 |
21/08/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
27 Aralık 2006 |
commodore1tr |
Gelgit aklımın gel olduğu sürece yazacağım bunu bitene kadar yanıt yazmak eklemek hoplamak zıplamak yasaktır ...
t.a
27 Aralık 2006 da on atlı tozu dumana katarak Dikmen sırtlarından Ankara'ya yaklaşıyordu. Tarlalarını süren köylüler gözlerine inanamadılar bu devirde ata binmiş on kişi Başkente gidiyordu. Köylülerden birisi atlıları yakından gördü ve atlı olduklarına bile inanamayan gözleri yuvalarından fırladı...
3500 feet yükseklikten uçan keşif uçağı Dikmene doğru yaklaşan atlıları görmüştü. Pilot yüzbaşı biraz şaşkınlıkla atlılara baktıktan sonra 1500 feet e inerek keşif uçağının özel zoom lu fotoğrafmakinesinin deklanşörüne bastı. Üst üste çekim sesini duydu tekrar yükselmeye başladı . Zaten kendincegereksiz bir keşifti bu uçuş en azından bu devirde atla şehre inen şu on kişinin resmini hatıra saklardı , Altimetre üzerine özel yerleştirilmiş ekrana fotoğraflar düşmeye başladığında önce şaşkın şaşkın baktı sonra kısa bir şoka girdi. Uçağın düşmemesi tam anlamıyla mucizeydi. İlk şoku atınca fotoları anında 'harekat yıldırım' ve 'çok gizli' kodlarıyla istihbarat dairesine yolladı. Uçak burnunu göğe dikmiş yükselirken pilot yüzbaşı ' Allahım , allahım ...' diye söyleniyordu...
Yaklaşık onbeş dakika sonra yaver ve genel sekreter kapıyı çalıyordu. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER canı oldukça sıkkın bir vaziyette'meclisten gelen kanunu' incelemekteydi. Bıkmış bunalmıştı. Halihazır hükümetin ipe sapa gelmez, çoğu anayasaya aykırıT.C temel niteliklerine aykırı kanunlarını veto etmekten, hükümetin inatla düzeltmeden aynı kanunu tekrar göndermesinden kanun gereği yasayı onaylayıp resmi gazetede yayınlatmasını müteakip öncelikle 'yürütmeyi durdurma' istemi ile iptal davası açmaktan bıkmış usanmıştı.Kendisini Cumhurbaşkanı olması için ikna eden ve seçtiren Bülent Ecevit' e kızsa mı kızmasamı karar veremiyordu.İnsan düşmanına istemezdi yahu bu görevi, halbuki en yüce makamda oturuyordu.'Sorumsuz yetkiliydi' nasıl olmuştuda bu kadar çok 'sorumluluk' bu sorumsuz makama yığılmıştı. Anayasa mahkemesi başkanlığından emekli olduğunda ne mutluydu, yüzü pek gülmezdi ama mutlu olmak yüzü gülmek demek değildi ki 'öyle olsa anayasada yazar ' dedi. Kendi esprisine kendisi cidden gülümsedi . Uzun süredir ilk defa gülümsemişti. Eşi Semra Sezar geldi aklına daldı gitti kapı ısrarla çalıyordu....
1941 de Afyonda doğmuş 1962 de Ankara üniversitesi hukuk fakültesinden mezun olarak yaşama atılmıştı. 1964 yılında Öğretmen olan eşi ile evlenmiş bu evlilikten üç çocuğu olmuştu. Gerek kendisi gerekse eşi sonderece mütevazi bir yaşam sürdürmüşler kendisi anayasa mahkemesi başkanı olduğunda bile Çankaya ilk okulunda öğretmen olna eşinin statüsü değilmemişti. Gerek kendisi gerekse eşi Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalmış çocuklarınıda böyle yetiştirmişti. 5 mayıs 2000 de TBMM si tarafından Cumhurbaşkanlığına seçilmiş 16 mayıl 2000 de yemin ederek görevine başlamıştı. Belki bir iki hukuksal hata haricinde geçmişi pırıl pırıldı. Hukuksal hata denilem konulşarda da kendi hukuk bilgisi ile inandığı kararı söylemişti. Eşini ilk günkü gibi seviyor çocuklarının üzerine bir baba olarak titriyordu ama aslagörevinden dolayı ne karısına nede çocuklarına iltimas geçmemişti. Çocuğunun düğününü köşkte yapmıtı. O bile içine dert olmuştu ancak gerek güvenlik gerekse istihbarat birimleri bu düğünün köşkte olması yönünde ısrarcı olmaları nedeniyle konumu gereği kabul etmek zorunda kalmıştı. Gerçi elektrikten suya bütün sayaçları önce ve sonra olarak okutmuş aradaki farkı cebinden vermişti. O günün tüm giderlerini kendisi karşılamış devlet hazinesine bir kuruş yük olmamıştı . Ciddi hiç bir dedikodu çıkmamasına rağmen düğünün köşkte olması genede üzmüştü kendisini.. Gerçi ne oğullar ne düğünler vardı dimağında ne bereketli düğünler , örneğin halihazır başbakanın çocuklarının bir düğünü olmuş düğün sonu evler ,hamamlar, saraylar alınmış Türkiye yetmemiş Amerikada villa alınmıştı böyle bir bereketli oğul kendisine yoktu ama o gururluydu... Kapı ısrarla çalıyordu....
Cumhurbaşkanı kapının ısrarla çalmasıyla daldığı düşünce alemeniden uyandı . Kendisine has sert tonlaması ile 'giriniz' dedi. Cumhurbaşkanı genel sekreteri ve emir subayı içeri girdi . Birisi baş selamı diğeri asker selamı verdi. İkisinin de yüzü bir garipti deyim yerinde ise allak bullaktı... Cumhurbaşkanı içinden 'belliydi 'dedi.' Belliydi. Hükümet bu demekrasi aşığı orduya rahmen tüm ihtilal nedenlerini yerine getirdi, ama hayret çok sessiz olmuştu ne bir duyuru ne bir tank sesi üstelik gündüzdü'. Kısık ve sert bir sesle sordu ' Ne var ? Ne oldu ?' Genel sekreter ve yaver birbirine baktı yaver yutkundu üniformasının eteklerini çekiştirdi anca duyulabilir bir sesle 'Dikmen sırtlarından on atlı geliyor , Genel Kurmay'dan deşifre edilmiş fotoğrafları geldi...' Sezer bu anlamsız sözlere anlamsız ve boş bakışlarla iki adama bakarak süzdü ve' Ata binen her adamın haberi bana mı gelecek ne var yani bunda ' dedi .Aslında tuhaf birşeyler olduğunu sezmişti. Hissetmişti hissetmesinede ne olabilirdi ki? Yaver bir kez daha yutkundu dikilmeye çalıştı fotoğrafları uzatırken ' Sayın cumhurbaşkanım on atlı geliyor gelmesinede ama gelenler .... '
to be con - devam edecek-de finito
|
commodore1tr |
On atlıyı yakından gören çiftçi ilk şoku atlattıktan sonra daha uzakta olan arkadaşlarının yanına seğirtti. Arkadaşları uzaklaşan atlıların arkasından bakıyorlardı. Oda uzaklaşan atlılara birkere daha baktı döndü arkadaşlarına 'Hele gördünüz mü gidenleri' dedi. Yanıt gecikmedi ' he gördük, hemide onunuda, kuşamları urbalarıda bir acayip hele büle bir havada atla bu garip urbalarla nediyorlar ki?' diye yöresel bir aksanla konuştu. Bu yanıtı alınca aslında arkadaşlarının hiç bir şey görmediğini anlayan yaşlı çiftçi 'hele de bakın hele ' diye başladı ve sessizce kimleri gördüğünü diyiverdi. ...
Arkadaşları önce gökyüzüne sonrada arkadaşları Halil ' e baktılar. Teki dayanamadı ' gış vakti güneşte yok emme senin başına güneş geçmiş gibi ne dövünüyon ? Akışamdan galdın besibelli' diyiverdi. Halil amca kızdı ' De git densiz densiz konuşma içmediğimi bilirsin tövbe ,tövbe adamı günaha mı sokacen durduk yere ?' Hep birlikte güldüler ve işlerine döndüler . Üç kişi hariç, bu üç kişinin kafası karışmıştı biri atlıları yakından gören Halil amca , biri onun hiç yalan söylemediğini yılanı bile yüzmetreden gören gözlere sahip olduğunu bilen elli senelik dostu ismet amca, biride bunlar böyleyse bir bildikleri vardır diyen abdullah amca...
