Hukuki.NET


05/05/2025  Eski forum arşivi bölümü

Hukuksal Tartışmalar




 


Forum:
ŞİİR DE LAZIM!...
ozcanhukuk ZINDANDAN MEHMED'E MEKTUP Zindan iki hece.Mehmed'im lafta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de geri adam,boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! Kavuşmak mı?..Belki ..Daha ölmedim! Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli... Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak! Bir alem ki, gökler boru içinde. Akıl,olmazların zoru içinde Üstüste sorular soru içinde. Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu? Buradan insan mı çıkar,tabut mu? Bir idamlık Ali vardı,asıldı Kaydını düştüler,mühür basıldı. Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı Ondan kalan,boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil... Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"! Çatık kaş...Hükümet dedikleri zat... Beni Allah tutmuş kim eder azat? Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçem... Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil; Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik,mintanlarla et. Somurtuş ki bıçak,nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccademin yönünde şefkat Beni kimsecikler okşamaz madem Öp beni alnımdan,sen öp seccadem! Çaycı,getir,ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim,senelik paydan! Zindanda dakika farksız aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük,duman duman erisin! Peykeler,duvara mıhlı peykeler Duvarda,başlardan,yağlı lekeler, Gömülmüş duvara,baş baş gölgeler... Duvar,katil duvar,yolumu biçtin Kanla dolu sünger... Beynimi içtin Sükût...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar Tek nokta seçemez dunyadan nazar Yerinde mi acep,ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz? Güneşe göç var da ,kalan biz miyiz? Ses demir,su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir. Ne gelir ki elden,kader bu,emir... Garip pencerecik,küçük,daracık; Dünyaya kapalı,Allah'a açık Dua,dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış... Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu İplik ki incecik,örer boşluğu Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş; Karanllığında nur,yeniden doğuş.... Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş! Sen bir devsin,yükü ağırdır devin! Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin! Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte! Ölsek de sevinin,eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın elbet bizim,elbet bizimdir! Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir! Necip Fazıl Kısakürek (Çile adlı şiir kitabından) ________________________________________________________________ Eve dönmez bir akşam; Ve gün yüzlü çocuğu, Sorar: Nerede babam? Bakarlar, oldu, bitti; Gelir, derler çocuğa, Baban attaya gitti. Uzar gider bu atta; Ve neler neler olmaz Ve kim bilir ve hatta; Bir mahşer gerisinde; Babası döner bir gün, Oğlunun derisinde... Necip Fâzıl Kısakürek
ozcanhukuk Dil yetmeyince.. Göz Görmeyince.. Hayat Zorlaşınca.. Dert bitmeyince.. Dönüp yalnızlığa kilitlenince.. O zaman şarkı söylemek lazım. (Bir Sezen Aksu şarkısından)
ozcanhukuk Ç İ L E Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birden bire dam. Gök devrildi, künde üstüne künde... Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin cıktı ihtiyar bacı! Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı. Ateşten zehrini tattım bu okun. Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum değdi burnuna (yok)un. Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı bosluk, Al sana hakikat , al sana rüya! İşte akıllılık , işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta , bana çil horoz Yepyeni bir dünya etti hediye. Bu nasıl bir dünya hikayesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kainat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim. Nesin sen , hakikat olsanda cekil! Yetiş körlük , yetiş takma gözde cam! Otursun yerine , bende her şekil; Vatanım, sevgilim , dostum ve hocam! * * * * Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın . Benliğim kazan ve aklım kepçe, Deliler köyünden bir menzil aşkın Her fikir içimde bir çifte kelepçe. Niçin küçülüyor eşya uzakta ? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ? Zamanın raksı ne , bu yuvarlakta? Sonu varmış , onu öğrensem asıl ? Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm , selam sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. Yalvardım: Gösterin bilmceme yol! Ey yedinci kat gök, esrarını aç! Annemin duası, düşte perde ol! Bir asâ kes bana , ihtiyar ağaç. Uyku katillerin bile çesmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak Teselli pınarı , sabır memesi; Size şerbet , bana kum dolu çanak. Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet, Sıırını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş , şehvet; Karınca sarayı , kupkuru kelle.... Akrep , nokta nokta ruhumu sokmuş. Mevsimden mevsime girdim böylece Gördüm ki , ateşte cımbızda yokmuş. Fikir çilesinden büyük işkence. * * * * Evet her şey ben de bir gizli düğüm Ne ölüm terleri döktüm , nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden! Ufuk bir tilkidir , kaçak ve kurnaz. Yollar bir yumaktır, uzun dolaşık Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tütüyor önümde mavi bir ışık. Büyücü büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman nedir inimde ? Camdan keskin , kıldan ince klıcın, Bir zehirli kımık gibi beynimde. Lügat , bir isim ver bana halimden ; Herkesin bildigi dilden bir isim! Eski esvaplarım tutun elimden Aynalar söyleyin bana ben kimim? Söyleyin, söyleyin, benmiyim yoksa, Arzı boynunuzda taşıyan öküz? Bela mimarının seçtiği arsa ; Hayattan muhacir , eşyadan öksüz? Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki , Arş ' a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var , ne hakikatta . Gözümü yumdukça gördüğüm nakış Boşuna gezmişim, yok tabiatta. İçimdeki kadar iniş ve çıkış. * * * * Gece hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamanın , hem geleceğin. Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede. Yandı sırça saray, ilahi yapı Binbir avizeyle uçsuz maddede. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik Ve çevre çevre nur , çevre çevre nur. İçiçe mimari , içiçe benlik Bildim seni ey Rab , bilinmez meşhur! Nizam kopürüyor, med vakti deniz Nizam köpürüyor,ta çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz Suda ezel fikri ebed duygusu. Kaçır beni ahenk , al beni birlik Artık barınamam gölge varlıkta Ver cüceye , onun olsun şairlik Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta Öteler öteler, gayemin malı Mesafe ekinim , zaman madenim Gökte samanyolu benim olmalı ; Dipsizlik gölünde , inciler benim. Diz çök ey zorlu nefs , önümde diz çök Heybem hayat dolu , deste ve yumak Sen bütün dalların birleştiği kök Biricik meselem , Sonsuza varmak... Necip Fazıl Kısakürek
ozcanhukuk Sakarya Türküsü İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük-küçük kâinat; Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabb’im isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur. Eyvah eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük? Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük! .. Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal; Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal. Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan; Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağı’nı assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .. Necip Fazıl Kısakürek
ozcanhukuk Utansın Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi küheylan, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın! Eski çınar şimdi noel ağacı; Dallarda iğreti yaprak utansın! Ustada kalırsa bu öksüz yapı, Onu sürdürmeyen çırak utansın! Ölümden ilerde varış dediğin, Geride ne varsa bırak utansın! Ey binbir tanede solmayan tek renk; Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın! Necip Fazıl Kısakürek
ozcanhukuk Âheste Çek Kürekleri Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın, Bir âlemi hayâle dalan âb uyanmasın. Âğuş'u nev-bahâr'da, hâbîdedir cihân; Sürsün sabâh-ı haşr'e kadar, hâb uyanmasın. Dursun bu mûsikî-i semâvî içinde sâz, Leyl-i tarâb'da bir dahî mızrâb uyanmasın. Ey gül, sükûtâ varmayı emr-eyle bülbüle, Gülşen'de mest-ü zevk olan ahbâb uyanmasın. Değmez Kemâl, uyanmaya ikmâl-i ömr içün, ... ________________________________________________________________ Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç sakladı Bir dakika araba yerinde durakladı Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler... Ellerim takılırken rüzgarların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına, Her tarafta yükseklik, her tarafta işsizlik, Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar. Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir rüzgâr ince ince, Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine. Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyordu, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine, Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan; Geçiyordu araba yola benzer bir sudan Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu; Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin viran hanı. Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı Gurbet çeken Gönüller kuşatmıştı ocağı, Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor, Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı, Gitgide birer ayet gibi derinleştiler Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler... Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, Aygın baygın maniler, açık saçık resimler... Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa; 'On yıl var ki ayrıyım Kınadağı'ndan Baba ocağından yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmışım ben' Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi... Gözüm imza yerinde başka ad görmedi Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına, Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına! Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor... Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide, İki dağ ortasında boğulan bir geçide Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu Burada son fırtına son dalı kırıyordu Yaylımız tükenirken yolları aynı hızla Savrulmaya başladı karlar etrafımızda Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü... Gönlümde can verirken köye varmak emeli Arabacı haykırdı 'İşte Araplıbeli' Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana Biz menzile vararak atları çektik hana. Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor 'Gönlümü çekse de yârin hayali Asmaya kudretim yetmez cibali Yolcuyum bir kuru yaprak misali Rüzgarın önüne katılmışım ben' Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım! 'Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı'mı el almış haram diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben' Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı! Az değildir, varmadan senin gibi yurduna Post verenler yabanın hayduduna kurduna! Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu? Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi hana sağ indi ölü çıktı gecende! Yaşaran gözlerimde her şey Artık değişti Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti... Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi. Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!... Faruk Nâfız Çamlıbel ________________________________________________________________ Mavi, maviydi gökyüzü Bulutlar beyaz, beyazdı Boşluğu ve üzüntüsü İçinde ne garip yazdı... Garip, güzel, sonra mahzun Ilıkla yağmur beraber, Bir türkü ki gamlı, uzun, Ve sen gülünce açan güller. Beyaz, beyazdı bulutlar, Gölgeler buğulu, derin; Ah o hiç dinmeyen rüzgar Ve uykusu çiçeklerin. Mor aydınlıkta bir çınar Veya kestane dibinde; Mahmur süzülen bakışlar İkindi saatlerinde.... Birden gülümseyen yüzün Sabahların aynasında Ve beni çıldırtan hüzün İki bakış arasında. Kim bilir imdi nerdesin? Senindir yine akşamlar; Merdivende ayak sesin Rıhtım taşında gölgen var. Ahmet Hamdi Tanpınar ________________________________________________________________
ozcanhukuk Sessiz Gemi Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nafile bek.. ________________________________________________________________ Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. ________________________________________________________________ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak Sular sarardı yüzün perde perde solmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller Durur dallarda alevden kanlı bülbüller Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta Ahmet Haşim ________________________________________________________________
ozcanhukuk Vuslat Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar, Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar, Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamani, Görmezler ufuklarda, şafak söktügü anı... Gördükleri ru'ya ezeli bahçedir aska; Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka. Bülbülden o eglencede feryad işitilmez; Gül solmayı; mehtab, azalıp gitmeyi bilmez... Gök kubbesi her lahza, bütün gözlere mavi... ... ________________________________________________________________ Mehlika Sultan Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Gece şehrin kapısından çıktı. Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Kara sevdalı birer aşıktı. Bir hayalet gibi dünya güzeli Girdiğinden beri rü'yalarına; Hepsi meşhur, o muamma güzeli Gittiler görmeye Kaf dağlarına. Hepsi, sırtında aba, günlerce Gittiler içleri hicranla dolu; Her günün ufkunu sardıkça gece Dediler: ''Belki bu son akşamdır'' Bu emel gurbetinin yoktur ucu; Daima yollar uzar, kalp üzülür: Ömrü oldukça yürür her yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür. Mehlika'nın kara sevdalıları Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya, Mehlika'nın kara sevdalıları Baktılar korkulu gözlerle suya. Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan... Ufku çepçevre ölüm servileri...'' Sandılar doğdu içinden bir an O, uzun gözlu, uzun saçlı peri. Bu hazin yolcuların en küçüğü Bir zaman baktı o viran kuyuya. Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü Parmağından sıyırıp attı suya. Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!.. Erdiler yolculuğun son demine; Bir hayal alemi peyda oldu Göçtüler hep o hayal alemine. Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Seneler geçti, henüz gelmediler; Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Oradan gelmeyecekmiş dediler!.. Yahya Kemal Beyatlı
ozcanhukuk ANNEME MEKTUP Ben bu gurbete ile düştüm düşeli, Her gün biraz daha süzülmekteyim. Her gece, içinde mermer döşeli, Bir soğuk yatakta büzülmekteyim. Böylece bir lâhza kaldığım zaman, Geceyi koynuma aldığım zaman, Gözlerim kapanıp daldığım zaman KAYLULE SULARI Toprak döşek,taş yastıK huzme emziren ağaç dünyayı dala astık bir saatlik bir ilaç oruç bozmayan su Peygamber uykusu Peygamber uykusu
ozcanhukuk bilirim ülkeme ait Yürekleri akdeniz gibi geniş, soluğu afrika gibi sıcak Göğüsleri Çukurova gibi mümbit Dağ gibi otururlar evlerinde Limanlar gemileri nasıl beklerse Öyle beklerler erkeklerini Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi. İsyan şiirleri bilirim sonra Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden Harfler harb düzeni almıştır mısralarda Kimi bir vurguncuyu gece ...
