-
Haydi liberaller aşıya
Kıymetli ve çok saygıdeğer liberal büyüklerim,
Bugün kendimi çok kimliksiz hissettiğim bir gün oldu. Cahilim, üniversite 4'den sonra okuyamadım , bu yüzden bir kimlik sahibi olamadım. Kimlik olmayınca para da olmuyor. Mahalleden birkaç eski arkadaş halime acıyıp "sen gel, bizim şıh sana derman olur" falan dediyse de şıh üfler müfler korkusuyla onlarla da gidemedim. Bu aralar kahvehanedeki gazetelerde koca koca holding sahibi patronların, üniversiteden tanıdığım tuzu kuru hocalarımın, bilhassa okuduğum gazetelerde paşa torunu olduğunu bildiğim yazarların "liberalizm" üzerine ilim yaptıklarını görüyorum.
Söyleyin a dostlar bu "liberalizm" nedir, yenir mi içilir mi, kaç paramız olursa bunu alırız, akar mı kokar mı?
Kahvede okuduğum gazetelerden özgürlük ve demokrasinin, insan haklarının hep liberalizm olursa olacağı yazılı... Bu liberalizm haşa huzurdan Atatürk'ten bile mühim bir şeymiş.
İnsan hakları ve özgürlük deyince, başta patronlar ve liberal yazarlar olmak üzere; açlık sınırı altında asgari ücret belirleyenlere, sendikal özgürlük diye inim inim inleyen kayıtdışı çalışanlara hak ettikleri insanca yaşama hakkı vermeyenlere, sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim konularında biz biçarelere destek beklediğimizden vergilerimizi anamızın ak sütü gibi helal ettiğimiz ancak karşılık bulamadığımız devlete bir eleştiri bekledik ama bulamadık, sanırım bu konuda beklediğimiz hareketleri anlatan yayınlar benim işsizlikten mesken tutmak zorunda kaldığım kahvehaneye uğrayamıyordu.
Şu işin doğrusunu siz büyüklerimden dinleyeyim, bu liberalizm beni çok zorlamayacak ve nispeten ucuz birşeyse almakta geç kalmayayım.
Hepinize hörmetler, selamlar,
-
Haydi liberaller aşıya
Başlıklarınızda "Acil, Lütfen Yardım, İmdat, Slm, Mrb" gibi kelimeler kullanmayınız. - Kurallara aykırı davranan üyeler ve forumları kilitlenecektir.
Başlığı yazan bir yetkilide olsa kurallaar herkes için geçerlidir. Aksi bir uygulama eşitsizlik yaratır. Başlığın değişmesi ya da konunun kilitlenmesi gerekir.
Saygılarımla...
-
Re: Acil/İmdat !!! haydi liberaller bana aşıya
-
Re: Acil/İmdat !!! haydi liberaller bana aşıya
Ben de tam, kilitlenmiş ben açılıyor diye sevinirken yapılacak uyarı mıydı bu?!!! Kendi kendimi kilitliyorum dermişim ama haklısınız başlığı hemen değiştiriyorum.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Harun Bey; "laissez faire, laissez passer, le monde va de lui même" Yani bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar dünya kendi kendine dönebilir:)
Smith; doğru, güzel kafiyelide demiş ama şu an için dünyanın dönmesi yetmiyor bize. Zaten bir kısım tiran almış başını gidiyor fırıldak gibi döndürüyor misalse dünyayı da. Burda önemli olan biz değerlerimize sahip çıkalım sosyalistiydi, liberalistiydi, milliyetçisiydi, koministiydi neyin ne olduğunu bilelim iç tiranları dış tiranları. Birlik olalım aynı safta savaşacağımız
yeri bilelim sonra herkes kendi yoluna...
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Sayın Harun Gür,
Liberallerin aşılamak için tercih edebileceği bir kişilik olmadığınızı yazılarınızdan anladığım için bence boşuna beklemeyin...
''Liberalist düşüncenin düşünce olmaya hakkı yoktur'' diyen ve İslamiyete de çok yakın durduğu bilinen Goethe bile, liberalizmi böyle algıladığına göre bizim liberallerin liberalizm adına söyleyeceklerinden ne bekleyebilirsiniz?...
Olsa olsa, sosyo-ekonomik-ve kültürel deformasyon içeren açıklamalar....
En iyisi ben,size olayı açıklayayım da,işin doğrusunu öğrenin(!) bari;
''L'amour les anfant de la libérte...'' Sayın Gür,bu deyim de ki sözcüklerin güzelliğine dikkatinizi çekiyorum:
Amour.....Aşk
Anfant.....Çocuk
Libérte.....Özgürlük
Bu güzel deyimi...Yani ''Aşk özgürlüğün çocuğudur...'' deyimini bizim liberaller şöyle çevirmişler kanımca;
A B, liberalizmin çocuğudur....
İşte bizde ki liberalizmin ve AB ciliğin kısa öyküsü....
Şimdi almak ya da almamak size kalmış bir şey....
Saygıyla...
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Aşağıdaki biraz uzun alıntı Venezüella ile ilgili... Alıntıdaki bütün fikirleri desteklediğim söylenemez. Ancak Venezüella'daki, Türkiye'deki veya dünyanın herhangi bir ülkesindeki liberallerin ortak bir sözlüğe sahip olduğunu göstermesi açısından ibret verici bu nedenle alıntıyı aşağıya alıyorum.
Liberaller dünyanın öbür ucunda da burada da aynı... İnsan hakları ve özgürlükleri savunuyoruz derken feodaliteye hiçbir eleştiri getirememeleri, bize özel güncel bir örnek vermek gerekirse Tuzla Tersaneleri'nde insanlık dışı çalışma koşulları nedeniyle 12 günde işkazası neticesi 5 ölüm karşısında gıklarının çıkmaması, bireysel tercihleri yüceltirken bireyin tercih hakkını dolayısıyla demokrasiyi ortada kaldıran tarikat ve cemaatlere yakın duruşları insan haklarından , temel hak ve özgürlüklerden ne anladıklarını ortaya koyması açısından dikkate değer... Hadi okuyalım...
Liberal muhalefetin örtmece sözlüğü - James Petras
Aşırı sağ kanat ve ABD Dışişleri Bakanlığı bütün dikkatlerini Başkan Chavez’in “yetkeciliği” ve “radikal gündemi”ne karşı halk tepkisi diye tanımladıklarına odaklaştırıp, bu durumu Başkan Chavez’in Kolombiya’da FARC-EP gerillaları ve Uribe rejimi arasında rehinelerin değiş tokuşunda (Fransa, Avrupa devletlerinin çoğunluğu ve Latın Amerika yönetimlerin desteklediği) arabuluculuk yapma çabalarını baltalayarak Chavez’i gözden düşürmek için kullanmak istiyorlar. Referandum’dan iki hafta sonra, Federal Hükümet (Bush hükümeti) Venezüella hükümetini Arjantin’de başkan seçimlerine para sağlayarak işe karıştığı masalını ortaya atarak suçladı. ABD ve sağ kanat propaganda atağı Venezüella’da bir tepki uyandırmadı ve aslında geri tepti. ABD’nin Avrupa’da (İngiltere dışında) ve Latin Amerika’da (Meksika ve Şili dışında) önemli dostları ABD’nin Chavez’e saldırılarını onaylamadı.
Chavez’e karşı sözler Venezüella’da ve dışarıda özellilikle liberaller, politikacılar, ilerici eylemciler ve sosyal demokrat akademisyenler arasında biraz yankılama yaptı ve dış kuruluşlardan para sağlayan (özel örgütler) STK’larla bağlantılı, merkez sol iddiasında olan akademisyenler tarafından dile getirildi.
Merkez-solun yazdıkları eleştirel bir gözle okunursa, sosyal hareketlerin dili ve cafcafı ile gizlenmiş ama incelenince sınıfsal çözümleme ve sosyal dönüşüme düşman politik örtmecelerle tıka basa dolu olduğu açıkça görünür. George Orwell’in bir zamanlar yazdığı gibi, politik aydınlar gerici politikaların anlamını anlaşılmaz yapmakta örtmece kullanmanın ustaları: “Politik dil yalanları doğru gibi göstermek ve cinayetleri saygınlaştırmak, rüzgara katılık görünümü vermek için tasarlanmış.” (George Orwell, Why I write?
Venezüella’da merkez sol akademik ideologlar örtmece sanatında ustalaşıp belirli politik hedeflere ulaşmak üzere hızlandılar: hedefleri mülkiyet ilişkilerinde herhangi bir eşitlikçi sosyal dönüşümü ve sosyalizme geçişi durdurmak için teknokratları ve Chavez hükümetindeki artırımcı liberaller ile muhalefetteki liberalleri birleştirmek. Küba’nın en ünlü aydınlarından biri, eski kültür bakanı Armando Hart’ın dediği gibi: Düşünce savaşları sosyalizm mücadelesinin gerekli bir parçası.
Merkez solun devrim karşıtı laflarının asıl anlamını bulmak için atılacak ilk adım Chavez hükümeti ve politikasına saldırılarında kullandıkları örtmecelere eleştirel bir çözümleme ile yaklaşmak gerek. Chavez’e karşı olan profesörlerin kendi ideolojik ve sınıfsal çıkar ve bağlılıklarını gizlemek için kullandıkları örtmeceler dilin kötü kullanımıdır.
Bu deneme için Chavez hükümeti ve devrimci yönünün eleştirmeni Venezüellalı ünlü toplumbilimci Edgardo Lander’in bir denemesini seçtim. “El Proceso politico en Venezuela entra en un encrucijada critica” (Venezüella’da politik süreç kritik bir dönüm noktasına giriyor) denemesi politik gerçekleri gizlemek, “rüzgara katı bir görünüm” vermek için kullanılan politik dilin tam bir örneği.
Seçim sonrası dönemde merkez sol eleştirmenler “yetkicilik”e karşı panzehir olarak “çoğulculuk”a dönüş istedi. “Çoğulculuk” sınıflı toplumunun örtmecesidir (çok sınıf = çoğul). Burada kapitalist sınıf seçim sistemine egemendir (çeşitli partiler = egemen olan kapitalist finansman). “Çoğulculuk” burjuva akademisyenlerin sık sık kullandığı bir örtmece çünkü mal mülkiyeti, üretim araçlarının tek bir sınıfta yoğunlaşması ve iletişim konularını bulanıklaştıran belirsiz ve soyut bir kavram. Aslında iş, güç ve varlığa gelince, kapitalist demokrasilerinde “çoğul” diye bir şey yok. Çeşitli sınıfların, politikacıların, partilerin olması sosyal ilişkiler, gücün bir yerde toplanması ve iktidar olabilmede eşitsizlikler için fazla bir şey ifade etmiyor.
Chavez’in akademik eleştiricileri “Merkez Bankasının bağımsızlığı” hakkında yazıyor. Bu belirsiz ve soyut düşünce kim ve hangi çıkarlar ve amaçlar için bağımsızlık sorusunu gerektiriyor? Seçimle gelen görevlilere karşı sorumlu olmayan Merkez Bankaları mali piyasalara veya daha doğrusu uluslararası ve yerel banker ve yatırımcılara göre hareket ediyor. Merkez Bankası yöneticilerinin ilişkileri, geçmişleri ve uluslararası finans kapital ile olan bağlarına (güvenirlilik) göre seçildiği hemen hemen bütün kapitalist demokrasilerde açıkça görünüyor. Tersine, seçilmiş görevlilere karşı sorumlu olan bir Merkez Bankası olumlu mali politikalar isteyen seçmenler, kamuoyu ve halk hareketlerinden etkilenebilir.
Liberaller halk yığınlarının iktidarda söz sahibi olmaya başlamasına ve orta sınıfın hükümet bütçesinden payının azalmasına karşı çıkarken, “açık politika” istemeye başlıyor. Bunun anlamı liberal ve sosyal demokrat akademik danışmanların politika yapımcısı olmalarına yol açmak demek. “Açık politika” ABD Emperyal Devleti’nin kendi “rejim değişikliği” isteyen vakıf destekli kuruluşları ve politik şebekelerinin çalışmaları zorlanınca, sık sık başvurduğu bir nakarat. Akademik eleştiricilerin yanıtlamaktan kaçındığı soru kimin için ve “hangi çıkarlar” için “açık” olduğu. Venezüella’da gerçek “açıklığın yokluğu” muhalefetin %90’ını denetlediği elektronik ve basılı medya ve özel ve kamu üniversiteleri ve sınıflarında (Venezüella Merkez Üniversitesi dahil) ideolojik olarak ağır basan muhalif akademisyenlerde. Tam tersine, sendikalarda, iş birliklerinde, sivil toplum hareketlerinde, Chavez döneminde gelişen her türlü eğilimde olan hareketlerde belki de Batı Dünyası’nın en canlı “açık politika”sı gelişiyor.
Bu durumda “açık politika” istemenin anlamı nedir? Anlamı “savunulamaz olanı savunmak”; yaygın medya’nın özel tekel tarafından kontrolünün devamını sağlamak ve iletişim araçlarının halk denetimine geçmesi girişimlerini engellemektir. Akademik liberaller açıkça, “Medyanın demokratikleşmesini istemiyoruz. Biz özel büyük şirketlerin medyayı denetleme hakkının (hükümet darbesi başlatma ve destekleme hakkı dahil) olmasını istiyoruz” diyemez. Onun yerine, “açık politika” gibi saçma örtmeceler kullanma yoluna gidiyor ve halk hükümetinin medyayı kamuya açma ve halk yararına kullanma çabalarını zayıflatıyor.
