Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
Alıntı:
milo rumuzlu üyeden alıntı
Bu köşenin medar-ı iftiharı, harika çocuk Hasan Cemal efendinin aşağıdaki yazısını, ülke ve kişi isimlerini değiştirerek okumayı bir deneyin.
Sn. milo, ülke ve kişi isimlerini değiştirmeyi denedim, mesela Papua Yeni Gine diyeceğim, aklıma kişi ismi gelmiyor. Hasan Cemal kardeş bu yazıyı hiç rahatsızlık duymadan, içi titremeden yazabilmiş demek ki...
Hasan Cemal kardeşin bir de hangi ülkede yaşadığını bilebilsem, hemen o ülkeye taşınacağım billahi:o
Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
Hasan Cemal, her zaman olduğu gibi konuyu yine demokrasi cephesinden irdelemiş ve oldukça doğru ve gerçekçi tespitler yapmış.
Ben yazıda gocunacak bir taraf göremedim sayın milo ve sayın Gür.
Selamlar.
Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
Ben hiç gocunmadım sayın Bilgili, ya siz neden gocundunuz ki:o
Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
Sen ne yaptın baba!
Elbette bu gazeteyi alan grup "ilk gün taahhüt ettiği" editoryal bağımsızlığı öldürebilir de, süründürebilir de. Başkalarının başka yerlerde yaptığı gibi. Ama buradaki onca gazetecinin hepsi peşin peşin köle ruhlu mu? Başka yerlerde herkesin de öyle olmadığı gibi.
Yaşı, donanımı, adı, maddi güvenceleri, bilgisi, demokrasi kültürü ve cesaretiyle o günlerde "öncülük" edip "değişik" bir şey yapsaydı, Hasan Cemal' in "Gazetenin satılması ve editoryal bağımsızlık" üstüne dün yazdıklarını, bugün yazacaklarını öpüp başıma koyardım:
1. Bir gün gidene kadar, "Nadir Bey ve İlhan Abi" nin editoryal müdahaleleri karşısında;
2. Sabah'ta yazarken, "Çiller ile kanka" gazetede aşırı otosansür ve manipülasyon yapılmasında;
3. 28 Şubat döneminde, bu kez Çiller ile Erbakan' a bindiren Sabah'ta asker zoruyla gazetecilerin hain ilan edilmesinde, kovulmasında;
4. Milliyet'te yazarken, rahmetli Duygu Asena, Turhan Selçuk, Bedri Koraman, Zeynep Oral, Doğan Heper, Yalçın Doğan, Şahin Alpay, Nilgün Cerrahoğlu ve (kendimi eklemesem de olur) başkalarının bir günde atılmasında;
5. Ecevit koalisyonunda, medya siparişi RTÜK yasasıyla birlikte, gazeteci hapsi öngören Basın Kanunu paketlenirken, gazetede tek kelime eleştirinin dahi yasaklanmasında;
6. Bu yasağa tam iki yıl uyulması sırasında;
7. Mesut Yılmaz Sadettin Tantan' ı azlettirdiğinde, birkaç yazarla birlikte yazdığınız eleştiren yazıların gazeteden atılmasında ve başka yazı istenmesinde;
8. Emin Çölaşan' ın kovulmasında ve kitabında koyu sansürden, çöpe giden haberler, biçilen yazılardan bahsetmesi karşısında;
9. Daha dün sendikalı, sendikasız onca gazeteci temel bir hakkın budanmaması için yürüdüğünde bir kelimeyle olsun onları görmek varken;
Sen ne yaptın Hasan Cemal Baba? Ne yaptın da biz duymadık, görmedik, kıymetini bilmedik? Ne yaptın da, sen editoryal bağımsızlık içinde yüzerken, biz böyle zincirli, kara kuru köle kaldık?
