Hukuki.NET


03/05/2025  Eski forum arşivi bölümü

Hukuksal Tartışmalar




 


Forum:
Aradaki fark okuyun , görün ...
commodore1tr > Sayın Başbakanın, Mersinde bir çiftçiyle geçen > konuşmasını gazetelerde okuyup, televizyonlarda > izlerken; İsmet Bozdağ'ın "Atatürk'ün Sofrası" adlı > eserinde anlattığı, Atatürk ile bir Türk Köylüsü > arasında geçen bir olayı hatırladım. Türkiye'nin > nereden nereye geldiğini çok iyi gösteren bu olayı > sizlerle paylaşmak istedim. > [img]https://www.hukuki.net/img/ataturk-vatandas.jpg[/img] [img]https://www.hukuki.net/img/erdogan-vatandas.jpg[/img] > > Halil Ağa Gerçeği > > "gel yardım et bana Nuri... kaçalım köşkten..." > > onun bu içtenlikli isteğine karşı çıkmak, büyük > haksızlık olacaktı. "tamam, sen planı hazırla, ben > uygulamasını yaparım..." > > Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı ötekinin > uyguladığı plan sonunda Florya köşkü ' nün tüm > nöbetçilerini atlattılar ve köşkten kaçtılar. > > Altlarında, Nuri Conker' in bir arkadaşının arabası > vardı. eylül sonu > akşamı sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece' ye > doğru > gidiyorlardı. > > Birden Atatürk ün gözleri akşam güneşi altında çift > süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. > Sapanın sapına iyice yapışmış, toprakları > yavaş yavaş deviriyordu. fakat çiftin bir yanında > öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçlerle > çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu. > > Atatürk şoföre durmasını söyledi. > > İndiler. köylüye seslendi: > > "kolay gelsin ağa!.." > > Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi: > > "kolay gelsin" > > "işler nasıl ağa? bu yıl mahsulden yüzünüz güldü > mü?" > köylü isteksiz > konuştu: > > "Tanrı' nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı > mahsul. kabahatin açığı bizde, açığı yukarda! biz > geç > davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi." > > "bakıyorum, sabanın bir yanında öküz, bir yanında > merkep koşulu. öküzün > yok mu senin?" > > "var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları > sattılar." > > "hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar > mı?" > > olmaz böyle şey! muhtara şikayet etseydin..." > > köylü güldü: > > "muhtar başında deel miydi memurun, a bey?" > > Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu: > > > "kaymakama gitseydin." > > köylü iyice güldü. > > "sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi. > > Atatürk konuşmayı sürdürdü. > > "e peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye > anlataydın > derdini.... onun işi bu değil mi?" > > köylü Atatürk' ün saflığına inanmış iyiden iyiye > gülüyordu. konuşmanın > tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz. > kestirip > attı: > > "Bırak şu sağırı allasen, biz onun buralardan gelip > geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep > derdimizi > duyurabilir miyiz?" > > Atatürk sordu: > > "adın ne senin ağa?" > > "Halil... köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler..." > > "Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre." > > "acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa' ya > çıkmış." > > "peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı > meraklandırdı. benim bildiğime göre, bir çiftçinin > üretim aracı elinden alınmaz. sen aldılar diyorsun. > hadi kaymakam şöyle, vali böyle diyelim; e peki bir > başvekil İsmet Paşa > var bilir misin?" > > "bilmez olur muyum, beyim?" > > "Tamam, öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor. > Florya köşkü' ne iniyor. köşk de şuracıkta. bir gün > kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona... > Herhalde çaresini bulurdu." > > "sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. > > ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya > koymazlar ya...tutalım ki kodular, koskoca İsmet > Paşa' > mızı göstertmezler ya. tut ki gösterdiler > ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağırın > sağırı! > heç işitmez beni..." > > Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir > hareketiyle onu durdurdu. > > "e peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi > > "Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. > gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. o da > seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.." > > Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu. > > "sen ne diyorsun bey?" dedi. > > "Mustafa Kemal Paşa Atatürk' ümüzün yüzünü görmek > için > peygamber gücü gerek... hem, tut ki gördük. yiyip > içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim > öküzün arkasından mı seyirecek?.." > > Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine > doldururken, Atatürk' ten > yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına > yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye > hazırlanıyordu. > Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün > omzuna elini koyarak, > > "senden hoşlandım Halil Ağa" dedi. > > "Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. açık > yürekli bir vatandaşsın. ama yine de sana > söylüyorum, > hakkını kimsede bırakma ara!.." > > Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları > uğurladı. > > "Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim > hakkımıza > el değdiremez. fakat bu, devlet baba' ya borçtur. > Ödenmesi gerek... Otomobil hareket etti. Atatürk' ün > canı sıkılmıştı. > > " Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." > dedi. dönüş yolunda > Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. > Yüzünde ince bir keder vardı. > > "Yahu çocuk, şu Halil Ağa' nın vergi borcundan > öküzünü > satmışız, merkeple çift sürüyor, hala da 'devlet > baba' > diyor. ne mübarek millet, bu > millet!.." > > köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti: > > "şimdi" dedi: "İstanbul' da ne kadar bakan, > milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!.. > > bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. ayrıca vali > Muhittin Üstündağ ile > İsmet Paşa' yı bul, onlara da haber ver." yaver > odadan > çıktı.. Atatürk, Nuri Conker' e döndü: > > "şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa' ya > gideceksin. ona benim kim olduğumu söyleme. tüccar, > zengin bir adam filan dersin. 'seni sevdi, sana > öküz alıverecek' diye bir şeyler söyle, kandır. > Kuşkulandırmadan al getir buraya." > > O akşam Atatürk' ün sofrasında başbakan ismet inönü, > bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi > Muhittin > Üstündağ' dan oluşan yirmi beş > konuk vardı. Atatürk, "bu akşam soframıza efendimiz > gelecek" dedi. > > "kendisine nasıl davranacağınızı çok merak > ediyorum." > > Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk' ün > kulağına bir şeyler söyledi. > > Atatürk "buyursun!" dedi. > > Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu > beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da > İsmet Paşa' nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan > dona kaldı. Dizlerinin bağ çözülmüştü. Atatürk onu > görünce > ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa > kalktılar. Atatürk son konuğunu, > > "hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra > kendisini sofradaki konuklarına tanıttı: > > "işte beklediğimiz, efendimiz" dedi. > > Nuri Conker, Halil Ağa' yı Atatürk' ün sağ başına > oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti. > Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker' le > birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa' yı, bir yanında > öküz, bir yanında > merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara > yakmak > bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı > bir şekilde anlattıktan sonra şöyle > dedi: > > " şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda > tekrarlayacağız. ben > sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada > bana > söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak." > > Halil Ağa' ya döndü: > > "bak beri, Halil Ağa" dedi. "sen bu akşam benim > başmisafirimsin. senin > açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. > konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. > öküzünü de alacağım. ama şimdi ben tarlada > sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada > söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. işte > soruyorum: > > > bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında > merkep > koşulu. öküzün yok mu senin?" Halil Ağa dudakları > titreyerek Atatürk' ün ayağına kapanacak oldu. > Atatürk > önledi: > > "yoo, bak böyle şey istemem. soruyorum cevap ver." > > soru- cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. > sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. > ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu: > > "peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, > anlataydın > derdini, onun işi bu değil mi?" vali Muhittin > Üstündağ, Halil Ağa' nın ancak iki metre ötesinden > kendisine bakıyordu. nasıl desin? > > ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı: > > "vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. eteğine > düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki..." "olmadı > bu, > Halil Ağa... bana dediğin gibi, dosdoğru..." > > "böyle demedik mi beyim?.." > > "ya, ben mi yanlış anladım?.. dur soralım bakalım > Nuri' ye. Nuri,böyle mi dedi bize Halil Ağa?" > > Nuri Conker karşılık verdi. "hayır paşam!.." > > "gördün mü?.. demek aklında yanlış kalmış. hani bir > şey dediydin sen, vali > neden duymazmış?.. aynen bana söylediğin gibi > söyle." > Halil Ağa kekeleyerek konuştu: > > "köylük yerinde bizim dilimiz sağır demeye > alışmıştır, > paşam" dedi. "kusura kalma gayri..." > > Atatürk gülmeye başladı: > > "diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... ama > şimdi diplomatlık sırası değil, doğruyu > konuşacağız... > söyle bana, orada dediğin gibi..." > > Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi: > > "şaşırmıştım, ağzımdan yanlışlıkla 'bırak bu sağırı' > diye bir laf kaçırmışım..." > > sofrada gülüşmeler başlamıştı. > > "hadi buna da oldu diyelim. geçelim gerisine: > > "e, peki bir başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?" > > Halil Ağa İsmet Paşa' nın yüzüne baktı ve gözlerini > yere indirdi: > > "şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? o bugüne > bugün..." > > Atatürk Halil Ağa' yı durdurdu. > > "bırak şimdi övgüleri" dedi. "ben lafın gerisini > getireyim: tamam öyleyse, > hemen her hafta İstanbul' a geliyor, Florya köşkü' > ne > iniyor, köşk de şuracıkta. bir gün kapıda > bekleseydin > de derdini dökseydin ona. herhalde bir çaresini > bulurdu." > > Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi: > > "kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı > paşamıza > öküzümüzü mü yanacağız!.." > > Atatürk' ün sesi iyice sertleşti: > > "beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "erkek adam > sözünü > yalamaz. > ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.." > > Halil Ağa ürktü, toparlandı. başını yine yere gömüp > konuştu: > > "şanlı paşamıza da sağır dedikti ya..." > > "yalnız sağır değil, 'sağırın sağırı' değil miydi?" > > Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı: > > "öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi. > > Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar > etmedi, > sözü kendine getirdi. > > "son soruyu sorayım şimdi" dedi. "bunun da > karşılığını > ver, öküzünü al git." > > "koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, > çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. o da seni > yüzüstü > bırakacak değildi ya?" > > "hiç bırakır mı aslan paşam benim!.. Erip erişir de > tarlama dek gelir, > halimi dinler." > > "bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil > Ağa birden diklendi. Her şeyi göze almış insanların > yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk' ün gözlerinin > içlerine bakarak konuştu. > > "işte bunu demem paşam" dedi. "ağzıma ataş doldur, > işte bunu demem!" Atatürk gülmeye başladı: > > "zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. > "Mustafa Kemal Paşa Atatürk' ümüzün yüzünü görmek > için, peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. > 'görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını > kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek' > demiştin." Halil Ağa' nın gözlerinden yaşlar inmeye > başladı. tam kesilmiş, duruyordu. Atatürk > konuşmasını > içtenlikle sürdürdü: > > "Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demeye > getirdin ya fazla üstelemeyeyim" dedi. > > "Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar > üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: şu gördüğün > altı > bay hükümet... Yani, biri başbakan, ötekiler de > bakan! > Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip > çevirecekler > > diye bu makama getirilmişler. bir kanun gerekti mi, > bu > baylar hemen sıvanırlar, İsviçre' den mi olur, > İtalya' > dan mı olur, Fransa' dan mı, velhasıl neredense, bir > kanun buluştururlar, Türkçe' ye çevirtirler, sonra > basıp imzayı gönderirler büyük millet meclisi' ne... > Bu millet meclisi dediğim, şu alt baştan senin > yanına > kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. > > Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni > düşünmüştür, benim ayrıca > zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar > parmaklarını, olur sana bir kanun!.. ama sonra bir > vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa' nın > öküzünü çeker, satar... Halil Ağa da tarlasını bir > yanda merkep, bir yanda > öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. ama üretim > düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda... sonra > ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, > tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil > Ağa... > Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, > bunları > bu beylerle konuşmak için içmez misin? Ama sonra da > Halil Ağa tutar, sana 'sarhoş' der..." > > Halil Ağa' nın dili çözülmüştü: > > "öyle diyen yok haşa!.. dinden çıkmak gibidir... > > Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer..." > > Atatürk sordu: > > "peki sen de içer misin?" > > "hiç bulunur da içilmez olur mu, paşam?.. içeriz ki, > tıpkı şerbet gibi!.." > > Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri > doldurttu. kendi kadehini Halil Ağa' ya uzattı: > > "hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "sağlığına içelim." > > Halil Ağa, "koca allah, benim ömrümden de sana pay > düşürsün paşam, sağlık > düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını > kenara çevirdi, eline verilen kadehi bir yudumda > boşaltıverdi. yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu. > Ellerini dizlerinin üzerine koyarak > > Atatürk'e döndü: > > "yunan' ı denize döktün paşam, bayrağımızı > başucumuza > diktin. Benim gibi bir köylü parçasını sofrana alıp > içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki... Nideyim > ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..." > > Halil Ağa Atatürk' ün ayağını öpmek için davranınca, > Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını > önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk' ün ellerine > sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "bayrağımız gibi > sen > de > başımızdan eksik olma inşallah! sana her kim düşman > ise, onun yeri senin ayağının altı olsun!.. gayri > bana > izin, koca paşam!.." > > "yemek yemedin!.." > > "yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme > döneyim." > > Atatürk Nuri Conker' e işaret etti. > > Conker kalkıp Halil Ağa' nın yanına geldi, kalktı > Halil Ağa, önce Atatürk'ü, sonra sofradakileri > selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. > kapı > kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına > döndü: > > "efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. > "devlet > size böyle davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek > millet > bu, adam millet bu... şimdi bu adam milletin > karşısında 'adam olmak,' bize düşüyor!.." > > Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini > Atatürk' ten ayıramıyordu: > > "Halil Ağa' nın öküzünü satıp, üretimini aksatan > kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun > yanlış yorumlanarak Halil Ağa' nın öküzünü > satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle > bir kanun yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. > Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız > kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman > sormak > lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra > unutmayın ki, olay İstanbul'da geçiyor. Bunun Van' ı > var, Bitlis' i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba > oralarda neler oluyor? bu çark iyi dönmüyor > beyefendiler!.."
commodore1tr Aklıma birden daha birşey geldi . Tv lerden ve gazetelerden konuşmayı duyduk Türkiyenin şehremini alenen bir vatandaşa ( Atatürk 'e göre asıl efendiye ) hakeret etti. Hadi bu şehremini ve çevresindeki vekilleri halka hizmet için değil kendlerine hizmeti esas alıyorlar diyelim. Peki bir tane yürekli hukukçu yok mudur ? Bu hakaret diyip işlem yapacak Türkiyede ? Acaba o kişi başbakana 'lan sensin ulan ' deseydi ne olurdu ? Tümsavcılar devreye girer adamı pişman ederdi. Ama şimdi hukuğun üzerinde ölü toprağı var hepsi suspus... Belki avukat arkadaşlar merak ediyordur halk hukuka neden güvenmiyor diye işte yanıtlarından birisi bu... Ne zamanki o vatandaşın haklarının en az başbakan kadar olduğunu anlar savunuruz o zaman belki hukuk işlemeye güvenilmeye başlayan kurum olma yoluna girer... Bence ciddi bir kriter daha var... Yaptığı görevin ne olduğunu bilmeyen sorunca 'savcıyım ' diyenler... Savcılık diye türkiyede bir makam yoktur... Türkiyede CUMHURİYET SAVCILIĞI VARDIR . Görevinin bilenler ne anlama geldiğinide anladıklarında hukuka saygı dahada artacaktır....
Av.Dilek Kuzulu Yüksel " Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az! " demiş atalarımız, ne de güzel söylemişler. Bu harika kıssadan, hisse çıkaracak birilerini görmek dileğiyle...
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük + Arşiv +
    Bugünün tarihi: 03/05/2025 06:55:50