ABD, Avrupa ve egemen güçlerin özerk halk hareketlerini baltalamak için kullandığı en sinsi yol, yanıltıcı bir şekilde STK (Sivil Toplum Kuruluşu ya da birebir çevirisiyle Hükümet Dışı Örgütler) diye adlandırılan örgütleri finanse etmek, eğitmek ve hızla gelişmelerini sağlamak. Demokratik olarak seçilen Chavez hükümetinin liberal akademik eleştirmenleri (LAE) STK’ları yankılıyor ve taklit ediyor; Venezüella’da halk katılımı ve “açık ve demokratik tartışma” olmadığı suçlamasını yapıyor.
LAE, STK yöneticilerinin hiçbir zaman seçimle gelmediğini, aldıkları dış yardımların kime gideceğinin asla tartışılmadığını veya oylanmadığını ve mali desteği sağlayan yabancı seçkinleri kendi maaşları, 4X4 araçları, lap-top bilgisayarları, ofis elemanları vs. konusunda nasıl kandırdıkları üzerinde hiç düşünmüyor. Venezüella’nın “politik sürecinde” demokratik sorumluluğun en büyük düşmanı asla eleştirilmeyen ve hatta LAE’nin polemik yazılarında konu bile edilmeyen STK’lardır. STK’ların yanıltıcı etkisi ve hızla yayılmaları en azından Venezüella “politik sürecinde” azımsanacak bir olay değil. Bütün dünyada emperyal merkezlerden 20 milyar dolar/avro alan 100,000’den fazla STK var.
Kendi kendilerini görevlendiren STK’lar ve önderleri ve liberal akademisyenlerin aksine Başkan Chavez seçmenlere özgür ve açık seçimler için defalarca danıştı. Programların harcamaları toplanan vergilerden geliyor ve seçilen temsilcilerin onayına veya reddine bağımlı. Liberal akademisyenler Başkan Chavez’in sosyoekonomik programlarına gittikçe artan örgütlü radikal halk desteğine açıkça karşı çıkmak yerine (ve hayat boyu iş güvencesi olan birtakım profesörün “seçtiği” yöneticilerin dikte ettiği dersleri unutarak) “alt tabakanın seçtiği hükümet biçimi” örtmecesini kullanıyorlar.
Liberal akademik eleştirmenlerin en sık kullandığı örtmeceler “anti-devletçilik”, “sivil toplum” ve “pazar ekonomisi”dir. “Devletçilik” halkı ezen ve yoksullaştıran, duygusuz ve sadece keyfi hareket eden bürokratlara sorumlu olan güçlü bir dikey yapılanma izlenimi uyandırıyor. Hiç şüphesiz Venezüella’da bazı devlet kuruluşları devlet programlarını yürütmekte yetersiz (özellikle yeniden dağıtımda) ama kamu mülkiyeti ve mali politikalar, özellikle enerji politikası uygulaması yoksul halkın %60’ının yararlandığı kamu hizmetleri (sağlık, eğitim ve yiyecek dağıtımı) için büyük ölçüde ödenek aktardı. “Devletçilik”e karşı olmak sağın bütün otoriter liberalleri (Hayek, Friedman), sosyal demokrat neo-liberaller (Blair, Giddens, Lula, Sarkozy ve onların Venezüellalı izleyicileri) ve özgürlükçü anarşistleri bir araya getiren bir bileşim. “Devletçilik”i eleştiren bu düşünce kuruluşları, dergiler, araştırmacılara mali destek Ford Foundation (Ford Vakfı), Elbert Foundation (Elbert Vakfı) ve bir sürü egemen sınıf kuruluşlarından geliyor.
“Devlet”in şeytanlaştırılması aşırı sağ ve merkez sol ideologlarını bir araya getiren şey. Devlete karşı “özgürlük” adına özel yerel kapitalist tekellerin, uluslararası banka ve şirketlerin dizginlenmemiş, kuralsızlaştırılmış, doymak bilmez eylemleri gelişebilir. Devlet dev şirketlere karşı çıkabilecek, karşı koyabilecek ve denetleyebilecek yegane güçtür. Ana konu “devletçiliğe karşı” olmak değil ama devletin sınıf doğasının ne olduğu ve emekçilerin çoğunluğuna karşı sorumluluğudur.
“Devletçiliğe karşı” eleştiricilerin Başkan Chavez’e yönettikleri en boş, yanıltıcı kavram “devlete karşı sivil toplumu savunmak”ta olduğu gibi “sivil toplum”dur.
“Sivil toplum” sınıf toplumu yerine kullanılan bir örtmecedir. Bu kavram temel sınıf ayrılıklarını, sınıfsal örgüt çatışmalarını ve sömürgeci ilişkilerin üstünü örtüyor. Gramsci’nin Prison Writings’in (Hapishane Notları’nın) yozlaştırılmış kopyalarının dili (faşist sansürcülerin zorlamasıyla masalımsı bir dil kullandı) liberal akademisyenler tarafından, (ezici) “devlet”e karşı homojen (sınıfsız) “sivil toplum” hakkında yazarken benimsendi.
Venezüella’da “sivil toplum”, derin sınıf ayrılıklarının, politik kutuplaşmanın, Chavez’i izleyen halk çoğunluğu ve üst tabakanın arasındaki uçurumun gösterdiği gibi, homojen değil. Muhalefetin “sivil toplum” kavramı STK bürokratları ve liberal akademik seçkinlerin kendi üst sınıfla işbirliğini, kamu mülkiyeti yerine özel sermayeye desteklerini ve emperyal sponsorlarından büyük bağışlar koparma çalışmalarını gizlemek için kullandıkları bir şaşırtmaca.
Liberal ve sosyal demokrat eleştirmenlerin Chavez’in politikalarını kınarken en sık kullandıkları örtmece “pazar ekonomisi”dir. Bu “rüzgara katılık görünümü verme” çabasının bir başka örneği. Dünyada pazarlar binlerce yıldan beri her tür toplumda ve ekonomide -aşiret, feodal, esir, tecimsel, rekabetçi ve tekelci- var olmuştur. Küçük üreticilere dayanan yerel pazarlar ve sayıları binden az uluslararası şirketlerin ve mali kuruluşların egemen olduğu pazarlar var. “Pazar ekonomisi” kullanımı geçmişte hiçbir zaman var olmayan eşit üreticiler/uluslar arasında iş işlemleri varmış gibi yanlış imajlar yaratıyor. Var olan gerçek “pazar ekonomisi” rekabetçi ve işbirlikçi, büyük, milyarlarca dolarlık ve bütün denetimsiz ekonomilerin içine giren tekellerin egemen olduğu ekonomidir. Onların gücüne ve sömürüsüne ancak örgütlü sınıf hareketlerine ve merkezi planlamaya karşı sorumlu ulusal veya sosyalist devletler karşı koyabilir. Her dürüst ve doğru tartışma ekonomik stratejilerden ve devletin bu konularda rolünden, dünyada tarihi konumu göz önünde tutarak ortaya atmalı: emperyal sermaye, ulusal devlet, sınıfsal sosyal hareketler ve merkezi planlama.
Demokrasi ve katılım ciddi bir şekilde tartışıldığı zaman, odak noktası sadece devlet olmamalı. Toplumdaki etkili dernekler de tartışma kapsamına alınmalı. Venezüellalı liberal demokrat kuramcılar yetkicilerin çoğunluğundan, katılımcı olmayan ve seçkin egemen iş birliklerinden, sivil örgütlerden, özel medyadan, büyük şirketlerden, geleneksel partilerden ve sendikalardan hiç bahsetmiyor. Onların önderleri itiraz ve yarışma olmadan ve hatta seçmenlere danışılmadan tekrar tekrar seçiliyor (bazen yaşam boyu).
Liberal akademisyenler sadece “sivil toplum”da egemen kurumların korkunç şekilde dikey yetkeci yapısını görmemezlikten gelmiyor, diktatör seçkinlerin bu çoğulculuğunun demokrasiyle nasıl bağdaştığı sorusunu bile ortaya atmıyor. Liberal akademisyenlerin bu anti-demokratik seçkinlerin kültür, ekonomi ve toplumda kökleşmiş keyfi egemenliklerine karşı analitik ve ahlaki körlükleri, onların seçimle gelen kamu kuruluşlarında, Chavez yanlısı partilerde, sendikalarda ve mahalle kuruluşlarında demokrasi eksikliği aramaları madalyonun öteki yüzü.
Chavez’e karşı eleştirmenler ve liberal ideoloji yandaşlarının anlaşılır bir şekilde konuşmamalarının nedeni doğrudan doğruya onların eğer açık seçik düşüncelerini belirtirlerse kapitalist pazarları savundukları, devletçilik adı altında kamu mülkiyetine karşı oldukları ve “sivil toplum” diye yetkeci seçkin kuruluşları desteklediklerinin ortaya çıkacağını bilmelerinden; “sivil toplum” savunmaları onların yetkeci seçkin kuruluşları savunmalarıdır; Chavez’in radikal girişimlerine olan yoğun halk desteğine karşı çıkmaları “halk özerkliği” diye tanımlanıyor.
Liberal akademik eleştirmenlerin metodları da onların iyi gizlenemeyen egemen sınıfa bağlılıkları kadar anlamlı. Chavez’in sosyal hareketlerinde, hükümet programlarında, seçmenlerde kusur bulmak için mikroskop kullanıyorlar. Büyük çapta, uzun vadede emperyal devlet ABD’nin küstah bir işgali ve onun Venezüellalı işbirlikçilerini anlatmak için de bir teleskop.
Politik süreç içinde liberal istekler tek yanlı olarak bir tarafa yönlendiriliyor. Çok etkileyici eleştiriler ABD resmi derneklerinden para alan öğrenciler ve akademisyenlere değil, Chavez’e bağlı örgütlere yöneltiliyor. Görünüşe göre, National Endowment for Democracy-NED’den (Ulusal Demokrasi için Bağış) bağış kabul eden akademisyenlerin demokratik kuruluşları yıkmaya amaçlı bir emperyal güçle işbirliklerini “eleştirel olarak tekrar düşünmeleri” istenmiyor. Liberal akademik eleştirmenler bilinen gerçek olaylar yerine Chavez’e karşı düşmanlıklarını beslemek için öznel, dedikodumsu hikayelere bel bağlıyor. Başkan Chavez’in Referandum’dan sonra anında ve açık bir şekilde yenilgiyi kabul etmesini dinlemek, seyretmek yerine, “Başkanlık belirsizliği” üzerine tahminler yürütüyorlar.
Örtmecenin politik dili yalanları doğru gibi göstermek, egemen sınıfın sömürüsüne saygınlık kazandırmak ve liberal demokrat cafcaflı konuşmalara sağlamlık kazandırmak için tasarlanmıştır. Bu kısa örtmece dökümü Chavez’e karşı ideologların maskelerini düşürmek ve Venezüella sosyalizminin ilerlemesine cesaret vermek için tasarlanmıştır.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Ne güzel özetlemiş , liberallerin asıl dertlerinin ne olduğunu...
Cumhuriyet’i sahip çıkarak eleştirmek
İngiliz yazar Louis de Bernières, Kurtuluş Savaşımız üzerine çok güzel bir roman yayınladı: Kanatsız Kuşlar adını taşıyan bu roman bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir beğeniyle karşılandı.
Kitabı okuduğunuzda, bir yabancının tarihimizi nasıl bu kadar iyi ve derinden bildiğine şaşırıyorsunuz. O kadar aydınlatıcı detay ve bilgi var ki; Türkçe yazılmış pek az kitap bu yetkinliğe ulaşabilir diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Bernières’le zaman zaman görüşür ve haberleşiriz:
Son mesajlarının birinde büyük romancı aynen şöyle diyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini ortadan kaldırmak, yeni doğmuş bir bebeği boğazlamak kadar büyük bir suçtur.”
Bernières’in üç gün önce bir kızı dünyaya geldiği için herhalde en hassas olduğu konu bu.
Bir de yıllarca emek vererek bütün ayrıntılarıyla öğrendiği ve aktardığı Kurtuluş Savaşımız.
Onun yüreği, bu eserin yok olmasına yanıyor ama Türkiye’de eli kalem tutan birçok kişi, “Yok edeceğiz!” diye tutturmuş durumda.
***
Cumhuriyetin kusurları yok muydu?
Elbette vardı.
İnsan hakları ihlalleri yok muydu?
Elbette vardı; ben de bunun mağdurlarından birisiyim.
Ama bu sistemin gençliğimi, ailemi ve arkadaşlarımı vahşice parçalaması, beni yirmili yaşlarımda hiçbir suç işlememişken hapislere ve sürgünlere mecbur bırakması yüzünden Cumhuriyet’e düşman olamam.
Mustafa Kemal’e en büyük kötülüğü, onun adına davranan bazı Kemalistlerin ve darbecilerin yaptığına inanırım.
Onları var gücümle eleştiririm.
Bu eleştiriler yüzünden yargılanmış, plakları yasaklanmış, cehennem hayatı yaşatılmış bir insan olduğumu cümle cihan biliyor.
Ama Cumhuriyet’i toptan reddetmem, onu din ya da başka bir kisve altında yıkmaya çalışmam.
Cumhuriyet’in demokratikleşmesi, eşitlik, özgürlükler, etnik milliyetçiliklerin aşılması, insan haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygı gösterilmesi, azınlık haklarının güvence altına alınması, çetelerin hesap vermesi, adaletin işlemesi, ömrümü uğruna harcadığım ana ilkelerimdir.
Avrupa demokrasilerine benzer bir cumhuriyet yaratılması için el birliğiyle çalışılması gerektiği fikrindeyim.
Ama bunun yolu; dincilerle kol kola girerek, bir intikam duygusu içinde var olan her şeyi kırıp dökmekten geçmiyor.