ozcanhukuk Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı Gâmım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı (Fuzûlî)
ozcanhukuk Üryan geldim gene üryan giderim Ölmemeye elde fermanım mı var Azrail gelmiş de can talep eyler Benim can vermeye dermanım mı var Dirilirler dirilirler gelirler Huzur-ı mahşerde divan dururlar Harami var diye korku verirler Benim ipek yüklü kervanım mı var Er isen erliğin meydana getir Kadir Mevlâ'm noksanımı sen yetir Bana derler gam yükünü sen götür Benim yük götürür dermanım mı var Karac'oğlan der ki ismim öğerler Ağı oldu yediğimiz şekerler Güzel sever diye isnad ederler Benim Hakk'dan özge sevdiğim mi var Karacaoğlan ________________________________________________________________ Yalancı dünyaya konup göçenler Ne söylerler, ne bir haber verirler Üzerinde türlü otlar bitenler Ne söylerler, ne bir haber verirler. Kiminin başında biter ağaçlar Kiminin başında sararır otlar Kimi masum, kimi güzel yiğitler Ne söylerler, ne bir haber verirler. Toprağa gark olmuş nazik tenleri Söylemeden kalmış tatlı dilleri Gelin duadan unutman bunları Ne söylerler, ne bir haber verirler. Kimisi dördünde, kimi beşinde Kimisinin tacı yoktur başında Kimi altı, kimi yedi yaşında Ne söylerler, ne bir haber verirler. Kimisi bezirgân, kimisi hoca Ecel şerbetini içmek de güç ya Kimi ak sakallı, kimi pîr hoca Ne söylerler, ne bir haber verirler. Yunus der ki, gör takdirin ileri Dökülmüştür kirpikleri kaşları Başları ucunda hece taşları Ne söylerler, ne bir haber verirler. Yunus Emre ________________________________________________________________ Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır. Bir tarih boyunca onun uğrunda Kendini tarihe verenlerindir. Tutuşup kül olan ocaklarından, Şahlanıp köpüren ırmaklarından, Hudutta gaza bayraklarından Alnına ışıklar vuranlarındır. Ardına bakmadan yollara düşen Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan Huduttan hududa yol bulup koşan, Cepheden cepheyi soranlarındır. İleri atılıp sellercesine Göğsünden vurulup tam ercesine, Bir gül bahçesine girercesine, Şu kara toprağa girenlerindir. Tarihin dilinden düşmez bu destan, Nehirler gazidir, dağlar kahraman, Her taşı yakut olan bu vatan, Can verme sırrına erenlerindir. Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil Bu sevgi bir kuru ifade değil, Sencileyin hasmı rüyada değil Topun namlusundan görenlerindir. Orhan Şaik Gökyay
ozcanhukuk BAYRAMLAR BAYRAM OLA Güneş yükselmeden kuşluk yerine Bir adam camiden döndü evine Oturdu sessizce yer minderine Kızı " bayram" dedi, yalınayaklı Adam " Bayram" dedi tam ağlamaklı Eli öpüldükçe içi burkuldu Konuşmak istedi dili tutuldu Güç bela ağzından bir " of" kurtuldu Oğlu " Bayram dedi sırtı yamalı Adam " he ya" dedi gözü kapalı Düşündü kış yakın, evde odun Yok Tenekede yağ yok, çuvalda un yok Yok yoka karışmış: tuz yok, sabun yok Avrat " Bayram" dedi eğdi başını Adam " evet" dedi, sıktı dişini Çalışsa ne iş var, ne cepte para Dağ oldu içinde büyüyen yara Dikti gözlerini karşı duvara Takvim " Bayram" dedi, silindi yazı Adam " öyle" dedi, bağrında sızı Döndürse yönünü herhangi dosta Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta Aylar, yıllar, günler erirken yasta; Yer - gök " Bayram" dedi ağzını açtı; Adam " Bayram" dedi evinden kaçtı. A. Karakoç
ozcanhukuk Aynalar Yolumu Kesti Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik; İşte yakalandık, kelepçelendik! Çıktınız umulmaz anda karşıma, Başımın tokmağı indi başıma. Suratımda her suç bir ayrı imza, Benmişim kendime en büyük ceza! Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme! Acı, hapsettiğin sefil gölgeme! Nur topu günlerin kanına girdim. Kutsi emaneti yedim, bitirdim. Doğmaz güneşlere bağlandı vade; Dişlerinde, köpek nefsin, irade. Günah, günah, hasad yerinde demet; Merhamet, suçumdan aşkın merhamet! Olur mu, dünyaya indirsem kepenk: Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk? Çıkamam, aynalar, aynalar zindan. Bakamam, aynada, aynada vicdan; Beni beklemeyin, o bir hevesti; Gelemem, aynalar yolumu kesti. Necip Fazıl Kısakürek
necocum İster beni hoş görün, ister vurun öldürün, İster bir cani gibi zindanda süründürün, Yeter artık illallah! Şu yangını söndürün, Amerikan doları bu yangına kar etmez, Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!.. “I love you America” yazılı durur duvarda, Donanmalar taşıdı yığın yığın hovarda, Kızlarımız dansetti, salep içtiler barda, Kimse görmez bunları, haya etmez, ar etmez, Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!.. Bankalar mabed oldu, daktilo sesi dua, Adet oldu hırsızlık,dalkavukluk ve riya, Yapmayanlar düz yolda kalıverirler yaya, Vallahi bilmem amma bu millet iflah olmaz, Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!.. Her yerde yükselirken avaze-i sefalet, Yurdu cennet gösterir radyo denen kör alet, İlahi bu ne halet, Ya Rab bu ne dalalet, Zorbalık, cebr-ü şiddet kimseye gık dedirtmez Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!.. Haykırırım hakkı her sözüm ağır olsa da, Şaklasa kamçı, sırtım onmaz yağırolsa da, Duyulmaz mı bu feryat insan sağır olsa da, Bu derde çare lazım, nutuklarla iş bitmez, Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!.. Osman Yüksel SERDENGEÇTİ (Uzun yıllar önce yazılan bu şiiri hala güncel olduğu için,sanıyorum o zaman büyük tepkilere ve protestolara rağmen gelen ABD donanmasının Çapkın(!) denizcilerinin rezaletleri ve öncesinde tepeden tırnağa temizlenen ve boyanan Zürafa Sok. gibi ayrıntıları vardı... Ama eninde sonunda yazılanlar üç aşağı beş yukarı hala geçerli...Donanmanın gelecek oluşu bile!)
nursel yöndem İNSANI İNCELEYEREK İNSANI TANIR KİŞİ YERLEŞMİŞ BU ORTA KARAR BERZAHIN ÜZERİNE ZEKASI KARANLIK, CİSMİ AŞIRI BÜYÜK BU VARLIK; ŞÜPHECİLİK AÇISINDAN FAZLA BİLGİLİ, STOACILARA GÖRE GEREĞİNDEN FAZLA ZAYIF, KALAKALIR İKİSİ ARASINDA; NE KIMILDAR NE DURUR; NE TANRI SAYMAYA KALKAR KENDİNİ, NE DE HAYVAN; BİLEMEZ AKLINI MI YEĞLESİN YOKSA VÜCUDUNU MU; ANCAK ÖLMEK GELİR ELİNDEN, AKLI YANILMAYA ERER; ACABA ÇOK MU DÜŞÜNÜR, YOKSA GEREĞİNDEN DE Mİ AZ; BİLGİSİ DE, BİLGİSİZLİĞİ DE BİRBİRİNE BENZER; DÜŞÜNCESİ TUTKUSU BİR KARGAŞA İÇİNDE, ZARARI DA KENDİNE, YARARI DA KENDİNE; YARI YÜKSELSİN DİYE DOĞMUŞ,YARI DA BATSIN DİYE; HEM EFENDİ HER ŞEYE, HEM KÖLE HERKESE; GERÇEĞİN TEK YARGICI, HER KONUNUN SINIRSIZ YANILANI, DÜNYANIN BİLMECESİ; EGLENCESİ, YÜZ AKI! (İnsan Hakkında Deneme’den alıntı- ALEXANDER POPE)
nursel yöndem İŞTE ORADA YATIYOR ŞİMDİ RAHAT VE MUTLU, SENİN DE İSTEYİP ÖZLEDİĞİN VE HER GÜN UZAĞINDAN GEÇTİĞİN O SONSUZ UYKUSUNDA NE KADAR DAYANIKSIZ TEN KORKARAK O KOCA DALGADAN BİRAZ ACI ÇEKSE O YOLCULUKTA? KATLANILMAZ MI O KISA ACIYA HUZUR GETİRİYORSA VE RUHU UYKUYA KAVUŞTURUYORSA MEZARDA? ÇİLEDEN SONRA UYKU, FIRTINADAN SONRA LİMAN, SAVAŞIP DİNLENMEK, YAŞAYIP ÖLMEK BÜYÜK HAZ VERİR İNSANA. (The Faerie Queen-Periler Kraliçesi’nden-EDMUND SPENCER)
nursel yöndem KENDİ İÇİMDEN KENDİME YÖNELİK RESİM YAPARKEN NE YAPTIĞIMI BİLİYORUM BEN, ALDIRMIYORUM İNSANLARIN BENİ YERMELERİNE YA DA ÖVMELERİNE. BİRİ ŞURADA, ÇARPITMIŞ DİYOR, MORELLO'NUN ÇİZGİLERİNİ; RENK TONUNU TUTTURAMAMIŞ; BUNDAN NE ÇIKAR? YA DA ÇİZGİLER DÜZGÜN, ÖLÇÜLÜ BUNUN NE ÖNEMİ VAR? NE DERLERSE DESİNLER, DAĞIN UMRUNDA DEĞİL BUNLAR, AMA KAVRAYACAĞI ŞEYİN ÖTESİNE UZANABİLMELİ İNSAN, YOKSA GÖKYÜZÜ NEYE YARAR? HERŞEY GÜMÜŞÜ GRİSİ, YUMUŞAK VE KUSURSUZ BENİM SANATIMDA: BU DAHA KÖTÜ! BEN BİLİYORUM NE İSTEDİĞİMİ, NEYİ ELDE EDEBİLECEĞİMİ, GENE DE ANLAMSIZ BUNU BİLMEK VE YAKINMAK, "KEŞKE İKİ KİŞİ OLSAYDIM, KENDİM VE BAŞKASI, BAŞIMIZ GÖRMEZDEN GELİRDİ O ZAMAN DÜNYAYI!" DİYE KUŞKUSUZ. Andrea del Sarto'dan alıntı-ROBERT BROWNING
ozcanhukuk Gök mavi,dal yeşil Toprak sarı olsun Kuşların çiçeklerin diyarı olsun Olursa bir şikayet ölüm'den olsun... C.S.TARANCI
nursel yöndem Her Ne Arar İsen Kendinde Ara Hararet nardadır sacda değildir Keramet baştadır tacda değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs'te Mekke'de Hac'da değil Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma Gerçek erenlerin sözünden çıkma Eğer insan isen ölmezsin korkma Aşığı kurt yemez uçta değildir HACI BEKTAŞİ VELİ
nursel yöndem VEDA... Hani o bırakıp giderken seni, Bu öksüz tavrını takmayacaktın, Alnına koyarken veda buseni, Yüzüme bu türlü bakmayacaktın, Hani ey gözlerim bu son vedada, Yolunu kaybeden yolcunun dağda, Birini çağırmak için imdada, Yaktığı ateşi yakmayacaktın, Gelsede en acı sözler dilime, Uçacak sanırım bir kaç kelime, Bir alev halinde düştün elime, Hani ey gözyaşım akmayacaktın? -----------------
nursel yöndem Sevmedin Beni Adını duvarlara yazamadım diye Resmini yollara çizemedim diye Uğruna canımı veremedim diye Sanma bir tanem sevmedim seni Kulun kölen olmadım diye Her dediğini yapmadım diye Hep yanında olmadım diye Sanma bir tanem sevmedim seni Seni çok severken bıraktın beni Perişan ettin seven kalbimi Tam aşkı bulmuşken terkettin beni Biliyorum bir tanem sevmedin beni
nursel yöndem What's This Life For Hurray for a child That makes it through If there's any way Because the answer lies in you They're laid to rest Before they know just what to do Their souls are lost Because they could never find What's this life for I see your soul, it's kind of gray I see your heart, you look away You see my wrist, I know your pain I know your purpose on your plane Don't say a last prayer Because you could never find What's this life for But they ain't here anymore Don't have to settle the score Cause we all live Under the reign of one king ----- Unforgiven I kept up With the prophecy you spoke I kept up with the message inside Lost sight of the irony Of twisted faith Lost sight of my soul and its void Think I'm unforgiven to this world Took a chance at deceiving myself To share in the consequence of lies Childish with my Reasoning and pride Godless to the extent that I died Think I'm unforgiven to this world Think I'm unforgiven Step inside the light and see the fear Of God burn inside of me The gold was put to flame To kill, to burn, to mould its purity
nursel yöndem WRONG WAY What makes you touch? What makes you feel? What makes you stop and smell the roses in an open field? What makes you unclean? What makes you laugh? What makes you cry? What makes our youth run From the thought that we might die? What makes you bleed? Somebody told me the wrong way What if I died? What did I give? I hope it was an answer so you might live I hope I helped you live Somebody told me the wrong way -------------- NEVER DIE Hands on a window pane Watching some children laugh and play They're running in circles With candy canes and French braids Inspired to question What makes us grown-ups anyway? Let's search for the moment When youth betrayed itself to age So let the children play Inside your heart always And death you will defy 'Cause your youth will never die In searching for substance We're clouded by struggle's haze Remember the meaning Of playing out in the rain We swim in the fountain Of youth's timeless maze If you drink the water Your youth will never fade Never die I won't let go of that youthful soul Despite body and mind my youth will never die ------------ INSIDE US ALL When I'm all alone And no one else is there Waiting by the phone To remind me I'm still here When shadows paint the scenes Where spotlights used to fall And I'm left wondering Let it be your friend It will help you carry on In the end There's a peace inside us all Life can hold you down When you're not looking up Can't you hear the sound? Hearts beating out loud Although the names change Inside we're all the same Why can't we tear down these walls? To show the scars we're covering There's a peace There's a peace inside us all Let it be, can't it be your friend?