Halil amca çift sürerken düşünüyordu 'yanılmış olabilir miydi?' 'Mümkün değil ' dedi kendi kendine ' heçte mümkünatı yoktur.' Kararını verince doğruldu, bunu haber vermeliydi hemde hemen . AP bunu bilmeyecekte kim bilecekti ? Sonra biraz durdu başını kaşıyarak yürümeye devam etti. Paşanın birisi şimdi ismini çıkaramıyordu emme kesin bir paşa idi o Adalet Partisini kapatıp geçip gitmişti. Milyonların sevgilisi olan AP yi neden kapatmıştı ki bu paşa ? neyse dedi vardır bir bildiği yoksa koskoca paşa olur muydu? Partisi kapandıktan sonra uzun süre oy verememişti AP temsilcisiydi köyünde ama ortada parti yoktuki temsilcisi kalsın. Ortaya iki garip tip çıkmıştı parti lideri diye emme ne kendisinin nede köyden birilerinin kanı ısınmamıştı bu kişilere adlarını bile anımsayamadı ,sonradan tonton birisi çıktıydı siyaset sahnesine iki arada bir derede bir parti kurmuştu ANAP diye, konuşup durduydu hiç te anlamadı ne dediğinden ama özetle ' dört eğilimi birleştiriyoruz' diyip dururdu. Acep AP var mıydı ki bu eğilimlerin bir yerinde ?Gerçi sonuna kadar da anlayamadı ANAP AP nin devamı mı değil mi? Tek anladıkları ANAP başkanlığından önce başbakan zonra Cumhurbaşkanı olan kişinin Türkiye yi REt KİT okuyarak yönetmeye çalıştığı olmuştu. Pek bir şaşırmıştı emme açık etmemişti hiç. Sonraları bildikleri tanıdıkları babaları Süleyman Demirel gelmişti siyasete DYP olarak. Keyfi yerine gelmişti gevrek gevrek güldü ' Dağda çoban goyununu gaybetse hesabını bana sorar ?' derdi hep baba ama bırak dağı Haymana tarafında sürüsünü otlatan Halil amcanın sürüsünü komple götürmüştü bir lanet örgüt, baba da bırak bir koyun vermeyi hatta neredeyse 'yardım ve yataklıktan' başı belaya girecekti. Allahtan hatalarını anlayıp salıvermişti Halil amcayı devlet baba. ' olsundu bukadarcık hata devlet demek baba demekti ' Sonra baba 'demokrasinin bayrağını 864 rakımlı tepeye dikin ' diyip duruyordu . Halil amce demokrasinin Demirel 864 rakımlı tepenin de Cumhurbaşkanlığı köşkü olduğunu baba cumhurbaşkanı olunca anladı. Babanın apar topar Çankaya ya çıkması hiçte iyi olmamıştı Halil amca için çünkü siyasetten anlamaz törelere ters bir eksik etek DYP nin başına gelmişti ' ben sizin bacınızım annenizim kardeşinizim teyzenizim diyerek' Halil emmi zaten siyasetten pek anlamazdı emme gerçekten bu kadının başa geçmesi hiç iyi olmamıştı kendisi bile soğumuştu DYP den ciddi kopmalar başlamıştı. Zaten devletle iki kere tanışmıştı biri koyunlarında ötekisi 2005 başlarında o arada 'kuş giribi' mi ne bir hastalık icat etmişler devlet garip elbiseli ve bol kiraçli olarak karşısına çıkmış ne kadar küçükbaş hayvanı varsa hepsini boğazlayıp tarlasına açtıkları bir çukura kiraç dökerek işi bitirmişlerdi. Böylece halil amca devletle ikinci tanışmasında da kümes hayvanlarıyla birlikte tarlasının en verimli yerini kiraç deposu haline gelip hak ile yeksan olmuştu. Allah üçüncüsünden saklasın diyerek verdığı kahveye girdi ve önce DYP sonra ANAP ı aradı.....
İsmet emmi işini gücünü bırakıp kahveye yollanan Halil' i önce gözleriyle takip ediyordu. ' Kendi kendine ne söyleniyor ki' diye düşündü, sonra içine sindiremedi , ' bune diyor ki nereye gidiyor ki' diyip peşine düştü...
İsmet paşa zamanından beri ciddi ciddi CHP li idi. Kaba taslak hesap etti CHP yi bileli neredeyse 60 sene oluyordu, eee yaşta 80 lere gelmişti... Zaten başka ne bilecektiki CHP dışında duraladı yaşdaşı Halil dönüp dolaşıp AP li olmuştu ondan ne beterleri bile vardı . Kendisi sağlamdı canım çok sağlamdı.... Babası CHP li idi hele dedesi neredeyse kurucularından olacaktı . Kendiside az değildi hani CHP nin yılmaz neferi olmuştu , zaman zaman desteklemesede nede olsa parti esas diyerek ineye çekmişti bazı olayları zaten ne yapabilirdiki o kadar okumuş bilmiş adamın arasında koskoca İsmet paşa yı yemişlerdi kendisi neydiki.. Anlamıyordu önce ne olduğu belirsiz bir ağalık düzeni , feodal yapıdan istikrar sağlanamamış kargaşa çıkmıştı tam durulmuşken bu sefer sağ sol olayları başlamıştı. Bunudda anlamamıştı kırk yıllık dostu bir anda sağcı olmuş kendiside ne olduğunu bilmediği tam anlamadığı halde solcu olarak adlandırılıvermişti, sonra ihtilal olmuştu kan da sağ da solda bıçak gibi bitmiş ama bu seferde çoluk çocuk demeden öldüren pis bir örgüt ortaya çıkmıştı, bu örgütün kökü kazınmaya başlanmıştı ki bu seferde nereden çıktıysa irtica çıkıvermişti. ' Ne ülkeyiz ' diye düşündü ' isim değiştirsede bir bela mutlaka başımızda duruyor' İsmet paşanın 65 sonrası genel sekreterini anımsadı ince bıyıklı kibar romantik idealist şair hatip bir gençti. Sonunda da İsmet paşa nın yerine geçmeyi başardı. Ah Ecevit ah diye geçirdi içinden durumu çok daha iyiye gitmesine rağmen o KARAOĞLAN dan eser yoktu artık. Karaoğlan deymi aklına gelince acı acı gülümsedi. Kendilerine solcu derlerdi ama bu solcu parti tarihe geçecek yönetimlerinin tekini MSP ile ötekinide MHP ve ANAP ile birlikte iktidarı paylaşmıştı. ' Amma da solcuymuşuz ha...' dedi içinden sağa sola baktı duyan yoktu sevindi... Halil le arayı kaptmak için hızlandı..
hele dedi ihtilalden sonra yasaklar kalkınca helede yılların Çoban sülü sünün Çankaya ya çıkmasından sonra Bülen ECEVİT le Süleyman DEMİREL sanki kırk yıllık dost olmuşlardı, sanki yetmişlerin düşman kardeşleri başka Ecevit ile Demirel di. Ecevit Demirel e Demirel Ecevit e sahip çıkıyordu, öylesineki koskoca ülkede Cumhurbaşkanı olacak birisi yokmuş gibi bizzat Ecevit Demirel 'in süresini uzatmaya çalışmıştı.
Benim de Halil' den farkım yok' diye gülümsedi İsmet amca bende 'söylene söylene geldim'. ..
Halil in Anap Ve DYP ile konuştuklarını kulaklarıyla duydu . ' on atlı geliyor gelenler....' Artık iyice emin oldu Halil in gördüğünden köşede oturdu bir demli çay içti Halil çıkarken gözgöze geldiler Halil çıktı İsmet amca telefona sarıldı Önce CHP yi sonra da DSP de birilerini aradı...
Hacı Aptullah Halil ile İsmet 'in peşpeşe işi bırakıp kahveye söylene söylene gidişlerini izledi. ' bu ismet te gidiyorsa bunda bir iş var' diye karar verip oda kahvenin yolunu tuttu.
Dindar bir ailenin dindar evladıydı. Hacca bir kere gitmiş birden fazla gösteriş için gitmenin maskaralık olduğunu bilecek kadar da iyi dindardı. Bir ara AP ye meyletsede çevresi sonucu MSP li olmuştu. Pati programının dindarlıktan çok dincilik üzerine kurulu olduğunu geç farketti ama artık dönemezdi. Hem bir şekilde dinden bahseden tek partiydi. Diğerlerinin ne menem bir şey olduğu belli değildi. Aslında Erbakanın zırt pırt tekrar ettiği ' bupartiye oy vermeyenler patates dinindendir.' Sözü içineoturmuştu da patates dininin ne olduğunu sormaya cesaret edememişti. Hele hele ' fitre ve zekatını bu partiye vermeyenin fitre ve zekatı kabul olunmaz ' deyimini nereden bulduğunu halen daha bulamadığı gibi gelen onca paranında nereye gittiğini bulamamıştı... Hele istiklal Marşında Konya da yere oturmalarında içine ateş düşmüştü zaten peşinede ihtilal gelmişti...