***
Bizim iki temel sorunumuz; Cumhuriyet’in arkasına saklanarak, kaba bir milliyetçi söylem içinde çeteleşip kendi çıkarlarını koruyanlar.
Ve yine çıkarları uğruna dini alet ederek bu rejimi yıkmak isteyenler.
Bu iki yanlıştan birine ait olmak zorunda değiliz hiçbirimiz.
Ben hâlâ; hem laik, hem demokrat, hem ilerlemeci, hem de özgürlükçü olunabileceğine inanıyorum.
Sayıları az da olsa; daha da önemlisi örgütleri bulunmasa da böyle insanlar var Türkiye’de.
Zülfü LİVANELİ / Vatan
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Liberal olmak mezhebi geniş, solcu olmak salak olmak demek değildir!..
Liberal ya da solcu görünen birileri yavaş yavaş ayılıyorlar... Bir kısmı oportünist olduğundan ince ince kıvırıyor, “ben de korkmaya başladım” gibisinden vecizeler yumurtluyor...
Onların özellikle televizyoncu olanına hatırlatmalıyım ki, “Demeçlerini yakından izliyorum... Kendine etik ve ciddi bir haberci süsü verdiğini görüyorum... Sakın kimse bilmiyor sanıp, elalemi uyutmaya kalkmasın... O programları yaparken, neleri görmediğini, neleri yumuşattığını, ne veciz sözler yumurtlayıp, ne yalakalıklar yaptığını biliyorum... Fazla atıp tutmamasında yarar var... Son uyarımdır kendisine!”
***
Neyse...
Esas konu “durum değişir korkusuyla son anda kıvırmaya çalışanlar”dan ziyade, Mehmet Altan, Soli Özel gibi liberal ideologlardır...
Onlar üniversitede türbana özgürlük bildirisini imzalamadılar...
“Çünkü” dediler, “diğer özgürlüklerden bahis yok... 301’den ses seda yok... Sadece türban konu ediliyor...”
Amerikalılar “Good morning after supper” derler bu durumdaki arkadaşlar için...
Meali “akşam yemeğinden sonra günaydın” demektir...
Onlara hep beraber yedirdikleri akşam yemeğinden sonra günaydın niyetine hatırlatmalıyım ki, AKP’nin türban meselesi dışındaki konularda liberal, özgürlükçü, batılı anlamda sonsuz, sınırsız ve çağdaş demokrasiden yana olduğuna inanmak için, hakikaten Amerikalının yaptığı gibi akşama kadar uyuyup, akşam yemeğini kahvaltı niyetine etmiş olmak gerekir...
***
Siz ne söylerseniz söyleyin, AKP esas olarak Milli Görüş’ten daha da gerilerde Akıncı hareketten gelen bir kadro hareketidir ve bu müktesebattan gelen ekibin, yaşamında hiçbir siyasi görüşü değiştirmeden, sonsuz liberalliğe erişebilmesi için, aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir...
Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı...
Bir kere içinde liberal barındırmayan bir liberal hareket olabilir mi?..
Hareketin bütün ana unsurları Milli Görüş’ten geliyor...
Erbakan Hoca’dan tek farkları, onlar Amerika’ya ve Avrupa’ya kafa tutmuyorlar, onlarla barış içinde politika yapıyorlar...
Suudi Arabistan Kralı da Amerika ve Avrupa’yla barışık yaşıyor?..
O da mı liberal?..
***
Yıllardır AKP’ye olmadık anlamlar yükleyen, “Türkiye’yi özgürleştirecek hareket” olarak görenler, şimdi hafiften uyanıyorlar...
AKP’nin istediği sadece türbana yönelik özgürlük, kendi özgürlük anlayışlarına uymuyormuş...
Yaaa!!!
Ya ne için özgürlük isteyeceklerdi?.. Rock’çılara, egzistansiyalistlere, sol kulağına küpe takanlara ve Cihangir’e mi özgürlük getireceklerdi?..
Cihangir’e yeni özgürlükler getirmedikleri aşikar, ama el Hak iyi iş yaptılar, Cihangir sosyetesini kendilerine benzettiler, rakı-balık yerine meyve suyu-balık karışımını keşfettiler...
Bizim liberaller hafif hafif kıpırdanıyorlar...
Onlara belirtmeliyim ki, liberallik bir ideolojidir ve mezhebi genişlikle hiç ilgisi bulunmamaktadır...
Liberal bir aydın, toplumun en geniş özgürlüklerle beslenmesini ister...
Ekonomik olarak da siyasi ve sosyal olarak da...
Spor kulüplerinin lokallerine içki yasağı getiren bir anlayışın hangi toplumsal ve sosyal özgürlük modelinden yana olduğunu söyleyebilirsiniz acaba?..
O üniversitelerde türban için yırtınan gırtlaklar, üniversiteye mini etekli bir kız geldiğinde ne yapacaklar acaba?..
İnsanın başkasını aldatması arıza bir durumdur...
Ama insanın kendisini aldatmasına şizofreni denir...
Tedavisi maalesef mümkün değildir...
***
Gelelim AKP’ye solcu dünyalardan gelip destek olanlara...
Allahtan Ufuk Uras kardeşim boş oy atmış, solcu karizmasını son anda çizilmekten kurtarmış ama benim kulağında küpe, egzistansiyalist ve rezistansiyalist solcu Cihangir sosyetesindeki arkadaşlara bir çift lafım var...
Bu aralar fazla mahalleden dışarı çıkmayın...
En fazla Taksim barları falan idare edin...
Uzaklaştıkça, “ben nerede yaşıyorum” duygusuna kapılırsınız...
Buralar Cihangir’e hiç benzemiyor diye dert yanarsınız...
Solculuk niyetine türbana özgürlük derken, kendinizi mahalle dışında kelaynak kuşları olarak görebilirsiniz...
Sizin durumunuzu anladılar, kırmızı noktalı olarak Cihangir’de bıraktılar...
Solculuk, halkçılık, insanlık, eşitlik ve ezilenden yana olmak anlamına gelebilir...
Ama bunu salaklıkla karıştırmamak elzemdir...
Sol kulağınızdaki küpeleriniz, egzistansiyalist ve rezistansiyalist yaklaşımlarınızla, yeterince egzantriksiniz...
Türban konusundaki duruşunuzu tarih ilginç bir anekdot olarak anacak sanıyorum...
Durumunuzu anlatacak traji-komik sahneler görüyorum...
Fellini’nin Amarcord filmindeki gibi hani...
Reha MUHTAR / Vatan
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Sevindim, sitemizde hiç liberal demokrat yokmuş. :o :o :o
-
Re: Haydi liberaller aşıya
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Bir liberal olarak özeleştiri
KENDİNİ liberal demokrat olarak addeden bir kişi olarak 1990 sonrası iki paradigmaya(*) inanıyordum. Daha doğrusu inandığım paradigmalar arasında ikisinin önemli doğrular olduğunu düşünüyordum:
1) Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle dünya tek pazar ekonomisine dönüşeceği için devletler arasında çelişkiler azalacak, dünya daha barışcı bir dünya olacaktı.
2) Kapitalist sistemde dönüşümler (cycles) olduğu için krizler çıkabilirdi, ama bu krizler serbest piyasa ekonomisinin kendi kuralları içinde müdahale (devlet) olmadan düzelirdi.
Yakın tarih bu iki konuda fena halde yanıldığımı gözümün içine soktu.
* * *
1) Hiçbir zaman devletin bir aygıt olarak ortadan kalkacağını düşünmedim, 2. Cumhuriyet kavramını bir saçmalık olarak gördüğümü her zaman ifade ettim. Ancak, yeni dünya düzeninin kurulacağına iman ettim. Halen de teknolojinin önderliğinde bir yeni dünya kurulduğuna ve bu dünyanın küresel bir dünya olduğuna inanıyorum. Ama maalesef, dünya küreselleşirken barışı yakalayamadı. Zira, ekonomiyi var eden gerçeklik aşılamadı.
Kıt kaynaklar dünyası sık sık paylaşım kavgası vermek zorunda. Tarih bitmedi, ama tek pazar ekonomisi tek merkezli veya merkezsiz bir dünya yaratamadı.
Bundan böyle iki pazarlı bir dünya olmayacak, ancak temel menfaatleri çelişen çok merkezli dünyaya giriliyor.
* * *
2) İyi giden günlerin ardından kötü giden günlerin, kötü giden günlerin ardından iyi giden günlerin geleceğini biliyordum ama birinden öbürüne kendiliğinden geçiş olacağını da düşünüyordum.
Yarım haklı çıktım veya yarı yarıya yanıldım.
İyi giden günlerden kötü giden günlere kendiliğinden geçiliyor ama kötü giden günlerden iyi giden günlere kendiliğinden geçilmiyor.
En son ABD krizinde gördüğümüz gibi kötü günlere devletin müdahale etmesi gerekiyor. Bu duruma "bilgi teknolojisine yatırım yapmak varken gayrimenkule yatırım yapan ABD kapitalistleri bile dünyanın gidişatını okuyamadı" diye bir safsata ile kulp bulmak veya "devletler büyük finans krizlerini önlemek zorundadırlar" diye geç kalmış bir düşünsel ilave yapmak hiçbir işe yaramıyor.
Artık inanıyorum ki, müdahaleyi her koşulda gereksiz bulmak (Friedman) yerine zaman zaman müdahaleyi kapitalizmin vazgeçilemez parçası kabul etmek (Keynes) daha doğru!
Sosyalizm insan ruhunu anlamıyor, ama serbest piyasa da insan fıtratının bir parçası olan sonsuz ihtirası frenleyemiyor. Engellenemez ihtiras gayrimenkul piyasasında riskleri pervasızca körükleyince dünya zenginleşiyor zannettik, ancak sonunda o dünya başımıza yıkıldı. Bireyler aynı gayrimenkulden káğıt üzerinde hesaplanan değer artışlarıyla 3-4 defa kredi alınca hem ev, hem araba, hem de yazlık sahibi oldular ama değer artışları realize edilmeyince bu zenginleşmenin gerçek karşılığı olmadığı ortaya çıktı.
Bu işlere hiç bulaşmamış vergi mükelleflerinin de ödediği vergilerle devlet karşılıkları yaratmak zorunda kaldı. Çözüm hem müdahaleyle oldu, hem de adil değil!
Ama başka bir çare de yok!
Piyasa sadece yanlış yapanı cezalandırmıyor.
* * *
Bir yanlışım daha oldu. AKP’yi 2005’in başına dek destekledim. Allah’tan o yanlıştan göreceli erken kurtuldum. Darısı diğer (sözüm ona) liberallerin başına!
(*) Dünyayı algılamada insanların kabul ettiği doğrular sistematiği.
Cüneyt ÜLSEVER / Hürriyet
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Kendisini liberal addeden çoğu insan aslında ekonomik gösterge hakkında Cüneyt Ülsever ile aynı fikirde. Hatta, zamanında (sözde) demokrasi ve ekonomi adına sahip çıktıkları, destek oldukları AKP hakkında bizlerin bas bas bağırdığı ama anlamayı bir kenara bırakın dinlemeyi bile istemedikleri kaygıları dahi dillendirenler var aralarında.Ne var ki çoğu bu duygularını açıklayacak medeni cesarete sahip değil ya da hala birtakım (kişisel) beklentileri olduğu için susanlar var.Bu yüzden yazarı medeni cesareti ve özleşitirisnden dolayı tebrik ediyorum.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Cüneyt Ülsever'in bu yazısını Abbas abiye ithaf ediyorum:o
-
Re: Haydi liberaller aşıya
ABD'deki kamulaştırmalar bir yana, özgürlükçü, liberal Avrupa'da da kamulaştırmalar yaşanmaya başlandı.
Pür-liberal olmayan arkadaşların, hak verilmez alınır dediklerine bu güne kadar şahit olmamış olmakla birlikte, bu DEVLETÇİ müdahalelere yorumlarını beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. :o
Ne oldu sus pus, yoksa yerlerine bizim yorumumuzu mu beklerler?
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Küresel krizle ilgili bazı arkadaşların yazdıklarını okudukça ekonomi gerçeğinden ne kadar uzak olduklarını görüyorum. ABD ve AB'deki devletleştirmeleri gerçek ve kalıcı birer devletleştirme zannetmek gibi müthiş yanılgıları var. Bunları okuyanlar da zannedecek ki, ABD ve AB piyasa ekonomisini bırakmış da devletçi bir ekonomiye geçmiş.. Bir kriz var ve kriz nedeniyle devlet müdahalesi gerekiyor. Bir ünlü iktisatçı bu konuda "kapitalizmin sonu" yorumunu yapanlara katılmadığını, ancak "herşeyi piyasanın belirlediği" tezinin de artık geçerli olmadığını söylüyor. Bu konuda gazetelerde ilginç yazılar/yorumlar var.. Farklı görüşlerdeki bu yazılardan bir kısmını zamanım ve fırsatım olursa buraya kopyalamayı düşünüyorum. Şimdilik ilginç bulduğum bir yazıyı aşağıya alıyorum.
04 Ekim 2008/HÜRRİYET
Ege CANSEN
ecansen@hurriyet.com.tr
Ekonomi bilimi, ekonominin bilinmezliği
BU kadar deprem uzmanı yerbilimci var, hálá deprem oluyor.
Bu kadar meteoroloji bilgini var, ama bir türlü yeterli yağmur yağmıyor. Bu kadar hekim var, ama hastalıkların kökü kazınamıyor. Bu kadar zayıflama uzmanı var, ama insanlar şişmanlamaya devam ediyor. Bu kadar iktisatçı var, ama iktisadi krizler çıkmaya devam ediyor. Bu kadar futbol uleması var, bizim takım yenilmekten kurtulamıyor. Şaka, şaka...