ozcanhukuk ‘babama’ babam sabahları seher yeliyle mesh ederdi yüreğini tarhana çorbasına kaşık sallar nasırlı elleriyle tutardı çakmak tarlanın yolunu dudaklarında hep aynı türkü ‘divane aşık gibi dolaşırım yollarda kız senin sebebine kaldım istanbul’larda’ oysa istanbul onun için uzaklardaki oğula hasret bırakan bir koca şehir hiç gitmemiş hiç görmemiş oğlunun diline dolanan sokaklarında hiç yürümemiş yorgun yüreği her teklediğinde usulca kıvrılır bir köşeye oğlunu özlermiş dilindeki duaya mutlaka uzaklardaki oğlunu da eklermiş içinde düğümlenen hasreti yastık yapıp başına derin uykulara dalarmış babam ‘oğul! ey yüreği delişmen sevdalara tutkun oğul’ diye sayıkladığını söyler annem her akşam babam! ey yüreği uçsuz bucaksız kırlara teşne koca adam! bilir misin oğlun da özler seni sayıklar senin ismini her gece uykuyu kovalarken ıssız odalarında bu şehrin yüreğine sımsıcak ellerini düşürür durmadan. içinde hasretini büyütür. MUSTAFA KELOĞLU-"Babama"
nursel yöndem BAŞKA YARINLAR Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin, bugün dudağında başka bir tad var, boyunda başka bir yücelik. Bugün kırmızı gülün bir başka daldan. Ayın gökyüzüne bugün sığmamış. Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş. Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle, bir başka kavga var dünyada senin yüzünden, dünyada bir başka gidiş Biz senin gözlerinden gördük arslanlara meydan okuyan o ceylanı, Başka bir ovası var o ceylanın bugün iki cihandan da dışarı Seven insanın ayağı mı yok, işte ona ölümsüzlük kapandı. Yukarlarda onunla uçar gider. Gözlerinin denizinde onu arama. O inci bir başka denizde. Bakarsın bugün sever bu yürek, yarın sevilir bakarsın. Yüreğimin özünde başka yarınlar var. (Mevlana) AŞKTI O Aşktı o! Değiştiren tüm gecelerimi Aşktı o! Beni durup yenileyen Oydu, duygulu yapan hoyrat ellerimi Oydu, dolu dizgin gidişime dur diyen Bir bıçağın keskin yüzünde kan lekesiydim Aşktı yine beni yıkayan, arıtan su Böyle ak pak olacağımı bilir miydim? İçimde açmasaydı o sevmek duygusu Ben bir tutsağım şimdi sevgiye, gönüllü Çözmeyin ellerimi, zincirlerim kalsın Görsün prangalarım o doğacak günü Ve bu dünyaya aşk dolu şiirlerim kalsın Seninle her yerde güzel, her zaman yeni İstemem, sensiz hatırlamasınlar beni. (Ümit Yaşar Oğuzcan) Ah/ Sukut-ı hayal ateşiyle pürmelal yandığım sen miydin ah dallarına umutla konduğum sen miydin ah bir kenarda bırakıp şehla defineleri nice bin kez yolumdan döndüğüm sen miydin ah göğsümün duvarına işledim hayalini her saniye ismini andığım sen miydin ah bu hazin kayboluşta, bu gönül sahrasında bengisu diye içip kandığım sen miydin ah nasıl da kuytulandı yüreğim köşelerde tutundukça tahtından indiğim sen miydin ah bazen cehenneminde eridiğim yanardağ bazen kutuplarında donduğum sen miydin ah dağıttı efsunumu saçlarında sünbüller ruhuma leyla diye sunduğum sen miydin ah nice güller var imiş senden daha kırmızı hayatımın tek gülü sandığım sen miydin ah (Nurullah Genç) Give Justice A Hand
nursel yöndem ALINYAZISI SAATİ 2 Ne kadar uzaktık Dicle'den Çok yakınında doğmuşken Dicle ki aşağılarda köpüklerinden Bir şehir doğurmuş Bağdat'tır bu senin ülken Bağdat'tır bu kardeşim senin ülken Ayın Dicle'ye düşüp toprağa yükselmesi yeniden Ayna koparmak boyuna ayna koparmak güneşten Açık ve seçik bir fetih kılıçla yarılan güneşten Senin şehrin benim şehrim ve hepimizin şehri Bir nehrin şehri ki bizi yıkamıştır ruh ve beden İçimizde akmıştır gece ve gündüz demeden Gövdesinde izler benekler taşır Kara Âmid kalesinden Yaralar kaplan derisini cam gibi süsleyen Gönül yaraları fizikötesinden Ve bir şehir ki haber verir Gök yaratılmadan önceki gökten Zebercet seslerin ev kafesi oluşu Diş diş bahçe parmaklıkları gümüşten Hurmalar Dicle'nin çiçekleri peygamber armağanı Veliler armağanı Bağdat'a doğru gelen Boyuna gelen bin yıldan beri Bin bin yıl daha öteye giden Altın palmiyeler sulh ve sükûn defneleri Görmedim Bağdat'ı ne kadar görmek istemişken Bizi mahrum bırakmışlar birbirimizden Kendimiz mahrum bırakmışızdır kendimizi kendimizden Bağdat ki Kerbelâ şehitlerinin kanıdır harcı İslâm Uygarlığının Başkenti Harun Reşit barışı İmam-ı Âzam adaleti Cüneyd'in gözleri Geylâni'nin gönlü Ve Halid'in zikri Binbir gece ülkesi Binbir gündüz gerçeği Fuzuli'nin günü Leyli vü Mecnun nefesi Ve Hallac-ı Mansur'un kanıyla besli Gece meleği Yaksam bütün lâmbaları Çağırmak üzere ateş pervanelerini Fitili kıssam ışık baharını Yanmasın aşıkların yüreği Bir aldanışla bir yanışla Ulu bir kanışla bir yanışla O çocuğun kederini biliyorum Kaderi bir ağıt gibi sızdıran gönlüne Bağdat bir sarnıca ine ine Yaklaşıyor yeniden derinden derine Çarpılmanın mermerine Alçılar kırılıyor Lût gölü tuz gibi Dicle kara bir fırtınada dönüyor fırdolayı Çatlayan toprak karanlığın anası Ve su, kurumuş çiçeklerin damıttığı Kitap yüklü develer boğuldu Ateş yüklü atlar yüzerken yandı Kördüğümdür halifenin sırrı At nallarının altında Kuşlar ki boğazları tıkanmış mercandan Kıyamet habercisi çıkardığı seslerle Zeytin ezmesi sergisi sonsuz bir asfaltta Bilyeler üstünde kayan otomobiller göçünde Bir halk gidiyor burdan bilinmeyen bir yere Hâtıralarını savurarak sıcak bir rüzgârın küllerine Ve haberci diyor ki: n'oldu Bağdat Nerde onu koruyan sur ve perde İnsan ki yaşar eserde İnsan nerde ve eser nerde Devrilen her taş benim taşım Yıkılan her ev benim Benden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorum Yıkılan benim Ve haberci diyor ki: yıkılan benim Taşta suda hurmada Kuş boğazında Otomobil tekerinde petrol zerresinde Her zerrede ölen benim Ölen Bağdat benim Ve diyor ki haberci: Yanan ay sönen gün benim Çöken akşam gelen geceyim ben Neden anlamadın bütün bunları sen Ey Bağdat'ın altın anahtarını küle çeviren SEZAİ KARAKOÇ ---------- Alınyazısı Saati (İstanbul) Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun Yaklaştıkça büyüyen Ayrıntıları setleri bahçeleri Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan İşte ben o şehri yaşadım yıllarca İstanbul'da parça parça Çeşmelerinde ayı yaşadım Servilerinde ayla birlik bölündüm Ayla birlik yaralandım İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla Soludum bölük bölük ahiretin Keskin çizgili özgürlüğünü Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım Taşlarına adeta resmim işledi Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre İstanbul damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin Kozmik bakış metafizik sezgi Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi Hep İstanbul'da kırık dökük Parçalanmış silinmiş sönmüş Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler Su şırıltısından gök gürültüsüne değin Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi Ben yaşadıkça o yaşayacak bende Kimbilir belki o da dirilecek benimle İslam Milletinin dirilişinde O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya İnsanın insan olduğu o günde Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa Doğrul ve kalk ayağa Kemiklerinle etin arasında Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim Fırtına yaprak yaprak dökülüyor Gecenin tüyleri savruluyor havaya Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla Mübarek toprağın anlamından bile yoksun Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim Denizi yüklendim adeta denizle evlendim Denizle yaşadım denizle öldüm Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm Denizden denize yükseldim Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin -Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek- Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana olup biteni O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı Bir kartal taşırken yere düşmüş Ve kalakalmış kaldığı yerde Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne Yemişler ötesini berisini Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı Bir at gibi soluyorsun kulelerinle Deniz öfkenin köpükleriyle benekli Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda Yeniden sularından içelim kana kana Savaşabilirim bugün bütün dünyayla Gerekirse Ruhumuzun susadığı hakikat olan Evrensel İslam Barışının zaferi için Aşk için Tanrı hakikati aşkı için Göğe çıkan İsa yere insin diye -Fazla çıkardılar göğe- Gel ey Muhammed ve İsa hakikati Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları Savaşırım doğudan daha doğu Doğrudan daha doğru olanı bulmak için Zulme karşı savaşabilirim İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir Ebedi hakikat budur Bunun için savaşırım ben Bunun için kanım helal olsun Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak Bunun için savaşırım ben Servi için savaşırım çınar için savaşırım Tozlanmamış gün doğuşu için Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye Tuz deniz damlasında gülsün Çam denizle gülüşsün Su tenimizle barışsın Ruhumuzla ışısın diye Savaşçıyım ben atalarım gibi İstanbul için savaşırım Bağdat'ın dervişlik ortağı Şam'ın kılıç kardeşi Olan İstanbul için Benim güneşimden öteye kimse gidemez Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil "Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır" Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü Kıyamete kadar söylenecek türkü Sezai Karakoç Give Justice A Hand
nursel yöndem Her Şey Sende Gizli Yerin seni çektiği kadar ağırsın, Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın, Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün, Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun. Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın. Bir gün yalan söyleyeceksen eğer; Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret, Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın. Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın, Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! İşte budur yaşamak, Bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir, Kuşlar ötebildiği kadar sevimli, Bebek ağladığı kadar bebektir. Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin, bunu da öğren, SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN... Can Yücel Give Justice A Hand
Kaan V. HAZAN BAHÇELERİ Kalbim yine üzgün, seni andımda derinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden Geçtim yine dün eski hazan behçelerinden Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş Gördümki yazın bastığımız otları solmuş Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Yahya Kemal Beyatlı
Kaan V. UYU YAVRUM Uyu yavrum, uyanacak günler var, Yarınları gözetleyen dünler var. Baban şehit izlerinde ünler var. O izlerde sen de dolaş Öç gününe sen tezce ulaş Uyu yavrum, tepesinde haç yatan Camiler vardır bu mu seni ağlatan? Dayanamaz çiğnenmeye bu vatan Camilere götür hilal, Hem yurdu, hem de öcünü al. Ziya Gökalp
Kaan V. YA GAZİ Ol YA ŞEHİT Hadi yavrum ben seni bugün için doğurdum Hamurumu yiğitlik duygusuyla yoğurdum Türk evladı odurki yurdu olan toprağı Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırtmaz Bir yabancı bayrağı ezan sesi duyulan Hiçbir yere astırtmaz Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum köyüne, nişanlına veda et Sabanını tarlanı herşeyini feda et O silaha sarıl ki böyle günde bir erkek Bir dualı demirden başka birşey kullanmaz Bunu tutan bir bilek köleliğin Uğursuz zincirine uzanmaz Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum kendine sende yiğit er dedir Büyüdüğün gaziler ocağına can getir O cenkleri kazan ki senin büyük Türk adın Yedi iklim dört bucak içersine ün salsın Beş yüz yıllık ecdadın kabirlerde titreyen Kemikleri öç alsın Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum bugünde dertli ninen ağlasın Ayrılığın oduyla yüreğini dağlasın O yaşları saçsın ki senin aslan göğsünde Benim kanlı gözyaşım düşman için kin olsun Kara yerin yüzünde ayağının bastığı Dağlar beller leş olsun Mehmet Emin Yurdakul
nursel yöndem Dünya üç beş bilgisizin elinde Onlarca her bilgi kendilerinde. Üzülme, eşek eşeği beğenir Hayır var sana kötü demelerinde.. Ö. Hayyam Give Justice A Hand
gerunsal YALNIZLIK MACERASI Öyle yalnız kaldım ki hayatımda Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum Çok zaman annemin dizlerine hasret Koydum başımı kendi dizlerime Doya doya ağladım Paylaşırsa dost paylaşırmış İnsanın derdini sevincini Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör Hangi kapıyı çalsan kimseler yok Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar Aşık mı olmadım taparcasına Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum Sabahları sokağa çıkmadan evvel Cesaret şairim, cesaret Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri Sevgilimin saçları niyetine. CAHİT SITKI TARANCI Gökçe Erünsal
gerunsal DENİZİN DELİSİ Unutmak mı, delisin, Gitmesem de bekler orada deniz. Gelirsem bilmelisin Benim beklememdir burada deniz. Gitmek gibi geleceğim Denizin delisine. Delinin denizi gibi, O ne kadar giderse. ÖZDEMİR ASAF Gökçe Erünsal
gerunsal ATATÜRK'TEN SON MEKTUP Siz beni halâ anlayamadınız . Ve anlamayacaksınız çağlarca da... Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u" diyorsunuz. Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz . Mustafa Kemâl'i anlamak bu değil, Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil. Bırakın o altın yaprağı artık, bırakın rahat etsin anılarda şehitler. Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin. Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin ? Mustafa Kemâl'i anlamak yerinde saymak değil. Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil. Bana, muştular getirin bir daha, uygar uluslara eşit yeni buluşlardan.. Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı ? Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı ? Mustafa Kemâl'i anlamak avunmak değil, Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil. Halâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda, halâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz . Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın ! Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların.. Mustafa Kemâl'i anlamak gözboyamak değil, Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.. Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız ; laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil. Bilim ağartsın saçlarınızı.. Kitaplar.. Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar... Mustafa Kemâl'i anlamak ağlamak değil, Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil. Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü.. Görüyorum ki, halâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş, birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken. Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen ? Mustafa Kemâl'i anlamak itişmek değil, Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil. Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla. Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla. Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister, paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter ! Mustafa Kemâl'i anlamak aldatmak değil, Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil... Halim Yağcıoğlu Gökçe Erünsal