Not: Geçen gün "İnadına çiçekler" de Adana'da işsiz bir babadan, adını vermeden bahsetmiştim. Onca işsize çözüm bu değil elbet ama; Adana Valisi İlhan Atış' ın vicdanı hemen yetişti. Adana Temsilcimiz Ersin Ramoğlu' nun da insani ilgisi. Bebeğin babasının şimdi bir işi var. Umarım hepsi iyilikler görür, gösterir. O işi verene de saygıyla.
UMUR TALU
Harun Gür Notu : Hayırlara vesile olur inşallah, bu nedenle yazıdan ben hiç gocunmadım. Ancak yazıda konu edilenin de gocunmasını yukarıdaki sebeplerle hiç beklemiyorum. O artık ruh ve vicdan açısından tam bağımsız?!!!...
Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
Not: Hasan Cemal dünkü yazısında çok tartışılacak bir saptama yaptı, aynen aktarıyorum; “...Kürt hareketinin PKK dahil tüm temsilcileri oradaydı” ... Bu “dehşet” cümle sonrası Türk kamuoyuna sormak istiyorum; PKK, Kürt siyasi hareketinin “siyasi temsilcilerinden biri mi?”...
6/ MART/ 2008 Yiğit Bulut VATAN.
Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
İnsanlar küçülebilir ama elektron mikroskobu ile bile görülemeyecek kadarı da abartı hani... Şimdi nereden aklıma geldi Neyzen Tevfik bilmem ama şu dörtlüğünü de anmadan geçemeyeceğim.
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır!
Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
Küçük Gözaltı'dan Polaroidler
Perihan Mağden
İlhan Selçuk Pazartesi günkü Hürriyet'te devvv 1 'İlhan Selçuk Ev Ziyaretçileriyle' fotoğrafı basılı. Emre Kongar zaten ordaymış. Yalçın Bayer'le Uğur Dündar da ziyarete katılmışlar. Hatta sorgulanmasıyla ilgili, Türkiye Cumhuriyeti Polis ve Savcılarına Saygılı Bir Sessizliğe (yine örnekal 1 davranış) bürünmüş olan Selçuk'un FİKRİ ÖNDERLİKTEN sorguya az biraz buyur edilmiş olduğunu, Uğur Dündar'ın demecinden öğreniyoruz.
Nasıl memnun ve mesuth İlhan Selçuk bu 'gelişmelerden'! Sorgulamasının akabinde evi yerine ÖZZ EVİ CUMHURİYET'e gittiği andan/çıktığı andan/ev camında görünüp 'Hayır! konuşmayacağını gasteci çocuklara' bildirdiği andan- Her andan görüyoruz. Süper kıvançlı, sevinçli, gururlu. Tamam, İlhanselçukçular'ın gözünde FikirtanrısıBabalarına ne dese/su içse yarar/yarıyordur. Ama bi 'hareket' bu kadar mı yararlı olur! Nerdeyse yeniden bi doğumgünü hediyesi!
Biyolojik Yaş Ennn itirazlar '83 yaşında! Gece dört buçukta!'ya yapıldı ya. Pastanın üstündeki krema ve vişne tanesi gibiydi bu 2 densiz ayrıntı. Tabii ki saçmasapan bir acullük söz konusuydu, tabii ki Avrupa Birliği 'normlarına' (zorla kabul edip benimsemediğimiz) aykırı bir uygulama söz konusuydu.
Ama kıvanç ve mutluluktan herhalde bir hayatı kapsayan, adeta doldurulmuş gibi duran, Mao yakalı siyah gömlekler/siyah ceketler, ne kadar afili NE KADAR YAŞSIZ bir adam İlhan Selçuk!
63 deseler yaşı için, yadırgamayız asla. 53'ü bile yadırgamayabiliriz. Herrr yaptığına aşırı güvenden; o süper sorgulamasız Fikri Önderlik bir hayatın TAMAMINA yaydırılmış, MHP'yi DE destekler, köşesinden memleketin nasıl dizayn edilmesi gerektiğini de her sabah nutuklar İlhan Selçuk!
