere işyerindeki işçi sayısına, işyerinin niteliğine ve tehlikelilik derecesine göre bir veya daha fazla mühendis veya teknik elemanı görevlendirmekle yükümlüdürler, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri, sayısı, görev, yetki ve sorumlulukları, eğitimleri, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürütecekleri, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir kuralı yer almaktadır.
Bu doğrultuda hazırlanan "İş Güvenliği ve Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik 20.1.2004 tarih ve 25352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
4857 sayılı İş Kanununun "Sağlık ve Güvenlik Tüzük ve Yönetmelikleri" başlıklı 78. maddesinin birinci fıkrasında "Sağlık Bakanlığı'nın görüşünü alarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkarır." kuralı yer almakla birlikte 4857 sayılı İş Kanununun " İş güvenliği ile görevli mühendis ve teknik elemanlar" başlıklı 82. maddesinin ikinci fıkrasında, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri, sayısı, görev, yetki ve sorumlulukları, eğitimleri, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürüteceklerinin yönetmelikle düzenleneceğinin açıkça kurala bağlandığı, bu durumda ilgili yönetmeliğin yürürlüğe konulması 78. maddede belirtildiği üzere tüzüğün öncelikli olarak yürürlüğe konulması şartına bağlanamayacağından şekil yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Yönetmeliğin esas yönünden incelenmesine gelince; 1. maddede; bu Yönetmeliğin amacının, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri, sayısı, görev, yetki ve sorumlulukları, eğitimleri ve çalışma şartları ile ilgili usul ve esasları belirlemek olduğu ifade edilmiş, 2. maddede Yönetmeliğin kapsamı, 3. maddede, dayanağı belirtilmiştir.
Yönetmeliğin 4. maddesinde bazı tanımlamalar yapılmış, "mühendis" tanımı verilirken; üniversitelerin, belirli bölümleri sayılarak bu bölümlerden mezun olanlar, bu tanıma dahil edilmiştir. Her ne kadar 4857 sayılı Kanunun 82. maddesinde, sanayiden sayılan işyerlerinde iş güvenliği ile ilgili mühendis ve teknik elemanların görevlendirileceği belirtilmiş ve bunların niteliklerini belirleme konusunda yetki verilmişse de; bu tanımlama yapılırken Yüksek Öğretim Kurumu müfredatında yer alan mühendislik alanları ile görev alanı kabul edilen sanayi ilişkisinin tam olarak değerlendirilmediği, 13.4.2004 tarih ve 25432 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin Risk Grupları Listesi Tebliğinde" sayılan risk grupları içinde yer alan bazı faaliyet alanlarında iş güvenliği yönünden görev üstlenmesi gereken mühendislerin bu düzenleme ile kapsam dışı bırakıldığı dikkate alındığında, sözü edilen maddede yer alan mühendis tanımının yasada bu yönde bir kısıtlama bulunmadığı halde bir kısım mühendislik disiplinini dışarıda bıraktığı, dolayısıyla iptali gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Yine aynı maddede tanımlanan "iş güvenliği uzmanı" tanımı içinde teknik elemanların da yer alarak aynı kategori içinde değerlendirilmesi ve "teknik eleman" tanımı açısından, her iki meslek grubunun da iş güvenliği açısından belirli nitelikleri taşımaları halinde uzman olarak görevlendirilmesinde kanundaki düzenleme dikkate alındığında bir engel bulunmamaktadır.