* * *
Fen bilimleri veya sadece bilim (science), doğada cereyan eden olayları tanımlayan, tasnif eden ve bunların aralarındaki sebep-sonuç ilişkisini saptamaya çalışan bilim insanlarının gözlemlerini, sözel ve sayısal dille kayıt altına almalarıyla oluşan bir bilgi birikimidir. Bilimin temel amacı, dün-bugün tablolarının ilişkilendirilmesinden kalkarak, bugünkü tablodan yarın ne gibi bir sonuç çıkacağını kestirebilmektir. Bilimin pragmatik amacı ise yarını şekillendirebilmektir. Ama istenilen tabloyu elde edebilmek için alet gerekir. Bu amaçla bilim, teknolojiyi doğurur. Teknoloji de doğanın kanunlarından yararlanarak, doğanın güçlerinin hem insana zarar vermesini engelleyecek hem de onlardan yararlanacak aletleri geliştirir.
* * *
Kapitalizm kelimesi, yaklaşık 150 yıl kadar önce filozof Karl Marx (18.18.1883) tarafından uydurulmuştur. Aslında iktisadi hayatın kendisi olan kapitalizm veya "serbest pazar sistemi" insanlık kadar eskidir. Marx'tan yüz yıl kadar önce yaşamış Adam Smith (17.23.1776), "Ahlak Felsefesi" profesörüydü. Onun zamanında "iktisat" (economics) bilim dalı yoktu. Hatta İngilizcede "economy" kelimesinin sonuna "s" konup bir bilim adına benzesin diye "economics" kelimesi bile türetilmemişti. Ama Adam Smith, hayatın içindeki iktisadi faaliyeti gözlemleyerek çok önemli nedensellik ilişkileri tespit etmiş ve adı kısaca "Milletlerin Zenginliği" olan dev eserini yazmıştır. Bu yüzden kendisine "Kapitalizmin Kurucusu" unvanı láyık görülür. Gerçekte kapitalizmi kimse kurmamıştır. Zaten kapitalizm diye düşünülmüş, taşınılmış ve bilinçli bir şekilde tasarlanmış bir sistemin varlığından bile söz edilemez. Ama Rusya'da 70 yıl süreyle uygulanan sosyalizm için böyle bir iddiada bulunulabilinir. O dahi su kaldırır. Sosyalizm bir bakıma "insan yapması" olduğu için çökmüş olabilir. Ustamız Hayek'in tanımıyla "İktisat, insan yapması değildir. Ama içinde insan vardır". (Economics is not man-made; but there is men in it.) Dolayısıyla kapitalizm denilen doğal sistemin çökmesi diye birşey olamaz. Ama kapitalizm de çöküntüler olur. Bu onun doğasından gelir.
* * *
Bir zamanlar ya tam sosyalist, yani tamamen devlet denetiminde olan ya tam kapitalist, yani devletin ekonomiye hiç karışmadığı sistemler kalıcıdır; karma ekonomi ise geçicidir denirdi. Uzun yıllar önce anlaşıldı ki, tek kalıcı sistem meğer "karma ekonomi" imiş. Ancak grinin ne kadar tonu varsa, karma ekonominin de o kadar türü vardır. Olmayan iki şey, mutlak siyah veya mutlak beyaz gibi, saf 'kapitalizm' veya saf 'sosyalizim'dir.
Son Söz: Denizde dalga, ekonomide dalgalanma bitmez.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
ABD ve AB'deki devletleştirmeleri gerçek ve kalıcı birer devletleştirme zannetmek gibi müthiş yanılgıları var. Bunları okuyanlar da zannedecek ki, ABD ve AB piyasa ekonomisini bırakmış da devletçi bir ekonomiye geçmiş.. Bir kriz var ve kriz nedeniyle devlet müdahalesi gerekiyor.
Olay budur.
Gazetelerde en sevmediğim kısım ekonomi sayfalarıdır. Bu nedenle çok nadir okurum. ABD'deki sadece bir ekonomik krizdir, liberalizmin ya da kapitalizmin sonu değildir. İster kapitalizm deyin, ister liberalizm hatta Lenin gibi kapitalizmin son aşaması emperyalizm deyin sonuç aynı. Bu düşünce ve ekonomi sistemi kolay kolay çökmez. Kendisinden çok daha fazla ilmi ve sosyal yönü olan komünizm (isterseniz sosyalizm olarak kabul edin) çöktü ama onlara birşey olmadı ve olacağı da yok. Zira liberaller serbesttirler, ama perde gerisinde olan ve adı sanı duyulmamış o kadar gizli kalmış liberaller var ki, bırakın ABD ekonomisini dünyanın ekonomisini onlar yönetiyor.
Kısaca tam rekabet piyasasıdır liberalizm. Devletin ekonomiye müdahalesini hoş karşılamaz. En iyi koşulun Devlet müdahalesi olmaksızın arz talep dengesi ile oluşacağını savunur. Bu görüştür liberalizm ve bu görüşe inanana liberal derler.
Bu kelimeyi hayatın her alanına devşirmek mümkündür.
Düşünce özgürlüğü eşittir liberalizm demek de mümkündür.
Hatta futbolda bile vardır liberaller. Bizde daha çok defansın önünde oynayan futbolcuya libero derler. Ama saha içinde serbest olan, belli bir mevki görevi olmayan futbolcudur libero. Ben daha çok sağ veya sol kanatta oynamayı severdim. O anlamda pek liberal sayılmam.
Yine bu kelimeden türetilmiş mizah ve hakaret olarak da kullanılan kelimeler vardır. Liboş, takkeli liboş gibi.
Liberal kelimesine bu kadar anlam yüklenebildikten sonra bu sitedeki herkesin kıyısından köşesinden liberal olduğunu iddia edebiliriz.
Eğer Rockefeller'ler gibi zengin olsaydım; sapına kadar liberal olur ve liberalizmi ölümüne (ki bul halde yerime ölecek birilerini satın alma ihtimalim %100) savunurdum.
Bu yazılanlara bakıp da amma cahilmişsin, daha terimlerden haberin yok gibi gayet ciddi ama saçma sapan cümleler kurarak ve hakaret tarzında bu yazılanlara cevap veren mutlaka çıkacaktır.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Anlaşılan o ki, liberalizme bir mutasyon aşısı lazım. ABD ve AB deki kurtarma operasyonu, dolar milyarderleri ve avaneleri için sosyalizm, batanlar ezilenler, yoksullaşanlar, sömürülenler için liberal kapitalizm söz konusudur. (Bırakınız yatırsınlar, bırakınız batsınlar) İzlanda devleti bile spekülatörler yüzünden iflas bayrağı çekmişken elbette ki vahşi kapitalizmin cilalı yüzü liberalizmin biraz zapturapt altına alınması kaçınılmaz olacaktır.
Burada yıldızı parlayanın en azından sosyal demokrasi olması beklenmelidir.Ancak tam tersinin gerçekleşip, yönetimlerin giderek daha faşizan noktalara kayması da mümkündür. Her halde " eşşegi aşulatmak" gerekecektir.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Liberalizm, Faşizm, Aslanlar ve Ceylanlar
Doğadaki denge dayatmacı ve belirleyicidir. Aslanın ceylanı yemesi, doğal düzenin ve dengenin özünü oluşturur. “Fizyokratlar” iktisadı, doğal dengenin oluşumu içinde değerlendirdiler.
İktisadi oluşumları da, “doğadaki denge gibi kendi doğal akışı içinde bırakarak”, en iyi sonucun elde edileceğine inandılar. Klasik iktisat, bunun devamı oldu. Liberal (özgürlükçü) iktisat bunun üzerine kuruldu.
İşleri (piyasayı) kendi haline bırakmanın, iktisatta da doğadaki gibi, “dengeyi sağlayarak sorunları çözeceği” sanıldı. Aslanlar her zaman ceylanları yemeli ve denge bu yolla gerçekleştirilmeliydi…
Muhafazakâr ve sağ iktisadi düşünce özünde “doğallığı, statükoculuğu ve güçlünün egemenliğini” benimser. Hatta bütün bunları, liberal (özgürlükçü) bir anlayış üzerine oturtmaya çalışır.
- Liberal (özgürlükçü) anlayış kamusal, toplumsal ve toplumcu müdahaleyi reddeder. Liberallere göre iktisadi olayları, “kamu yararını göz önüne alarak yönlendirmek yanlıştır”. Mikro birimlerin özgürlüğü esastır. “Birey ve firma çıkarını korursa toplumsal gelişme zaten bunun doğal sonucu olacaktır” denir.
Neo liberalizm (yeni özgürlükçülük) aslında, “özgürlüklerin arkasına saklanmış faşizmi” temsil etmektedir. 20. ve 21. yüzyıllar bunun örnekleriyle doludur.
- İngiliz ve Amerikan liberalizmi yerküremizde baskıcı, antidemokratik, darbeci ve faşist sonuçları beraberinde getirmiştir. Irak’taki “yeni liberalizm oyunu” bu uygulamaların en taze örneğidir.
- Yeni liberalizm, “sistemi güçlünün egemenliğine” dayandırır. Batı’nın dev şirketleri ve nükleer küresel güçleri, “serbest piyasalar ve kendilerine hizmet için kurdukları uluslararası kuruluşlar aracılığı ile” bu küresel egemenliği elde etmeye çalışırlar. 1978’de Dünya Bankası, IMF ve FED tarafından ortaklaşa hazırlanan Washington Uzlaşısı, küresel prömiyerini 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül Amerikancı darbesi ile Türkiye’de uygulamaya açtı. (*)
Yeni liberalizm…
Soğuk savaş sonrasında ABD ve AB, “dışarıdaki ülkelere” yeni liberalizmi önermeye ve dayatmaya başladı. Serbest piyasa, serbest kur, malların ve sermayenin serbest dolaşımı üzerine oturtulmuş bir düzen kurmak istediler. Bu “tek yanlı” çalışan bir sistemdi.
Ceylanların kaçabileceği, saklanabileceği bir kovuk, bir oyuk kalmamalıydı. Aslanlar avlarını (gıdalarını) elde edebilmek için her yere serbestçe girmeliydiler. Yeni liberalizm böyle bir özgürlükler düzeniydi. Aslanlar özgürce saldırabilmeliydi. Serbest piyasa, “düz ova” anlamına geliyordu, zayıflara korunacak bir yer bırakılmıyordu.
Yeni liberalizm ve dinciler
Yeni liberalizm yalnızca vahşi kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmıyordu. Dinci bir düzen kurmak isteyenler de yeni liberalizme dört elle sarıldılar. Sadece aslanların değil şeriatçıların da yolu açılıyordu.
Bir tek koşulla; aslanlara hizmet vermeli ve onların işlerini kolaylaştırmalıydılar.
- Dinciler de aynen liberaller gibi, “toplumsal ve toplumcu düşünce ve uygulamalara şiddetle karşıydılar”. Siyasal İslam için bir tek kitap, bir tek düzen vardı; o da kutsal kitapta öngörülen hayat tarzıydı.
- Dinciler fizyokratların (ve liberallerin) doğal yaşam ve denge anlayışını, kutsal kitabın öngördüğünü söyledikleri “varoluş felsefesiyle” bütünleştiriyorlardı.
Müdahale ne demekti? Toplumsal ve toplumcu kurallar olamazdı, çağdaş uygarlık gibi saçmalıklar yanlıştı! Halk kendi yaşam tarzını belirleyemezdi. Nasıl yaşanacağı çoktan yazılmıştı…
Bu karanlık çağ düşüncesi özgürlükçü (liberal) fikirlerle saçma bir biçimde örtüştürülüyordu. Vahşi kapitalizm ve işbirlikçi dinciler ilginç bir koalisyon kurdular.
Kapitalizmde aslanın ceylanı parçalayıp yeme özgürlüğü ile kamusal alanda türban takma özgürlüğü aynı kefeye kondu. Bu saçma beraberliğin uygulanabilmesi için dincilerin aslanlara bir şeyler vermesi gerekiyordu.
- Ülkenin en stratejik kurumlarının AB ve ABD tekellerine sunulmaları…
- Bizim piyasamızın onlar tarafından işgaline icazet verilmesi…
- Ülkenin yönetimine Brüksel ve Washington’un ortak edilmesi bu alış-verişin vazgeçilmez koşullarıydı. Üstelik bunlar, “din adına” yapılıyordu. Siyasal İslam ile Hıristiyan dünyası arasında ilahi adalet konusunda ilginç bir beraberlik kuruldu. Dinin toplum hayatındaki önemi ve ağırlığının artması için her iki taraf da birlikte hareket ediyorlar.
Batı bu yolla, aslanların yolunu açmaya çalışırken siyasal İslam da onlara kendi özel yolunu temizletiyor. Saldıran aslanlar dincilerle birlikte ilerliyorlar, ne garip… Her ikisi de liberalizm, demokrasi ve insan haklarından söz ediyorlar, aynen Irak’taki gibi…
Erol MANİSALI / Cumhuriyet
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Alıntı:
Devletçilik; karma ekonomi olarak adlandırılabilecek, toplumun refah ve çıkarını ön planda tutan, sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getiren bir devlet anlayışını öne çıkarırken, özel sektörün de gelişmesini sağlar, özel sektöre karşı değildir. Ancak "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" gibi bir anlayışla kamu çıkarının zedelenmesine yol vermez.
demiştik "Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi" forumunda...
Abbas Bey,
ABD ve Avrupa'daki bankaların Devletleştirilmesinde amaç "kamu yararı"nın korunması ve tabi mevduatların kaçıp gitmemesi de var, kamulaştırılmayan bankalardaki mevduatlara da sınırsız Devlet güvencesi getirilmeye başlandı bir çok ülkede...
