Eklediğiniz sözü çok beğendim,teşekkürler.
Printable View
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK, kendisi
hakkında propaganda yapmaya lüzum olmayan, dünya tarihinin benzeri pek az
büyük şahsiyetlerinden birisidir. Tarihî gerçeklere dikkatle ve objektif olarak
nüfûz etmeye çalışıldığı nispette şan ve şerefi artar, bütün parlaklığı ile meydana çıkar. Böyle bir vazife, bu gibi şahsiyetlerin yalnız karakter çizgilerini doğru olarak kavramakla yapılmaz. Bu iş bile güç olmakla beraber, yalnız başına da bu yetmez. Aynı zamanda onların içinde çalıştıkları dış durumun doğru olarak kavranması ve şahsiyetlerinin kendini gösterdiği temel hadiselerin mümkün olduğu kadar doğru ve gerçeklere uygun bir şekilde tasvir edilmesi zarurîdir.
Buhranlı ve güç hallerde, hayret ve takdir uyandıran başarılar, durum düzelince basit görünür”
(Alman tarihçi Gotthard JAESCHKE “Büyük İnkılâpçı ve Diplomat Atatürk”)
Can Dündar 13 Kasım Perşembe 2008/MİLLİYET
can.dundar@e-kolay.net
Mustafa için ne dedi?
Turgut Özakman’la dört saatlik ‘Mustafa’ sohbeti
Turgut Özakman hocamla kitaplar, anılar ve yorumlar arasında unutulmaz bir 4 saat geçirdik. Evinden ayrılırken nihayet ‘Mustafa’ya ilişkin derli toplu, akademik bir değerlendirme dinlemiş olmanın keyfini yaşıyordum...
Geçen gün Turgut Özakman’ı televizyonda bizim Mustafa filminden sahneler üzerinde yorum yaparken görünce çok üzülmüştüm.
Çünkü filmi izlemediğini biliyordum.
Ankara galasına bizzat davet ettiğim halde gelememişti. Sonradan karşılaştığımda da “Gelemedim, ama en kısa zamanda izleyip seni arayacağım, fikrimi söyleyeceğim” demişti.
Araya zaman girdi. Filmle ilgili asılsız eleştiriler aldı yürüdü. Filmde olmayan sahneler bile bu internet-medya kampanyasında suçlama için kullanıldı.
Sonunda Mehmet Ali Birand 32. Gün’de, “Mustafa” tartışması için Turgut Özakman’la beni davet edince, dün kapısını çaldım, “Hocam gelin şu filmi birlikte izleyelim” dedim.
“Memnuniyetle” kabul etti ve beni evine buyur etti.
Kitaplar, anılar, yorumlar arasında unutulmaz 4 saat geçirdik birlikte...
‘Şaşırmıştı, kuşkuluydu’
Özakman, annemin Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nden çalışma arkadaşıdır.
Bir kez daha yazmıştım, annem sigara içmeye onun yanında alışmış; yıllarca da tiryaki olarak kalmıştı. O yüzden “Şu Çılgın Türkler”den önce de bizim evde hep “kulakları çınlatılan”, saydığımız bir aile büyüğü gibidir.
Ankara Or-an sitesindeki evinde bu sıcaklıkla karşıladı beni...
Eleştirilerin hepsini okumuştu. Hatta biraz da şaşırmıştı.
Kuşkuluydu.
“Seyredeceğim. Beğenirsem söylerim, beğenmezsem de söylerim, haberin olsun” dedi.
Zaten aksi düşünülebilir miydi?
‘Hayret hayret hayret!’
Birlikte izlemeye koyulduk.
İzledikçe gözlerine inanamadı.
“Böylesine acımasızca yerden yere vurulan, hakkında kampanyalar açılan film bu mu”ydu?
“Ne vardı ki bunda?”
“Hayret...hayret...hayret...” diye tepkisini gösterdi Turgut Hoca...
Bu kampanyanın nasıl açıldığına inanamadığını söyledi.
Önündeki internet mesajlarında suçlanan sahneler, filmde yoktu bile...