4857 sayılı Kanunun 82. maddesinde belirtilen işyerlerinde faaliyet gösteren işverenin iş güvenliği ile görevli mühendis ve teknik elemanları istihdamı konusundaki yükümlülüklerini düzenleyen 5. maddede mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Yönetmeliğin 7. maddesinde, "İş Güvenliği uzmanı nitelikleri" başlığı altında, iş güvenliği uzmanı olarak görevlendirilecek mühendis veya teknik elemanların, Bakanlıkça verilen iş güvenliği uzmanlık sertifikasına sahip olmaları gerektiği kurala bağlanmıştır. Bu maddede görevlendirilecek mühendis veya teknik elemanların nitelikleri konusunda bir belirleme yapılmamakla beraber, 8. maddede A-B ve C sınıfı iş güvenliği uzmanlığı sertifikası verilme koşulları belirlenmek suretiyle aranılan nitelikler ortaya konulmuştur. 4857 sayılı Kanunun 82. maddesi dikkate alındığında iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri ve eğitimlerini düzenleme konusunda davalı idareye yetki verildiğinin kabulü gerekmektedir. Yine aynı maddenin son fıkrasında sertifika sahiplerine 5 yıllık periyotlarla, Bakanlıkça düzenlenen bilgi yenileme eğitimine katılma zorunluluğu getirilmesi nedeniyle davalı idare tarafından verilen sertifikalar sürekli geçerli olmayacağından bu hüküm ve Yönetmeliğin Geçici 1. maddesinde yer alan bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren bir yıl süre ile iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlar için iş güvenliği uzmanlığı sertifikası şartı aranmayacağı yolundaki düzenleme ile 26.1.2006 tarih ve 26061 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, dava konusu yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair yönetmelik ile bu sürenin 20.9.2006 tarihine kadar uzatılması karşısında, davalı idare tarafından bu yetkinin kendi personeli için tek taraflı olarak kullanıldığından ve daha önce alınan sertifikalar yönünden kazanılmış hakların ihlalinden söz edilmesi mümkün değildir.
8. madde de iş güvenliği uzmanlığı sertifika sınıfları belirlenmiş, hangi niteliklere sahip mühendis ve teknik elemanlara ne tür sertifika verileceğinin koşulları belirtilmiştir, iş sağlığı ve güvenliği alanında en az üç yıl teftiş yapmış iş müfettişleri ile Bakanlık İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezi Müdürlüğünde iş sağlığı ve güvenliği alanında en az on yıl çalışmış mühendis ve teknik elemanlara sınavsız sertifika verilmesinin; sözü edilen kişilerin asıl görevlerinin iş sağlığı ve güvenliği olması ve gerekli bilgi ve deneyime sahip bulunmaları, nedeniyle bu kişilere bir ayrıcalıkta sağlandığından söz edilemeyeceğinin, son fıkrada düzenlenen 5 yıllık periyotlarla eğitim alma zorunluluğunun da bu durumu desteklediğinin kabulü gerekir. İş Teftiş Tüzüğünün iş müfettişi olabilme koşullarını belirleyen 4. maddesinin 1. fıkrasının (B) bendinde, işin yürütülmesiyle ilgili teftiş görevine alınacaklar için sosyal bilimler kökenli fakülte ve yüksekokullardan birini bitirmek şartı aranırken, işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili teftiş görevine alınacaklar için, elektrik, elektronik, maden, kimya, makina, inşaat, fizik, bilgisayar yüksek mühendisi veya mühendisi, tıp doktoru olma şartı aranmaktadır. Yönetmelikte iş güvenliği ile ilgili mühendislerle ilgili düzenleme yapıldığı dikkate alındığında, iş müfettişlerinden sadece mühendis unvanına sahip olanların bu sertifikayı alabileceği açık olup, düzenlemenin Bakanlık bünyesinde yer alan sosyal bilimler kökenli müfettişlere sertifika hakkı sağladığı şeklinde değerlendirilmesi mümkün değildir.