Alıntı yaptığınız Ege Cansen'in yazısında "karma ekonomi" nin hakkı verilmiş diye anlıyorum. Öyleyse siz Devletçilik ilkesine neden karşısınız, bir anlatın da anlayalım.:) Bu karşı duruş ekonomik olmaktan çok ideolojik olmasın?
Selamlar,
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Alıntı:
Öyleyse siz Devletçilik ilkesine neden karşısınız, bir anlatın da anlayalım.:) Bu karşı duruş ekonomik olmaktan çok ideolojik olmasın?
Bu aralar kafaları biraz karışık, sakal bıyık misali.Kolay değil Zeplin balonu gibi bir inancın bir anda sönmesi.Etkilenir insan. Zeplindeki altın paraşütler açıldı bazıları sağ salim inecekler yere, bazıları da o fıkradaki gibi:o:o
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Özgürlükçü olarak benimsetilen liberal ekonomi uygulamalarının sonucu vahim durum kriz oluşmuş.Görülen lüzum üzerine devletleştirmeye başlamışlar. Bizdeki durumu hiç bilmeden anlamadan özelleştireceksiniz dediler özelleştirdik.
Biz ve bizim gibi ülkelerden kendilerine rant, vergisiz kazanç sağladılar.Üretmeden banknotların üzerine oturdular ve ekonomi kavramının reddettiği bir yapılanmayı küreselleşme diye sundular.
Öyle yaptırımlar ve kararlar aldılar ki, tüm dünyayı kontrol edecek, klasik sömürücülükten vazgeçerek küreselleşme adı altında sadece ülkelerin ekonomilerini kontrol edecekler, nüfusun idari sorunlarından da soyutlanacaklardı.Ona da bağımsızlıkllarını tanıdık safsatası uydurdular.
İlk tekmeyi Latin Amerika ülkelerinden yediler,kendi ekonomik düzenlerini kurunca kazanç kapıları kapandı, derken Avrasya kendi ticaret döngüüsünü oluşturmaya başladı, Kafkasyadaki gelişmeler korkuttu, hele Çin'in, ABD ni satın alacak dolarlarına ne demeli.
Şimdi AB ülkeleri krize sen sebep oldun diye ABD ni suçluyor.Birbirlerine düştüler.
Bizim gibi ekonomisi olmayan, 500 milyar dolar boç batağı içinde ülke yöneticileri, bankası, borsası, sigortası, telekomu, petrolu, say say bildiğin kadar, yabancılaşmış olsa da her ne hikmetse bundan fırsat bekliyor.
Uzun lafın kısası sanal aldatmaca liberalleşmenin evrilmesi küreselleşme ile sivrilttikleri uçlar kendilerine battı, midyata pirince giderken evdeki bulgurdan oldular.
Şayet ikiz kuleler gibi stratejik bir plan uygulaması sonucu devletleştirme ile devletler üzerinde tahakküm kurma planı değilse.........
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Liberaller Kemalizme Neden Düşman?
Emperyalist devletler, Kemalizmi neden "barutun icadından sonra en tehlikeli silah" olarak nitelendiriliyorlar; AB, yöneticilerimizden niçin "Kemalizmin tasfiyesini" istiyor ve Liberal Düşünce Topluluğu Başkanı Prof. Dr. Atilla Yayla "Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder (karşılar, onun yerine geçer)" demek gereğini niçin duydu?... Bu soruların cevabını bulmak, ülkemiz için yaşamsal önem taşıyor.
Herşeyden önce şu hususu belirteyim: Kemalizme karşı bu düşmanca tavır alışların gerçek nedeni, iddia edildiği gibi "Düşünce özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak" değildir.
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ PARAVANI
İşte gerçek nedenler:
Çağımızın en önemli düşünürlerinden Prof. Dr. Maurice Duverger şu değerlendirmeyi yapmıştır:
"Mustafa Kemal'in eseri İkinci Dünya Savaşı'na kadar Türkiye çapında değerlendirildi. Eski bir ülkenin modern bir ulusa dönüştürülebilmesini tüm dünya takdirle karşılamıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Kemalizm uluslararası bir boyut kazanmış ve Moskova ile Pekin'in güdümüne girmeyen üçüncü dünya uluslarına örneklik yapmaya başlamıştır... Siyasal demokrasi ancak ekonomik alanda belirli bir gelişme düzeyinden sonra ciddi anlamda işlemeye başlar. Geri kalmış ülkeler, Batı'nın gelişmiş ülkeleri gibi liberalizmin ya da kapitalizmin yollarından giderek aynı düzeye gelemezler... Aşırı derecede planlı ve merkezi ekonominin yol açacağı zararlar aşırı derecede liberal ekonominin yaratacağı zarar ve hatalar kadar büyük olacaktır. Bu durumun farkına varan gelişmekte olan ülkeler, Kemalizmin karma ekonomi sistemine yönelmektedirler." (Le Monde/27 Mayıs 1961).
"Biz, hakkımızı savunmak ve bağımsızlığımızı güvencede bulundurabilmek için, bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı bütün ulus olarak savaşmayı yerinde gören bir öğretiyi izleyen insanlarız" diyen Mustafa Kemal; Kurtuluş Savaşı yıllarında Hakimiyeti Milliye gazetesine yazdığı bir başyazıda "En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan Miletler; bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan 'kapitalizm' afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir" demiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere'nin baskılarına dayanamayarak imzaladığı Baltalimanı Antlaşması ile, Liberal Ekonomi (Serbest Ticaret) uygulamalarına başlayınca, Avusturya Başbakanı "İşte Osmanlı şimdi bitti!" demiş; öngörüsü kısa bir süre sonra gerçekleşmiştir (Kurtul Altuğ, Gözcü Gazetesi/26.10.2006).
Lozan Antlaşması'na bağlı 'Ticaret Sözleşmesi'nin 18inci maddesi dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti beş yıl liberal ekonomik politikalar uygulamak zorunda kalmış; bu yüzden cari açık dayanılmaz boyutlara ulaştığı gibi, ülkemizde hiçbir ciddi yatırım yapılamamıştır.
Bu nedenle Mustafa Kemal, "Liberalizm, sömürgelerde uygulanmış bir sistemdir! Oysa biz sömürge değiliz ve olmayacağız. Liberalizmi düşünmek, devrimi inkâr etmektir" demiştir (Ahmet Hamdi Başar'dan aktaran, Hüsnü Merdanoğlu, Kemalizm ve Avrupa Birliği'nin Çelişkisi, s.49).
KUVVETLİYE HİZMETÇİ OLMAK
Mustafa Kemal ve çalışma arkadaşlarındaki bilinç sonraki yöneticilerimizde hiçbir zaman olmamıştır.
Mahmut Esat Bozkurt, "Liberalizmin Ölümü" başlıklı makalesinde şöyle diyordu: "Liberallik; sanayii, tarımı, ticareti çok kuvvetlenmiş ülkeler için hayırlı sonuçlar verebilir. Fakat gelişme ve yetkinleşme halindeki milletlerin ekonomisinde çok kötülüklere yol açar. O kadar ki, doğum halindeki yerleri kuvvetlilerin esiri haline getirir... Milletler birbiriyle eşit olmadıkça birleşmeden yarar görmezler. Þayet birleşecek olurlarsa, bu birlikten yalnız birisi yararlanır. Diğerleri kuvvetliye hizmetçi olur!"
"LİBERALİZM DIŞLANMALI, AKSİ DURUMDA CUMHURİYET DEĞERLERİ GİDER"
Mustafa Kemal'in İktisat Bakanı Mustafa Þeref, TBMM'nde şu açıklamalarda bulunmuştu:
"Ekonomide muayyen hâkim (belirli yüksek) noktalar vardır... O hâkim noktaları liberalizmin anarşik vaziyetine bırakacak olursak; on seneden beri elde edilmiş olan neticelerin hepsi de bir senede silinip süpürülmüş olacaktır... Ekonomide 'liberalizm'in dışlanması gerekmektedir... Dışlanmadığı takdirde, milli sermaye gelişmez. Gelişmediği gibi, elde etmiş olduklarını da yitirir. Cumhuriyet rejiminin aradığı ve oluşturmaya çalıştığı şeyler de elden gider (Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal döneminde Ekonomi, s.46 ve devamı)."
Liberal politikalar uygulayarak kalkınmış bir azgelişmiş veya gelişmekte olan ülke, tarih sahnesinde hiçbir zaman yerini almamıştır ve almayacaktır.
Samir Amin'in değişiyle "emperyalizmin karşıtı değil, hizmetçisi olan" siyasal İslamcılarla liberal aydınlar(!), el ele vererek ulus devletimizi çökertme ve parçalama operasyonunda faal görev yapmaktadırlar. Ulus devletimizi kurma ve yaşatma ideolojisi olan Kemalizm ve Kemalistler var oldukça amaçlarına hiçbir zaman erişemeyeceklerdir. Onların Kemalizme düşmanlıklarının gerçek nedeni de budur.
Vural Savaş
-
Re: Haydi liberaller aşıya
4 Ekim Cumartesi 2008/MİLLİYET
Taha Akyol / Objektif
t.akyol@milliyet.com.tr
Atatürk devrinde kriz
İÇİNDE yaşadığımız kriz sürecinde herkes "1929 Bunalımı"nı hatırlıyor, mukayeseler yapıyor. Türkiye'de Atatürk Cumhurbaşkanı, İnönü Başbakan'dır. Şevket Süreyya ve Falih Rıfkı gibi birçok yazar Atatürk'ün ekonomiyle fazla ilgilenmediğini belirtir; kendisinin de Hasan Rıza'ya söylediği gibi, temel ilgi konuları diplomasi ve savunma politikaları ile dil ve tarih teorileridir.
Ekonomiyi yöneten, Başbakan İnönü'dür.
1929'a Türkiye iyimser girmiştir, milli gelir 2 milyar lirayı aşmıştır ama kriz öyle bir vuruyor ki, 1934'te 1 milyar 200 milyona düşüyor!
Özellikle nüfusun yüzde 80'inin barındığı tarım mahvolmuştur!
Atatürk, "Bunalıyorum; her yerde dert, ıstırap dinliyorum" demektedir.
İnönü hükümeti tarafından 1930 başında "Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu" çıkarılıyor. Cumhuriyet ilk dış borcu bu dönemde alıyor; Amerika'dan 10 milyon dolar... Bunu Sovyet Rusya, Almanya ve İngiltere'den alınan dış borçlar izleyecektir.
Ağustosta muhalefet partisi Serbest Fırka'nın kurdurulmasındaki amaçlardan biri, 'liberal' görüntü vererek dış yardım almaktır.
Sıkı politika
Sovyet uzmanlarından başka, Fransız iktisatçısı C. Rist, Amerikalı iktisatçı E. Kemmerer gibi yabancı uzmanlar davet edildi, maliye ve sanayileşme gibi konularda raporlar istendi.
"Buhran Vergisi Kanunu" çıkarıldı, gümrükler yükseltildi, yerli malları kullanımı teşvik edildi, Tasarruf Cemiyetleri kuruldu.
İç borçlanma için "Dahili İstikrar Kanunu" kabul edildi... "Mevduatı Koruma Kanunu" çıkarıldı, bugün olduğu gibi o zaman da mevduata devlet garantisi verildi.
Yabancı firmaların işlettiği demiryolları, limanlar devletleştirildi. Kibrit bile devlet tekeline alındı.
İlk şeker ve dokuma fabrikaları kuruldu; dış yardımlarla demir-çelik ve savunma sanayiileri alanında adımlar atıldı.
İnönü, "denk bütçe" ve "denk dış ticaret" politikalarını tutkuyla sürdürdü, dış ticaret fazla bile verdi!
Ağır krizin ve bu 'çok sıkı' politikanın yarattığı daralmaya rağmen, İnönü, "yurdu demir ağlarla örme" siyasetini büyük başarıyla götürdü; demiryolu yapımını adeta saat başı takip etti.
Kriz ve fırsat
O zaman, bu aşırı derecede sıkı politikalar yerine, yine o zaman, dünyanın yaptığı gibi, Keynesçi metotlar, yani yatırım yoluyla piyasaya biraz para sürerek talep yaratan politikalar uygulanamaz mıydı?
Şevket Süreyya Aydemir Mart 1932'de Kadro dergisinde "Makinaların Muhacereti" (Göçü) başlıklı çok önemli bir yazı yayımlamıştı: Kriz yüzünden Batı'da makineler, yatırım ve ara malları sudan ucuzdur. Krizi fırsata çevirmek için Türkiye yılda 300 milyon liralık makine ithal ederek sanayileşmesini hızlandırabilir!
Ama, Kasım 1933'te yine Kadro'da, geçen bir buçuk yılda sadece 20 milyonluk makine ithal ettiğimizi hüzünlü bir dille yazmıştır.
Aydemir, yıllar sonra "İkinci Adam" adlı eserinde, 1930'larda "sanayiin bilhassa özel teşebbüsün kösteklenmesi" boyutlarında aşırı bir 'sistem' uygulandığı için gereken dinamizmin gösterilemediğini anlatır.
Keşke Atatürk tarih ve dil teorilerine gösterdiği ilgiyi ekonomiye gösterseydi, daha atılgan bir ekonomi siyaseti mümkün olurdu; mesela, devletleştirmelere giden para sanayi ve tarıma gidebilirdi galiba.