Demek yaşlanmıyor insan böyle yaşarsa. 'Yaş' almıyor. Hep ter-ü taze dinç mi vinç kalıyor. Ne güzel!
Alemdaroğlu Haksızlığı O denli Fikri Büyük Önder İlhan Selçuk'a, onun yaşına karşın dört buçuğa polislere çay demlemesindeki (örnekalınası yine alicenaplığa) yoğunlaşıldı ki KOSKOCA REKTÖR arada kaynadı! Ben ona yanarım.
Emniyet'teki o Asil Suskunluk, savcıya evet birkaç fikri inci (dizisi) lütfedivermeler, çıkınca yine en tehditkârından birkaç satır kelâm!
Sonra minübüsle Eski DGM'ye götürülürken camdan el sallamasındaki o ölçülü letafet!
Trençkotuyla filan 'Bir Bahar Akşamı Rastladım Rektörüme' şıklığındaki Alemdaroğlu'nun hepten Selçuk'un gölgesinde kalması- Ne yalan söyleyeyim, isyanlarıma gitti.
Perinçek: En Nihayet! Herhalde Ergenekon diye bir yılan metaforu söz konusuysa; on kere kesilse kuyruğu, yirmi kere uzayacak uyruk Perinçektir! Ankara uçağından elinde takım elbise torbasıyla inmesi çok ilginçti. Korumasına, herhalde Mao-Göktürk geleneğine sadakatle taşıtmıyordu.
Çin, Hint, İran, Rus, İsrail, Hayranbolu İstihbaratları'ndan (yani dünyada ne kadar ajan varsa, o kadar rapordan) besletildiği tahmin olunan Perinçek'in her ne hikmetse İlhan Selçuk kadar mesutlandığına ya da Alemdaroğlu kadar ölçülü celallendiğine şahit olamadık. Halen 'içerde' kalmış olması da, bu Tepki Farklılığı'nın bir izahı kabul edilebilir.
Perinçek'in Eşi Perinçek'in eşi (adeta kocası adına) çok bahtiyar, çok gururlu, çok dışavurumcuydu. Mümkün olan herrr mekânda (dağıtılmış evleri dahil) kameraların karşısına geçip NE KADAR mesuth olduğunu yansıtmayı eşliğinin borcu bildi.
Mao'nun kitaplarını götürüp Engels'i tercih etmemeleri gibi, ayrıntılara da girdi.
Ama 6 çuval içinde, besbelli ki onu en çok Perinçek'in BÜYÜK LOZAN SAVUNMASI'nın götürülmesi, mutlu etmişti.
Polislere nasıl kafa tuttuğunu 'Götürün! Bu kahramanlık eserini de götürün!' yollu anlatırken, beni Lozandakilerin Durumu diyebileceğim bir endişe aldı.
Sayılar, tanıklar, belgeler, İNSANLAR ortadayken 'Hiç de 1 kere; soykırım yapılmamıştır' deme izansızlığını gösteren Perinçek'e 'Ağbi, bunun neresiyle uğraşalım ki?' olmuştur herhalde Lozandakiler.
Büyük Düşkırıklığı Nın adı: Tuncay Özkan.Dı. 'Götürülmemiş' olmanın onur kırıklığı/şaşkınlığı/oyun bozuculuğu, sesine yüklenme zanaatının büyük ihalecisi Özkan'ın yakasından, paçasından akıyordu.
Hemen 'Mustafa Kemal'in askeri olarak beni götürmezlerse, İŞKENCE tezgâhlarından geçirmezlerse, ben de onların yüzüne tükürmezsem namerdim'i yapıştırdı.
Arada Milli Eğitim Bakanı'nı köpekleyip Esas Muradının Viyadüğü'ne girdi: "Ben CHP'ye üyelik başvurusu yapacağım. Kabul ederlerse ordayım, yoksa MUSTAFA KEMAL'in bayrağını açıp Türkiye'yi dolaşacağım."