Yönetmeliğin 9. maddesinde, eğitim ve sınav konusunda düzenleme yapılmış, bu hususa ilişkin usul ve esasları belirleme görevi İş Güvenliği Uzmanlığı Eğitim Komisyonuna verilmiş, komisyonun oluşumu belirlenmiş, Komisyon tarafından tespit edilen sertifika eğitim programı ve sınavın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi tarafından yürütüleceği ifade edilmiştir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili olan kurumların tamamının komisyonda bir temsilci ile temsil edileceği şeklinde düzenleme yapılması karşısında, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin bir kişi ile temsil edilmesinin bu birliğin etkinliğini engellemesi söz konusu değildir. Yine Kanun tarafından eğitim konusunda verilen yetki dikkate alındığında, davalı idarenin komisyonca alınacak kararlar doğrultusunda sınav ve eğitim konusunda, bünyesindeki kuruluşları da kapsayacak şekilde faaliyette bulunması ve düzenleme yapmasına yasal engel bulunmamaktadır.
10. maddede, iş güvenliği uzmanlarının sahip oldukları sertifika sınıflarına göre çalışacakları işyerlerinin risk grupları yönünden görev alanları belirlenmiştir, işyerlerinin risk grubunun belirlenmesinde ülkemizde yeterli bilimsel veri bulunmaması nedeniyle risk grubuna göre çalışma esası getirilmesinin bilimsellikten uzak olduğu öne sürülmekte ise de Yönetmeliğin 11. maddesinde işyeri risk gruplarının belirlenmesinde 16.12.2003 tarih ve 25318 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, İşyeri Sağlık Birimleri ve işyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 21. maddesine atıfta bulunulması, bu Yönetmeliğin 21. maddesinde işyeri risk grupları belirleyen komisyonun yapısında Türk Mühendis ve Mimar Odaları temsilcisine yer verilmesi, anılan kurum temsilcisinin de yer aldığı komisyonca işyeri risk grupları belirlenirken komisyon çalışmalarında Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğünden, SSK Prim Tarife Listesinden, Gayri Sıhhi Müesseseler Yönetmeliğinden ve SSK iş Kazası ve Meslek Hastalıkları istatistiklerinden yararlanılması nedeniyle bu düzenleme hukuka uygun bulunmaktadır.
Yönetmeliğin 11. maddesinde iş güvenliği uzmanlarının, yönetmelikte belirtilen görevlerini yerine getirmek için işyerlerine ayda en az kaç işgünü gitmek zorunda olduğu risk gruplarına göre belirlenmiş ve bu sürelere uymak kaydıyla en fazla on işyeri ile sözleşme yapılabileceği belirtilmiş, 12. maddede iş güvenliği uzmanının görevleri, 13. maddede yetkileri 14. maddede ise, sorumlulukları sayılmıştır. Belirlenen sürelerin sayılan görevlerin yerine getirilmesi için yeterli olmadığı ileri sürülmüşse de; öngörülen bu sürelerin asgari süreler olduğu ve Yönetmeliğin 5. maddesinde, iş güvenliği uzmanlarına, belirtilen görevleri eksiksiz yerine getirebilmeleri için yeterli çalışma süresi sağlanacağı ve bu süre içinde başka bir işle görevlendirilemeyeceğinin öngörülmesi, ayrıca belirli risk grubuna giren ve belli sayıda işçi çalıştıran işyerlerinde daimi iş güvenliği uzmanının istihdamının zorunlu olması karşısında yapılan düzenlemede mevzuata ve hukuka aykırılık görülmemiştir.
15. maddede iş güvenliği uzmanının görevlendirilmesi düzenlenmiş ve bu hususta işverenle sözleşme yapılması öngörülmüştür. Sözleşme 4857 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler doğrultusunda yapılacağından iş güvenliği uzmanının haklarının yasayla güvence altına alınmış olup, sözleşmenin idareye bildirilmesi de denetim açısından güvence oluşturmaktadır. Bu düzenleme nedeniyle iş güvenliği uzmanlarının işverene bağımlı olduğu ileri sürülmüşse de, 4857 sayılı Kanunun 18. maddesinde,30 ya da daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde feshin geçerli sebebe dayanması zorunluluğu getirilmiş,19. maddede, işverenin fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin biçimde belirtmek zorunda olduğu öngörülmüş,21. maddede de geçersiz feshin sonuçları düzenlenmiş, bu durumun tespiti halinde işçiyi bir ay içinde işe başlatmak ya da tazminat ödeme yükümlülüğü getirilmiş olduğundan bu iddia dayanaktan yoksun bulunmaktadır.