Ders: Krizi fırsata çevirmek için gözlerimizi dört açalım.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Abbas Üstad,
Habire Taha Akyol , nereye kadar?:o Yani Taha Bey de olmasa forumlara eklediklerin yarı yarıya azalacak. Taha Bey'in, İnönü'nün 1965'de günlüğüne yazdığı "Devletçilik bitti" ibaresinin gerçek amacını bile nasıl tahrif ettiğini açıklamama rağmen ısrarla Taha Bey... Eee, "kılavuzu karga olanın, ...." demişler. Taha Bey'in bu yazısına da kapsamlı yanıtı en kısa zamanda vereceğim de, merak ettiğim, öyle olmadığını , yazdıklarının geri planınında neler olduğunu net olarak şu anda bilsem de, velev ki Taha Bey'in yazdıkları tamamıyla doğru. Toplum çıkarını ön planda tutan karma ekonomi olarak adlandırılabilecek "Devletçilik" ilkesinin uygulanması günümüzde neden yanlış?
Öyle kaçak güreşme, kişisel fikirlerini de yaz da öğrenelim.:)
Ha bu arada, İnönü sonrası Menderes'i de gördük. Marshall Yardımı'nın (artık yardım mı dersin yoksa salak olup hesabını bilmeyene bağlama mı dersin) bu ülkeye faydalarını?!!! da gördük. Şimdi şöyle gerilere bakınca Allahtan Marshall Yardımına benzer bir felaketi (Taha Bey'in önerdiği) 1930'larda değil de 1950'lerde yaşamışız diyorum. Yoksa o yardım sayesinde bugün bile çok çeşitli alanlarda belini doğrultamayan, etkisini hisseden Türkiye, hepten kaybedebilirdi.
Selamlar,
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Ha bir de, "Hangi Atatürk" derken durup biraz düşünmek lazım. Taha Bey bu yazıda üstü kapalı "Güneş Dil Teoremi" ne atıfta bulunarak aklı sıra Biri' ni aşağılıyor. Bunla uğraşacağına ekonomi ile uğraşsaydı diyor. Bakalım ekonomi ile o dönemde uğraşmış mı o Biri... O Biri Taha Bey'e 1000 gömlek fazla gelir...
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Stratejik Kuruluşlar Özelleştirilmemeli
Anlaşmalarla kabul edilmiş ulusal sınırlara sahip Bağımsız devletlerin iki temel görevi vardır.
* Bağımsız varlıklarını korumak ve sürdürmek,
* Milletinin refah ve mutluluğunu sağlamaktır.
Devletin varlığının en vazgeçilmez ve birinci unsuru, vatan adı verilen coğrafyadaki topraklarıdır. Vatanı olmayan bir devletten söz edilemez. Vatanı korumanın ve varlığı devam ettirmenin, kısaca 'beka'nın sağlanmasının en temel unsuru, jeopolitik konumunun gerektirdiği yeterli bir askeri güce sahip olmak veya güvenilir bir askeri ittifak içinde bulunmaktır. Atatürk bu gereksinimi şöyle açıklamıştır: Dünyada hayat için, insanca yaşamak için istiklâl lâzımdır. İstiklâl sahibi olmak için haiz-i kuvvet olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icabeder. Kuvvet ordudur. Ordunun menba-ı hayatı ve saadeti, istiklâli takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan iman-ı vicdanîsidir. Milletin refahı ise ekonomik açıdan güçlü ve bağımsız olmayı gerektirir. 21. yüzyıl başında içinde bulunduğumuz uluslararası ekonomik ve politik sistem, devletlerin yukarıda belirtilen iki temel görevini yapmasını giderek daha da zorlaştırmaktadır.
KÜRESEL SİSTEM VE DEVLETLER
ABD liderliğindeki G-7 ülkeleri tarafından yönetilen Küresel Sistem (KS), özellikle Türkiye gibi G-7 ve AB dışında kalan devletleri, yukarıda belirtilen iki temel görevini yapamaz hale getirmiştir. Küresel sistem, devletlerin Beka ve Refahına önemli derecede katkı ve etkide bulunan ülke kaynak ve kuruluşlarını hedef alarak, doğrudan askeri güce başvurmaksızın ülkeler üzerinde politik kontrol sağlayabilmektedir. Küresel sistem, devletlerin hem güvenlik, hem de ekonomik açıklarını ustaca kullanarak sömürüsünü sürdürmektedir. Küresel sistem içindeki korumacılık özellikle yabancı sermayenin şirket satın almalarında gündeme gelmektedir. ABD'de bir kısım limanların Arap firmasına satılması kongre tarafından engellenmiştir. İngiltere'de Corus Grubu'nun Hindistan'ın Tata Grubu tarafından alınmasına büyük tepkiler gelmiştir. ABD, ulusal güvenlikle doğrudan veya dolaylı olarak ilgili hiç bir şirketin satılmasına izin vermemektedir. Fransa 11 sektördeki stratejik şirketlerin yabancı sermayenin eline geçmemesi için koruma önlemleri almıştır. Rusya ve Latin ülkelerinde stratejik şirketlerin devletleştirilmesi çalışmaları giderek yaygınlaşmaktadır.(1)
STRATEJİK KURULUŞ NEDİR?
Ülkelerin savunma ve güvenliklerini doğrudan veya dolaylı, ekonomilerini doğrudan etkileyen kuruluşlara Stratejik Kuruluş (SK) adı verilebilir. Özellikle döviz kaybını önleyen ve dış alıma gerek kalmaksızın geniş tüketim ihtiyaçlarına cevap veren kuruluşlar da stratejik kuruluşlardır. TEKEL bu konudaki en önemli örnektir. Yetişmiş insan gücü ile birlikte, bu kuruluşlar ülkelerin temel görevlerinin yerine getirilmesinde, yani beka ve refahın sağlanmasında sigorta işlevi görmektedirler. Bu kuruluşların varlık nedenlerinin temel amacı, genelde kriz ve savaş gibi olağanüstü dönemlere yöneliktir. O nedenle barış zamanı el değiştirmeleri, bir çok politikacı ve ekonomi uzmanı, liberal ekonomik sistemin vazgeçilmez bir gereği olarak değerlendirmekte ve ülkenin geleceğini tehlikeye atan satışların farkında olamamaktadır. Bir ülke hangi askeri ve politik ittifak veya ekonomik sistem içinde bulunursa bulunsun, içine düşebileceği olumsuz koşulları daima tek başına karşılamayı düşünmek ve planlamak zorundadır. Temel kural şudur ki; denize düşen adama kendisinden başka kimse yardım edemez. 1974 Kıbrıs harekatında uçak yakıtı üretimini azaltan ve hatta arıza gerekçesi ile durduran Mersin'deki Türkiye'nin ilk özel rafinerisi ATAŞ örneği unutulmamalıdır.
AB'NİN GÜVENLİĞİ VE KURULUŞLAR
Avrupa ülkelerinin stratejik kuruluşlara yaklaşımlarına bir göz attığımızda son derece milliyetçi ve korumacı bir tutum içinde oldukları görülmektedir. AB, terörizm ve enerji güvenliği dahil, global ve bölgesel güvenliğini NATO çerçevesinde ABD'ye ihale etmiştir ve ABD'nin Avrupa üzerindeki askeri ve ekonomik hegemonyasını kabullenmiştir. Çünkü bugünkü politik ve ekonomik konjonktürde bekalarını sağlamanın en ekonomik ve kolay yolu budur. AB ülkeleri savunma ve güvenlik harcamalarından sürekli kaçmakta ve hatta bazıları(2) NATO kriterlerinin bile altına indikleri için uyarılmaktadır. Ayrıca askeri personele ayırdıkları maaş ve diğer donanım giderlerinden de kaçınmak istemektedirler. AB'nin savunma ve güvenlik konularındaki bu kayıtsızlığı, Trans-Atlantik ilişkileri üzerine kurulmuş olup, Avrupa ülkeleri bu güvenlik bedeli karşılığında ABD'ye;
* NATO görev sınırlarının genişletilmesi,
* Avrupa'da kuracağı füze savunma sistemini destekleme,
* Afganistan operasyonuna asker ve silah sağlama,
* İran, İsrail ve Rusya politikasını destekleme,
* Lübnan'a asker gönderme talebini karşılama,
* Ekonomik rekabetten kaçınma,
* Avrupa'daki CIA sorgulama istasyonlarına, uluslararası hukuka aykırı olarak Irak'ta orantısız güç kullanılmasına, esirlerin yargısız hapsedilmesine ve insan hakları ihlallerine göz yumma gibi legal ve illegal bir çok konuda şartsız, sorgusuz ve beklemeksizin destek sağlamak zorundadırlar.
ABD ve AB, küresel sistem içinde modern sömürü düzenini ortaklaşa sürdürmektedirler. AB Komisyonunun rekabeti ve serbest piyasa kurallarını emreden yüzlerce kararına rağmen, AB ülkeleri, ulusal çıkarlarını etkileme olasılığı bulunan kararlara direnmektedirler. Bankacılık, enerji, demirçelik, ulaşım ve iletişim sektörü, bilişim ve savunma-güvenlik alt yapısı gibi stratejik kuruluşlardaki ulusal kontrol daima elde tutulmaktadır. Hatta çok çarpıcı bir örnek olarak Almanya'nın ünlü Wolswagen otomobil firması verilebilir. Hitler'in kurduğu bu firma stratejik öneme sahip olmamasına rağmen, Alman endüstrisini, tarihini, disiplinini ve karakterini temsil ettiğinden milli şirketlere satılması benimsenmiştir.
RUSYA'NIN YAKLAŞIMI
Yeltsin zamanında serbest piyasa ekonomisinin sarhoşluğuna düşen Rusya, 1990-2000 yılları arasındaki on yıllık dönemde küresel sistem tarafından süratle teslim alınma sürecine sokulmuştu. Ancak KBG kökenli Putin'in iktidara getirilmesi Batı için her şeyi ters yüz etti. Putin çok basit bir şey yaptı. Rusya'nın stratejik kaynaklarının Batı'ya peşkeş çekilmesini engelledi. Batı'nın kültürel saldırılarına karşı tedbirler aldı. Böylece dengeler kendiliğinden sağlandı. Türkiye'ye örnek olması bakımından Rusya'nın yaptığı özelleştirme karşıtı veya korumacı önlemlere bir göz atalım;
* Rusya çıkardığı yeni yasa ile 70'den fazla maden ocağını yeniden sınıflandırarak stratejik konuma getirdi. Bu yeni düzenleme ile 30 petrol yatağı ve 40 gaz sahası stratejik hale geldi. Bu bölgelerde yabancıların üstün hisseye sahip olması yasaklandı. Ayrıca kriter olarak stratejik üretim seviyeleri petrol için 150 milyon tondan, 70 milyon tona düşürüldü. Gaz için 1 trilyondan metre küpten, 50 milyar metre küpe, bakır için 10 milyon tondan, 0.5 milyon tona, altın için 700 tondan 50 tona düşürüldü.(3)
* Rusya, çevre kirlenmesini öne sürerek 10 yıl önce Yeltsin zamanında imzalanmış Üretim Paylaşma Anlaşmalarını (Production Share Agreement) Rusya'nın çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesi ile tartışmaya açarak, Shell'in bölgeden çekilmesini talep etti. Total'in durumu da belirsiz. Fransa endişeli. Halen ExxonMobil Sakhalin-1, Total Karyaga (Batı Sibirya), Sakhalin-II bölgelerinde çalışıyor. Anlaşmazlık uluslararası hakem ile çözülecek. Gazprom bu bölgeden yüzde 25 hisse talep ediyor. Hisselerin tamamı yabancılara verilmiş durumda. Royal Dutch Shell (yüzde 55) Japan Mitsui (yüzde 25), Mitsubishi (yüzde 20). Bölgede 4.5 milyar varil petrole eş değerde gaz var. Eski anlaşmaya göre bunun 2.5 milyarı Shell'in olacak.(4)
* Yabancı banka ve sigorta şirketlerinin Rusya'da şube açmaları yasaklandı.(5)
* Batı tarafından finanse edilen 4500 Sivil Toplum Örgütü (NGO) yeniden kayıt altına alındı ve bir kısmı kapatıldı.
TÜRKİYE VE STRATEJİK KURULUŞLAR
Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik konumu, ülkenin bekası yönüyle, tüm stratejik kuruluşlarını önemli ve vazgeçilmez yapmaktadır. Atatürk'ün politik ve askeri stratejisi Türkiye'nin doğrudan ülkeye hiç bir alanda bağımlı olmaması üzerine kurgulanmıştı. Bu strateji doğrultusunda oluşturulan devletçilik ilkesinin ana amacı da, ülkenin güvenlik ve savunmasını doğrudan etkileyen ve destekleyen kuruluşların devlet kontrolünde kalması idi. Bu çerçevede Türk milleti, çaydan şekere, demir çelikten kömüre her türlü stratejik gereksinimini kendisi üretmeyi başardı. Ülkenin dünyada bir eşi olmayan potansiyeli bunu başarmaya çok uygundu. Ancak küresel sistem, Soğuk Savaş sonrası kurduğu modern sömürü düzeni çerçevesinde Türkiye'nin hem politik kontrolünü hem de ekonomik kontrolünü ele geçirdi.
Zarar ettiği gerekçesiyle satılan stratejik kuruluşların, geniş istihdam kapasiteleri ile milletimizi orta seviyede de olsa bu zamana kadar mutlu etmeyi başardığı unutuldu. Bu kuruluşlarımızın satışları, küresel sistem tarafından dikte edilen kriterler ışığında, IMF'in ileri sürdüğü Makro Ekonomik Dengelerin sağlanması gerekçesi ile yapıldı. Makro Ekonomik Dengeler kimin işine yarar? Küresel sistemin sömürü düzenine ve ülkedeki yerli sermayenin daha çok kazanmasına. Mikro Ekonomik Dengeyi sağlayamayan Makro Ekonomik Dengeler gelir dağılımını bozar. Küresel sistem içindeki sermayeye yarar. Oysa milletin refahı ve geçimi için Mikro Ekonomik Dengeler daha önemlidir. Yeni sistemde Mikro Ekonomik Dengelerden bahsedene rastladınız mı? IMF'in Makro Ekonomik Dengeleri için dayattığı faiz dışı fazla bile, Türkiye borsasında ve hazine bonolarında karlarını katlayan yabancı sermayenin güvencesi içindir.