gerunsal VAZGEÇTİM Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki, çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki, yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki, ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem, dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki, korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki, çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki, kötüler kadı olmuş Yemen' e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama. William SHAKESPEARE (Çeviri : Can Yücel ) Gökçe Erünsal
gerunsal ARARSAN Beni aramaya çıkarsa düşlerin Hüznün ruhuna çizdiği resimlerdeyim Gamsız bir gecenin karanlığında değil Yüreğinde kanayan kesimlerdeyim Aklına düşerim hani olur da Güzelliklerin görünmeyen yüzünde ara Sevginin menfaate döndüğü yerde Bir gönül yarasının izinde ara Yıkılmış umutların enkazından geç Öksüz bir çocuğun gözünde ara Ağıtların tüttüğü evlere uğra Bir ananın boş kalmış dizinde ara Beni yıldızlarda arama boşa Yüreğini yasa boğan sızılardayım Dertlerinle bulursun beni başbaşa Senin gibi karayazılardayım Sahte sevgileri tanımaz kalbim Beni seven gönüllerin ocağında ara Menfaatle bakmasını bilmez gözlerim Beni gerçek dostlukların kucağında ara Mutluluğu anlatan şarkılarda değil Yaralı yüreklerin ağıtlarında ara Beni menfaat ve ihanetten uzakta Yağacak sevgi bulutlarında ara Öyle senden çok uzaklarda değilim Görmesini bilen gözlerin bakışındayım Belki sana senden daha yakın bir yerde Çarpan kalbinin her atışındayım Aklına düşerim hani olur da Beni sığmadığın duyguların içinde ara O kadar da kolay bulurum sanma Beni benim seni görebileceğim biçimde ara. (Yazarı bilinmiyor) internet yayını Gökçe Erünsal
gerunsal UZAK KADERLER İÇİN Birgün, bir yağmurla garip garip Çoluğu çocuğu terk edeceğim. Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım Alıp başımı gideceğim. Asır yirminci asırdır, amenna. Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi Uzaklar daha uzaklaşır. Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri Sımsıcak sevgilere muhtacım. Bir gün alıp başımı gideceğim Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar... Belimi bir ılık şal sarsın, mavi Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız Rüyâlarım unutulmuş bir handa pes desin Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında. Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde. Diyarı gurbette kanlı bir aşk, Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde. En uzak beyazlar, En yakın ikindilerde, duygulu Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam İçip içip ağlasam... Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum, Herkesin derdinden pay isterken? Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden. Birgün, bir parkta otururken, biliyorum Bir el yağmurla dokunacak omuzuma Bir çift göz, bir davet, bir kalp Çoluğu çocuğu terk edeceğim. Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak Toprak ve insan kokularıyla Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için Başımı alıp gideceğim. Edip Cansever Gökçe Erünsal
gerunsal DENİZİ ÖZLEYENLER İÇİN Gemiler geçer rüyalarımda Allı pullu gemiler.. Damların üzerinden, ben, zavallı, Ben, yıllardır denize hasret, Bakar, bakar ağlarım. Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı, Bir midye kabuğunun aralığından; Suların yeşili, göklerin mavisi, Lapinaların en harelisi... Halâ tuzlu akar kanım İstridyenin kestiği yerden. Neydi o deli gibi gidişimiz, Bembeyaz köpüklerle, açıklara! Köpükler ki, fena kalpli değil, Köpükler ki, duduklara benzer, Köpükler ki, İnsanlarla zinaları ayıp değil. Gemiler geçer rüyalarımda, Allı pullu gemiler.. Damların üzerinden, ben, zavallı Ben, yıllardır denize hasret. Orhan Veli Kanık Gökçe Erünsal
gerunsal BEN BİR EYLÜL- SEN HAZİRAN Bir eylüldü başlayan içimde Ağaçlar dökmüştü yapraklarını Çimenler sararmıştı Rengi solmuştu tüm çiçeklerin Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı Katar katar gidiyordu kuşlar uzaklara Deli deli esiyordu rüzgâr Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar Neydi o bir zamanlar Sevmişliğim, sevilmişliğim O heyheyler, o delişmenlikler neydi Ne bu kadere boyun eğmişliğim Ne bu acıdan korlaşan yürek Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım Beni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle Cana can katan güneşinle Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime Çiçekler açtı dokunduğun.. Çimler büyüdü yürüdüğün Ve güller katmer katmer oldu güldüğün yerde Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi Oldurduğun yemişlerin ağırlığından Dallarım yere değiyor Güneşi batmadan saçlarının Bir dolunay doğuyor bakışlarından Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık Başım dönüyor, off başım dönüyor yaşamaktan Ölebilirim artık Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma Baksana; parmak uçlarım ateş Lavlar fışkırıyor gözbebeklerimden Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan Benimle meydan oku her çaresizliğe Benimle uyu, benimle uyan Birlikte varalım onuncu aylara Ben bir eylül, Sen haziran... Ümit Yaşar Oğuzcan Gökçe Erünsal
Kaan V. Babama Selam Söyle Karlı bir akşamdı ankara'da; Son kez elele yürümüştük, Bitmesin istediğimiz yola. Kısacık beraberliğimizin bütün anılarını sığdırmıştık. Yazarsın bana demiştin. Bende yazarım sana sık sık. Ağlıyordum.... Sen görmeyesin diye kaldırmıyordum başımı. Elimi daha sıkı tuttun, Anlıyordum.... Bu ayrılığa dayanmıyordu kalbim, Öğrettiğim çiçek adlarını unutma dedin, Kelebekleri kitap arasında kurutma, Sık sık fotoğraf çektir, yolla bana, Kitaplarım sana emanet, İncitme kimseyi, kin büyütme kalbinde... Beni bekle... Yol bitti, gidiyordun artık; Sokakta gördüklerimi, filmlerdeki aktörleri sen sandım bir süre, Kin büyütmedim kalbimde söz vermiştim sana diye, Kitaplarını okudum, kelebeklerine dokunmadım, Öğrendiğim çiçek adlarına yenilerini ekledim, En çok fesleğeni, çoban heybesini, akşam sefasını sevdim. Seni beklerken çok şey öğrendim, Yolunu gözlediğim, sevdiğim ilk adam... Nasıl olsa bulacaktır diye, her görüşümde aynı sesle seslendim Uçak, babama selam söyle! Beni kötü rüyalardan uyandıran sevdiğim ilk adam... Bir bilsen seni nasıl özledim... Kar yağıyor şimdi, otuz yaşım bitti, Kitapların bende, kelebekler gibi kar taneleri, Kendi yolumda yürürken hiç unutmadım o cümleyi; Selamını aldım babacığım, Kin büyütmedim kalbimde.... Küçük kızının gözleri hala senin çiçeklerinde. Uçak, babama selam söyle! Uçak, babama selam söyle! İclal Aydın
Kaan V. Yagmur Ne zaman eskiyor sevgiler odenen bedellerin acisi gecince mi yagmur yagiyor mutfak camindayim nasil usudugumu bilemezsin menekselerim cicek vermiyor artik anne soyledigin gibi hep dibinden su verdim ama simdi telefon acsam sana sesini duymakta yetmiyorki.. hep ayni cumleler babamlar nasil ilacini aldi mi nedenini bilmedigim bir aglamak var icimde bi yerlere sigdiramiyorum yuregimi bazen dalip giderdin mutfakta yemek yaparken tahta kasikla tencerenin basinda, oylece ne dusunurdun acaba ozlemek cok fena anne anlamak seni daha da fena omuzlarim agriyarak uyaniyorum sabahlari benim kizimin omuzlari olmasina daha cok var gittikce sana mi benziyorum ben ya da, annenin kaderi kiza dedikleri dogru mu baban... eskitir herseyi kizim demistin bikez anlamamisim meger eskiyormus annecim omzunu ovucak kalmiyormus meger ayni evin icinde simdi duysan bunlari ne uzulursun, mutsuzmu kizim diye coktan kendinden vazgecmis bir sesle mutsuz degilim de anne, yagmura ve mutfagimdaki kedere care bulamiyorum evimi topluyor, toz aliyor, patlican kizartiyor televizyon seyrediyor, aksam calan kapiyi aciyorum actigimi goren olmuyor pisirdigim yeniyorda, guzel olmus denmiyor.. cay demleniyor, demleniyor, demleniyor.. kederim mutfagimin her yerine yerlesiyor ah nasil eskiyor hersey anne nasil eskiyor.. eskilerimi de atmaya kiyamiyorum seni cok ozluyorum.. bana yasakladigin bahceler, sanada mi uzakti hep gidemeyisine agladin mi ne zaman eskiyor sevgiler odenen bedellerin acisi gecince mi iste boyle.. kalbimde bir aci.. sarkilar seni soyler İclal Aydın
gerunsal SANA AKIYORUM Sana akıyorum, hiçbir şey bu akışı geri çeviremiyor. Çünkü her taraftasın. Sağımda, solumda, arkamda, karşımda. Ne yana dönsem, ne yana yol almaya kalksam ulaşılacak her noktada sen duruyorsun. Sana akıyorum çünkü senin yolunda yürüyorum. Önüme çıkan hiçbir sapak, hiçbir kavşak ilgilendirmiyor beni. Yürümenin en zor yol bu belki de. Ama tozundan toprağından, çakılından, çalısından şikayetçi değilim ben bu yolun. Sana ulaşmak için attığım her adımla mutlu oluyorum. Sana akıyorum, çünkü hayatın akışı kadar doğal sana akışım. Doğa, her cinsin yaşabilmesi için nasıl kurallar koymuşsa, benim yaşamamın da var olmamın da kuralı sensin Sana akıyorum, çünkü sesin de cisminde de kuşatmış durumda beni. Senin kuşatmana karşı savunma yapmıyorum. Kalemin bütün kapıları açık. Yıkıcı bir kuşatma olmadığını biliyorum. Böyle bir teslimiyet rahatsız etmiyor beni. Sana akıyorum, çünkü yüzüne, gözlerine, ellerine baktıkça kendimi görüyorum. Sesine yüklediğin gizli anlamları çözerken hep kendimden bir şeyler buluyorum. Sana akıyorum, çünkü paylaşacak daha çok şeyimiz var. Bugüne kadar paylaştığımız her şey daha sonra paylaşacaklarımızın habercisi. Hayatın herhangi bir yerinde bir çiçeği birlikte tutup, birlikte koklamak, sonra o kokunun bize verdiği hazla sıkı sıkı sarılmak istiyorum sana. Sana akıyorum, çünkü insanı tutkuyla, beklentisiz, delice sevmenin ne anlama geldiğini biliyorum. Birini böyle seveceksem, bu sen olmalısın. Sana akıyorum, çünkü seninle yaşamak sonu hiç gelmeyecek bir şölene benziyor. Bu şölenin tadını çıkarıyorum. Böylesine keyifli, böylesine eğlenceli bir şöleni yarıda bırakıp gitmek istemiyorum. Sana akıyorum, çünkü ' hayatın uslanmaz ruhusun' sen. İşte ben bu uslanmaz ruha aşığım salında. Seninle yenileniyorum, seninle yüreğime çöreklenmiş ne kadar kötülük varsa hepsinden bir anda arınıyorum. Sana akıyorum. Bütün coşkumla... Aşka dair ne varsa benimle birlikte onlar da akıyor sana. Benim gibi coşkun aktığı yolu çok iyi bilen bir ırmağa çevirebilecek tek güç sendin. Orada kal. Ayrılma yolumun üzerinden. Sana ulaşamasam bile bu yolda olmak da yeterli bana. Gökçe Erünsal
gerunsal And he pours himself another cup of coffee As he contemplates the stain across the wall and it's in between the cleaning and the washing That's when looking back's The hardest part of all And he always did his best to try and please her While she always did her best to make him cry And he got down on his knees to stop her leaving But he always knew one day he would say goodbye Where are your friends Where are your children Is this your house Is this your home Does nothing ever last forever Does everybody sleep alone And he tears the business tags from his old suitcase As he packs away the pieces of his life They all love him but they always try to change him That's what happens when a girl becomes a wife And he pours himself another cup of coffee As the pictures leave a clean space on the wall and it's in between the leaving and the loving That's when looking back's The hardest part of all Where are your friends Where are your children Is this your house Is this your home Does nothing ever last forever Does everybody sleep alone Gökçe Erünsal
gerunsal ONUR DA AĞLAR Gözlerinin pınarında Bir bulut, Boşandı boşanacak Nerdeyse. Aklımdan geçenleri Okuyorsun su gibi. Dünya gördü Bizi boğazladılar... Tutma gözyaşlarını Onur da ağlar... Bırak yıkansın gökyüzü, Lacivert, yeşil, altın Işıkları günbatının. İşte şafaktayız gene Çırılçıplak Ve mavi. İşte sanki dağ yeli Ve işte sanki meltem... Kimse toz konduramaz Kesip attığımız tırnağa bile Sen en güzel kızısın Bütün galaksilerin Bense tozuyum artık Akkor tozuyum Prometheus'u yakan Kara sevdanın... Ne alnımızda bir ayıp Ne koltuk altında Saklı haçımız Biz bu halkı sevdik Ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz Korkunç suçumuz... Ahmed ARİF Gökçe Erünsal
gerunsal ISLAK GÜL Seninle paylaşmak uykularda en büyük günahları Seninle uyanmak nice çılgın gecelerden sonra. Alır, götürür beni kokun uzaklara, en uzaklara Ağzın; dudaklarımda ıslak bir güldür sabahları Tenin çekiyor beni, tenin tutmuş saçlarımdan Afrikalı kölenim senin, esirinim, mecburunum Gözlerin değmese gözlerime kahrolurum Ölürüm, çekersen ellerini avuçlarımdan Dönsün başım, tutuşsun damarlarımda kanım Gel, otur yanı başıma, erişilmez kadınım Yum iri gözlerini, devir kirpiklerini Ser önüme, bir hazine gibi güzelliklerini Sana en muhtaç olduğum şu anda gel. Yaşamak olsan da gel, ölüm olsan da gel... Ümit Yaşar OĞUZCAN Gökçe Erünsal
gerunsal ESKİ ZAMAN AŞIĞI Ben, eski zaman aşığıyım. Sevda çeker, düşünürüm, ağlarım Bazen; tilki kadar kurnaz , bazen akılsız Bazen; çocuk gibiyim, bacak kadarım Herkes aşık olur, sevdalanır... Bir yolu var gönül çekmenin de. Benim ki; sevda değil ateşten gömlek. Bir kar düşmüş, ışıl ışıl yanar içimde Ama ben eski zaman aşığıyım. Sevmek kadar katlanmak da gelir elimden. Gece hayalimde gündüz fikrimde Ela gözlü o yar çıkmaz gönülden. Oktay Rıfat Gökçe Erünsal
gerunsal MELEĞİM Hani bulutlarla bana haber yollayacaktın, Sen her yağmur damlasına bir kelime yazacak; bende o damlaları avuçlarıma alıp, yazdığın mektubu okuyacaktım. Kokunu çiçeklere iliştirip yollayacaktın hani? Söz vermiştin... Bülbüller sözlerini getirecekti bana. Dalgalar, vurup vurup hasretini solumayacak mıydı? Yıldızlar, sana giden yolu gösterecek, mehtap, yolumuzu aydınlatacaktı. Aşkımıza ondan başka kimse şahit olmayacaktı Öyle sevecektik ki birbirimizi, sorgusuz sualsiz girecektik cennete. Kıskanacaktı nur'umuzu melekler bile... Şimdi neden solgunsun böyle bir tanem, Niçin açıp gözlerini ellerimden tutmuyorsun? Uzat ellerini, al beni de yanına. Bunca hasret yetmez mi çıkmak için katına, Yoksa gittin ve unuttun mu beni; Unuttun mu oralarda? Göz kırp bana yıldızlardan. Bir an bile durmam buralarda inan; Davetini bekliyorum Çağır geleyim artık, Çağır meleğim artık... Y.Bilinmiyor Gökçe Erünsal
gerunsal KEŞKE TANIMASAYDIM SENİ Keşke tanımasaydım seni Omuzlarıma bu kadar yük binmezdi o zaman Gözlerim ağlamayı bilmezdi O kadar sık kalbim çarpmazdı böyle delicesine, Benim de ellerim sımsıcak olurdu mutlaka Geceleri asla uykusuzluk çekmezdim sabaha kadar Rüyalarım hatta tatlı hayallerim olurdu Duygusuzca düşünmezdim yokluğunda günlerimi, saatleri hep Hiç üşümezdim böylesine ölü soğukluğunda Hırsım takip etmezdi beni, kötü kader Kan çanağına dönmezdi gözlerimin ta içi. Kayan yıldızlardın bende farklı dilekler tutardım, Duyardım, anlardım yanımda konuşulanı, Hayretim bu kadar artmazdı o zaman Ben de gülerdim zaman zaman Deniz ve mehtap benim için önemli olurdu. Hele kara saplı bıçak dostum olmazdı sırtımda Güneşsiz dünyamda kavrulmazdı ciğerim Beynim ise böylesine hırçın ağlamazdı. Kar yüreğime damla damla vurmazdı. Gözyaşım ruhumu daraltmazdı, benliğimi sıkıştırmazdı. En tiz sesiyle çığlıklar atmazdı göğsüm. Simsiyah yankılar oluşturmazdı uykumda. Saçıma sakalıma bende bakardım. Delicesine bütün gücümle sigaramı çekmezdim. Ya da keşke tanımasaydım seni... Keşke... Murat Göğebakan Gökçe Erünsal