Yönetmeliğin 17. maddesinde Yönetmeliğin yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. Bu maddenin Yönetmeliğin 8. maddesi ile değerlendirilmesi halinde davalı idarenin kendi personeline istihdam yaratma amacı taşıdığı ve davalı idarede çalışanlar dışında bu koşulları kimsenin taşımadığı iddia edilmişse de; Geçici Maddede, bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren bir yıl süre ile iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlar için iş güvenliği uzmanlığı sertifikası şartı aranmayacağının belirtildiği, iş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile bu sürenin 20.9.2006 tarihine kadar uzatılması karşısında, iddiaların dayanaksız olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Belirtilen nedenlerle dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinde yer alan "mühendis" tanımına ilişkin kısmının iptaline, diğer düzenlemelerin iptali isteminin ise reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince duruşma için önceden taraflara bildirilmiş bulunan 28.3.2006 tarihinde davacı vekili Av. Nurten Çağlar ile davalı idare Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nı temsilen Nurten Taşkaya'nın geldiği, Danıştay Savcısının hazır olduğu görülmekle açık duruşmaya başlandı. Taraflara usulüne uygun söz verilip dinlenildikten, Danıştay Savcısının düşüncesi alındıktan ve taraflara son kez söz verildikten sonra duruşmaya son verildi. Dava dosyası incelenip gereği görüşüldü:
Dava, 20.1.2004 tarih ve 25352 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik"in 4., 5., 7., 8., 9., 10., 11., 12., 13., 14, 15., 16. ve 17. maddelerinin iptali istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onuncu Daire Başkanı Ali Güven ile Üye Mehmet Ünlüçay'ın; 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Sağlık ve Güvenlik Tüzük ve Yönetmelikleri" başlıklı 78. maddesinin birinci fıkrasında "Sağlık Bakanlığı'nın görüşünü alarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkarır." kuralının yer aldığı, görüldüğü üzere yasa koyucunun, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel ilkelerin 4857 sayılı Kanun uyarınca çıkarılacak bir tüzükle, uygulamanın ise bu çerçevede çıkarılacak yönetmeliklerle düzenlenmesini amaçladığı, ancak 4857 sayılı İş Kanunu çerçevesinde işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili temel ilkeleri belirleyecek olan ve yönetmeliklere göre üst hukuk normu niteliği taşıyan tüzüğün, yasanın yürürlüğe girmesinden sonra öncelikli olarak hazırlanıp yürürlüğe konulmadığı, diğer yandan 4857 sayılı İş Kanununun "iş güvenliği ile görevli mühendis ve teknik elemanlar" başlıklı 82. maddesinin ikinci fıkrasında, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri, sayısı, görev, yetki ve sorumlulukları, eğitimleri, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürüteceklerinin yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüş olmakla beraber, anılan maddenin birinci fıkrasında sanayiden sayılan, devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işverenlerin, işyerinin iş güvenliği önlemlerinin sağlanması, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi için alınacak tedbirlerin belirlenmesi ve uygulanması amacıyla iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik eleman görevlendirileceği belirtilmek suretiyle, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların çalıştırılabilmesinin, bir işyerinde alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin, ilk yardım ve acil tedavi ile koruyucu sağlık hizmetlerinin neler olduğunun önceden belirlenmesi şartına bağlanmış olduğu, belirtilen bu hususlar ise anılan Kanunun 78. maddesi uyarınca çıkarılacak tüzükle düzenleneceğine göre, 78. maddede öngörülen tüzük yürürlüğe konulmadan, 20.1.2004 günlü, 25352 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğinin uygulanabilirliği ve hukuki geçerliliği olamayacağı, diğer yandan 4857 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinde, 1475 sayılı Kanuna göre halen yürürlükte bulunan tüzük ve Yönetmeliklerin bu Kanun hükümlerine aykırı olmayan hükümlerinin yeni Yönetmelikler çıkarılıncaya kadar yürürlükte kalacağı hükmüne yer verilmişse de; bu hükmün tüzük çıkarılmadan Yönetmelikle düzenleme yapılmasını öngörmediği gerekçesiyle dava konusu yönetmelik hükümlerinin iptali gerektiği yönündeki ayrışık oylarına karşılık davalı Bakanlıkça 4857 sayılı Yasanın 82. maddesinin verdiği yetki doğrultusunda Yönetmelik çıkarılabileceği kabul edilmekle işin esasına geçildi.