TARIM SEKTÖRÜ
Küçük bir örnek. Ülkemiz dünyanın en çok sigara tüketen en geniş pazarıdır. Türkiye'nin temel stratejik kuruluşu olan Tekel özelleştirilerek, hem ağıza bile konamayacak kalitede olan Amerikan Virgina tütününe pazar yaratılmış, hem de sigara üretici Amerikan şirketlerine büyük kar marjları sağlanmıştır. Bu arada Tekel'in alım garantisi verdiği tütün üreticisi köylü ortada bırakılmıştır. Türk tütününe ihtiyaç yoksa, bugün Türkiye'de üretilen sigaralara neden kalitesiz Amerikan tütünü konmaktadır? Þeker pancarı, mısır ve pamuk ve diğer bir çok tarım ürünü ve hayvancılık sektöründe de benzer durumlar bulunmaktadır.
İLETİŞİM SEKTÖRÜ
Bu sektör Türkiye'nin güvenliğini doğrudan etkileyen en stratejik kuruluşların başında gelmektedir. Telekom'un satışı da başlı başına bir fiyaskodur ve her yönüyle ülke ve kişisel güvenliği doğrudan tehdit etmektedir. Ülkemizin ABD ve bir kısım Avrupa ülkeleri gibi, Telekom alt yapısı dışında stratejik iletişim hatları bulunmamaktadır. Ayrıca internet bağlantılarının tamamı Telekom hatları üzerinden sağlanmaktadır. Dünya internetini ise ABD kontrol etmektedir. Bu nedenle resmi ve özel bilgilerin korunmasında bir çok problemle karşılaşılması kaçınılmazdır. Nüfus ve vergi kayıtları dahil tüm ülkeye ait bilgiler on-line olarak Telekom hatları üzerinden aktarılmaktadır. Çağımızda elektronik istihbaratın önemi gittikçe artmaktadır. Rus dışişleri bakanı Lavrov 14 Haziran 2007 tarihinde Moskova'da yapılan Bilgi Güvenliğinin Uluslararası Yansımaları adlı Avrasya forumunda yaptığı konuşmada,: Bilişim teknolojisinin askeri üstünlüğün sürdürülmesi için kullanılma olasılığı karşısında endişeli olduğunu, gelişen teknolojinin medeniyete fayda sağlaması yanında yeni tehdit ve tehlikeler yaratığını da söyledi. Bu değerlendirmeye katılmamak imkansızdır. Bu nedenle Türk Telekom süratle milli kontrole alınmalıdır.
BANKACILIK SEKTÖRÜ
Bankacılık sektörü de stratejik sektörlerden biri olup yabancı payı mutlaka Avrupa ülkeleri seviyesine indirilmelidir. Yüksek oranlı yabancı bankalar, sermaye, finans ve kredilerin kontrolü yanında, ülkeye kontrolsüz bir şekilde para giriş çıkışlarına da neden olarak Makro Ekonomik Dengeleri her an bozabilir. Türkiye, kredi kartı kullanımında Avrupa üçüncüsüdür ve toplam harcamaların yüzde 20'si kredi kartıyla yapılmaktadır. Yılda yaklaşık 95 milyar dolarlık, yani milli gelirin dört biri değerinde kredi kartı kullanılmaktadır. Bu büyüklük, nisbi değerler bakımından Türkiye'nin ne kadar büyük bir sömürü pazarı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Son dört yıldır 20 taksite kadar çıkan kredi kartı alışverişlerinde kim kazanıyor dersiniz? Elbette bankalar. Bu sistemde komisyonu peşin kesilen satıcı parasını peşin alarak aradan çıkmakta, tüketici ile banka karşı karşıya bırakılmaktadır. Böylece uzun vadeli olarak para tüketiciye satılmış olmaktadır. Peşin alışverişlerde yüzde 10'dan fazla indirim yapılmamasının nedeni parayı daha fazla karla uzun vadede satmaktır. Ülkemizin bitmek bilmeyen konut inşaatı da bankacılık sektörüne geniş kar olanakları sunmaktadır. 120 aya varan konut kredilerinden elde edilen faizler bankaları geleceğini garantilemektedir.
DOĞAL KAYNAKLAR
Doğal kaynaklar giderek bir çok endüstriyel maddeden daha stratejik konuma gelmektedir. Bugün, endüstri devrimi sonunda zenginleşerek refah ve hayat standartları yükselen milletler, kendi ülkelerinde olmayan dünya nimetlerinden en geniş şekilde yararlanma peşine düşmüşlerdir. Bu alanlar;
* İklim Çeşitliği,
* Zengin Flora ve Fauna,
* Doğal ve Kaliteli Su,
* Güvenilir Hayvancılık ve Tarım,
* Temiz Denizler ve Çevre,
* Verimli Topraklardır.
Türkiye, bu alanların hemen hemen tamamında, dünyada eşsiz bir konumda bulunmaktadır. Türkiye'nin sadece güneşi, başlı başına Avrupa'nın doğal ısı ve ışığa susamış insanlarını ülkemize çekmeye yeterli olabilmektedir. Türkiye ayrıca, petrol ve doğal gaza alternatif yeni enerji kaynaklarına sahip olma olasılığı da son derece yüksek bir ülkedir. Bu nedenle ülkemiz, Soğuk Savaş sonrasında, uluslararası güçlerin politik, diplomatik, ekonomik ve askeri mücadele alanı haline gelmiştir. Bu mücadele, bir anlamda, küreselleşen liberal dünya ekonomisinde yeni bir sömürgecilik mücadelesi olarak nitelendirilebilir. Ülkemizdeki uygulamalarda, açık ve gizli her türlü yöntem kullanılmıştır ve kullanılmaya devam edilmektedir. Ülkemizin insanı, ulusal karakterinden kaynaklanan dünyanın hiç bir ulusunda olmayan müstesna özelliklere sahiptir. Milletimiz, yabancı bir çok ülke vatandaşında olmayan maddileşme ve otomatlaşmanın yok ettiği insani değerlerini büyük ölçüde korumaktadır. Türkiye'yi yönetenlerin en büyük dayanağı insanımızın sahip olduğu yüksek değerleridir. Ancak, Türk milletinin önüne, Atatürk'ün yaptığı gibi mutlaka ulusal hedefler konmalıdır. O zaman görülecektir ki, bu enerji ve yüksek potansiyel ile Türkiye süratle arzu ettiği politik, ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşacaktır.
Dipnotlar:
1- Milliyet Gazetesi 7 Þubat 2007 s.9
2- Macaristan ve Polonya en az harcama oranı olan % 2 'in altına indiklari için NATO tarafından uyarıldı. Bakınız New Europe No.702 p.17
3- New Europe No.683 ( 25 June-1 July 2006) p.3
4- New Europe no.696 ( 24-30 September 2006) p.15
5- Fransa'da da yabancı bankaların şube açmaları yasaktır. Almanya'da ise yabancı bankaların ülkedeki payı %3 ile kısıtlanmıştır. ABD ve DTÖ üyesi bir kısım ülkeler Rusya'nın bu kararını şiddetle eleştirmektedirler.
Nejat TARAKÇI
http://www.hakimiyetimilliye.org
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Sayın Av.Dilek uzulu Yüksel,
Bu forumda anlattıklarınızı, mensubu olduğunuz partinin ilgili organlarına ve milletvekili sıfatıyla TBMM de ilgili gündemde söz alarak o kürsüden aktardığınızı izlemek istiyorum.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Alıntı:
hukuk ve adalet rumuzlu üyeden alıntı
Sayın Av.Dilek uzulu Yüksel,
Bu forumda anlattıklarınızı, mensubu olduğunuz partinin ilgili organlarına ve milletvekili sıfatıyla TBMM de ilgili gündemde söz alarak o kürsüden aktardığınızı izlemek istiyorum.
Sayın hukuk ve adalet, bir gün milletvekili olmak ister ve de aday olup seçilirsem, burada ve başka platformlarda savunduğum, arkasında durduğum her şeyi kürsüden aktarırken izlersiniz beni, emin olun. :)
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Sayın Dilek Kuzulu Yüksel,
Gerçekten ve gönülden sizin milletvekili olmanızı o kadar çok yönlü isterim ki. Dilerim kadın vekil sayısı artar.
Şahsınz hakkında yanlış bilgimden dolayı çok özür dilerim. Hep o basılan fotoğraf, sonraki gelişmelerden bihaber kalmışım.Sizin ironik yaklaşımlı bir kaç yanıtınızı okumuşum sanırım.
Gerçekten çok özür dilerim.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Alman SPD nasıl ters köşeye yattı?
DOĞRU zamanda doğru yerde olamamak deyimi, Alman sosyal demokratlar için de geçerli…
Onlar da, doğru zamanda doğru politik kararları alamıyorlar.
Başbakan Schröder’in ikinci başbakanlığından beri böyle…
Dünyada ekonomik kriz patlayıp artık “Bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” şeklindeki liberal anlayışın büyük hata olduğu ortaya çıkarken,
Alman sosyal demokratlar tersini yaptı.
Sosyal demokrasinin özü olan, sosyal devlet ilkesini savunun, asgari
ücreti getirip herkese bir standart sağlamak isteyen, dev şirketlerin
taşeron çalıştırmaması için çaba gösteren Genel Başkan Kurt Beck,
gönderildi.
Parti için oyunlarla, klasik yöntemlerle…
Yerine ise, ikili bir sistem getirildi.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) içindeki sağ kanat, daha düne kadar “kazandık”
diye neredeyse göbek atıyordu.
NEO-LİBERAL BİR EKİP
Öyle ya, birisi Gerhard Schröder düşüncesi olan “Yeni orta”nın
temsilcilerinden Dışişleri Bakanı Walter Steinmeier, ikincisi ise eski
Çalışma Bakanı ve örgüte hakim kişi Franz Müntefering partiyi eline
almıştı....
Şimdi bu ikilinin savunduğu SPD, Başbakan Merkel’in partisi CDU’nun
(Hıristiyan Demokrat Parti) ortağı…
SPD’deki bu ekip, asgari ücrete karşı çıkan, neo-liberal politikalara
yatkın, partinin sağ kanadını temsil eden ekiptir…
İşte bu ekibin savunduğu tüm değerler, son ekonomik krizle birlikte çöktü.
Almanya’daki sosyal demokratlar, şu andan itibaren sosyal devleti değil
de, CDU’nun politikalarını onaylar nitelikte bir görüntü sergiliyorlar.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, “Tek bir vatandaşımızın bile iflasına izin
vermemeliyiz” derken, Almanya’da bırakın şirketleri kişisel iflaslar tavan
yapmış durumda.
En ufak borcunu ödeyemeyen kişi, kendini bile bile okkanın altına atıyor
ve kişisel iflasını veriyor.
MANTIKSIZLIĞI ORTADA
Ve son ekonomik krizle öğrenilen tek şey; Alman sosyal demokratların
ekonomik kriz başladığı anda kurtarıcı olabilecek Kurt Beck’i başından
atmasının ne kadar mantıksız olduğudur.
SPD’nin bu şekilde ters köşeye yatışı, bir dahaki seçimde işini çok ama
çok zora sokacak gibi…
Bunlarda hükümeti bozacak yürek de olmadığından, parti için sıkıntılar ve
sol kanadın tasfiyesi başka bir partiye yarayacak…
SPD ise küçülme riskiyle karşı karşıya kalacak.
İkincisi öğrenilecek şey ise, şüphesiz Kurt Beck’in çıkaracağı muhtemel
derstir…
Lider olduğu zaman, partisinin içinde temizlik yapmadı ve Schröder’in
kadrosunu aynen bıraktı.
Sonunda bu kadro da onu yedi…
Bu analizden sonra, bir sorumuz olacak:
“Dünyanın her yerinde neden sosyal demokratlar hep ters köşeye yatar oldu?”
Ali GÜLEN / Habertürk
Harun GÜR Notu: Bu forumları izleyenler bilirler SDP'ye eleştirilerimi, bu hıyarlar şu bizim malum cemaatle bile bayağı içli dışlılar bir süredir. Sadece Almanların SDP'si mi ters köşeye yattı, yoksa Willy Brandt'ın bir tezgahla düşürülmesi ve 1992'de ölümü, Anna Lindh gibi gerçek sosyal demokratların 2003'de öldürülmesi ile mi Avrupa sosyal demokrasisi bitti Sn. Ali Gülen? Bunun yanıtını siz de, ben de biliyoruz da, bir siyasi partimizin Sosyalist Enternasyonal'den çıkarılması fikri, bizim malum liberallerin nasıl hoşuna gidiyor görüyorsunuz. Dün Castro'yu, bugün Chavez'i bünyesine almayan Sosyalist Enternasyonal , bizim sol liberallere ve kapitalizme kurban olsun:) Aaa, oldu mu, ne zaman:o
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Sayın Gür;
Gazetelerden kopyaladığım ve özellikle de Taha abiden aldığım yazılar nedeniyle sitem ediyorsun ama bu ara oturup yazı yazmaya pek vaktim yok. Baro seçimleri nedeniyle meşgulüm (yönetim kurulu üyeliği için adayım). Seçimi kaybedersem yazmaya vaktim çok olacak. Dua et de kaybedeyim. O zaman kendim yazarım, ama şimdilik yine senin çok "hazzettiğin" Taha abiden bir yazı daha okuyalım hadi;
Taha Akyol / Objektif 10.10.2008/MİLLİYET
t.akyol@milliyet.com.tr
Karl Marx haklı mıymış?