Adnan menderes ile İnönü doğuştan zengindi .Ecevit orta halli Denirel biraz daha iyicene Rahmetli Türkeş te eh işte denecek gibi Mesut yılmaz de zengindi Tansu bal tutmuştu sanırsa... Erbakanla Tayibi anlayamadı Hele Tayibi hiç Oldukça fakir ailenin çocuğu idi neticede fakirdi şimdiyse çok ama çok zengin 'işte dedi allah inancı..' sonra brden kendisinin de en az onlar kadar inançlı olduğu aklına geldi hatta hayata onlardan daha iyi başlamıştı ama aynı yerdeydi ' demekki allah inancı yeterli değil insanlara Allaha nasıl inanacakları konusunda ahkam da kesmek lazım dini anlatmak lazım ' dedi güldü ' işte Allah o zaman kuluna yürü yakulum ' diyor sanırım dedi. İkiside çok ama çok iyi yürümüştü ....
Kahveye yaklaştı ismet te çıkıyordu, Kahveciye sordu ' neyaptılar' kahveci ' anlamadım ki hacı amca biri DYP ile ANAP ı diğeri CHP ile DSP yi aradı biri geliyormuş ama kim anlamadım ' dedi. Oan arama kararı verdi ama hangisini aramalıydı Ak partiyi mi Saadeti mi? SOnra ikisinide ara fark yok dedi içinden ' biri gaz çıkarsa öteki kokuyor.' Telefona sarıldı....
Pilot yüzbaşı pisti karşısına almış inişe geçmiştiki telsizi çalıştı ' Atlıların resmi tam anlaşılmıyor gerekli yerlere gönderildi ama bir daha lazım ' Hook u aşağı almış gaz kollarını rölanti konumuna getirmişti bir anda gelen emirle gaz kollarını kendine çelerken hook u yukarı aldı burnu önce gökyüzüne sonra güney batıya döndü. Çiftliği geçerken atlıları gördü çiftliğe doğru dönmüşlerdi. ve karşılıklı geliyorlardı. ' çok iyi ve net olacak bu sefer dedi.' Azami alçalma olan 1000 feet e indi çekime başladı. Bir an keskin gözleri üzerinde hissetti içi titredi bakışlar sanki kendisini delip geçmişti bir his daha vardı için da bakışlar gurur doluydu.
Atlılar üzerlerinde alçalan teğet geçerek giden uçağa baktılar gururla baktılar birisini gözleride nemlenmişti . Çok gençti 18 yaşlarında var yok olan at üzerinde ki genç kızın gözleri nemlenmişti ' bende,ben de öyle bir uçağa bindim paraşütlede atladım' diyebildi nemli gözler boğazını düğümlemişti. Diğer dokuz atlıda biraz duraksadılar sonra hep birlikte çiftlik yönüne atlarını sürmeye devam ettiler....
DEVAM EDECEK.........
|
commodore1tr |
Genel Kurmay başkanlığı'nın komuta kademesinin bulunduğu Kuzey binanın üst katında Genel kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt Odasının Güneydoğu cephesindeki penceresinden TBMM i binasına bakıyor ve düşünüyordu.
Türkiye Cumhuriyetinin en zorlanarak seçilen Genel Kurmay başkanı olmuştu. TSK içerisinde olmasa bile malum kesimlerde aleyhine çok ciddi ve asılsız propoganda yapılmıştı. Neler neler olmamıştı ki bu yolda biraz da sarsılıp sinirlenerek anımsadı...
Aslında olaylar Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmasından çok daha öncesine dayanıyordu. 1983-1986 yılları arasında kurmay albayken Kuleli askeri lisesi komutanlığı yapmıştı. Bu çok ama çok önemli bir görevdi çünkü TSK geleceğin subaylarını yetiştirecek okul komutanlarını bir 'özel istihbarat' tan sonra atıyordu. Laik, demokratik ve sosyal devlete özelliklede Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlılığından hele hele T.C vatandaşlığından azıcık şüphe edilen birisinin asla gelemeyeceği makamlardan birisiydi Askeri lise komutanlığı İşte o makama atamışlardı kendisini yani bir bakıma taktir edilmişti.....
1982 den başlayarak TSK da ciddi bir 'irtica'gelişimi tespit edilmişti. Daha önceleride vardı elbette tek tük böyle subay astsubaylar ama bu tarihten sonra organize ve ciddi bir artış tespit edilmişti. Daha önceki olaylarda bu kişiler önce ' sakıncalı' sonra 'şüpheli' daha sonra ' sakıncalı süpheli' personel kategorisine alınıp en sonunda tespit kesinleşincede sıralı disiplin amirlerinin 'menfi' sicili ile TSK dan uzaklaştırılırdı. Bu sefer durum böyle değildi. 1982 yılından itibaren yapılan inceleme ve istihbaratlarda özellikle 1978 ve 1979 yıllarında ve sonrasında askeri okul öğrencisi olanlarda ciddi bir 'irtica' ve özellikle 'Fethullah gülen' isimli kişinin etkisi görülmekte , kırsal kesimden gelen ortanın üzerindeki 'çalışkan ' ama fakir öğrencilere bir şekilde el atıldığı belli idi...
Okul komutanı olduktan sonra gerek üç harp okulu gerekse askeri liselerde ciddi bir istihbarat ve incelemeye koyulmuştu Özellikle 1984-1985 yıllarında Kara ve Hava harp okulu ile Kuleli ve Işıklar askeri liseleri ile tüm astsubay okullarında , 1986 yılında da Deniz Harp Okulu ile Deniz lisesinde dindarlıktan uzak 'dinci' kafalara bağlı ve özellikle nasıl olduğu tam anlaşılamayan çok ama çok sayıda 'Fethullahçı' öğrenci okullardan uzaklaştırılmıştı. Bu sözde fakir öğrenciler 'muhteşem bir konvoyve son model arabalarla' alınmışlardı okullardan. İşte bu öğrenciler ve onları bu okullara yerleştiren veya okulda bularak kanına giren zihniyet saldırıyordu TSK ya ve kendisine .....
Meclis bahçesinde dalgalanan Bayrağa bir kez daha baktı döndü masasına oturdu. Masasının üzerinde rutin evraklarla yakında yapılacak olan Milli GüvenlikKonseyi toplantısı için yapılan hazırlıkların olduğu sümen vardı. İmzalaması gereken rutin evrakları önüne çekerken 2004 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı Olduktan sonra aleyhine gelişen bir olayı daha anımsadı...
Kara Kuvvetleri Komutanı olduktan kısa bir süre sonra önce kökten dinci bir internet sitesinde sonrada aşırı sağ bir sitede kendisiyle ilgili nerden çıktığı belli olmayan bir iftira ortaya çıktı. Kendisinin bile bilmediği bir şekilde kendisinin sabetay olduğunu öğrendi. Bu çirkin iftira hiç bir zaman hedefine ulaşamadı ama bazı kıt kafaları da karıştırdı. Sabetay sevi adında bir izmirlinin 1648 de kendisini mesih ilan etmesiyle başlayan bu çarpık düşünceyle ne ilgisi olduğunu anlayamamıştı. Türkiyede herkes bilirdiki soyağacında ki en ufak şüphe yada aileden birisini işlediği bir suç dahi kişinin subay olmasına engeldi. Dahada ötesi Kurmay olmak içinde ayrıca meşakkatli ve daha sıkı bir istihbarat hele hele general olmak için tüm ailenin hatta eş ve çocukların durumu bile incelenirdi. Biri bile merak etmemişmiydi tüm bunları aşıp bu rütbelerenasıl geldi ki diye ? En büyük iddiaları 'empati kurarak astlarına öyle yumuşak davranıyor duki milliyetçi görünümüyle kandırıyordu' olmuştu. Gene birisi bile merak etmemişti 'yahu bu adam direk orgeneral mi oldu ? hiç mi üstü yoktu bunun diye ?' 'Sabetaycılar ya da Sabetayistler... Köklerinin Sefarad İspanyası'na dayandığına inanılan, bugün isimleri ortaya atıldığında, "Birkaç kuşak önce kaybolup gitmiş bir hareket" ya da "Türkiye'nin asıl kurucuları" şeklindeki komplo teorilerinin öznesi olarak anılan bir topluluk... Sabetaycılık üzerine yapılan tüm bu tartışmalar 'Matrix' filminin senaryosunu andıran sorular ve olaylar üzerine yoğunlaşıyor' diye düşündü vede ekledi kendi kendine ' yahudilikle benim aramda nasıl bağ olur ' ama öyle çalışmışlardıki bir ara kendi bile inanacaktı neredeyse ne soy kütüğü hazırlamışlardı hafif üzgün hafif kırgn hafif kızgın bir gülümseme geldi geçti dudaklarından ...
Makam odasının önünde ki oda da çalışmakta olan emirsubayı albay başını kaldırdığında karşısında İstihbarat başkanını gördü. Hemen ayağa fırladı topuk selamını verdi. ' komutan içerde mi ?' diye sordu istihbarat başkanı 'içerde komutanım ama birazdüşünceli ' dedi emir subayı. 'komutanım sizde pek iyi görünmüyorsunuz 'diye de ekledi.. Boş koltuğa çöker gibi oturdu istihbarat daire başkanı ' yakında MGK var. gene çok sert geçecek gerek BÇG gerekse ÖBKK nın raporları genel izlenim ve oluşumlar iyi değil. Hükümet irtica birinci tehtittir denmesine karşın sadece oyalama taktiği güdüyor ve olayları körüklüyor. Hiç hoş bir durum değil normal sıkıntılı olması ama ama bu resimleri görünce sıkıntısı dahada artacak yada bitecek 'dedi....