10.6.2003 tarih ve 25134 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4857 sayılı iş Kanununun "iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlar" başlıklı 82. maddesinde "Bu Kanuna göre sanayiden sayılan, devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işverenler, işyerinin iş güvenliği önlemlerinin sağlanması, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi için alınacak önlemlerin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi hizmetlerini yürütmek üzere işyerindeki işçi sayısına, işyerinin niteliğine ve tehlikelilik derecesine göre bir veya daha fazla mühendis veya teknik elemanı görevlendirmekle yükümlüdürler. İş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların nitelikleri, sayısı, görev, yetki ve sorumlulukları, eğitimleri, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürütecekleri, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir." hükmüne yer verilmiştir.
Davacı Türk Mühendis ve Mimar Odalar Birliği tarafından, Yönetmeliğin hazırlık aşamasında Birliğin görüşü alınmadan Yönetmeliğin hazırlanıp yürürlüğe konulduğu öne sürülmesine karşın, davalı idarenin 7.11.2003 tarih ve 33000 sayılı yazısı ile davacı Birliğin görüşünün istenilmesi ve 20.11.2003 tarih ve 687 sayılı yazı ile davacı Birliğin Yönetmelikle ilgili görüşünü davalı idareye bildirmesi karşısında anılan iddia yerinde görülmemektedir.
4857 sayılı Yasanın anılan hükmüne dayanılarak iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların niteliklerini, sayısını, görev, yetki ve sorumluluklarını, eğitimlerini ve çalışma şartları ile usul ve esaslarını belirlemek amacıyla sanayiden sayılan devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde uygulanmak üzere dava konusu olan İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik 20.1.2004 tarih ve 25352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.
Yönetmeliğin 4. maddesinde tanımlara yer verilmiş, 5. maddesinde işverenin yükümlülükleri belirlenmiş, 7. maddesinde iş güvenliği uzmanının nitelikleri saptanmış, 8. maddede sertifika sınıfları düzenlenmiş, 9. maddede iş güvenliği ile görevli mühendis ve teknik elemanların eğitim ve sınav koşulları ile ilgili kurallara yer verilmiştir. 10. maddede, iş güvenliği uzmanlarının sertifika sınıfına göre görev yapacakları işyerleri belirlenirken, 11. maddede iş güvenliği uzmanlarının hizmet süreleri, 12. maddede görevleri, 13. maddede yetkileri, 14. maddede sorumlulukları saptanmıştır. 15. maddede iş güvenliği uzmanının sözleşme ile görevlendirilmesi, 16. maddede sözleşmenin geçerliliğini yitirmesi halinde bu durumun idareye bildirilmesi ile ilgili hükümler ve 17. maddede yürürlük hükmü öngörülmüştür.
Yönetmeliğin tanımlar maddesinin düzenlendiği 4. maddesinde "Mühendis", Üniversitelerin kimya, makine, maden, jeoloji, metalürji, endüstri, elektrik, elektronik, inşaat, fizik jeofizik bilgisayar, tekstil, petrol, uçak, gemi, çevre, gıda mühendisliği ve mimarlık bölümleri ile ziraat fakültelerinin tarım makineleri bölümünden mezun olanlar olarak tanımlanmış, "Teknik Eleman" ise Üniversitelerin iş sağlığı ve güvenliği bölümleri, kimyagerlik, fizik, jeofizik ve jeoloji bölümleri ile Teknik Eğitim Fakültelerinden mezun olanlar şeklinde ifade edilmiştir. Aynı maddede "İş Güvenliği Uzmanı", Bakanlık tarafından sertifikalandırılmış, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik eleman olarak tanımlanmıştır.