UFUK açıcı bir tartışma: Yaşamakta olduğumuz küresel kriz, Marx'ı haklı mı çıkardı? Kriz, "kapitalizm krizi" mi? Yoksa sadece mali sektörü şişiren yöneticilerin sebep olduğu bir "yönetişim krizi" mi?
Referans gazetesi üç gündür bu konuda bir yazı dizisi yayımlıyor. Mesela Prof. Erinç Yeldan "Kriz, neoliberal küreselleşmenin geçersizliğini kanıtladı" diyor. Hatta Yeldan'a göre, yüz elli yıl önce, 1848'de Marx ve Engels'in yayımladığı Komünist Manifesto, "mevcut küresel krizi en iyi betimleyen belge"dir! İktisatçı Sungur Savran'a göre, dünya artık devletçiliğe geçecektir!
Bu görüşlerin aksine, Harvard Üniversitesi'nden Jeffrey Miron'a göre, "Kriz kapitalizmden kaynaklanmıyor... kredi kuruluşlarını aşırı risk almaya teşvik eden hükümet politikalarından kaynaklanıyor." David D. Callik'e göre, yaşadığımız süreç "Kapitalizm krizi değil, yönetişim krizi"dir.
Liberal Prof. Atilla Yayla'ya göre de kriz kapitalizmden değil, finans piyasalarında şişkinliklere yol açan yanlış politikalardan doğuyor. (Zaman, 3 Ekim)
Krizlerin doğurganlığı
Bu tartışmalar hemen hiç kimsenin fikrini değiştirmez ama çok faydalıdır çünkü zihin açıklığı kazandırır. Pratik hayatta ise yeni iktisat politikalarının oluşmasına yol açar.
1929 Krizi de bir yanda faşizmi, ama öbür yanda demokrasi dünyasında Keynesçi ekonomi politikalarını yaratmıştı. İleride ekonominin sırtında ağır bir yük haline gelecek olan "refah devleti"nin kökleri oralardadır.
Bugünkü kriz, dileyelim ki, derinleşerek radikalizme, faşizan rejimlere yol açmasın. Ama bugünkü kriz kesinlikle finansal sermaye hareketleri konusunda yeni teorilere ve düzenlemelere yol açacak.
Kemal Derviş bir buçuk yıl önce Hindistan Eximbank'ındaki konferansında bunu öngörmüştü.
Her neyse; piyasa ekonomisi ortadan kalkmayacaktır. Bugünkü devlet müdahaleleri sadece 'tedavi' içindir, sistemi değiştirmek için değildir. Daha dayanıklı bir piyasa ekonomisi ortaya çıkacaktır. 2001 krizinden Türk ekonomisinin güçlenerek çıkması gibi.
Ekonominin önemi
Marksizm ideoloji olarak öldüğü halde Marx'ın bir düşünür olarak hâlâ yaşıyor olması ilginçtir. Gerçekten Marx'ın kehaneti yani ideolojisi çökmüştür ama sosyolojik analizlerinden birçoğu önemini korumaktadır.
Liberalizmin büyük düşünürlerinden Karl Popper de Marksizme en büyük felsefi darbeyi indirdiği "Açık Toplum ve Düşmanları" adlı muhteşem eserinde, Marx'ın sosyolog yönünden övgüyle bahseder!
Gerçekten Marx'ın sosyolog yönü hatta 19. yüzyıl kapitalizmine ilişkin analizleri çok önemlidir. Ama Marx'ın kapitalist mülkiyetin sonunun geldiğini iddia ettiği "Komünist Manifesto" bugünkü küreselleşmeyi izah edemez.
Küreselleşme, yani uluslar arasındaki mal, sermaye ve bilgi akışı, kısa dönemli bir daralmadan sonra, artarak devam edecektir...
Bizim için hayati derecede önemli olan şudur: Ekonomik gelişme Türkiye için herhangi bir ülkeden daha önemlidir. Refahtan başka, gecikmiş sosyal entegrasyonumuzu, bütünleşmemizi geliştirmek, terörün sosyolojik tabanını da daraltmak için.
Ekonomi üzerine tartışmalar daima ufuk açıcıdır. (Bugün saat 15.00'te CNNTÜRK'te Prof. Korkut Boratav ve Prof. Seyfettin Gürsel ile bu kapitalizm-sosyalizm sorununu tartışacağım.)
-
Re: Haydi liberaller aşıya
http://i.milliyet.com.tr/YazarResiml...t6_mf1320.Jpeg
Derya Sazak - Siyaset Günlüğü
dsazak@milliyet.com.tr
Marx’ın kehaneti / 12 Ekim Pazar 2008
Leman’ın kapağındaki Marx’ı gördünüz mü? ‘Kapitalizm can çekişiyor. Marx bize gülümsüyor’ diye başlık atmış Lemancılar. Marx, eliyle malum işareti yapıyor!
http://www.leman.com.tr/phpwcms_temp...lemankapak.jpg
Sam Amca’nın yıllarca gözümüze giren parmağına karşılık anlamlı bir yanıt bulmuş mizahçılar.
Küresel ekonomik krizin, ‘kapitalizmin sonu’nu yüz elli yıl önce gören Karl Marx’ı haklı çıkardığına ilişkin görüşlerin tartışıldığı ortamda uzun okumalara gerek bırakmayacak ölçüde anlaşılır Leman’ın kapağı.
Karl Marx’ı okuyup anlamaya çalışanların sonu ‘68 kuşağı’nın trajedisinde gizlidir.
Oysa devlet, ‘soğuk savaş’ koşullanması ve ‘komünizm’i önleme adına, alternatif siyasi-iktisadi tezlerden ürkmeseydi, bugün bir ‘hayalet’ gibi Türkiye’nin üzerine çöken küresel kapitalizmin kriziyle başa çıkmak herhalde daha kolay olurdu.
Leman’ın kapağı ‘sol’u yok sayan anlayışa da yanıt niteliğinde. ‘İdeolojiler öldü’, ‘tarihin sonu geldi’ diyen Batılı düşünürler, ‘kapitalizmin çöküşü’ karşısında dehşet içindeler.
Marx, daha 1848 ‘Komünist Manifesto’da bu sonucu görmüş.
“Ticari bunalımlar dönemsel olarak ortaya çıkıp her seferinde daha tehdit edici bir biçimde tüm burjuva toplumunun varlığını sınava tabi tutarlar. Bu bunalımlarda yalnızca mevcut ürünlerin değil, fakat aynı zamanda daha önceden yaratılmış üretici güçlerin de büyük bölümü periyodik olarak yok edilir. Bu bunalımlarda öyle bir salgın hastalık patlak verir ki, bu aşırı üretim salgınıdır.”
Kapitalizmin, sorunu aşmak için iki yolu vardı:
“Bir yandan, bir üretici güçler kitlesinin zorunlu tahribi yoluyla, öte yandan yeni pazarlar fethetme ve eski pazarları daha derinden sömürme yoluyla. Yani, daha kapsamlı ve daha yıkıcı bunalımların yolunu açarak ve bunalımları önleme araçlarını azaltarak.”
ABD, ‘sistem’i batırma pahasına AB’yi, Rusya’yı, Çin’i batırdıktan sonra ayakta kalırsa ne olacak?!
Marx’ı inceleyen Francis Wheen, Versus Yayınları’ndan çıkan ‘Das Kapital’ adlı rehber kitapçıkta şunu yazıyor:
“Bu durum, hükümetlerin hep kaçınmaya çalıştıkları ‘canlanma ve iflas’ çevrimidir. Marx’a göre kapitalizm var olduğu sürece hiçbir kaçış mümkün değildi. Genişleme ve resesyon şeklindeki gel-git ritmi, aşırı üretim yönünde doğal bir ritmi olan sistemin bir parçası idi. ‘Kapitalist üretimin gerçek bariyeri’ diye yazdı Das Kapital’in üçüncü cildinde, sermayenin kendisidir.”
Sınırsız bir kazanç ve tüketmeye dönük anlayış, sistemin limitlerini zorluyor.
Kapitalizm kendi silahlarının ölümcül tehdidi altındaydı Marx’a göre. İktisadi bunalımların ardından devrimler gelecekti. Tarih, Marx’ı haklı çıkarıyor.
Kapitalizmin yaklaşan sonuyla ilgili kehaneti doğrulanıyor.
-
Re: Haydi liberaller aşıya
Ne Olacak Bu Kapitalizmin Hali?
Bizim ‘coşkun liberal’ çocukların yazdıklarını okuyarak, anlattıklarını dinleyerek bir kesim sıkı solcular bile ‘kapitalizmin dayanıklılığı’ masallarına inanır gibi olmuşlardı son zamanlarda. Serbest pazar ekonomisi öyle bir düzendi ki karşısına çıkan tehlike ne olursa olsun, dinamiklerini harekete geçirip panzehirini üretip tehlikeyi alt ederdi. New York borsası çöktüğünde finans kapitalcilerin Manhattan gökdelenlerinden pike yapıp caddelere yapıştıkları 1929 Buhranı’ndan dersler çıkarmışlar, tarihin tekerrür etmemesi için sözü edilen o dinamikleri üretecek kapitalizm-içi koşulları yaratmışlardı. Böyle yazıyor, böyle anlatıyorlardı serbest pazarcılar. Ne var ki hayat onları doğrulamıyor, üç beş yılda bir ortaya çıkan konjonktürel dalgalanmalarda bile çuvallamaya başlıyorlardı.
Fakat yine de yazdıklarında, anlattıklarında direniyorlar, beyaz kâğıtlara yansıttıklarına, ağızlarından dökülenlere inanmak istiyorlardı. İnandırıcı olmak için önce kendilerinin inanması gerekiyordu çünkü. Yoksa patron yazarlığı, holding akademisyenliği nasıl yapılabilirdi ki?
Amerikan yatırım bankalarının en irilerinin birbiri ardınca çöküşü ve bu çöküşlerin yol açtığı felaketler karşısında dilleri tutuldu. Bugünlere kadar serbest pazar ekonomisine devlet müdahalesine tiksintiyle bakan gözleri birden faltaşı gibi açılıverdi, ABD Merkez Bankası’nın başka bankalar da batmasın diye bankacılık sistemine 700 milyar dolar pompalamasını büyük umutlarla karşıladılar.
Ardından Avrupa finans kapitali alarm sinyalleri verdi; borsalar düşüşe geçmiş, dolar yükselmeye, altın tavan yapmaya başlamıştı. Yalnız ABD’de, Avrupa’da değil küresel kapitalizmin tuzağına düşmüş tüm ülkelerde panik baş göstermişti. Serbest pazar şampiyonları kuyrukları bacaklarının arasına sıkışmış, dilleri dışarıda belediye itlaf ekibi görmüş sokak köpekleri gibi ‘devlet’e koşuyorlar, salya sümük “Kurtar bizi baba!” diye ağlaşıyorlardı.
Sarsılanlar yalnızca yatırım bankaları değildi, mevduat bankaları da krizden nasiplerini almışlardı. Söz konusu para, mal, mülk olunca mevduat sahiplerinin en aptallarının bile gözleri açılmış, paralarını o çok reklamları yapılan süslü bankalardan daha güvenli gördüklerine transfer etmeye başlamışlardı. Aynı durum Avrupa ölçeğinde de geçerliydi, paralar devlet güvencesi 20 bin Avro’luk yasal limitte olan ülkelerden bankalarının güvence limiti daha yüksek olan ülkelere kayıyordu.
***
Kısacası küresel kapitalizm yaşanan krizle birlikte delik deşik olmuştu, güvenilirliğini hızla yitiriyordu.
Karl Marx’ın, “kapitalizmin eşitsiz/dengesiz gelişmesinin yıkımını da beraberinde getireceği”ne ilişkin kuramının haklılığı bir kez daha kanıtlanmıştı.
Krizin başlıca nedenlerinden birinin küresel likidite darlığı olduğu biliniyordu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören kâğıtların yüzde 72’si, bankalarımızın da yüzde 50’si yabancılarda olunca ekonomimizin küresel krizin dışında kalması mümkün değildi.
Önümüzdeki haftalardan itibaren reel sektörün dış kredi bulmada zorlanacağına, toplam hacmi 172 milyar doları aşan ve önemli bir bölümü kısa vadeli olan dış borçlarını ödemekte/döndürmekte büyük güçlüklerle karşılaşacağına tanık olacağız.
Bu güçlükler çeşitli sanayi kollarında üretime ara verme, toplu işçi çıkartma, ücret ve maaşlarda indirime gitme gibi önlemleri beraberinde getirecektir. İşsizliğin yaygınlaşacağı, hayat pahalılığı artarken ücret ve maaşların yerinde sayacağı bir ortamda küçük ve orta ölçekli işletmeler krizin etkilerini bire bir hissedecekler, tüketim hacmindeki daralma binlerce işyerinin kapanmasına yol açacaktır.
Milyonlarca insanın boyunu aşan kredi kartı borçlarını nasıl kapatacağı da büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu öngörüler birçok aklı başında ekonomist tarafından yazılıp söyleniyor, ne var ki pek okunmuyor, dinlenmiyor. Sözü dinlenenler son dönemde televizyon kanallarında mantar gibi türeyen saçları jöleli, “çok bilir gözüken” yeniyetme “happy yuppie” tipler; ama bakıyorum, şu sıralar yüzlerinden düşen bin parça, anlaşılmadık bir şeyler geveliyorlar, bir türlü “Güvendiğimiz Amerikan dağlarına kar yağdı, çuvalladık!” diyemiyorlar.
O zaman da “Ne olacak bu kapitalizmin hali?” diye sormak biz, sosyalist dinozorlara kalıyor.
Hay Allah!
Deniz KAVUKÇUOĞLU / Cumhuriyet