İzlerken sorular sordu, notlar aldı.
Eleştirileri, katılmadığı noktalar yok muydu?
Vardı; hem de pek çoktu.
Ama bunun iyi niyetli ve titiz bir çalışma olduğunu, bir “ilk film” olmasından kaynaklanan kimi beklentileri karşılayamamamasının doğal sayılacağını, bazı küçük düzeltmeler yapılsa çok daha amacına uygun bir film haline gelebileceğini söyledi.
Bazı şeylerin söylenmesini “erken” ya da “zamansız” buluyordu. Bazı bilgilerin şu ortamda Atatürk’e zarar vermesinden korkuyordu. Ama film aleyhine karalama kampanyası yürütenlere, “Bu filme gitmeyin” diyenlere kesinlikle hak vermiyordu.
‘Haksızlık ediyorlar’
Bunları, dün akşamüzeri banda kaydedilen, bu akşam yayımlanacak “32. Gün” programında da söyledi:
Bütün eleştirilerini, maddi hata saydığı yerleri, yanlış anlaşılmasından endişelendiği sahneleri, kendi deyimiyle “bir hoca gibi, bir baba gibi”, müşfik bir yaklaşımla birer birer, madde madde sıraladı. Düzeltilmesini istedi.
Cevaplarımı sabırla, anlayışla dinledi.
Ama sonunda “filme haksızlık edildiğini” söyledi; büyük emek ürünü olduğunu teslim etti.
“Dediğim noktaları mutlaka düzelt. Ben de eşimi alıp sinemada da izlemeye gideceğim” diyerek beni uğurladı.
Torunu da filme gitmemiş, ama filmde Atatürk’ün sigara tiryakisi gibi gösterildiğini duymuş, üzüntüsünü dedesine söylemişti.
“Seni görse sana da söyleyecekti” dedi Turgut Hoca...
“Ben de onu görsem, dedesinin anneme kötü örnek olduğunu söylerdim” dedim; bir kahkaha attı.
“Film, Atatürk’ü sigara içerken gösteriyor” diye bana dava açanların, evlerde sigara içki içerek çocuklarına kötü örnek olan ana babalara da dava açması gerekmiyor muydu?
Filmi eleştirmek için program yapanların, makale yazanların, söz söyleyenlerin, “meslek etiği gereği” önce eleştirdikleri filmi görmeleri gerekmiyor muydu?
Özakman’ın evinden ayrılırken hem yarım yüzyılın imbiğinden süzülmüş bir birikimden yararlanmanın gururunu taşıyordum, hem de (nihayet) filme ilişkin derli toplu, akademik bir değerlendirme dinlemiş olmanın keyfini...
Aklımda, giderayak şefkatle kulağıma fısıldadığı şu söz kaldı en çok:
“Sabır... ya sabır!”
Ece Temelkuran 12.11.2008/MİLLİYET
ecetem@hotmail.com
Mustafa
Mustafa’nın başı sigarayla bile belaya girmiş. Film sigarayı özendirdiği gerekçesiyle savcılığa şikâyet edilmiş. Can’a sabırlar diliyorum. Umarım film etrafında yürüyen bu acayip tartışmalar seyirci sayısını artırıyordur, yoksa hiç çekilmez bu patırtı.
Protestolar, karakter atmalar, tavır almalar, davalar... Yaşananlar, Türklerle ilgili o cehennem fıkrasını hatırlatıyor. Her halkın kaynadığı kazanın başında zebani varmış da Türklerin kaynadığı kazanın başında yokmuş, çünkü efendim onlar zaten birbirlerini bacaklarından aşağıya çekiyorlarmış.
Hakikaten de daha konuşmadan bu kadar çabuk bağırmaya başlayan kaç ülke daha var, merak ediyorum.
Biliyorsunuz, Mustafa’nın başı sadece sigarayla değil, içkiyle de belada. Fikriyatımı değil, içimden geçeni söyleyeyim:
Savaşmışsın, anan ağlamış, ülke kurmuşsun, çatır çutur devrimler yapmışsın... İçmeyip ne yapacaksın! Ben olsam ben de içerim. İddia ediyorum, sen olsan sen de içersin.