4857 sayılı Yasanın 82. maddesinde "iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik eleman" kavramları kullanılmış, anılan madde hükmünde "iş güvenliği uzmanı" kavramına yer verilmemiştir.
Yönetmeliğin 4. maddesinde yapılan tanımlamalarda ise "mühendis ve teknik eleman" kavramları "iş güvenliği uzmanlığı" tabiri altında birleştirilerek "iş güvenliği uzmanı" adı altında farklı bir unvan ihdas edilmiş ve iki ayrı bilimsel kategori olan mühendislik disiplini ile teknik eleman yetiştiren disiplinler aynı kategoride toplanmıştır.
Buna göre, 4857 sayılı Yasada belirlenen "iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik eleman" kavramlarından farklı olarak "iş güvenliği uzmanı" kavramı adı altında, Yasada öngörülmeyen ve yasa hükmünü aşar tarzda yeni bir unvan ihdas edilerek yapılan düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Yönetmeliğin 4. maddesinde düzenlenen diğer tanımlarda ise hukuka aykırılık görülmemektedir.
İş Güvenliği Uzmanlığı Sertifika Sınıflarının belirlendiği Yönetmeliğin 8. maddesinde, A, B ve C sınıfı sertifikaların verileceği kişiler ve koşullar saptandıktan sonra "Eğitim ve Sınava" ilişkin 9. maddede, iş güvenliği uzmanlığı sertifika eğitim programlarının hazırlanması, uygulanması, sınav komisyonunun teşekkülü ve sınavın yapılış şekli ile ilgili usul ve esasların İş Güvenliği Uzmanlığı Eğitim Komisyonu tarafından belirleneceği ifade edilerek, bu Komisyonun; İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürünün başkanlığında, İş Teftiş Kurulu Başkanlığından iş sağlığı ve güvenliği alanında görevli bir müfettiş, İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezinden tek branşta bir elaman, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu ve en çok üyeye sahip işçi sendikaları konfederasyonundan birer üye ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından görevlendirilecek iş güvenliği konusunda çalışmaları olan bir öğretim üyesinden oluşacağı; komisyonun olağan ya da olağanüstü toplantıya çağrılma zamanı, toplantı ve karar usulü belirlenmiş olup komisyon tarafından belirlenen sertifika eğitim programı ve sınavın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi (ÇASGEM) tarafından yürütüleceği öngörülmüştür.
4857 sayılı iş Kanununun 82. maddesinin ikinci fıkrasında, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikte düzenlenecek hususlar arasında iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların eğitimleri de yer almıştır. Anılan madde gereği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların eğitimi konusunda düzenleme yapma yetkisi bulunduğu ve bu kapsamda söz konusu eğitim ile ilgili usul ve esasları belirleyebileceği açık olmakla beraber, yapılan bu düzenlemenin hukuka ve hizmet gereklerine uygunluğunun denetiminin yargı yerince yapılacağı da kuşkusuzdur.
3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2. maddesinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görevleri sayılmış ve maddenin (e) bendinde, çalışanların mesleki eğitimlerini sağlayıcı tedbirleri almanın, (g) bendinde de, iş sağlığı ve güvenliğini sağlayacak tedbirleri almanın Bakanlığın görevlerinden olduğu belirtilmiş, ancak bu maddede iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlara sertifika verilmesi konusunda Bakanlığa herhangi bir görev yüklenilmemiştir. Zira Bakanlığın ana hizmet birimlerinden olan İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğünün görevlerinin sayıldığı Kanunun 12. maddesinde, adı geçen Genel Müdürlüğe iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlara eğitim ve sertifika verme görev ve yetkisi tanınmamıştır.