Şimdi Recep Tayyip'in üç buçuk aylık fevkâlâde hapis koşulları gibi (ziyaretçiler, börekler, çörekler, Mağdur Başrolleri) bi hapisçiğin ardından CHP'nin başına gümbürdese Tuncay Özkan fena mı olur?
HİÇBİR koşulda hiçbir halt olmaz, ama farkında değil!
Basbas bağırarak rüyalamaya devam etsin.
Niye 'ulusalcı' ki hem bunların adı? 'Darbeci' ya da 'cuntacı'yken cümlesi? Yanış Etiketleme Tezgâh Sanayii.
Re: Siyah çerçeveli yazılar-Gazete yazarlığı
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, panter gibi savunmayınca
Kürsî-i liyakat orospu, puşt olanındır!
__________________
Kafasına saksı mı düştü ne???
Cengiz Çandar abimizin yazdıklarına bir bakın hele ne kadar ayıp. Bunları bir başkası söylemiş olsa başına neler gelirdi kimbilir. Rüzgar mı yön değiştirdi acep? Hayırlara vesile olur inşallah:o
http://www.hurriyet.com.tr/images/spacer.gifhttp://www.hurriyet.com.tr/images/spacer.gif25 Nisan 2008 http://www.hurriyet.com.tr/images/siyah_ok.jpg Cengiz ÇANDAR
cengizcandar@referansgazetesi.com
Hükümetin “kimyası” bozulunca; Zincirleme Siyasi Hatalar...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dili çok mu sürçüyor; yoksa “zihniyetinin dışavurumu” ile mi karşı karşıyayız? 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen sendikalar için söylediği “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” sözlerini nasıl yorumlamalı?
Türkiye’nin geleneksel yönetici elitinin Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını “ayak takımı”, onların hükümetini “ayakların baş olması” olarak gördüğünü bilmeyen yok. Gerçi, bu, bu şekilde yani Tayyip Erdoğan’ın “işçi sınıfı iması”yla söylediği şekliyle, kendisine yönelik olarak kendisinden hazzetmeyen “bürokratik elit” tarafından hiç söylenmedi ama kendisinin öyle görüldüğünü kendisi de biliyor olmalı.
Biliyor olmalı, çünkü çeşitli vesilelerle ve genellikle “anti-demokratik usûller”le iktidarına yüklenildiğinde yaptığı konuşmada “seçkinciliği” vurguladığını ve buna karşı çıktığını biliriz. Öyleyse, nasıl olur da, “bürokratik elit”in “ayakların baş olması”nın “mücessem ifadesi” olarak gördükleri Tayyip Erdoğan’ın kendisi, böyle bir söz sarf edebilir?
Dil sürçmesi mi, zihniyetinin dışavurumu mu?
Fark etmez. Başbakan, bir “siyasi sıfat” ve “siyasi kimliğe” sahip. Onunla ilgili “psikolojik analiz” yapmak bizlerin işi olamaz. Buna gerek de yoktur. Konuya “siyaseten” yaklaşmak zorundayız ve Tayyip Erdoğan, büyük bir “siyasi kusur” işlemiştir. İşçi sınıfına “ayak takımı” nitelemesi, “elit” tarafından yapılsa bunun bir “ideolojik anlamı” olabilir ama bu Tayyip Erdoğan tarafından yapılıyorsa, feci bir “siyaset kusuru”na işaret eder. Hele, Başbakan’ın bir ayağı, zaten, “yargı darbesi” nedeni ile çukurdayken..