Orgeneral Büyükanıt rahatlayamamıştı. Tekrar kalktı oda da bir tur atıp pencereden baktı başbakanlığa koruma ordusuyla başbakan gidiyordu. İçten bir gülümseme geldi dudaklarına aklına Temmuz ayında icra edilen Efes tatbikatıyla birleştirilmiş denizkurdu tatbikatı gelnişti. Başbakan Erdoğan bir intikal safhasına katılmış izlemiş bir olayada fiilen katılmıştı. varagele eğitiminin bir parçasında bir gemiden bir gemiye personel nakli yapılacaktı ve bu personel bizzat kendi isteği ile başbakan olmuştu. Okadar da anlatmışlardı oturağın kilit sistemini soldan sağa diye ve hatta ikaz etmişlerdi dokunmayın diye. Eğitimin ortasında ' sağı' sevdiğindenmidir nedir başbakan kilide asılınca sağdan sola kilit açılmış T.C 59. Başbakanı Egenin sularına düşmüştü. Allahtan gemi komutanları tecrübeli idiler. Anında stop edip bir olası bir faciayı önlemişlerdi yoksa dünya tarihine tatbikatta başbakanını denize düşürerek öldüren silahlı kuvvetler olarak geçeceklerdi. Geçi deniz kuvvetlerinin bu ilk vukuatı değildi, ama gelde dünyaya anlat başbakanın hatasını.... 'Ne başbakan dedi' içinden muhalefetle kendi partisiyle Ab ile tabanıyla tavanıyla devletin tüm kurumlarıyla aly üst kimliği ile kavgalı olduğu yetmiyormuş gibi doğa ilede kavgalı idi. Aklına 2005 yılı geldi tutamadı kendisini resmen kahkaha ile gülüyordu. İki seyisin tuttuğu son derece uysal görünüşlü bir 'sütçü beygirine ' binmiş öbür taraftan çok daha hızlı inmişti üstüne üstlük birde çifte yemişti hayvandan. Allah bilir diye geçirdi içinden ' allah bilir bu atın attığı ilk ve son çiftedir.' vardır elbet atında bir bildiği......
TSK ya gereksiz saldırılar başladığı gibi birden bitmişti. Bunun nedenleri belliydi ama düşünmeye bile değmezdi. Rektör olayı daha durulmadan 18 mayıs rezaleti. Araya sıkışan bir de Şemdinli olayı vardıki evlere şenlikti. Savcı halen dahane olduğunu anlamadım iddiasındaydı. genelkurmay başkanıda bunu anlamıyordu. Bir itirafçının sözleri ile sen tut ordunun en üst kademelerine hiyerarşi sistem yol yordam bilmeden soru sor Koca jandarma Genel Komutanlığını astınmış gibi sorgula çok gizli isimleri ifşa et sonra ne oldu de ? Yeşik kart sahibi adamın devleti 5,5 trilyon dolandırdığı ortaya çıkıncada sus olabilir hak verilmiş kullanmış de ... Ne güzel savcılık Zaten oldum olası oturduğu yerden ahkam kesenleri sevmezdi. Bir kere yerinden kalkmadan ezop masalı gibi iddianame yazmıştı. Birde komple hatalı anlayana kadar akla karayı seçmişlerdi . Zaten iki olay irdelendiğinde 92 mezunu sarıkaya ile 97 mezunu arslan 'ın yolları üç - beş kere kesişmiş rektör olayı Şemdinli ve peşinden danıştay patlak vermişti. Hükümete bu konu iletilmiş nedense üzerinde durulmamıştı. Bir diğer özellikte danıştay olayına nedense Fethullah sicilli bu işlerden anlamayan sicili şaibeli ramazan Akyürek getirilmişti. Bu iki ciddi faktör olayların çözümsüzlüğüne giden yoldaki kilometre taşları olmuştu...
Ne gariptir ki diye yeni bir düşünceye dalmak üzereyken kapısı vuruldu . Alnını oğuşturdu saate baktı saat 1002 idi ve hiç bir randevusu toplantısı yoktu. 'gir' dedi. Kapı açıldı emir subayı çakı gibi bir selam vererek ' komutanım istihbarat başkanımızın önemli bir arzı varmış tensiplerinize ' dedi. Başını salladı bu 'gelsin' demekti....
Bir dakika sonra şaşkın gözlerle fotoğraflara bakıyordu. saydı bir iki üç dört beş altı yedi de durdu yedinci atlı da kimdi kırk yaşlarında biraz toplu gözlüklü sert ama sevecen bakışlı okumuş biri olduğu belli birisi atada pek yakışmamıştı atladı 18 yaşşarında görünen kızıda tanımadı dokuzuncuyada baktı çıkaramadı başı açık 30 yaşlarında topluca bir kadın güneşten esmerleşmiş bir yüz, onuncuyuda çıkaramayınca biraz canı sıkıldı ama belli etmedi 45 yaşlarında dik ve sert duruşlu kararlı bakışlı birisi bir kere daha taradı içinden' aslında üç kişiyitanıdım ya neyse ' dedi. Şaşkınlığını attı 'ne bu tiyatro mu ?' dedi. Gerçek sanırız yanıtını alınca cidden sarsıldı. Bunca sene savaş için hazırlanmış bir komutandı. gözünü kırpmadan savaşa gider di ihtilal kararı gerekirse alırıdı. İnisiyatif kullanmasını bilirdi ama şimdi kafası cidden karışmıştı. Fotoların Cumhurbaşkanına başbakana vede TBMM i başkanına gönderildiğini duyunca şöyle bir baktı ' bu konuda Cumhurbaşkanının fikrini alalım randevu isteyin ' dedi. Genelde çok geç gelen yanıt yıldırım hızıyla verildi ' cumhurbaşkanı hemen kendilerini bekliyordu'
Makam arabasına atladı çankaya ya yola çıktı saat topu topu 1015 idi....
to be con..... DEVAM EDECEK
|
commodore1tr |
Halil amcanın telefonunu alan DYP yetkilisi hem inanmadı hemde şaşırdı. Olur muydu böyle saçma sapan bir olay . Ama genede parti genel sekreterine durumu iletti , genel sekreter 'Bu işlerle genel başkan uğraşamaz erken seçim için çalışma yapıyor sen en iyisimi konuyu DYP diyince akla gelen iki isme ilet gerçi ikincisini pek anımsayan yok ama genede başbakandı ' dedi. Bunun üzerine yetkili aşağı indi ve Süleyman Demirel 'in Güniz sokaktaki evini aradı....
Demirel çalışma odasında oturmuş yarı okuyor yarı düşünüyordu. Ne olmuştu bu ülkeyede bir sözüyle sokaklara dökülenler şimdi tepki gösteriyordu kendisine... Hemde tam anlamadan idrak etmeden 'baş örtülü okuyacaksınız suudi arabistan a gidin ' demekle kastettiğini nasıl anlamazdı o kadar yakınları ? Çok daha garip bir olay daha vardı aslında düne kadar düşman olduğu yok etmekye çalıştığı sol basın ve bazı yazarlar Demirel i desteklemiş ve siyasete dönmesini en çok onlar istemişlerdi. ' Ben solcuyum daa haberim mi yok ?' diyede düşünmedi değil... Şimdi kırk yıllık kurt olarak yapacağı manevrayı düşünüyordu ...
Aslında bugün kü siyasette olup ta olmaması gereken bir sürü uygulamayı ben başlattım diye düşündü. Kur'an'ı oy almak için bir yem bir reklam gibi kullanan kendisiydi mitinglerde öpüp öpüp başına koyar bununla saf dindarları kandırdığını sanırdı. Devlet parasıyla verdiği iftar yemekleri geldi aklına her ne kadar devlet parasıyla iftar yemeği vermek laikliğe uymasada daha da beteri dince de makbul caiz olmamasına rağmen kendi parası gibi verdirmişti. Zamanla sadece dinsel söylem, cuma namazlarına katılmak ,Eyüp camiine gitmek tekbir getirerek temel atmak gibi kendi başlattığı uygulamalar bile dinci akımların desteğini almaya yetmez olmuştu. Kasıldı şimdiki aklı ve tecrübesiyle ne kadar hatalı bir iş yaptığını kavradı ama artık çok geçti.
Verdiği taviz üstüne tavizlerle bu yobazlar aşırı çoğalıp yurt dışına taşmış hatta Almanya 'da hilafet devletini bile ilan etmişlerdi. Bu aşırı dinciler neler neler demişlerdi. 'Hakimiyet milletin değil Allahındır. Cumhuriyet zulmuyle hesaplaşacağız, cumhuriyet kafirlik laiklik dinsizlik özgürlük put Atatürk deccaldır' UFFF dedi uff hele sonuncusu ozamanda yüreğini dağlamıştı şimdi ise bu dev gibi gövdeyi eziyordu. Nasıl olmuştuda izin vermişti? Sırf omuydu izin verdiği.....