Diğer yandan 7460 sayılı Kanun ile kurulan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezinin (ÇASGEM) görevleri, anılan Kanunun 2. maddesinde sayılmış ve (a) bendinde, "Bakanlık, bağlı kuruluşlar ile bağlı kuruluşun ilgili kuruluşlarının personeli ile özel veya kamu sektöründe faaliyet gösteren işyerlerindeki işçi, işveren veya yönetici personelin eğitimlerini sağlamak amacıyla; çalışma hayatı, sosyal güvenlik, işçi işveren ilişkileri, iş sağlığı ve güvenliği, işyeri hekimliği, toplam kalite yönetimi, iş teftişi, istihdam, verimlilik, iş piyasası etütleri, ergonomi, çevre, ilk yardım, iş istatistikleri ve benzeri konularda eğitim programları hazırlamak, seminerler düzenlemek ve bu konular ile ilgili araştırmalar yapmak" yer almış ise de, burada kastedilenin, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlara verilecek eğitim olmayıp, bakanlık personeli ile özel ya da kamu sektörü işyerlerindeki işçi, işveren ve yönetici personeli iş güvenliği konusunda bilgilendirmeyi amaçlayan eğitim olduğu açıktır.
Yine İş Güvenliği Uzmanlığı Eğitim Komisyonu, herhangi bir yasal dayanağı olmaksızın dava konusu Yönetmelikle oluşturulmuş ve iş güvenliği uzmanlığı eğitim programı, sınav komisyonu, sınavın yapılış şekli gibi kamu hizmetlerinde görevli ve etkin kılınmıştır.
4857 sayılı Kanunun 82. maddesinde, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların eğitiminin, bizzat Bakanlık ya da Bakanlığa bağlı kuruluşlar tarafından verilebileceği şeklinde münhasır bir yetki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına verilmediğine göre; iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanları eğitme ve sertifikalandırma yetkisinin; dava konusu Yönetmelikle, uzmanlık eğitimi veren kurum ve kuruluşlar (üniversiteler) devre dışı bırakılmak suretiyle, bu konuda örgütsel ve bilimsel donanımı olmadığı anlaşılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi'ne ve İş Güvenliği Uzmanlığı Eğitim Komisyonuna verilmesi şeklindeki düzenlemede hizmet gereklerine uyarlık görülmemektedir. İş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanlara verilecek bir eğitimin ancak üniversitelerde verilmesi olanaklı olduğundan İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin sertifika verilmesi ve sertifika sınıflarını düzenleyen 8. maddesi ile eğitim ve sınava ilişkin hususların düzenlendiği 9. maddesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.
İş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanların "İş Güvenliği Uzmanı" adı altında yeni bir statüde birleştirilmesi hukuka uygun olmaması nedeniyle, uygulanma olanağı kalmayan İş Güvenliği Uzmanı ibaresine yer verilen Yönetmeliğin 5. maddesinde, niteliklerinin belirlendiği 7. maddede, sertifika sınıflarının düzenlendiği 8. maddede, İş Güvenliği Uzmanının eğitimi ve sınava ilişkin koşullara yer veren 9. maddede, görev alanının öngörüldüğü 10. maddede, hizmet süresinin saptandığı 11. maddede, görevlerinin sayıldığı 12. madde ile yetkilerinin kurala bağlandığı 13 ve sorumluluklarının belirlendiği 14. madde ile iş Güvenliği Uzmanının işverenlerce görevlendirilmesini öngören 15. maddede dayanağı yasa hükümlerine ve hukuka uyarlık görülmemektedir.