Başbakan’a bu kusuru işleten gelişmenin arka plânında, malûm, 1 Mayıs konusu var. Erdoğan hükümeti, 1 Mayıs’ı “Emek Bayramı” ve “resmi tatil günü” ilân etmek konusunda kendisinden beklenen adımı atamadı. Tüm beklentilere bir “hayal kırıklığı” ile karşılık verdi. “Dağ fare doğurdu” ve Cemil Çiçek, 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildiğini, 1 Mayıs’ın tatil günü olmayacağını, kutlamaların da İstanbul Taksim Meydanı’nda yapılmayacağını açıkladı.
1 Mayıs’ın tatil günü olmamasına bir de “ulvî ekonomik gerekçe” bulundu. 1 Mayıs, tatil olursa günde 2 katrilyon YTL açık olurmuş. Bu hesabın gayrısafi milli hasıla toplamını 365 gün üzerinden hesaplayarak yapıldığını ve saçma sapan, geçersiz bir hesap olduğunu “ekonomi uzmanları” söylüyor. Üstelik, bugüne dek AKP’ye destek vermiş olanlar.
Niye Taksim’de kutlanamıyor 1 Mayıs? 1977 yılındaki kanlı kutlamadan ötürü mü? O günden bu yana 31 yıl geçti. Kaldı ki, eğer mazideki “kanlı anılar” söz konusu olacak ise, Türkiye’nin birçok köşesini kutlama törenlerine kapatmak gerekecek.
Polis Teşkilâtı’nın kuruluşunun bilmemkaçıncı yıldönümü törenleri, nice başka kuruluşun törenleri için açılan Taksim Meydanı, niçin sendikalara ve işçi sınıfına açılamasın? Bunun hiçbir geçerli ve kabul edilebilir bir mantığı yok.
Bu tavrı Ak Parti tabanının eğilimleriyle de izah etmenin imkânı yok. Yani, 1 Mayıs “Emek Bayramı” olarak ilân edilse ve “resmi tatil günü” olsa, Ak Parti tabanından Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının göğüsleyemeyeceği tepkiler mi yükselecekti?
Söz konusu değil. Türkiye’de işçi sınıfı mensupları arasında oy dağılımına baksanız, çok muhtemeldir ki, önemli bir oranı 22 Temmuz 2007’de Ak Parti’ye oy vermiştir.
Dolayısıyla, AKP yönetiminde işçi sınıfına yönelik böyle bir duyarsızlığın, hatta hoyratlığın açıklamasını yapmak daha da zorlaşıyor.
Kapatma davâsıyla birlikte –anlaşılır nedenlerle- hükümetin ve parti yönetiminin kimyasının bozulduğu belli oluyor. 22 Temmuz sonuçlarını gereğince okuyamayan, Türkiye’yi kararlılıkla demokratikleşme adımlarına yöneltme ve böyle bir süreci “yönetmek” yerine savrulan yöneticiler, “yargı darbesi”ne maruz kalınca, eş zamanlı olarak “sinirlendiler” ve “paniklediler” ve bu gelişmenin “travmatik etkisi”yle “şaşkınlık”tan sıyrılamayarak, zincirleme siyasi hata yapmaya başladılar.
1 Mayıs’a ilişkin olarak Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının oluşturduğu “hayal kırıklığı”nın nedenleri, belki, bu açıdan bakıldığında görülebilir ve anlaşılabilir.
1 Mayıs, dünyadaki 100 küsur ülkede “İşçi Bayramı” ya da “Emek Bayramı” olarak her yıl ve onlarca yıldan bu yana kutlanıyor. Batı demokrasilerinin neredeyse tümünde bu böyle ve 1 Mayıs, “resmi tatil günü”dür.
Bu siyasi iktidarın eline, Türkiye’yi 1 Mayıs üzerinden de “dünyalılaştırmak” için ve hem de başlarının en sıkışık olduğu bir dönemde, mükemmel bir fırsat geçmişti; bunu akıl almaz bir şekilde heba ettikleri görülüyor.
Yanlışlarını düzeltmeleri için halâ önlerinde birkaç gün var.