Aday listelerinde tarikat tmsilcilerine cumhuriyet karşıtlarına hatta bölücülereyer vermişti Şeriatçi basını beslemişti. Aslında dikkatli zeki dengeleri ayarlamakta usta biriyim dedi ama bazen taşları çok oynatmıştı. Neden diye düşündüğünde ise 'bilardo oynadığı, bir kaç roman okuduğunu şiirde ise Mehmet Akif'te son bulan bir zevki olduğu aklına geldi ayrıca Ciddi bir tiyatro kültürünün hele opera da sıfır olduğunun farkına vardı. Özetle sanata ilgi duymadığını ufkunu genişletip kültürünü inceltemediğini hissetti. Belki de bu yüzden dincilere fazla taviz vermiş hatta 1987 de gemiyi azıya alarak bir nurcu dergiye aynen ' İran ve pakistan islam Cumhuriyetleri vardır. Birkaç ülkenin başında islam kelimesi yer almaktadır. Aslında , 1924 Anayasasında da [Türk devletinin dini, din-i islamdır] denildiğine göre , o günkü devlet de bir islam cumhuriyetidir. 1923' te kurulmuş olan cumhuriyet bir islam devletidir. [ Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyet elden gidiyor ]şeklindeki beyanların,bence ,iyi bakıldığı zaman tutarlılığı yoktur. Atatürk'ün kurduğu devlet laik devlet değil , islam devletidir.''demişti. İçini derin bir sıkıntı kapladı. Bu kadarla kalmışmydı bu ülkeyle oynadığı....
Gereğinden çok ama çok fazla imam hatip okulu açmıştı ve Türkiye bugün bile bunun sancısını çok ciddi biçimde çekiyordu bu gidişlede bazı acı bedeller ödeyerek çekmeye devam edecekti. 1965 yılını anımsamak bile istemedi ama aklına taklımıştı oyıl milli eğitim yasasını delmiş Diyanet İşleri Başkanlığının bir maddesi ile Kur'an kurslarını açma ve yönetme görevini müftülere vererek, MEB devre dışı bırakmıştı . Vakıf ve tarikatların binlerce kur'an kursu açmasına oy uğruna göz yummuş olayların böyle olacağını öngörememişti. hatta aynı nurcu dergiye '1924 tarihli tevhid-i Tedrisat Kanununa ters düşüyor diye din eğitiminden vaz mı geçilecek ? Şayet Kur'an kursları veya din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa , yanlış olan din eğitimi değil, Tevhid-i Tedrisat kanunudur' demişti.... Uf ki uftu kendisi hiç bir imam okuluna gitmediği halde CUMHURİYET OKULLARINDAN her türlü bilgiyi almıştı üç oy uğruna yangına demirci körüğü ile gittiğini farkediyordu ama iş işten çok geçmişti. Bugünkü yangının temelini o zamanlar kendisinin attığını geç te olsa anlıyordu.
Antreden telefon sesi duyuluyordu önce bir koruma sonra hayat arkadaşı 50 senelik eşi Nazmiye sinin konuştuğunu duyuyordu, nazmiye seslendi 'şimdi meşgulum ben birazdan ararım' yanıtını verdi. Gerçektende konuşacak hali yoktu. Düşünceler beynini kemiriyordu. ...
DEVAM EDECEK ....... |
commodore1tr |
Demirel eskilerle yeniler arsında köprü kuruyor ve o köprünün tam ortasında olduğunu hissettikçe titriyordu o 101 kiloluk gövde sanki sarsılıp tarihle hesaplaşıyordu..
Demokrat parti 1950'de iktidara gelince , ilk iş olarak, ezanın tekrar arapça okunmasına izin vermişti halbuki daha 1918 yılında AZiya Gökalp ne demişti dizelerinde ...
Bir ülke ki camiinde Türkçe Ezan okunur.
Köylü anlar manasini namazdaki duanin...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur.
Küçük, büyük herkes bilir buyrugunu Hüda'ni...
Ey Türkoglu, iste senin orasidir vatanin!
demekki dedi 1918 de 1950 lerden iyi düşünülüyormuş ne 1950 si şimdiden bile... Atatürk 1932 de önce Türkçe ezan okunmasının dinen caiz olup olmadığını tartıştırıyor ve caiz olduğu belirleniyor. Bunun üzerine içlerinde Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi dönemin önemli hafızlarının bulunduğu bir komisyon kurularak ezanın Türkçe çevirileri yapılıyor ve hangisinin ahenginin daha uygun olduğu
tartışılıyor. Kabul edilen metin şöyle:
"Tanrı uludur;
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı'dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır."
Diyanet İşleri Başkanlığı 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelge ile bu metni bütün camilere bildiriyor ve ezan Türkçe okunmaya başlıyor. Tam halk neyin ne olduğunu anlarken ah Demokrat parti ah... Sanki bu yetmezmiş gibi devlet radyosunda Kur'an saatini ve mevlit yayınlarını başlatmıştı. Dilde sadeleşme bir devlet siyasetiyken , geri giderek anayasayı gene Osmanlıcaya çevirmişti Allah tan bu hatadan vazgeçildi dedi bir soluk aldı. Halkevleri, Köy Enstitüleri kapatılmış, Atatürk çizgisi terk edilerek Batının uydusu olma yoluna girilmişti her sokakta bir milyoner çığlıkları vede devlet tercihi olarak Cezayir direnişçileri yanında olmak varken Fransa'nın yanında olmak gibi... Devrim yasaları yavaş yavaş ihmal edildi unutturuldu bunun yerine dincilerin sırtı sıvazlana sıvazlana bu günlere gelindi... bende bunu olduğu gibi hatta artırarak sürdürdüm diye düşündü iyiki devrim yasaları unutulmuştu ya anımsayan çıksaydı.....
Bir an hükümetin en büyük din sorunu yaptığı türbana gitti aklı nereden nereye dedi şaştı kaldı eğer kendisi devlet adamlığını gösterebilseydi hiç olmayacak bir sorunu canlı bomba gibi Türkiye'nin kucağına bırakmayacağını hissetmedi bile. başörtüsüne ne eskiden karışılmıştı nede şimdi karışılıyordu. İlk kez Ankara İlahiyat Fakültesinde başladı başörtüsü sorunu. Okullarda başörtüsü yasaklanınca YÖK başkanı İhsan doğramacı, sanki farklıymış gibi türban fikrini ortaya atmış bu fikirde tutulup yayılmıştı. Türban ne Türk geleneklerinde nede islamda yeri olmayan bir örtünmeydi ve sadece 'islami sertliği' ile bilinen iranda bir islam kolu uyguluyordu. Türkiye de 1983 e kadar Türban diye bir nesne yoktu nasıl omuştuda şimdi dinciliğin simgesi laikliğe meydan okumanın yeni bir biçimi olmuştu anlayamadı. Tıpkı kendi hayalarını anlayamadığı gibi.... 23 senede dinde ve gelenekte yeri dahi olmayan bir örtü dini simge olmuştu kendisi ise bu 23 yılın 19 yılında fiilen vardı ve farkında değildi. Türbanda yasaklandı Anayasa mahkemesi ve Danıştay durumu incelemiş evrensel uygulamalarıda dikkate alarak , türbanın kamusal ve yönetsel alanlarda takılmasının laiklik ilkesine aykırı olduğunu tespit ederek yasaklamayı onaylamıştı. Çünkü kamu hizmetinin en önemli niteliği tarafsızlıktı. Kaç sene sonra gene türban yüzünden kendisini kaybeden bir avukat hala süren bu saçmalık ve kışkırtma yüzünden Danıştayı basmıştı bir değerli hakimde ölmüştü mekanı cennet olsun dedi içinden ama kafası iyice karıştı olmayan bir simge nasıl bu kadar değerlenmişti bu süreçte kendisinin başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı olduğunu anımsayınca iyice bozuldu...
Aklına birden Said -i Nursi, yada eski adıyla Said -i Kürd'i geldi yüreği hop etti, offf dedi offf bayağı hata yapmışım Türkiye Cumhuriyetinin bu garip hale gelmesinden bayağı sorumluyum aslında bu bile bir şeydi ama bu düşünceyi kafasından uzaklaştırdı ve mevcut hükümeti nasıl alt edeceğini düşünmeye başladı hırslıydı bu yaşında bile iktidar hırsı yanlış üstüne yanlış yapmasını engelleyemiyordu oynayacağı en büyük koz yine dindi. Din diyince kaldığı yerdeki düşünceleri geldi aklına yahu ne zordu bu kadar uzun bir tarihle yüzleşmek bir doğrusu yokmuydu yahu ? Barajlar kralı olduğu aklına geldi evet evet bu doğruydu DSL den başlayan ve DPT de devam eden hayatının o kesiminde gerçekten barajlar kralıydı zaten aydın kesimde bu yüzden ona minnetterdı ama şimdi kalkıp baraj yapacağım diyemezdiki önce dine el atmalıydı....