gerunsal KIRÇİÇEĞİNİN ÖLÜMÜ Seni yolda buldum, Hem koparıp, hem de atmışlar. Oysa; ne canlı, Pırıl pırıldı renklerin Sen, koparılmadan önce. Kaderi bana benziyen kır çiçeği Gizleme n'olur gözlerini. Ağlıyorsun... Yokluğuna içerliyen Dağ öksüz, arı kızgın. Dokunmaya kıyamadım Ama okşadım, sevdim. Sessiz bir çığlık Büyüdü yüreğimde. Bir damla yaş, Süzülürken yanaklarından Söylenmemiş şeyler Yarım kaldı dudaklarında. Kimse de duymadı sesini Dağdan, kelebekten ve benden başka. Anlatılması zor, tarifi güç Koptu benden birşeyler. Kırçiçeğim, bir zamanlar Sen de yaşıyordun Sevgililerin Eline geçmeden önce... M.Fatih ÖZDEMİR Gökçe Erünsal
gerunsal ANLAR Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama İkincisinde daha çok hata yapardım Kusursuz olmaya çalışmaz...sırt üstü yatardım. Neşeli olurdum,ilkinde olmadığım kadar, çok az şeyi ciddiyetle yapardım Temizlik sorun bile olmazdı asla, daha çok riske girerdim, Yolculuk ederdim daha fazla Daha çok gün doğumu izler,daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim Görmediğim birçok yere giderdim. Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye. Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. Yaşamımın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben. Elbette mutlu anlarım oldu ama Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın. Hiçbir yere yanında termometre ,su,şemsiye ve paraşüt olmadan gitmeyen insanlardandım ben Yeniden başlayabilseydim eğer hiçbir şey taşımazdım. Eğer yeniden başlayabilseydim,ilkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım, Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,çocuklarla oynardım, Bir şansım daha olsaydı eğer, Ama işte 85’indeyim ve biliyorum... Ölüyorum... Jorge Luis Borges Gökçe Erünsal
ozgurcan Her sey sende gizli: yerin seni çektiği kadar ağırsın kanatların çırpındığı kadar hafif.. kalbinin attığı kadar canlısın gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin nefret ettiklerin kadar kötü.. ne renk olursa olsun kaşın gözün karşındakinin gördüğüdür rengin.. yaşadıklarını kar sayma: yaşadığın kadar yakınsın sonuna ne kadar yaşarsan yaşa, sevdiğin kadardır ömrün.. gülebildiğin kadar mutlusun üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin sakın bitti sanma her şeyi,sevdiğin kadar sevileceksin. güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın bir gün yalan söyleyeceksen eğer bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. işte budur hayat! işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun çiçek sulandığı kadar güzeldir kuşlar ötebildiği kadar sevimli bebek ağladığı kadar bebektir ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN... CAN YÜCEL ozgurcan
avukat62 Mona Roza Mona Roza siyah güller, ak güller, Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller, ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona Roza bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdelerı çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza ben bir deliyim Açma pencerelerini perdeleri çek Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığına Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi Seni hatırlatır her zaman bana Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeği eziyor gibi Ellerinden belli olur bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ellerin ve parmakların Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onkidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konarlar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak kiminin sarı Ah beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki ben Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Ki ben Mona Roza bulurum seni Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım uymaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Artık anla beni muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk bir garip bir mavi sızı Alev alev sardı her tarafımı Artık anla beni muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki can verir bir gülümsesen Bir tüy ki kapalı geceye güne Altın bilezikler o kokulu ten Mona Roza siyah güller ak güller Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller ak güller Sezai Karakoç
ozgurcan O Sözler Ki O sözler ki acıdır Mapusane avlularında Demirli kırbaçlar gibi şaklar O sözler ki sırasında Çiçek açmış bir nar ağacıdır Dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı Sırasında gizemli bıçaklar O sözler kiİmgelem sonsuzluğunun Ateşten gülüdürler Kelebek çarpıntılarıyla doğarlar ölürler O sözler ki kalbimizin üstünde Dolu bir tabanca gibi Ölüp ölesiye taşırız O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan Uğrunda asılırız Attila İlhan ozgurcan
ozgurcan ANLAR Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer, Oturup saymazdım eski yanlışlarımı. Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi. Ve elbette çok daha çoşkulu olurdu sevdalarım, İçine az buçuk da ciddiyet katılmış. Bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer. Korkmazdım daha çok riske girmekten Daha çok yolculuğa çıkar, Gündoğumlarını kaçırmazdım asla; Hele dağlara tırmanmanın keyfini. Hiç bilmediğim yerlere giderdim gidebildiğimce. Doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere. Öyle bir şansım olsa idi eğer, Dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı, Yanlızca düşlerin değil. İşte hani onlardan, Her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim. Aynı anlara geri dönebilse idim eğer, Yanlızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim yeniden. Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemşiyesi ve Paraşütsüz yerinden kıpırdamayanlardan biriydim. Ama yeni baştan başlayabilse idim eğer, İyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara. İlkbahara yalınayak girer, Sonbahara dek unuturdum pabuçlarla yürümeyi. Hiç bilinmeyen yollara dalardım, Tadını çıkarırdım gün ışığının, Çocuklarla daha çok oynardım, Sil baştan yapabilseydim eğer... Ama heyhat, seksen beşindeyim artık Ve biliyorum ki...Ölmekteyim... Jorge Luis Borges ozgurcan
yasanacakdunya YALNIZ DEĞİLİZ Bir ufka vardık ki artık Yalnız değiliz sevgilim. Gerçi gece uzun, Gece karanlık Ama bütün korkulardan uzak. Bir sevdadır böylesine yaşamak, Tek başına Ölüme bir soluk kala, Tek başına Zindanda yatarken bile, Asla yalnız kalmamak. Şafakları ben balığa çıkarım Akan akmayan sularda Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden Bir bahar akşamı dünyada. Ben dört duvar arasında değilim Pirinçte, pamukta ve tütündeyim, Karacadağ, Çukurova ve Cibalide. Zehirli kör yılanları Ve sıtmasıyla Gün yirmidört saat insan avında Karacadağda çeltikler. Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi - Ayak bileklerinde bir dizi boncuk, Sol omzunda nazarlık, Dağ başında unutulmuş üşümüş, Minicik bir aşiret kızının - Damla-damla, berrak olur pirinci. Kamyonlarla, katır kervanlarıyla Beyler sofrasına gider... Çukurovam, Kundağımız, kefen bezimiz Kanı esmer, yüzü ak. Sıcağında sabır taşları çatlar, Çatlamaz ırgadın yüreği. Dilerse buluttan ak, Köpükten yumuşak verir pamuğu. Külhan, kavgacıdır delikanlısı, Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun En çok Çukurovalılar mahpustur, Dostuna yarasını gösterir gibi, Bir salkım söğüde su verir gibi, Öyle içten Öyle derin, Türkü söylemek, küfretmek, Çukurova yiğidine mahsustur... Tütünü bilir misin? "Kız saçı" demiş zeybekler, Su içmez her damardan, Yerini kolay beğenmez, Üşür Naz eder, Darılır İki parmak arasında kıyılmış, Bir parçası var kalbimin İncecik, ak kağıtlara sarılır, Dar vakit yanar da verir kendini. Dostun susan dudağına... Sokaklardan, Kıyılardan, Gök mavisinden, Ekmeğinden, Canevinden ayrı düşmeye Yani bütün hasretlerin kahrına Ve zehrine çaresiz kalmaların, İlk nefesi Hızır gibi yetişir Cibalide sarılan cıgaranın... Tütün isçileri yoksul, Tütün işçileri yorgun, Ama yiğit Pırıl - pırıl namuslu. Namı gitmiş deryaların ardına Vatanımın bir umudu... Ahmet ARiF ozgurluk
yasanacakdunya AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSHANEYE Akşam erken iner mahpushaneye. Ejderha olsan kar etmez. Ne kavgada ustalığın, Ne de çatal yürek civan oluşun. Kar etmez, inceden içine dolan, Alıp götüren hasrete. Akşam erken iner mahpushaneye. İner, yedi kol demiri, Yedi kapıya. Birden, ağlamaklı olur bahçe. Karşıda, duvar dibinde, Üç dal gece sefası, Üç kök hercai menekşe... Aynı korkunç sevdadadır Gökte bulut, dalga kaysı. Başlar koymağa hapislik. Karanlık can sıkıntısı... "Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri, Bense volta'dayım ranza dibinde Ve hep olmayacak şeyler kurarım, Gülünç, acemi,çocuksu... Vurulsam kaybolsam derim, Çırılçıplak, bir kavgada, Erkekçe olsun isterim, Dostluk da, düşmanlık da. Hiçbiri olmaz halbuki, Geçer süngüler namluya. Başlar gece devriyesi jandarmaların... Hırsla çakarım kibriti, İlk nefeste yarılanır cıgaram, Bir duman alırım, dolu, Bir duman, kendimi öldüresiye, Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin, Ama akşam erken iniyor mahpushaneye. Ve dışarda delikanlı bir bahar, Seviyorum seni, Çıldırasıya... Ahmet ARiF ozgurluk
yasanacakdunya DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR VE ADİLOŞ BEBENİN NİNNİSİ 1. Varamaz elim Ayvasına, narına can dayanamazken, Kırar boynumu yürürüm. Kurdun, kuşun bileceği hal değil, Sormayın hiç Laaaaal... Kara ferman çıkadursun yollara, Yarin bahçesi tarumar, Kan eder perçem Olancası bir tutam can, Kadasına, belasına sunduğum, Ben öleydim loooy... Elim boş, Ayağım pusu. Bir ben bileceğim oysa Ne afat sevdim. Bir de ağzı var dili yok Diyarbekir Kalesi... 2. Açar, Kan kırmızı yediverenler Ve kar yağar bir yandan, Savrulur Karacadağ, Savrulur zozan... Bak, bıyığım buz tuttu, Üşüyorum da Zemheri de uzadıkça uzadı, Seni, baharmışın gibi düşünüyorum, Seni, Diyarbekir gibi, Nelere, nelere baskın gelmez ki Seni düşünmenin tadı... 3. Hamravat suyu dondu, Diclede dört parmak buz, Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa, Çayı kardan demliyoruz. Anam sır gibi saklar siyatiğini, "Yel" der, "Baharın geçer". Bacım, ikicanlı, ağır, Güzel kızdır, bilirsin. İlki bu, bir yandan saklı utanır Ve bir yandan korkar Ölürüm deyi. Bir can daha çoğalacağız bu kış. Bebeğim, neremde saklayım seni? Hoş gelir, Safa gelir, Ahmed Arif'in yeğeni... 4. Doğdun, Üç gün aç tuttuk Üç gün meme vermedik sana Adiloş Bebem, Hasta düşmeyesin diye, Töremiz böyle diye, Saldır şimdi memeye, Saldır da büyü... Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü... Bu, namustur Künyemize kazınmış, Bu da sabır, Ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara Sarıl da büyü... Ahmet ARiF ozgurluk
yasanacakdunya YASAMAYA DAIR 1 Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. 1947 2 Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 1948 3 Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "Yaşadım" diyebilmen için... Nazım HiKMET ozgurluk
yasanacakdunya ACIYA BAL EYLEDİK "Pir Sultan ölür dirilir" bak şu bebelerin güzelliğine gözü destan kaşı destan elleri kan içinde kör olasın demiyorum kör olma da gör beni damda birlikte yatmışız öküzü hoşça tutmuşuz koyun değil şu dağlarda san kendimizi gütmüşüz hor baktık mı karıncaya kırdık mı kanadını serçenin vurduk karacanın yavrulusunu ya nasıl kıyarız insana sen olmazsan öldürmek ne çürümek ne zindanlarda özlem ne ayrılık ne yokluk ne yoksulluk ne ilenmek ne dilenmek ne işsiz güçsüz dolanmak ne gün gün ile barışmalı kardeş kardeş duruşmalı koklaşmalı söyleşmeli korka korka yaşamak ne kahrolasın demiyorum kahrolma da gör beni kanadık toprak olduk çekildik bayrak olduk döküldük yaprak olduk geldik bugüne ekmeği bol eyledik acıyı bal eyledik sıratı yol eyledik geldik bugüne ekilir ekin geliriz ezilir un geliriz bir gider bin geliriz beni vurmak kurtuluş mu kör olasın demiyorum kör olma da gör beni Hasan Hüseyin KORKMAZGiL ozgurluk
yasanacakdunya HAZİRAN`DA ÖLMEK ZOR Gece leylak ve tomurcuk kokuyor Yarali bir sahin olmus yuregim Uy anam anam , Haziranda olmek zor Calismisim onbes saat Tukenmisim onbes saat Yorulmusum , acikmisim,uykusamisim Anama sovmus patron Sikmisim dislerimi Islikla soylemisim umutlarimi Sicak bir ev ozlemisim Sicak bir yemek Sicacik bir yatakta unutturan opucukler Cikmisim bir dalgadan, vurmusum sokaklara Sokakta tank paleti Sokakta duduk sesi Sari sari yapraklarla dallarda Insan iskeletleri Gece leylak ve tomurcuk kokuyor @Uyarina gelirse tepemde bir de cinar@ demistin yillar once Demek ki on yil sonra Demek ki sabah sabah Demek ki manda gozu Demek ki Sile bezi Bir de memedin yuzu Bir de saman sarisi Bir de ozlem kirmizisi Demek ki goctu usta Kaldi yurek sizisi Yillar var ter icinde tasidim ben bu yuku Biraktim acinin alkislarina Uc Haziran altmisucu Bir kirmizi gul dali egilmis ustune Bir kirmizi gul dali simdi uzakta Oksar yanan alnini Nazim Ustanin Bir kirmizi gul dali egilmis ustune Bir kirmizi gul dali simdi uzakta Yatiyor oralarda Bir eski gomutlukte Yatiyor usta Gece leylak ve tomurcuk kokuyor Gecsem de golgesinden tankalrin tomsonlarin Suramda bir kus otuyor. Haziranda olmek zor...... Hasan Hüseyin KORKMAZGiL ozgurluk
ozgurcan Aydın Mısın Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden Tabanında depremi kara güllelerin Duymuyor musun Kaldır başını kan uykulardan Böyle yürek böyle atardamar Atmaz olsun Ses ol ışık ol yumruk ol Karayeller başına indirmeden çatını Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm Alıp götürmeden büyük denizlere Çabuk ol Tam cağı ise başlamanın doğan gün Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden Her satırında buram alin teri Her sayfası günlük güneşlik Utanma sucun tümü senin değil Yırt otuzunda aldığın diplomayı Alfabelik çocuk ol Yollar kesilmiş alanlar sarılmış Tel örgüler çevirmiş yöreni Fırıl fırıl alici kuşlar tepende Benden geçti mi demek istiyorsun Aç iki kolunu iki yanına Korkuluk ol Rıfat Ilgaz ozgurcan