Yukarıda değindiğimiz “zincirleme siyasi hatalar”dan bir başkası, 23 Nisan Çocuk ve Ulusal Egemenlik Bayramı vesilesiyle sergilendi. Başbakan, DTP’nin eski Eş Genel Başkanı ve şu sırada partinin TBMM Grubu Başkanı Ahmet Türk’ün elini sıkma zerafetini göstermedi. Onu, göstere göstere, görmezden geldi.
Niçin?
Başbakan, yine malûm sebeplerden ötürü, DTP’yi meşru görmemeye çalışıyor ve bunu davranışlarıyla da vurguluyor.
Ne tuhaf bir paradokstur ki, DTP, tıpkı Başbakan’ın kendi partisi gibi Anayasa Mahkemesi’ne açılmış kapatma davâsının konusu. Yani, Başbakan ve partisini de “meşru görmeyenler” var ve üstelik bunlar devletin “kilit konumları”nda oturuyorlar.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DTP milletvekilleriyle diyaloga girdiği, onların “protokol”daki yerlerini kolladığı, TBMM’nin “doğum günü” olan bir günde, Başbakan, TBMM çatısı altında grup oluşturabilecek bir seçmen desteğine sahip olan insanları “meşruiyet sınırı dışında” görmek ve göstermek isterse, başına getirilmek istenenlerden “şikayetçi olma hakkı”nı da zayıflatmış olur.
23 Nisan’dan 1 Mayıs’a, bu ülke insanlarına “gergin bayramlar” yaşatmamak bir yönetim sorumluluğudur ve şu dönemde, ne yazık ki, Türkiye’de “birleştirici, hoşgörülü, esnek” ve “başarılı” bir yönetimin hüküm sürdüğünden söz edebilecek durumda bulunmuyoruz...
Hasan Cemal Demokrasi-Özgürlük Düşmanlığı Yapıyor.
Hasan Cemal abimiz, demokrasinin teminatı olan ticaret özgürlüğüne düşman. Parası olan her şeyi yapma hakkına sahiptir. Wild Wild West dünyasında bu iş böyle olmalıdır. Varsa param, varsa kredim gider KATAR'ları düzerim. Basarım parayı alırım gazeteyi-TV yi kime ne??
Hasan Cemal
h.cemal@milliyet.com.tr
Çalık grubu, Sabah-atv ihalesi ve iktidar gölgesi!
Çalık grubu geçen yılın aralık ayı başında Sabah-atv ihalesini kazandığı zaman bu köşede “Gazete satmak, gazete almak!” başlığını taşıyan üç tane yazı çıkmıştı.
Yazılarımdan ilki şöyle başlıyordu:
“Sabah-atv’nin Çalık grubuna satışı, ihale onaylanırsa kesinleşecek. Bu aşamada şimdilik bazı soru işaretleri var, üzerinde durulması gereken...
Şöyle özetlenebilir:
İhalenin tek katılımcı ile yapılması ister istemez kuşkulara yol açtı. Kamu yararı açısından eleştirilere neden oldu.
İhaleye katılmalarına kesin gözüyle bakılan bazı grupların, niyetli olmalarına rağmen son anda bu işten vazgeçmeleri kulisi dalgalandırdı.
Bu açıdan hükümetin arka planda şöyle ya da böyle bir rol oynayıp oynamadığı konusu ihale ve siyaset gündeminde üst sıralara tırmandı.
Bir başka noktaya gelince:
Çalık grubunun en tepe yöneticisi, Başbakan Erdoğan’ın damadı idi. İhaleyle ilgili bazı haklı eleştiriler de bu ilişki yapısından kaynaklandı.
Başbakan Erdoğan hükümeti kendine yakın, kendine yandaş bir medya grubu mu oluşturmayı amaçlıyordu?..