Birazdan dediği süre geçmiş telefon gene çalmaya başlamıştı Nazmiye'si telefonla konuşuyordu bir ara sesler kesildi telefonun kapanma sesini duymamıştı yaklaşık iki dakika sonra 'yaaaa' diyen şaşkın Nazmiye'sinin sesini duydu ama gene düşünceye dalmak üzereydi hemde çok derin........
|
commodore1tr |
Said-i Nursi ye takılmıştı aklı , 1873' te Bitlis'in Nurs köyünde doğan dikbaşlı kendine özgü bir kişilik. karışık ve sistemsiz bir din eğitimi görmüş yetenekli birisi. İstanbul'a gelir tutuklanır sürülür hatta kısa bir süre akıl hastahanesinde yatar. ittihatçıların Teşkilat-ı mahsusasında bile görev alıyor. Ruslara esir düşüyor kaçıyor , Kürt ayrılıkçıların kurduğu Kürt Teali derneğine üye oluyor. Cumhuriyetin ilanıyla köyüne çekiliyor şeyh sait isyanı ile sürülüyor. Ömrü genelde sürgünde geçiyor 1926-1949 yılları arasında risaleler yazıyor toplam 130 kadar. Toplucada risale-yi nur diye anılıyor bu yazıları. Ağdalı karışık gramer hatalarıyla dolu bir dili var. O uzun ve tantanalı bir bölümü müphem ifadelerin içerisinde İslama bir soluk getiren yeni hiç bir şey yok... Bu risaleleri okuyanlara çoğultup yayanlara Nur talebeleri deniyor. harekat Nurculuk diye anılıyor. Zaten başına bela olmış bir cemiyet şimdi de bir yazar Kıbrıs açıklarında denize atıldı diye bir yazı yazıyor. Offff offfff...
Said-i Nursi bu Nurculuk hareketinnin amacını ' Mustafa Kemal'e karşı Nur un tokadıyla karşı çıkmak ( Şualar s.334) ' olarak tanımlamaktadır. Nurculuğun amacı örtülü bir ifade ile ' imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek, Kur'an'a sarılarak , dinizlik vede kominizm den kurtulmak' yani din devleti kurmak... 1960 da ölünce çeşitli nedenlerle Nurculuk bölünüyor, amma en önemlisi yargıtay ceza genel kurulu 20,09,1965 günlü kararla Nurculuğu mahkum etmesidir. tam kendi döneminin başlama zamanları yani , mahkumiyeti hükümet olarak hiç uygulayamamışız havada kalmış diye iç geçiriyor...
Nurcular önce Demokrat partiyi sonrada bizim partiyi destekledi gık demedim , çeşitli kitap ve dergiler çıkararak Atatürk ve cumhuriyeti karaladılar hele hele Yeni Asya kolunun yayınladığı 6 ciltlik Gayr-i resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi bunun en üst düzeyidir. demekki dedi bugünün Türkiyesinin en baştaki sorumlularından birisi benim dedi hele risaleleri okuyup ta gereğini yapmadığı için tarihi bir utanç içindeydi...
Said-i Nursi , risalelerinde kendisini vede risalelerini yüceltmek için öyle şeyler yazıyorduki ona da inananlara da şaşmamak elde değildi... Acı acı gülümseyerek tekini anımsadı , Tevbe suresinin 33. va Saff suresinin 8. ayetinde geçen nur kelimesi hakkında ' Bu nur , Risale-yi Nur'un nurudur. Daha doğrusu Risale-i Nurun kendisidir. ' Buna benzer neler neler hele hele risalelerde hemen bir ikisini anımsadı ..
' Risale-i Nur Kur'an 'ın bir aynasıdır ( Sönmez risalesi s29)
'Kur'an'ı kerim 'in ruhu, Risale-yi nur un cesedine girmiştir. ( Emirdağ lahikası s79'
'Risale-i Nur öyle değerli bir kitaptır ki Kur'an 'ın onda yansıyan nurlarına hizmet etmek, askerlikten ve kutsal savaştan bile üstündür. ( Lem'alar)'
Said- i Nursi nin Atatürk Cumhuriyet ve Cumhuriyetçiler için dedikleride aklına gelince titremesi arttı . Neler neler demişti bu adam ve buda onların dargilerine konuşmuştu sanki bu haklıymışcasına ama genede bu devirden iyiydi adamın ülkeyi bölmeye çalışan mürüdine af çıkmıştı.. ' Atatürk saltanat-ı hilafeti mahveden bir deccal (Şualar 434)' 'nefret -i ammeye layık adam (Atatürk oluyor) İslamın en büyük fitmeyi diniyelerinden biri. ( Şualar s313-314) Nurcuların Acz Mendi kolunun hocası olan zatı Müslüm gündüz de 'laiklik dinsizliktir bu rejim kökten kazınmalıdır' demişti kendiside o ara yetkiliydi..
daha beteri geldi aklına birden Taksim Toplantılarında kendi söyledikleri.. 'bediüzzaman Said-i Nursi; Kur'an'ı ve Resullullah'ı kendisine rehber yapmış ve inançlarından hiçbir taviz vermemiş bir şahsiyettir. mMerhumun külliyatı kütüphanemde vardır. Bu risaleler hakikat ve öğitlerle doludur. Bediüzzaman hazretleri....'' yuh olsundu bir kaç oy için Türkiyenin dibini resmen oymuştu Atatürk e Cumhuriyete laf eden Anlaşılmaz hatalarla dolu bir kitapçıkları değerli bulduğunu söylemiş yetmemiş adamı 'hazret' sıfatına çıkarmıştı. Bu ülke bu kadar darbeye genede iyi dayanmıştı Demekki Atatürk Sağlam temellerle kurmuştu Cumhuriyeti . O an aklına bir kitap geldi Atatürk Yazmıştı ne hikmetse hiç okumamaıştı okusaydı bir en azından bundan doğrudur diye geçirdi içinden....
12 mart 1971ve 12 eylül ne ilgimç dedi hepside kendi döneminde hepside kısmen ona karşı hatta 1960 bile sayılırdı nede olsa Demekrat Partinin devamıydı. 1979 un son günü bütün yetkililere ulaştırılan muhturayı bile anlamadığını düşündü. Hata darbeden önce tüm konuşmalarında sıkıyönetim komutanlarına övgüler yağdırırken yıllar sonra 12 eylülde kendisini haklı çıkarmak için salladığı ' 11 Eylülde akan kan 12 eylül de nasıl durdu?' yalanı aklına geldi gerçekten tarihten utandı. Ya bir tarih mahkemesi olsaydıda hesap sorsalardı.. İyiki tarih mahkemesi diye bir mahkeme yoktu adliyelerde... Milliyetçi cephenin bile hesabını veremezdi bölünme dağılma gereksiz kavga.....
Daha hesaplaşacak o kadar çok şey vardıki ama kapda ısrarla çalınıyordu ve eşi sesleniyordu. Silkindi kendine geldi nede olsa alışıktı^'dün dündür bugün bugündür ' demeye... Aslında iyiki hayal aleminden uyanmıştı ter içinde kalmıştı. Gel Nazmiyem dedi. Nazmiye demirel telaşla içeri girdi Kocasının yüzündeki soğuk terleri görünce ne söyleyeceğini unuttu ' Bey iyi misin ?' dedi. Demirel ' 50 yılın sorumluluğunu üstlenmek kolay değil nazmiyem ' dedi. Nazmiye'si bir şay anlamamıştı ama eşime gelen telefonu söylemesi gerektiğini biliyordu ve söyliyiverdi. Demirel beş kat terlemeye başladı 'imkansız yav nasıl gelecekler' dedi. Ama ya geldilerse demektende kendini alamadı geldilerse Hükümeti devirme çalışması yapmasına gerek kalmayacaktı ortada hükümet kalmazdı....
DEVAM EDECEK
|
commodore1tr |
DYP yetkilisi ikinci olarak Tansu Çiller ' i aradı. Telefonu Kuşadasında ki çiftlikten açan Özer çiller alo bile demeden ' birazdan arayın ' diyip kapattı, çok sinirliydi çok ama yapacak bir şeyde yoktu. Tencere kapak hikayesi gibi gidiyorlardı. Ama Tansu sinirleri bile zorluyordu. Haziran ayındaki 'çene kırlılma hadise'si' üzerine Kuşadasına gelmişler ve Özer için kuşadasının cehennem adası günleri başlamıştı. Çünkü eşi siyasete dönmek istiyor bu yüzden 'çok iddalı ' hazırlanıyordu. Bir de tarihleri olayları bir doğru bilse....