ozgurcan KARANFIL SOKAGI Tekmil ufuklar kisladi Dört yön,onalti rüzgar Ve yedi iklim beskita Kar altindadir. Kavusmak ilmindeyiz bütün fasillar Ray, asfalt, sose, makadam Benim sarp yolum, patikam Toros, Anti-toros ve asi Firat Tütün, pamuk, bugday ovalari,çeltikler Vatanim boylu boyunca Kar altindadir. Dögüsenler de var bu havalarda El, ayak buz kesmis, yürek cehennem Ümit, öfkeli ve mahzun Ümit, sapina kadar namuslu Daglara çekilmis Kar altindadir. Sarkilar bilirim çig tutmus Resimler, heykeller, destanlar Usta ellerin yapisi Kolsuz,yari çiplak Venüs Trans-nonain sokagý Garcia Lorca'nin mezari, Ve gözbebekleri Pierre Curie'nin Kar altindadir. Duvarlari kati sabir taþindan Kar altindadir varoslar, Hasretim nazlidir Ankara. Dumanli havayi kurt sevsin Asfalttan yürüsün Aralik, Sevmem, netameli aydir. Bir baska ama bilemem Bir kaçinci bahara kalmistir vuslat Kalbim, bu zulümlü sevda, Kar altindadir. Gecekondularda hava bulanik puslu Altindag gökleri kümülüslü Ekmege, aska ve ömre Küfeleriyle hükmeden Cigerleri küçük, elleri büyük Nefesleri yetmez avuçlarina -Ilkokul çaginda hepsi- Kenar çocuklari Kar altindadir. Hatip Çay'inin öte yüzü iliman Bulvarlar çakirkeyf Yenisehir'de Karanfil Sokaginda gün açmis Hikmetinden sual olunmaz degil "mucip sebebin" bilirim Ve "kafi delil" ortada... Karanfil sokaginda bir camli bahçe Camli bahçe içre bir çini saksi Bir dal süzülür mavide Al - al bir yangin sarkisi, Bakmayin saksida boy verdigine Kökü Altindag'da, Incesu'dadir. Ahmet Arif ozgurcan
ozgurcan ASK Simdi sen kalkip gidiyorsun. Git. Gozlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Oysa ben senin gozlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugun iyi uyanmistik Sevgiyeydi ilk acilisi gozlerimizin sirf onaydi Bir kus konmus parmaklarima uzun uzun otmustu Bir sevismek gelmis bir daha gitmemisti Yoktu dunlerde evvelsi gunlerdeki yoksullugumuz Sanki hic olmamisti Oysa kalbim iste suracikta carpiyordu Surda senin gozlerindeki bakimsiz mavi, guzel lafli Istanbullar Surda da etin cogaliyordu dokundukca laflarin dunyalarin Oyle duzeltici oyle yerine getiriciydi ki sevmek Ki Karakoy koprusune yagmur yagarken Biraksalar gokyuzu kendini ikiye bolecekti Cunku iki kisiydik Oysa bir bardak su yetiyordu saclarini islatmaya Bir dilim ekmegin bir iki zeytinin basinaydi doymamiz Seni bir kere opsem ikinin hatiri kaliyordu Iki kere opeyim desem ucun boynu bukuk Yuzunun bitip vucudunun basladigi yerde Memelerin vardi memelerin kahramandi sonra Sonrasi iyilik guzellik. Cemal SÜREYYA ozgurcan
ozgurcan Yasadiklarimdan ogrendigim bir sey var: Yasadin mi, yogunluguna yasayacaksin bir seyi Sevgilin bitkin kalmali opulmekten Sen bitkin dusmelisin koklamaktan bir cicegi Insan saatlerce bakabilir gokyuzune Denize saatlerce bakabilir, bir kusa, bir cocuga Yasamak yeryuzunde, onunla karismaktir Kopmaz kokler salmaktir oraya Kucakladin mi simsiki kucaklayacaksin arkadasini Kavgaya tum kaslarinla, govdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandin mi bir kez simsicak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir tas gibi dinleneceksin Insan butun guzel muzikleri dinlemeli alabildigine Hem de tum benligi seslerle, ezgilerle dolarcasina Insan baliklama dalmali icine hayatin Bir kayadan zumrut bir denize dalarcasina Uzak ulkeler cekmeli seni, tanimadigin insanlar Butun kitaplari okumak, butun hayatlari tanimak arzusuyla yanmalisin Degismemelisin hic bir seyle bir bardak su icmenin mutlulugunu Fakat ne kadar sevinc varsa yasamak ozlemiyle dolmalisin Ve kederi de yasamalisin, namusluca, butun benliginle Cunku acilar da, sevincler gibi olgunlastirir insani Kanin karismali hayatin buyuk dolasimina Dolasmali damarlarinda hayatin sonsuz taze kani Yasadiklarimdan ogrendigim bir sey var: Yasadin mi buyuk yasayacaksin, irmaklara, goge, butun evrene karisircasina Cunku omur dedigimiz sey, hayata sunulmus bir armagandir Ve hayat, sunulmus bir armagandir insana... Ataol BEHRAMOÐLU ozgurcan
ozgurcan PERÝÞAN Gözlerinde deniz, gözlerinde gemi Gözlerinde çýrýlçýplak çocuklar Rüzgar esiyor rüzgar, meltemdir Güzel dünya üzerinde matemdir Kalbimizin üç köþesi yangýn yeri, periþan Güzel þehir diri diri periþan Güzel yaðmur, çirkin olur yoksul gözünde Ýsyan deðil, arzudur, þimþek þimþek parlayan Konuþ toprak, konuþ meydan Ýnsanoðlu her gün daha periþan. Cahit IRGAT ozgurcan
ozgurcan SOLUK SOLUGA Büyük aþklar yolculuklarla baslar ve serüvenciler düþer bu yollara ancak Onlar ki dünyanin son umudu soylari tükenen birer çilgindirlar Ne bir adresleri vardi onlarin yeryüzünde ne de asktan baska bir siginaklari Ama yasarlar dünyanin dört bir yayinda Ölümle alay ederler sanki Nerede beklenirse oradaydilar bir kez bile gecikmediler ömür boyu Neydi onlari ordan oraya savurup duran sey Onlari daima yalniz kilan neydi bu yasam denilen gürültüde Her dilden bir adlari vardi onlarin ama hiçbir ülkenin kimligini tasimadilar Sarisindilar belki de esmer yani birçok yüzün bileskesi Ahmet TELLi ozgurcan
ozgurcan GÝDERSEN YIKILIR BU KENT Gidersen yýkýlýr bu kent, kuþlarda gider Bir nehir gibi susarým yüzünün deltasýnda Yanlýþ adresteydik, kimsesizdik belki Sarýþýn bir þaþkýnlýk olurdu bütün ýþýklar Biz mi yanlýzdýk, durmadan yaðmur yaðardý Üþür müydük nar çiçekleri ürpeririken Gidersen kim sular fesleðenleri Kuþlar nereye sýðýnýr akþam olunca Sessizliði dinliyorum þimdi ve soluðunu Sustuðun yerde birþeyler kýrýlýyor Bekleyiþ diyorum caddelere, dalýp gidiyorsun Adýný yazýyorum bütün otobüs duraklarýna Öpüþtüðümüz her yer adýnla anýlýyor Birde seni ekliyorum susuþlarýma Selamsýz saygýsýz yürüyelim sokaklarý Belki bizimle ýþýklanýr bütün varoþlar Geriye mapushaneler kalýr, paslý soðuklar Adýný bilmediðimiz doslar kalýr yalnýz Yüreðimize alýrýz onlarý, ýsýtýrýz Gardiyan olamayýz kendi ömrümüze her akþam Gidersen kar yaðar avuçlarýma Bir ceylan sessizliði olur burada aþklar Fiyakalý ýþýklar yanýyor reklam panolarýnda Durmadan çoðalýyor faili meçhul cinayetler Ve ölü kuþlar satýlýyor bütün çiçekçilerde Menekþeler nergisler yerine kuþ ölüleri Bir su sesi bir fesleðen kokusu þimdi uzak Yangýnlarý anýmsatýyor genç ölülere artýk Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman Sis ve intihar çöküyor bütün birhanelere Bu kentin künyesi bellidir artýk ve susuþun Ýsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim Sokul yanýma sen, ellerin sýmsýcak kalsýn Devriyeler basýyor karartýlmýþ evleri yine Gidersen yýkýlýr bu kent kuþlarda ölür Bir tufan olurum sustuðun her yerde Ahmet TELLi ozgurcan
Av.Fırat Bayındır Biz de çocuktuk Allahım Ekmek elden gelirdi su gölden Günlerimiz uzun evlerimiz büyüktü Ve yağmur çift çubuk için değil Sadece bizim için yağardı. ******* Erimek belirsizce her şeyde Karışmak sulara,yıldızlara Sinmek kokusuna mor menevşenin Yaşamak damar damar, nefes nefese Yaşamak tükene tükene Bedri Rahmi Eyuboğlu (Tezek ,Bilgi Yayınevi 1975) ceteris paribus
commodore1tr Buraya da burnu mu sokmasam felç melç gelir ne me lazım :)) ÜÇ DİL En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin En azından üç dil Birisi ana dilin Elin ayağın kadar senin Ana sütü gibi tatlı Ana sütü gibi bedava Nenniler, masallar, küfürler de caba Ötekiler yedi kat yabancı Her kelime arslan ağzında Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla Kök sökercesine söküp çıkartacaksın Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek Her kelimede bir kat daha artacaksın En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Canımın içi demesini Kırmızı gülün alı var demesini Nerden ince ise ordan kopsun demesini Atın ölümü arpadan olsun demesini Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini İnsanın insanı sömürmesi Rezilliğin dik alası demesini Ne demesi be Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil Çünkü sen ne tarih ne coğrafya Ne şu ne busun Oğlum Mernus Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğ bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum
commodore1tr Annabel lee It was many and many a year ago, In a kingdom by the sea, That a maiden there lived whom you may know By the name of ANNABEL LEE;-- And this maiden she lived with no other thought Than to love and be loved by me. She was a child and I was a child, In this kingdom by the sea, But we loved with a love that was more than love-- I and my Annabel Lee-- With a love that the winged seraphs of heaven Coveted her and me. And this was the reason that, long ago, In this kingdom by the sea, A wind blew out of a cloud by night Chilling my Annabel Lee; So that her high-born kinsman came And bore her away from me, To shut her up in a sepulchre In this kingdom by the sea. The angels, not half so happy in Heaven, Went envying her and me:-- Yes! that was the reason (as all men know, In this kingdom by the sea) That the wind came out of a cloud, chilling And killing my Annabel Lee. But our love it was stronger by far than the love Of those who were older than we-- Of many far wiser than we- And neither the angels in Heaven above, Nor the demons down under the sea, Can ever dissever my soul from the soul Of the beautiful Annabel Lee:-- For the moon never beams without bringing me dreams Of the beautiful Annabel Lee; And the stars never rise but I see the bright eyes Of the beautiful Annabel Lee; And so, all the night-tide, I lie down by the side Of my darling, my darling, my life and my bride, In her sepulchre there by the sea-- In her tomb by the side of the sea. bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum
ipekderya Bu kent öldürüldü diyorlar kurşuna dizildi bir geceyarısı Hayaletler geziniyormuş şimdi sokak aralarında ve caddelerde baykuş tüneği olmmuş alanlar ve yarasalar uçuşuyormuş Silah ve esrar kaçakçıları altın çağını yaşarlarken artıyormuş bir yandan da kumarhaneler, meyhaneler Borsa oyunları, hileli iflaslar birbirini kovalayıp dururken nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor yaygınmış şimdilerde rus ruleti İntiharların sayısı bilinmiyor çoğalıp duruyormuş fahişeler ve artık bunların hiçbiri olay bile sayılmıyormuş şimdi Bu kent öldürüldü diyorlar bahar gelmez artık buraya yalan atla gider, gerçek yürür, yinede tam zamanında yetişir.
ibrahimg38 Size açabilseydim içimi, Geceler yalnız size, Ve yüzüm kızarmadan çocukluğumun küçük aşklarını, Anlata bilseydim Geceleri yalnız size RÜSTÜ ONUR
Kaan V. Yasemen Buram buram yasemen kokuları burnumda Yasemin gönlümde yasemenler tutamında Hep hüzünleri yaşarım onlarla akşam batımında Yasemenler Yasemin gibi sabaha güler yapraklarda Sanki hep Yasemin kokuyor caddelerde sokaklarda Ah yasemenler onunla yarışır gibisiniz kibarlıkta Siz buralardasınız hep açıkta hep açmakta Sevgiler yürekte özlemler hasret yaşamakta Ne bir ses gelir ne bir haber o şimdi uzakta Sadece bir resmi var karşımda O da sizinle çekilmiş sarmaş dolaş aranızda Yasemenler kokudur burunlarda Yaseminler ruhumuzda Mutluluk gelecek hayali yaşatır bizi Aşılmaz dağları aşarız hep umutlarımızda Yasemenler gibi Yaseminlere vurgunuz pek çoğumuz da... Uğur Oğuz Şahin www.hukuki.net
gerunsal GEL gel hayat gel batan yüreğin duyguları bunlar gel ızdırap gel köşebaşı bekleşen dert yumağı oyuncağım iyi gün evsahibi kara akçeler. ve sen gel hayat gel gel ızdırap sen de gel batan yüreğin duyguları bunlar ... heveslik sevgilere kurban gitti gideli yüreğim. ısmarlama aşklar tipim değildi. elbet diyeceğim batan yüreğin duyguları bunlar . suyu sevmek boğulmamaya yetmez kaç kulaç attıkki gerçeklerde. kaç arşın ağladık azgın dalgalara. kaç mehtap düştü gecelerde. yangında ilk kurtarılacak sendin hep ve hep bendim yanan çark edip gitmek kolay kaçış sebepsiz. yüreğinin kaptanı ol da gör batarken yüreği giden şerefsiz. yüreğimin götürdüğü yere giderim gökse gök, yerse yer ben yaşama alışmadım ezip dişleriyle yerse yer. adam gibi yaşar boyun eğmem, ancak başka, baş gövdeye düşerse eğer gel ızdırap gel bir tek sen anladın beni ve bir tek sen yandın ben gibi yanan. maziyi askıya astım bir daha girmem bu kapıdan çöle sunacağım yüreğimi ya çöl yeşerecek ya yürek kuruyacak. batan yüreğin duyguları bunlar ancak böyle temize çıkacak Gökçe Erünsal
Av.Fırat Bayındır Basralı Ömer’in sesi... ‘Ben Basralı Ömer Belki haberin yoktur diye yazıyorum Tommy Franks. Önce demokrasi geldi göklerimizden Sonra özgürlük geçti üzerimizden Palet palet. Ve insan hakları Namlularından Yüzü maskeli adamların saniyede bilmem kaç adet. Demokrasi bizim eve de isabet etti Bir gün sonra anladım koptuğunu ayaklarımın. Tam on sekiz adet İnsan hakları saymışlar Vücuduna babamın. Annem yoktu zaten Ben doğarken İlaç yokluğunda ölmüş. Ambargo falan dediler ya Anlamadım çocukluk aklı işte Oluşmadan sökülmüş. Sizde de barış böyle midir Mr. Franks? İnsan hakları çocukları yetim Ve ayaksız bırakır mı orada da Düşer mi ayın kan gölüne aksi Güpegündüz düşer mi pazar yerine demokrasi? Kuşlar gökyüzünü terk eder mi orada da? Babamla mırıldandığım son dua dilimde Ayaklarım hastanede ve giymeye kıyamadığım pabuçlar kaldı elimde. ------------------------------------- Nasıl, hoşunuza gitti mi? Bu gün Bekir Coşkun' un köşesinde yer almış bu şiir. Sahi ABD IRAK'a neden müdahale etmişti? Kitle imha silahları var diye. Peki buldular mı? HAYIR! SONRADAN SONRAYA Irak' a DEMOKRASİYİ getirmek için girdiklerini söylediler. Irak halkını öldürmeye başladılar.Neden, çünkü işgalci güçlere direniyorlardı. Orası kendi ülkeleriydi.DİRENMELİYDİLER. Nerede kalmışgtı ulusların kendi kaderini tayin hakkı? Peki şimdi ne oldu da Şii'lere savaş açtılar? Şiiler fazla mı babalanmaya başlamışlardı? Gazetecileri bölgeden çıkarttılar ki yaptıkları/yapacakları görülmesin diye. Şiiler Saddama da karşıydılar. O Halde Şiilerle ne alıp veremediği var ABD' nin? HZ. Ali' nin türbesini bombaladılar, belki de yakında tamamen tahrip edecekler. İslam dünyasından ise TEK BİR TIK YOK. Belki de var bizim medya vermiyor. Velhasıl karışık bir durum ama şahsen benim canımı yakıyor. NE İŞİ VAR ABD'NİN IRAK' DA???!!!! ceteris paribus
Av.Ragıp Atay RÜZGARLARIM KONUŞUYOR VII Ben bir harp esiriydim Bulutları seviyordum, hürriyeti seviyordum İnsanları seviyordum, yaşamayı seviyordum Bulutları gözlerimden boşalttılar bir gece. Yalan söylemeyen bir dünyada. Ben de yalan söyleyemem. Ve ben şeffaf, tertemiz Pırıl pırıl bağırıyorum: Yetişir oltaya yem Dile küfür olduğumuz, Yetişir bozuk para gibi savrulduğumuz. Gözlerim var, görüyorum: Yarı çıplak, çırılçıplak Ölülerle dolu toprak Ölüler sarmaş dolaş Ölüler sivil, asker, ihtiyar Ölüler buram buram Nefret kokuyor Ve dilim var söylüyorum: Benim de altçenemi Gözlerimi alacaklar belki de Yaşamak ve hürriyet istedim diye ve belki de bir sabah Gün doğmadan az önce Heykelim dikilecek Bir darağacına CAHİT IRGAT
leo Ölürsem şaşırma Ölebilirim Ölürsem ağlama Yine gelirim Ölürsem seslenme Uyuyacağım Ölürsem üzülme Yaşayacağım Ölürsem bekleme Geri dönemem Ölürsem ölme Sensiz edemem Ü.Yaşar Oguzcan
nurtenoz BİR PUSU DÜZENLİYOR HERŞEYİ Aşk değil bu merhamet akşamın durmayan atlarından anlıyorum bunu zaman boşluklarında dönmeyen başımdan İki sayıklama arasına bir günü sıkıştırıyorum Biliyorum, aşk değil bu merhamet sözgelimi bir tramvay özlüyor beni zihni karışıyor bir ırmağın denizin çukurlarına saklamak geliyor içimden bütün çalar saatleri... Çünkü bir pusu düzenliyor her şeyi av ve ölüm mevsimlerini Bense yanımda huysuz bencil bir çocuk bir ikindi vakti açık bırakılmış o pencereyi düşlüyorum Yavaş yavaş ölüyor bütün romantikler hızla iyileşmiyor aşk yaraları... CEZMİ ERSÖZ özgürlüğümü kimseye vermem