En tepe yöneticisi Başbakan’ın damadı olan bir grubun, devlet ihalesiyle Türkiye’nin en büyük ikinci medya grubuna sahip olmasına hukuken herhangi bir bir engel yoktu.
İhale süreci yasalara uygundu.
Ama aynı şey tarz açısından, siyaset etiği açısından söylenebilir miydi?..
Bu soruyla ilgili olarak, öyle sanıyorum ki, eğer ihale onaylanırsa söylenecek ve söylenmesi de gerekecek bir şeyler mutlaka olacaktır.” (Hasan Cemal, Milliyet, 6 Aralık 07, s. 19)
Yazımın girişi böyleydi.
Eleştiriler geçerliğini koruyor.
İhalenin bir tek Çalık grubunun katılımıyla yapılmış olması... Bazı başka grupların ihaleye girmekten vazgeçmeleri ya da üstü örtülü biçimde caydırılmaları... Bu konuda siyasal iktidarın şöyle ya da böyle bir rolü olup olmadığı... Bu arada Başbakan’ın damadının Çalık grubunun tepesindeki görevi...
6 Aralık 07 tarihli yazımda yer alan bu eleştiriler ve soru işaretleri bugün de geçerliğini korurken, şimdi bunlara birkaç tane daha katılmış durumda.
Biri şu:
Başbakan’ın damadının kardeşi, Sabah-atv’nin tepesinde görev yapıyor.
Hukuka aykırı bir durum yok.
Ama siyaset etiği ve tarz açısından aynı şey söylenemez. Bu pencereden bakınca hiç kuşkusuz sorgulanabilir bir durum söz konusudur.
En tepe yöneticisi Başbakan’ın damadı olan bir grup, Türkiye’nin en büyük ikinci medya grubu için yapılan ihaleye tek başına girebilmişse, bu arada ihale sürecinde başkalarının caydırıldığına dair ciddi duyumlar alınmışsa, ihalenin kazanılmasından sonra da, bu kez Başbakan’ın damadının kardeşi Sabah-atv’nin başına getirilmişse, o zaman bu süreçte siyasal iktidarın gölgesi ister istemez aranır, haklı olarak sorgulanır.
İkinci eleştiri noktası:
Kamu bankaları Vakıfbank’la Halkbank’ın Çalık grubuna açtıkları toplam 750 milyon dolarlık kredi...
Çok yakın tarihimizde kamu bankalarından açılmış olan kredilerin şöhreti kötüdür. Yolsuzluğun, rüşvetin, kötü kaynak kullanımının, siyasette sapmaların, siyasal ve ekonomik krizlerin yaşanmasında pay sahibidir bu krediler...
Bugün de benzer olumsuzluklar yaşanabilir demiyorum. Çalık grubuna açılan kredilerde hukuken herhangi bir terslik olduğu da söylenmiyor.
Fakat ‘ama’sı olan bir konu bu.
Güvenilir, ciddi bazı bankacılar, dikkat ediyorum, açılan kredileri bankacılık ilkeleri açısından içlerine sindirebilmiş değiller.
Şu soru dolaşıyor kuliste:
Bazı özel bankaların vermeye yanaşmadıkları kredileri, kamu bankaları nasıl verdi?..
Bu soru da kendiliğinden “Bu kredilerin açılmasında siyasal iktidarın gölgesi şöyle ya da böyle vurmuştur” iddiasını gündeme taşıyor.
Ya da benim yukarıda yer alan (6 Aralık 07 tarihli) yazımdaki soru işareti haklılık kazanıyor:
“Erdoğan hükümeti kendine yakın, kendine yandaş bir medya grubu mu oluşturmayı amaçlıyor?..”
Bu soruda haklılık payı vardır.
Bu soruda, Başbakan Erdoğan’a yönelik haklı bir eleştiri vardır.
Bu soruda, Türkbank olayından kaynaklanan çağrışımlar da vardır.
Evet Sayın Başbakan, durum böyle...