Tansu yaklaşık bir senedir kendi deyimi ile ısınıyor . Atatürk, Atatürkçülük, Milli mücadele , Cumhuriyet Devrimleri hakkında çalışıyordu hatta NUTUK diye bir kitabın 10-15 sayfasını okumuş hem anlamamış hemde sıkılmıştı. Okudukları sanki dünkü gazete haberiymiş gibi şaşırmakta kendisinin o devirde yaşadığını hayal ederek sorunları bir çırpıda çözmekteydi. Özerin görevide kendisine kitaptan soru sormaktı her doğru yanıtında zıp zıp zıplıyordu ama nedense az zıpladığını hissetti bir an. Çünkü çok hatalar vardı anlamıyordu olamazdı olmamalıydı. Örneğin bu sabah ki çalışmayı içine sindirememeişti olay şöyle olmuştu.
'' Cumhuriyet hangi yıl ilan edildi ?''
''1920''
'' yok yahu olurmu hiç kaçıncı tekrarımız tansı profesör olacaksın birde o meclisin açıldığı tarih sarı bebeğim''
'' Özer kendine gel ben ekonomi profesörüyüm bu kadar zor sotuyu bilmek için tarih profesörü olmak lazım. Hem meclis 23 Nisanda açıldı , 29 eKimde de cumhuriyet ilam edildi''
O an özer çok keskin bir bakış atmıştı Tansu ilk defa bakıştan ' Ekonomi bilginide gördük ne ekonomiden ne tarihten anlıyorsun ' anlamını çıkardı bozuldu açık etmedi. Özer yanıt veriyordu kendine...
'' iyide birisi 23 Nisan 1920 öteki 29 Ekim 1923 inanmazsan bak!!!''
Diyerek kitabı uzatmıştı kendisine şok olmuştu müthiş matematik bilgisiyle on dakika kadar düşünerek arada 3,5 sene kadar fark olduğunu hesapladı kesin kitap hatalıydı ve konuyu hemen açtı
'' Aaaaaa! 1920'den 1923'e kadar Cumhuriyet yok muymuş ? Atatürk o tarihlerde Cumhurbaşkanı değilse neymiş ?''
''Meclis Başkanı''
'' Aaa Valla inanmam. Sadece meclis Başkanı mı? Şu Bülent Arınç gibi mi? Yada bizim Cindoruk gibi filan ha?''
'' Kitap öyle diyor şekerim'' sesindeki sert ifadeyide anlamamazlıktan geldi Tansu bu iki olmuştu....
''Başbakan kimmiş?''
Özer sorunun yanıtını bir türlü bulamıyordu. Kitabı eviriyor çeviriyor başbakanlar kısmına bakıyordu ama o tarih yoktu sanki... Tansu hafiften tepindi...
'' Kimmiş diyorum ?''
'' Telaş etme bulamıyorum. Hah!! buldum o tarihlerde başbakan yokmuş!!''
Tansu buz kesti...
''Nasıl yani?''
'' Evet yokmuş. Fevzi Çakmak paşa Bakanlar toplanınca toplantıya başkanlık ediyormuş o kadar ''
Buz kesen Tansu'nun kanı bu seferde başına hücum etti. Olmak için o kadar çırpındığı başbakanlığa Kurtuluş savaşının başında yer verilmemiş olması çok fena onuruna dokunmuştu. Hayret dedi nasıl böyle bir hata yaparlar ki böylesine önemli bir makam boş bırakılır mıydı ? Kesin bir hata vardı ama Özer bulamıyordu. kendisi bir gün bulacak Özer' e hesabını o zaman soracaktı. Birden aklında bir şimşek çaktı nasıl olduysa bir isim anımsıyıvermişti. Büyük birisiydi herhalde o zamanlarki aklına gelmişti işte bu başbakan olabilirdi hemen sordu ...
'' İsmet paşa neciymiş peki ?'' Sorudan çok yanıtı bu der gibiydi ama Özer gayet sakin
'' Genelkurmay Başkanı'' diyince tam sinirlenecektiki bu yanıt hoşuna gitmişti yüzüne bir pembelik yayıldı MMMMMM diye bir ses çıktı dudaklarından Tansu'nun bu halini bilen Özer kitabı bir yana bıraktı eşi Tansu UÇUŞ a geçmişti gene hayal dünyasına ....
Tansu gerçekten uçuşa geçmişti düşünüyordu ' O tarihte Başbakan olsa , Koca İsmet Paşa emrinde olacaktı ha? O tak diye emreder , İamet Paşa 'da , Doğan Güreş gibi şak diye emrini yerine getirirdi. Mmmmm harika olurdu. O tarihte Başbakan olsa Kurtuluş savaşı kesinlikle daha önce biterdi. Üç-dört yıl mı ne sürmüş zaten, oysa kendisi Keardak olayında nasılda hızlı davranmıştı. Kih kih kih . Az kalsın savaş çıkaracaktı . Demirel filan çok korkmuştu. Çıksaydı iyi olurdu Yunanlıları birde o yener, tarihe Bacıtürk yok yok daha iyisi Anatürk olarak geçerdi.''Hayale devam edecektiki görevli portakal suyu getirmiş muhteşem hayalini bölmüştü. Bir bahane bulup kovmalıydı artık bu kadını bu yapılacak iş miydi..?
DEVAM EDECEK.....
|
commodore1tr |
Tansu koltuğu Mesuta kaptırdığından beri sinirliydi. Refahyol hükümeti kendisinin gereksiz yere sonu olmuştu. Aslında yerden göğe kendisi haklıydı ama anlamamıştı kimse onu. Şimdi de Mesut tutmuş siyasete hazırlanıyordu. Üç sözcüğü iki günde eden birisi girecek kendisi dışarıda kalacaktı olur şey değildi bu. Kaldıki kendisi tarihe geçmiş birisiydi nede olsa ilk Kadın Başbakandı. Kardak krizini bile lehine kullanamamıştı. Gerçi haritaya bakmış öyle bir ada görememişti ama olsun o da coğrafya haritalarını yapanların bilgisizliği idi. Gerçi kendisi Akdeniz de aramıştı bu adayı ada başka bir denizde olabilir miydi ki? Adaya bir keçi ve keçileri kaçırmış bir papazla iki tip çıkmış bilahare tüm Türkiyeyi ardına takmıştı Ordu ve Cumhurbaşkanı olmasa sorardı ama neyse o geçmişte hem de çok geçmişte kalmıştı
1946 da İstanbulda doğmuştu. . Bilecik Valiliği'nden emekli olan Hüseyin Necati Çiller ile Muazzez Çiller'in tek çocuklarıydı. 1898 de Muğla Milas ta doğan babası mülkiye de okumuş maliye eğitimi almıştı, 1920 lerin başında Ankara'da Vakit Gazetesinin muhabirliğini yapmış 1925-1927 de Muğla da Akyol gazetesini çıkarmıştı. Annesi ise i Balkan Savaşı yıllarında Selanik'ten göç eden bir aileye mensuptu. 1950 seçiminden sonra DP hükümeti babasını Bilecik valiliğine atamış ancak babası 1954 seçimlerinde CHP den aday olup da Muğla'da da DP tulum çıkarınca hem seçimi hem valiliği kaybedip emekli olmuştu. Ailesi mütevazi olanaklarını zorlayarak iyi bir eğitim görmesini sağlamıştı. Arnavutköy Kız kolejlinde okumuş ve burada okurken Robert kollejiyle ortak düzenlenen bir partide Eşiyle tanışmıştı. 1963 te evlenmişlerdi. Robert kolejinden sonra Boğaziçi Üniversitesi ekonomi bölümünü de bitirdi. Babası Menderese şiddetle karşıydı. Kendiside öğle idi hatta Menderes aleyhinde gösterilere bile katılmıştı. 27 Mayıs evlerinde coşkuyla karşılanmıştı. Ne gariptir ki yıllar sonra oy uğruna Menderes'e demokrasi şehidi diyecekti oysa çok iyi biliyordu ki, Aslı Menderes demokrasiyi şehit ediyordu.
Hayatının anahtar kelimesi Hırstı hatta yazar Faruk Bildirici bir kitabında kendisini şöyle tanımlamıştı 'Arkadaşları arasında hiç sevilmiyordu. En büyük neden, dizginleyemediği hırsıydı' çok bilmiş ukala yazar diye geçirdi içinden. Ama bu hırsla başbakanlığa kadar yükselmiş ve bu hırs yüzünden köklü bir partiyi eritmişti.
Tiyatroya merak duymuş Drama kulübüne girmiş çeşitli oyunlarda rol almıştı. Rol yapma yeteneği iyi gelişmişti. Kih kih bu sayede istediği an gözyaşı dökebilme rolünü oynamış ve çoğunda başarılı olmuştu. Kitap okumaktan hiç hoşlanmazdı. Bu yüzdende genel kültürü her daim, hava kadar hafif, yufka gibi ince kalmıştı. Allah tan şimdi Özer çalıştırıyordu. Dikkatsiz dağınık kıskanç ve pişkinliği seneler içinde kapmıştı. Ama oldukça güzel, zeki ve kurnazdı da. Bir kere hem de çok kötü faka basmıştı ama olsun o da olurdu.