Av.Ragıp Atay BEN ÖLECEK ADAM DEĞİLİM Kapımı çalıp durma ölüm, Açmam; Ben ölecek adam değilim. Alıştım bir kere gökyüzüne; Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar. Sıkılırım, Kuşlar cıvıldamasa dallarında, Yemişlerine doymadığım ağaçların, Yağmur mu yağıyor, Güneş mi var, Farketmeliyim Baktığım pencereden. Deniz görünmeli çıksam balkona. Tamamlamalı manzarayı Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar. Ekmekten olamam doğrusu, Nimet bildiğim; Sudan geçemem, Tuzludur teneffüs ettiğim hava. Ya nasıl dururum olduğum yerde, Öyle upuzun yatmış, İki elim yanıma getirilmiş, Hareketsiz, Sükûta râmolmuş; Sanki devrilmiş bir heykel? Ellerim ne der sonra bana? Soğumuş kalbime ne cevap veririm? Utanmaz mıyım ayaklarımdan? Kalkmalıyım, Dolaşmalıyım, Sokaklarda, parklarda. El sallamalıyım Giden trenlere, Kalkan vapurlara. Bilmeliyim, Gölgelerin boyundan, Saatin kaç olduğunu... Islık çalmalıyım. Türkü söylemeliyim Yol boyunca, Keyfimden ya hüznümden. Geçmiş günleri hatırlamalıyım, Dalıp dalıp akarsuya, Hayaller kurmalıyım, Güzel geleceğe dair. Yanımdan geçenler olmalı, Selâm almalıyım; Robenson'u düşünmeliyim, Garipliğini: Şükretmeliyim İnsanlar arasında olduğuma. Nedir ki eninde sonunda ölüm? Ayrı düşmek değil mi aşinalardan? Kapımı çalıp durma ölüm, Açmam; Ben ölecek adam değilim. CAHİT SITKI TARANCI
Av.Ragıp Atay SAMAN SARISI Seher vakti habersizce girdi gara ekspres kar içindeydi ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım peronda benden başka da kimseler yoktu durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri perdesi aralıktı genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada saçları saman sarısı kirpikleri mavi kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı üst ranzada uyuyanı göremedim habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini baktım arkasından üst ranzada ben uyuyorum Varşova'da Biristol Oteli'nde yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu oysa karyolam tahtaydı dardı genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada saçları saman sarısı kirpikleri mavi ak boynu uzundu yuvarlaktı yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu oysa karyolası tahtaydı dardı vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu oysa karyolalar tahtaydı dardı iniyorum merdivenleri dördüncü kattan asansör bozulmuş yine aynaların içinde iniyorum merdivenleri belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir gül açıldı ağır ağır Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum yudum şehirlerimizin hasretini iki şey var ancak ölümle unutulur anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına çıktılar önüme ansızın oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı bir mangaydılar kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri kolları kollarında gamalı haç işaretleri elleri ellerinde otomatikleri vardı omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler yürüdük korktukları hem de hayvanca korktukları belli gözlerinden belli diyemem başları yok ki gözleri olsun korktukları hem de hayvanca korktukları belli belli çizmelerinden korku belli mi olur çizmelerden oluyordu onlarınki korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara her sese her kımıltıya ateş ediyorlar hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor ve kurşun seslerini benden başka duyan yok ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak bir fırancala gibi vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına Belveder yolunda düşündüm Lehlileri kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca Belveder yolunda düşündüm Lehlileri bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı girdim büyük salona genç bir kadınla saçları saman sarısı kirpikleri mavi ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi ve sen bundan dolayı bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada ak boynun uzundu yuvarlaktı yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında onu oraya sen koydun bir taş kuyunun dibindeki suydu bakıyorum eğilip bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz sesleniyorum seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin cıgaranın ucunda senin ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi aklından geçenlerdeydi ayrılık benden gizlediklerinde gizlemediklerinde ayrılık rahatlığındaydı senin senin güvenindeydi bana büyük korkundaydı ayrılık birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında vakit hızla akıyordu geriye doğru ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu ardımızdan koşuyordu önümüze Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece yarısını çaldı Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi şehre yaklaşan düşmanı verdi haber ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın borazan iç rahatlığıyla öldü ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur iskelesi gibi arkada kaldı seher vakti habersizce girdi gara ekspres yağmurlar içindeydi Prag bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı kapağını açtım içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında saçları saman sarısı kirpikleri mavi yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık yağmurlar içindeydi Prag sen yoksun uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada üst ranza bomboş sen yoksun yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından sokaklar bomboş bütün pencerelerde perdeler inik tıramvaylar bomboş geçiyor biletçileri vatmanları bile yok kahveler bomboş lokantalar barlar da öyle vitrinler bomboş ne kumaş ne kristal ne et ne şarap ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu ne bir karanfil şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü- sü'nden martılara ekmek atıyor gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp her lokmayı vakitleri yakalamak istiyorum parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu saçları saman sarısı kirpikleri mavi elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı üst ranzada uyuyanı göremedim ben değilim bir uyuyan varsa orda belki de üst ranza boş Moskova'ydı üst ranzadaki belki duman basmış Leh toprağını irest'i de basmış iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim garson kız tanıdı beni iki piyesimi seyretmiş Moskova'da garda genç bir kadın beni karşıladı beli karınca belinden ince saçları saman sarısı kirpikleri mavi tuttum elinden yürüdük yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata o yıl erken gelmişti bahar o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan ama yine de ansızın yitirdim seni asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun bulvarlar karlı seninkiler yok ayak izleri arasında botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım milisyonerlere sordum görmediniz mi eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz elleri gümüş şamdanlarda mumlardır milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor görmedik İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç mavna gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına seslenemedim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan görmedik girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara ve yalnız kadınlara soruyorum yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan bana ne güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz görmediniz mi saçları saman sarısı kirpikleri mavi kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman Prag'da aldı görmedik vakitlerle yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm kopuyor ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri sancılar içindeydi ve dünya güzeldi lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum görmedik çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda oralarda on dokuz yaşıma rastladım birbirimizi birden tanıdık oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile ama yine de birbirimizi birden tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı üşüyorum hele ellerim ayaklarım oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak ağzında ham bir elmanın tadı dünya on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden onun başına gelecekleri bir ben biliyorum çünkü inandım onun bütün inandıklarına sevdim seveceği bütün kadınları yazdım yazacağı bütün şiirleri yattım yatacağı bütün hapislerde geçtim geçeceği bütün şehirlerden hastalandım bütün hastalıklarıyla bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri bütün yitireceklerini yitirdim saçları saman sarısı kirpikleri mavi kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman görmedim On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı'ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan haberim yok meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki otel odamda Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen ırmağını rıhtımında yıldızların bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının bacalarına karışmış yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le meydanda fırdönen Celâlettin'den konuşuyoruz Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor ben renkleri yemiş gibi yerim ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar bizim Abidin de öyle Avni de Levni de mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler ve şairleri ressamları çalgıcıları onların hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakitleri tuvalinde Abidin'in Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere bulacağım işte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırmağına Sen Mişel Köprüsü'nden ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir sabah çiselerken aydınlık Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa ne pabuç eskisine atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret eski yerinde kalacak. Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakların damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım parmaklarımın ağırlığı yok parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına dönecekler başımın üstünde sağım yok solum yok yukarım aşağım yok Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan genç kadının Küba'dan döndüm bu sabah Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin işin kolayına kaçmadan ama gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil ne de ak örtüde elmaların ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin 1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın bir duvarın üstünde bir el gördüm ferah bir türküydü duvar el okşuyordu duvarı el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu okşuyordu duvarı sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini kocaman bir el deniz kaplumbağası bir el ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el artık bütün sevinçlere inanan bir el güneşli denizli kutsal bir el Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp yeşerip ballanan umutların eli 1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler gibi ağaçlar diken ellerden biri çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el yalansız hürriyetin eli Fidel'in sıktığı el ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü yazan el hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu bir karpuzu kesiyorlarmış gibi ve gözleri parlıyor erkeklerinin ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının akşam oluyor Paris'te Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşünüyorum ve anlıyorum ki bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur. Paris'te bir kestane ağacı olacak Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı gidip elini öpmek isterdim varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman sarısı, belâsı başımın. NAZIM HİKMET
Nilgül Saraç alıp başını gitmeli batan günün ardından duyuşu, düşünüşün, yürüyüşün sorumlusu ayaklar bir şilebe, sönmüş köpük olmalı hatıralar gitmeli hep gitmeli bir kez ger bakmadan ya azgın denizlerde yitmeli ya tipili dağlarda hiçbir iz bırakmamlı Turgut Çelik nilgul
ocean Ben ölünce...Bitki olacaksam, Çayır çimen olayım. Aman baldıran değil. Yol altında kalacaksam, Gelin arabaları geçsin üstümden, Çelik paletler değil. Üstümde çocuklar koşsun, Ne kaçan ne kovalayan, askerler değil Kerpiç yapacaksanız beni Okullarda kullanın, Ceza evlerinde değil. Soluğun tükenmez de kalırsa, ıslık öttürsünler, Aman ha düdük değil. Kalem yapın beni kalem, Şiirler yazın sevgi üstüne, Ölüm kararı değil. Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında, Sakın ola ki silahlarda değil. AZİZ NESİN
Av.Ragıp Atay Cigarayı Attım Denize Simdi bir güvercinin uçusunu bölüsüyoruz Gökyüzünün o meshur maviliğinde Uzun saçli iri memeli kadınlarıyla Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden Alıp yaracak olsak yüreğini Simdi bir güvercinin Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak Önünde durulacak tam elinden tutulacak Hangi bir elinden güzelim hangi bir Bir elinde kızlığınn duruyor garip huysuz Öbür elinde yetişkin bir günışığı Daha öbür elinde kilometrelerce hürlük Çalışan insanlar için aksamlara kadar Toz duman içinde Bir elinle de boyuna ekmek kesiyordun Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen Bir bulut geçiyorsa onu görürdük Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına Bir cigara atmışsak denize Sabaha kadar yandı durdu Cemal Süreya
Av.Fırat Bayındır İFRAT VE TEFRİT İLE MED CEZİR Bir ânım ifrata varır bir ânım tefrite Bir yanım aslandır ve bir yanım benzer ite Az dem med hâliyim hemen akabinde cezir Hem rezil-i âliyim hem halk indinde vezir. Mehmet Yoğurtçu -Hakim-Konya
Av.Fırat Bayındır Çoktandır bu forumu unutmuşuz... Birkaç şiir gözüme ilişince hatırladım. Bir zamanlar ne çok müdavimi vardı,sahi ipekderya nerelerde???? Yalnızlığa dayanırım da, birbaşınalığa asla. Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka. Bir dost göz arayışıyla. Saat tıkırtısıyla... Korkmam, geçinip gideriz biz mutluluğuyla, Ama; 'Günün aydın,akşamın iyi olsun'diyen biri olmalı bir telefon sesi çalmalı arasıra da olsa kulağımda. Yoksa, Zor degil, hiç zor değil, demli çayı bardakta karıştırıp, bir başına yudumlamak doyasıya, Ama: 'Çaya kaç şeker alırsın?' Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...
Av.Fırat Bayındır 100 ' De Israr Etme 90 'da Olur, Insan Dedigin Noksanda Olur. Sakin Boburlenme Elde Ne Var Diye, Bir Ben Varim Deme Yoksanda Olur...
Emrah Yavuzcan Son Mektup... Çok sevdim Sevildim sandım Tatlı bir rüyadan uyandım Herşeyi anladım Ağladım,kırıldım Masal bitti Kuruyp dökülen yapraklar gitti Bekledim dönmedi Ölümü istedim gelmedi Aradım bulamadım Yâr nereye gitti göremedim Değerim neydi bilemedin Beni sensizliğe terkettin Gözyaşlarımı hiç görmedin Hoşçakal bebeğim Bari kalbimi geri verseydin Birden fazlası sığmaz yüreğine Vermek için döersen geri Bekliyor bu beden seni Huzurlu sıcacık topraklarda Koy yerine ve üzülme Daha ne kâfiyeler eskitirler ömrüne Daha ne ömürler gider aşkına Savagery...