Yönetmeliğin iptali istenilen 16. maddesinde, iş güvenliği uzmanı ile yapılacak sözleşmenin herhangi bir nedenle geçerliğini yitirmesi halinde, bu durumun taraflarca üç iş günü içinde Genel Müdürlüğe bildirileceği hükme bağlanmıştır. "İş Güvenliği Uzmanı" ibaresinin Yasaya uygun bulunmadığı yukarıda belirlendiğinden, iş güvenliği uzmanı ile yapılacak sözleşmenin geçerliliğini yitirmesi halinde bildirim yükümlülüğünü öngören 16. madde hükmünde de hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Öte yandan 16. maddede, iş güvenliği uzmanının görevine son vermede, işverenin fesih yetkisinin her koşulda varlığı ve geçerliliği kabul edilmiştir. Oysa iş güvenliğinden sorumlu mühendis ve teknik elemanının görevin özelliği gereği işveren ve işçilere karşı bağımsızlığının korunması gerekmektedir. Bu niteliği itibariyle Yönetmeliğin 16. maddesinde, haksız işten çıkarmaları önleyici, mesleki bağımsızlığı sağlayıcı bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Belirtilen bir sebeple de Yönetmeliğin 16. maddesi hukuka uygun değildir.
Dava konusu Yönetmeliğin yürürlüğünü düzenleyen 17. maddede ise hukuka aykırılık görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu Yönetmeliğin, 4. maddesindeki "iş güvenliği uzmanı" tanımının ve 5,7,8,9,10,11,12,13,14,15, ve 16. maddelerinin iptaline, 4. maddede yer verilen diğer tanımlar ve 17. madde yönünden davanın reddine, dava kısmen iptal, kısmen ret şeklinde sonuçlandığından aşağıda dökümü yapılan toplam 100.30.-YTL.- yargılama giderinden 67.- YTL'nın ve 900.-YTL.- avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, 33.30.- YTL.- yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına 28.3.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
|
hsarikyas |
konu ilgimicekti 3 ay önce işkazası yaşadım teknikerimiz vefat etti benve bir arkadaşım yaralandı /işçi/ sorum kim şuçlu ben mi arkadaşımmı yoksa teknikerimizmi olay 10saniye bile surmedi birde bizlerin işkazasına karşı özel sigortaoldugumuzortayacıktı bizde ssklıyız işveren sorumlu olmuyormu bu durumdan şucu başkalarına atmakla bu işler olmaz işçiyi egiteceksin ondan o işlere göndereceksin usta cırak işiyle bu sorunlar düzelmez ve herişkazasında işçiler vefat etme devam ederbu benim görüsüm |
HRMGR |
Sn. hsarikyas,
Öncelikle başsağlığı ve geçmiş olsun diyorum. İşçiyi eğitme, gerekli tedbirleri alma konusunda sizinle tamamen hemfikirim. Babadan kalma usta çırak ilişkileri ile bu işlerin yürümeyeceğini çok doğru tahlil etmişsiniz.
Bu forumdaki konu, birilerinin suçlanması değil, siz geçirdiğiniz iş kazası sebebiyle SSK'da tedavi olmuşsunuz. Bu hakkı işvereninizin yatırmış olduğu SSK primleri sayesinde kazandınız ve tedavi oldunuz. Rahmetli arkadaşınızın ailesine bir gelir bağlanacak, bu da işverenin ödediği primler sayesinde olacak. Bu forumdaki konu, SSK'nın işvereninizden bu konuda prim ödemiş olmasına rağmen, sizin tedaviniz veya vefat eden arkadaşınıza bağlayacağı geliri, işverenin olayda eğer bir kusuru varsa, tekrar talep etmesi durumudur. Bu olayda sizlerin herhangi bir hak kaybı bulunmamaktadır.
Bu vesile ile tekrar başsağlığı dilerim, size ve diğer yaralı arkadaşınıza geçmiş olsun.
Saygılarımla, |
yyln |
Peki, 1.1.2007 tarihinde yürürlüğe girecek olan 5510 sayılı yasa ile işverenler lehine konulmuş olan hükümler, yasanın yürülüğe girmesinden önce veya sonra
açılmış/açılacak olan davalarda nasıl etki gösterir? |
Bugünün tarihi: 05/05/2025 03:26:38 |