En büyük düşleri ABD yi görmekti. 67 de mezun olunca burs alıp ABD ye gidip Özer i yanına aldırmıştı Mastır ve doktorasını burada yapmıştı. Ama İngilizcesi ilerledikçe Türkçesi zayıflıyordu ABD den yeşil kart almışlar ve ikinci vatanları yapmışlardı hatta 1973 te bir ev bile almışlardı
Canını ilk sıkacak olay, 1973 de meydana gelmişti. Babasını kaybetmişti. Babasından kendisine 437.000 TL. miras kalmıştı. Buda daha sonra canını sıkacak bir oyaya neden olmuştu. Parasını çok iyi değerlendirmiş ve 21 yılda bu mirası 676 milyar yapmayı başarmıştı ama basına yansımıştı, salak basın bilmez miydi ki kendisi çok başarılı bir ekonomi profesörü idi para kazanmayı elbette bilecekti. Gerçi Türkiye ekonomisini batırmıştı ama olsun ne çıkardı ki en azından bir kazanan vardı Gerçi bu konuda bir yalan daha vardı oda gene Faruk Bildiriciden çıkmıştı. 1974 de Türkiye ye döndükten sonra kuruluş halinde ki Boğaziçi üniversitesine girmiş eşi de Çukurova holdingde yönetici olmuştu. 1977 de doçent 1983 de de iltimasla profesör olmuştu. Eşi de holdingden uzaklaştırılmış İstanbul bankasına genel müdür olmuştu İşte bundan kısa bir süre sonra Yeniköy'de orta halli herkesin satın alabileceği mütevazı bir yalı almışlardı. Faruk Bildirici de tam burada devreye girmiş ve yalının Özer in kredi verdiği müşterilerden aldığı komisyon ile alındığını ayrıntılı olarak yazmıştı. İftiracı Gerçi İstanbul bankası da kısa bir süre sonra batmış yıllarca süren davalar zamanaşımına uğramıştı. . Sanki yalı alınması zor bir şeydi.
Hayatı 1989 dan sonra değişmeye başlamıştı. Siyasete ciddi bir biçimde ilgi duyuyordu. Özal'ın yobaz olduğunu söylemiş. İrtica tehlikesinden bahsederek bir Cumhuriyet kızı olduğunu söylemişti. Gülümsedi. İşte siyaset böyleydi ne demiş ne yapmıştı. Demirel çağırmış bize gel seni yıldız yapacağım demişti. DYP ye girdi ve Genel başkan yardımcısı oluvermişti. 20 Ekim 91 seçiminden sonra ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı oluverdi...
Özal'ın ölümü üzerine Demirel Çankaya'ya çıkmış olması DYP genel başkanlığına aday olmasını sağlamış, Necmettin Cevheri ve Yalım Erez'in yardım ve destekleri ile de medya dan , kadın olması ve şık bir vitrin olması nedenleriyle de kadınlardan büyük destek görmüştü. Ama nedense Demirel hiç istememişti genel başkan olmasını Kanısının olumlu olmadığını kendisini yıldız yaptığı için pişman olduğunu hissediyordu. İsmet Sezgin ve Köksal toptana karşı girdiği savaşı kazanarak Genel başkan otomatikmanda başbakan oluvermişti.
Başbakan olduktan sonra işler iyice karışmıştı ama onun suçu yoktu, birileri ortalığı karıştırıyordu muhtemelen de Mesut. Başbakan olurken halka herkese iki anahtar demişti halkın payına yokluk ve yoksulluk düşmüştü ama sözünü tutmuştu. Ekonomi iyi değildi kendi döneminde daha da kötü olmuş enflasyon %150 ye çıkmıştı. 5 Nisan kararları da bir işe yaramamıştı yolsuzluk söylentileri alıp başını gitmiş ekonomi bilgisinden kuşku duyulmaya başlamıştı. İlgisiz kişiler yüzünden olmuştu bunlar .
Azıcık hata da kendisi yapmıştı tabi hemen olur sanarak hiçbir yetkili ve ilgiliye danışmadan üniversite seçme sınavının kaldırılacağını söylemiş milyonlarca genç ve ailesi sevince boğulmuştu ama yeteneksiz YÖK yüzünden başaramamıştı bu onun hatası sayılmazdı ki , Lanet bir terör örgütü vardı garip bir ismi vardı onu çözmek için BASK modelini örnek alınabileceğini söylemişti aman ya rabbim ne gürültü kopmuştu Kendisini güneydoğu sorununu bilmemekle ve de Bask modelinden anlamamakla suçlamışlardı. İşte şimdi güneydoğunun en şirin ilçelerinden birinde yani Kuşadası'nda siyasete hazırlanıyordu, bilmiyor diyenler utansındı ama Bask' ın nerede olduğunu ne modeliydi anımsayamamıştı hala Rusya ziyareti dönüşünde S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs'a satılmaması için ' masaya yumruğumu vurdum geri adım attırdım' demiş, yumruk konusu Rus yetkililerce, anında yalanlanmış, görüşmelerde daha sıklaşmıştı. Gerçi kendisine sadece Güney Kıbrıs' a silah satılmamasını rica edin denilmiş başka bir bilgi verilmemişti ahh bir deseler Güney de Rumların olduğunu belki daha ciddi konuşurdu Kuzey Güney diyince aklına sadece Amerika gelmişti . MGK toplantısında yine bu terör örgütünün Rusya ilişkileri konuşulurken durduk yere 'Yeltsini uyardığını' söylemiş ve Hikmet Çetin tarafından yalanlanmıştı anında, ne olurdu ki 'oldu' deseydi ne hava atmış olurdu, Irak operasyonu öncesi, ABD başkanı Clinton' un kendisini aradığını söylemişti ama nedense hemen yalanlaması gelmişti.. Düşmanları çoktu canım hem de pek çok
Düşündükçe aklına geliyordu, bir ara acaba Demirel haklımı diye kuşkuya düştüyse de bunu hemen kafasından uzaklaştırdı Demirel kıskanıyordu kendisini 'IMF den tarihin en büyük kredisini aldık tam 3 milyar dolar' demiş daha mürekkep kurumadan IMF Türkiye masası şefi ince bir dille kendisini yalanlamıştı. Başbakanlıktan ayrılmadan kısa bir süre önce örtülü ödenekten 500 milyar çektiği anlaşılmış baştan inkar etse de belge yayınlanınca kabul etmiş bu seferde 'nereye harcadığımı söyleyemem, söylersem dünya ayağa kalkar, savaş çıkar, Türkiye çöker ' gibi enteresan açıklamalar yapmış buna da inanan olmamış ' Mesut Yılmaz a güvenmiyorsanız, Cumhurbaşkanına açıklama yapın' baskısı üzerine Köşk e çıkmış Görüşme sonrası ' Sayın Cumhurbaşkanına Örtülü ödenek hakkında bilgi verdim' demesine rağmen yarım saat içerisinde yalanlama gelmişti Kıskanmasa susar kendisini azıcık korurdu. Zaten çok kısa bir süre sonrada Parsadan a parayı kaptırdığı ortaya çıkmış kendi dedikleri olmamış ancak Parsadan hapse girmiş kendisi rezil olmuştu....
Hele Genelkurmay olayları yok muydu? Onlar kötü olmuştu. Genelkurmay'dan İran'daki malım örgütün kamplarına operasyon düzenlemesi için bir plan hazırlamasını istemiş, plan görüşülürken Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ( Korkak adam ) bunun bir Türkiye - İran savaşına yol açabileceğini ileri sürerek, Cumhurbaşkanına bu olayı danışıp danışmadığını sormuştu. Ertesi gün bilgi veririm diye ayrılmış Cumhurbaşkanı ile konuşup geldiğinde 'Cumhurbaşkanı ile konuştum, bu operasyona itirazının olmadığını söyledi' diyivermişti. Kendisine güvenmeyen o korkak Çetin toplantı arasında Cumhurbaşkanına telefon etmiş 'İran' a yapılacak operasyona onay verip vermediğini sormuştu' aldığı yanıt 'sınır dışı ufak bir operasyon sorduğu ve bunun Irak olduğu yolunda' idi. Bu operasyonu duyunca yerinden zıplayan Demirel ( 100 kilosuyla nasıl sıçramıştır kih kih ..) olaya el koyup operasyonu durdurup bir savaşı önlemişti. Kesinlikle korkmuştu ve kıskanmıştı kendisini. Bir kerede bir gazeteciye ' Askerler beni herkesten çok sever diyip Genelkurmay Başkanının Mesut Yılmaz a siz çekilin , sağı Çiller bütünleştirir' dediğini söylemiş ama Genelkurmaydan akabinde zehir zemberek bir açıklama gelmişti.
Off ki off tu ne çok düşmanı varmışta haberi yoktu. Sonra aklına başka düşünceler geldi Gene daldı.
DEVAM EDECEK ....
|
Bugünün tarihi: 21/08/2025 03:38:10 |