romantic Göz yaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana. Gittin..belki de hiç gelmemiştin, ben geldiğini sandım. Ayak uyduramadım yorgunluğuna. Dudaklarına, düşlerindeki öpüşü konduramadım. Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın dokunuşlarında kendini bulan. Ama en çok da imkansızın oldum, hırçınlığın, yirmi yaşın, gecikmişliğin...Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum. İnanamadığın, yenemediğin, üzerinden atlayamadığın korkuların oldum. Ağladığın, bağırdığın ya da sustuğun isyanın oldum. Aşk pazarında harcadığın mevsimler oldum, sessizce boşalan gözyaşların,birikmişliğin oldum. Son ses dinlediğin bir şarkının nakaratı oldum, dilinin ucuna gelip de söyleyemediğin kelimeler, ister istemez yaşadığın talihsizlikler oldum. Yüreğindeki kadın ben olmak isterken, yüreğine sığınan ve tozlanacak olan bir anı oldum. Hak etmediklerin, artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak isterken belki de hiçbir şeyin oldum. Söylesene, ben gerçekte senin neyin oldum...? Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim. Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim..? Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda. Sadece bir mevsim yaşanan ama bir ömür gibi gelen aşk...Kalbime henüz söylemedim gittiğini. Öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum. Seni hala benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum. romantic
romantic Bazen aşk gider... Ve hayat da gider onun peşinden... Terk edildiğin yerde öylece kala kalırsın... Bir sabah uyanırsın ki gözünü açtığın ömür senin ömrün değildir... Aynada tek parça görünen bedenin, aslında lime limedir... Nefes diye içine çektiğin ciğerlerinde parçalanmış aşkının cam kırıklarıdır... Her sabah ölmeyip neden uyandığına lanet edersin... Bazen aşk gider... Önünde bir kadeh rakı, küllükte bir ölüm dolusu izmarit öylece bakakalırsın arkasından... Kulağın hiç çalmayacak olan telefondadır... Zaman dursun saatler hiç geçmesin istersin... "Tanrım ne olur gerçek olmasın, ne olur güneş doğmadan geri dönsün, teninde bir başka tenin kokusunu getirse bile dönsün yeter ki, hiçbir şey sormam ona, bu geceyi yaşanmamış sayarım, unuturum yeter ki aşık olmasın..." içimde durmaksızın çığlık atar dualar... Ama bazen aş gider ve o çaresizce yalvardığın Tanrı bile gider peşinden... Sonra sabah olur, güneş! doğar... Aşkın gelmez bir türlü... Bir gecede değişir ömrün... O bir türlü inanmak istemediğin kader seninle alay eder gibidir... Ömrünü adadığın, yıllarını önüne serdiğin aşkın bir gecede bir başka hayata karışmıştır işte... Bir gecede bir başkasının aşkı olmuştur... İNANAMAZSIN!... Bazen aşk gider... Ve sen yıllardır içinde yaşadığın yürekten valizler dolusu anılarla kendi yalnızlığına taşınırsın... Elin varmaya varmaya boşaltırsın dolapları... Çekmeceden çıkan her giysi parçası onunla geçirdiğin anıların tarihiyle ağırlaştıkça ağırlaşır... Onun kollarında geceler boyu cennet uykularına karıştığın yatak sen giderken utancından bakamaz yüzüne... Doğmamış bebeğin yerine koyup büyüttüğün cam önündeki o küçük mor menekşe yapraklarına kondurduğun veda öpücüğüyle büker boynunu... Valizlerini kapının önüne yığıp yüzün sırılsıklam son bir sigara için yığılırsın koltuğa... Gidiyorsundur işte... Aşkını kendi ellerinle bir başka aşka teslim edip... Ömrünü onun ömrüne, hayallerini onun hayallerine, sevdanı onun sevdasına ekleyip... Bazen aşk gider... Ve adresi değişir evinin... Sesinin tonu değişir, yüzünün rengi... Yastığının sıcaklığı, yediğin yemeğin tadı uykuların değişir... Ve rüyaların her akşam açıp girdiğin kapıdan başka bir sevda giriyordur atik... Her gün oturduğun koltukta o bakmaya doyamadığın gözlerin ışığında bir başka sevda oturuyordur... Yıllardır evinde ağırladığın, masalarına konuk olduğun, hayatlarını paylaştığın dostlarının kahkahaları arasına bir başka ses karışıyordur artık... Senin gölgene alışkın duvarlar bile çoktan kabullenmiştir yokluğunu... Her gece uyuduğun yastığa bir başka sevda bırakıyordur kokusunu... O öpmeye kıyamadığın dudaklarda bir başka sevdanın adı... Aşkının o tek cennet bildiğin uykularında bir başka sevdanın rüyaları... Bazen aşk gider ve anılarda gider peşinden... Siz hiç o yüreğinize sığdııramadığınız aşkınızı bir başka sevda için ağlarken gördünüz mü?... Ben gördüm!... Kör oldu gözlerim onunla sevdasına ağlamaktan... Bir alev topu gibi onun için çığlık çığlık yanarken siz hiç aşkınızın önünde diz çöküp "Bu kadar çok seviyorsan bırakma onu, sana kıyamam ne olur git," diye yalvardınız mı?... Onu bir başkasının kollarında düşünürken siz hiç geceler boyu aklınızı kaçırmamak için kendi kendinize bağırdınız mı: "Unut onu, unut onu, unut onu ya da ÖL!..." içinizdeki o durmak bilmeyen yangının acısını dindirsin diye kanatıncaya kadar bileklerinizi ısırdınız mı?... Göz yaşları içinde yastığınıza gömülüp her Tanrı'ya sığınmak istediğinizde artık başka bir yüreğe sevdalı olan aşkınızı ondan geri istemekten utanıp dua etmekten vazgeçtiğiniz oldu mu hiç?... Siz hiç yana yana sevdiğiniz bir sevgilinin yoluna gençliğinizi serip güle güle başka bir aşka uğurladınız mı?... Bazen aşk gider!... Ama ölüm gelmez bir! türlü... Ne yapsanız öfke duyamazsınız, giderken bir kibrit aleviyle ateşe verdiği ömrünün alevleri içinde eriyip giden yüzünüze siliniz giden kokunuza, kül olan yüreğinize dönüp bir kez bile bakmayan o sevdanıza... Anlarsınız aşktır bu, öfkeyi bir türlü yurduna kabul etmeyen... Vefasız bir unutuşa kurban olsa da solup yitmeyen... Hayattan soğutup size ölümü özleten... Ölü bir bedende canlı kalmakta direnen... Anlarsınız aşktır bu... Bazen aşk gider... Günler geçer ardından ve aylar... Bazen de yıllar... Bebekler büyür, insanlar yaşlanır, insanlar ölür, eşyalar eskir, evler yıkılır, kurur ağaçlar... Sokakların adı değişir... Acılar belleğin acımasızlığına teslim olur... Sevilen unutur, seven yanar.. Bazen aşk gider... Ya da siz gittiğini sanırsınız.. romantic
Av.Ragıp Atay Hoşgeldiniz sayın romantic. Yazılarınızı ve sizi özlemiştik BEKLEMEK Gözler önünde işte Gittikçe arınıyorum kendimden Her giden güzelleşir Gidiyorum güzelleşmek için Unutulsun diye çirkinliklerim Gelecek birisi güzeldir Gelince güzel değil Hele gelmişse çirkin Yaşam, ölüm gelecek diye güzel Ey güzeller güzeli beklediğim Kaç saatim, kaç dakikam ya da saniyem Artık ne gelmek ne de gitmek Yaşamın en zor yanı beklemek Hiçbirimiz beklemedik doğmayı, Doğduğumuzdan beri beklediğimiz ÖLMEK AZİZ NESİN
herneyse1 Kar Şiiri Karın yağdığını görünce Kar tutan toprağı anlayacaksın Toprakta bir karış karı görünce Kar içinde yanan karı anlayacaksın Allah kar gibi gökten yağınca Karlar sıcak sıcak saçlarına değince Başını önüne eğince Benim bu şiirimi anlayacaksın Bu adam o adam gelip gider Senin ellerinde rüyam gelip gider Her affın içinde bir intikam gelip gider Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın Ben bu şiiri yazdım aşkın çeşidi Öyle kar yağdı ki elim üşüdü Ruhum seni düşününce ışıdı Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın SEZAİ KARAKOÇ
herneyse1 Acıyı hafifletecek birşeyler olmalı Yaraya buz koymak gibi. Ve birşeyler hüznü dindirmeli, Ateşe su dökmek gibi. Hayatta göreceğini görüyor insan Başak,buğday Ve derken yanmak gibi. Anlıyorsun ki sevmek aslında Buluttan köşk yapmak gibi. bu da bnden olsun[8)]
romantic Bir hayaldi seninle geçen günlerim Tutamadığım elini gölgeler çaldı Soldu bahçemde seninle açan güllerim Bir denizdin kurudu tortusu kaldı Sararan mevsimlere yenik ümitleri Ne bir yeşil yaprak, ne bir dal kaldı Uzak yıldızlara takıldı gözler Gönlümün güneşini geceler çaldı romantic
övünç özledim seni... ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir... beynimi uyuşturuyor özlemin... çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca zaman içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum. yokluğun, hatırladıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadiyen bir boşluğa sabahları seni okşayarak başlamaları akşamları her işi bir kenara koyup seninle başbaşa konuşmaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü... nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne kadar yumuşak, bir çift kısık gözle kendini, ellerimin okşayışına bırakırken. gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğunu görmek ve sana bunları söyleyemeden 'git artık' demek. 'beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa' demek sana ne de zor.. seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek... CAN YÜCEL herkese selamlar ilk iletim bu güzel şiir olsun istedim
övünç bir attila ilhan şiiri o mükemmel kurgu ve kelime gücü... sisler bulvarı elinin arkasinda günes duruyordu aylardan kasimdi üsüyorduk agacin biri bulvarda ölüyordu sehrin camlari kaygisiz gülüyordu her köse basinda öpüsüyorduk sisler bulvarina aksam çökmüstü omuzlarimiza çoktan çökmüstü kesik birer kol gibi yalnizdik daglarda ates yanmiyordu deniz fenerleri sönmüstü birbirimizin gözlerini ariyorduk sisler bulvarinda seni kaybettim sokak lambalari öksürüyordu yukarida bulutlar yürüyordu terkedilmis bir çocuk gibiydim dokunsaniz aglayacaktim yenikapida bir tren vardi sisler bulvarinda ölecegim sol kasigimdan vuracaklar bulvar duraginda düsecegim gözlüklerim kirilacaklar sen rüyasini göreceksin çiglik çigliga uyanacaksin sabah kapini çalacaklar elinden tutup getirecekler beni görünce tas kesileceksin aglamayacaksin! aglamayacaksin! sisler bulvarindan geçtim sirilsiklamdi islak kaldirimlar parliyordu durup duruken gözlerim daliyordu bir bardak sarabda kayboluyordum gece bekçilerine saati soruyordum evime gitmekten korkuyordum sisler bogazima sarilmislardi bir gemi beni afrikaya götürecek ismi bilmem ne olacak kazablankada bir gün kalacagim sisler bulvarini hatirlayacagim kirmizi melek sarkisindan bir satir lodosdan iki senin kirpiklerinden bir satir simsiyah bir satir hatirlayacagim seni hatirlatanin çenesini kiracagim limanda vapurlar uguldayacak sisler bulvari bir gece haykirmisti agaçlari yatiyordu yoksuldu bütün yapraklari sararmisti bütün bir sonbahar aglamasti aglayan sanki istanbuldu öl desen belki ölecektim içimde biber gibi bir kahir bütün siirlerimi yakacaktim yalnizlik bana dokunuyordu eger sisler bulvari olmasa eger bu sehirde bu bulvar olmasa sabah ezaninda yagmur yagmasa süphesiz bir delilik yapardim hiç kimse beni anlayamazdi on bes sene hüküm giyerdim dördüncü yilinda kaçardim belki kaçarken vururlardi sisler bulvarindan geçmedigin gün sisler bulvari öksüz ben öksüzüm yagmurun altinda yalnizim agzim elim yüzüm islaniyor tren düdükleri iç içe giriyorlar aklimi fikrimi çeliyorlar aksarayda isiklar yaniyor sisler bulvari ayaklaniyor artik kalbimi susturamiyorum
Av.Dilek Kuzulu Yüksel İSTİKBAL MARŞI Bakma, dönmez şafak vakti yurttan kaçan o alçak! Dönmeyip Amerika'da, arlanmaksızın yaşayacak!. O benim milletimin hırsızıdır, yurdu soyacak, Hortumladıkları benimdir, milletimindir ancak! Çalma, kurban olayım hepsini ey hırslı çakal! Gariban halkıma da bir pul bırakacak kadar al! Olmaz sana götürdüğün paralar sonra helal, Hakkını vermezsen burdaki ortaklarının behemehal! Ben ezeldenberi aç yaşadım, aç yaşarım! Hangi hükümet beni kurtaracakmış, şaşarım! Kurumuş musluk gibiyim, ne akar ne taşarım! Yırtsam da bir tarafımı, hiç görülmez başarım! Mali krizler, yoluna örmüşse çelikten bir duvar, Benim ..ceğiz, ...cağız diyen bir hükümetim var! Bağırsın korkma, nasıl işimize burnunu sokar? "Avrupa Birliği" denen tek dişi kalmış canavar! Arkadaş, Meclis'e namusuyla çalışanları uğratma sakın! İşe aldıracakların, olsun hep sana yakın! Gelecektir, cezanı vereceği günler Hakkın, Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın! Yaktığın yerleri "orman" diyerek geçme, tanı! Çalışanı işten at, doldur kadroya yatanı! Gözleri açık yatır seni kurtaran atanı, Satılmadık o kaldı, durma satıver şu vatanı! Sermaye mutlu olsun, olsa da çevre feda! Semizletin Apo'yu, mezarında dönsün Şüheda! Uydurma kanunlarla Meclis'ten getirin seda! On bin Yıllık tarihe, yurdum ederken veda! Cümlenizin bu yurdu yok etmek mi emeli? Yediginiz herzelere başka ne demeli! Oyuverin altını iyice sallansın temeli, Yurdumun ki, sonunda vatandaş kükremeli! O zaman durur belki gözümden akan yaşım, O zaman doğrulur belim, yukarı kalkar başım, O zaman boşa gitmez yıllar süren uğraşım! HESABINI VERİP TE ,GİTTİĞİNİZ GÜN KARDAŞIM, Dalgalanın dolar gibi sizde şimdi ey suçlular! Olsun artık soyguncuya vurulacak bir yular, Ebediyen, öyle yok hesapsız bir iktidar! Hakkıdır "garip yaşamış vatandaş"ın da gülmek, Hakkıdır ezilmiş milletimin, aydınlık bir İstikbal! Cem YILMAZ
Av.Dilek Kuzulu Yüksel HERŞEY SENDE GİZLİ Yerin seni çektiği kadar ağırsın, Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın, Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün, Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun. Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın. Bir gün yalan söyleyeceksen eğer; Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret, Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın. Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın, Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! İşte budur yaşamak, Bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir, Kuşlar ötebildiği kadar sevimli, Bebek ağladığı kadar bebektir. Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin, bunu da öğren, SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN... Can YÜCEL
romantic Bu nasıl ayrılık, bu nasıl veda Gözlerin kal diyor dudakların git Bakışın anahtar, gözlerin kilit Ellerin aç diyor, dudakların git. Ayrılık; dönüşü olmayan nehir Yalnızlık; yıkılmış bomboş bir şehir Kaç sevda kül oldu böyle kimbilir Gözyaşın kal diyor, dudakların git. Gidersem, bir daha dönmeyeceğim Kalırsam, kalbime yenileceğim Çözemedim seni delireceğim Gözlerin kal diyor, dudakların git. Duvardan insin mi resimlerimiz, Yabancı olsun mu isimlerimiz? Ya o, deli dolu gecelerimiz Anılar kal diyor, dudakların git. Bu roman da biter belki birazdan Ne aşklar yıkıldı gururdan, nazdan Ağlıyor besteler yine hicâzdan Şarkılar kal diyor, dudakların git... Ahmet Selçuk İLKAN romantic
Nilgül Saraç Acıya Gülmek Öpüyorsam ayrılığı gözünden Söküyorsam yüreğimi göğsümden Geciyorsam gözlerinin icinden Sana olan sevdamdandır bilesin Geciyorsam bir çiçeğin özünden Sana olan sevdamdandır bilesin. Meğer ne yanlızız insan olmuşsak Yaprak gibi dalda sesziz solmuşsak Yeri gelmiş acıyda gülmüşsek Sana olan sevdamdandır bilesin Yeri gelmiş ayrılığa gülmüşsek Sana olan sevdamdandır bilesin -Biliyorum sen yine parmak uclarında üşüyorsun. Aramızda kıvrılıp yatan uzaklığa inat Ayaklarınla kasıklarımın kasırgasını Ellerinle yüreğimde yaktığın ateşi düşlüyorsun. Sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta Ve cırılcıplak bir ırmağa dönüşüyoruz yatağımızda.. Apansız pencerende gülümsüyor güneş ne güzel. Bütün parmakların tıkır tıkır işliyor İştahla gülüyorsun yaşamaktır aşk Geceyle gündüzün sesziz gecişimidir bir uyku boyunda. Delice bir yangın parmaklarının buzulunda Ah şahrut her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli. Karşılıksız sevebilmekse sevda Gercek seven küle dönmüş her cağda Elim kolum bağlanmışsa kıyında Sana olan sevdamdandır bilesin Sevdunayım gebermişsem kıyında Sana olan sevdamdandır bilesin.
izmirli Bir Afrikali tarafindan yazilmis ... Sevgili Beyaz Adam, Dogarim , siyahim Büyürüm, siyahim Güneslenirim, siyahim Üsürüm, siyahim Korkarim, siyahim Hastalanirim siyahim Ve ölürüm, hala siyahim Ve sen Beyaz Adam, Dogarsin, pembesin Büyürsün, beyazsin Güneslenirsin, kizarirsin Üsürsün,morarirsin Korkarsin, sararirsin Hastalanirsin, yesilsin Ve ölürsün, grisin Ve hala utanmadan bana renkli dersin...
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Evlat Edinme] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hakkında 
  • 04.05.2025 15:37
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük + Arşiv +
    Bugünün tarihi: 05/05/2025 16:17:20