Fanta mı içsin?
Mustafa’nın içkisinden, sigarasından şikâyet edenler mütedeyyin kesim olsa içim yanmaz. Çoğu da içki içen insanlar. Bir durup sormak lazım:
Size mi düştü Mustafa’nın içkisiyle uğraşmak!
İçki yasaklarını, Çankaya Köşkü’nde içki verilmemesini, devlet erkânındaki alkolsüzleştirme operasyonunu gericilik diye eleştirirken Mustafa’nın içkisine karışmak niye? Yoksa o da Başbakanımız gibi Fanta mı içsin! Bir daha soruyorum:
Balığın yanına Fanta mı içsin? Safiye Ayla’yı dinlerken alkolsüz meyve kokteyli mi ‘alsın’?
Herkesin bildiğini birbirimizden gizleyerek varmaya çalıştığımız nokta ne, en çok da bunu anlamıyorum. Mustafa içiyordu, bunu herkes biliyor. Hatta bizim şahsi içki hayatımız da bu gerçeğin etrafında şekilleniyor bir parça. Şöyle ki:
Sarı Zeybek diye bir rakı çıkıyor. Vaktiyle Atatürk için üretilmiş rakı markasına nazire olarak. Millet ayağa kalkıyor, vay nasıl yapılır? Arkasından rakının yanında beyaz leblebi görüyorsunuz reklamlarda. Vay, yine ayakta herkes. Neden? Çünkü resmi tarihten biliyoruz ki Atatürk rakıyı beyaz leblebiyle içiyor. Bunu artık çocuklar bile biliyor. Hatta şöyle söyleyeyim:
Küçükken babamın içtiği Kulüp Rakısı’nın üzerindeki iki adamı Atatürk ve İsmet İnönü zannediyordum ve bahse girerim bu konuda tek başıma değilim. Peki çocukların bile bildiği konu kimden ve neden saklansın diye diretiliyor?
‘Annen melek değildi’
Filmi daha izleyemedim. Ama Can’a canlı yayınlarda, gazete röportajlarında sorulan soruları gördükçe içim sıkıldı, o yüzden yazıyorum:
Bir insana yakından bakmaya niçin cesaret edemiyoruz? O mermer gibi imaja baktığımızda kendimizi gördüğümüz, eğer o mermer çatlayıp insan ortaya çıkarsa kendi aksimiz de dağılacağı için mi?
Annesinin melek değil insan olduğunu kabul edemeyen oğlan çocukları gibi niçin huysuzluk ediliyor? Babasının en yakışıklı erkek olmadığını fark eden kız çocukları gibi niye dudak bükülüyor? Bunca gürültü daha ‘Atatürk’ün çocukları’ olarak ergenlik çağını geçmediğimiz için mi?
Bu baş belası buluğ ne zaman bitecek? Bunca patırtı büyümek zorunda kalmaktan korktuğumuz için mi?
Ali Eyüboğlu Milliyet cafe
aeyuboglu@milliyet.com.tr
Ata’nın filmini çekmek artık cesaret ister!
25 yıllık meslek hayatımın her döneminde birilerinin gündeminde hep bir Atatürk filmi oldu. Her dönem birileri, “Atatürk filmini ben çekeceğim” diye ortaya çıktı, ama o film bir türlü çekilemedi.
“Mustafa” belgeselini çeken Can Dündar’a yapılanlardan sonra, büyük iddialarla yola çıkanların sonra neden bir Atatürk filmi çekemediklerini daha iyi anladım.
Yıllardır her Atatürk filmi çekmeye yeltenenlere her seferinde birileri, “Gel etme eyleme... Atatürk’ü bu millete anlatmak için tonla para harcayacaksın. Sonra da vatan haini ilan edilip, taşlanacaksın” diyerek kulağından çekti ki onlar da bundan vazgeçti.
Allah aşkına söyler misiniz Türkiye’de bu linç kültürü olduğu sürece bundan böyle hangi sinemacı, hangi yapımcı soyunur Atatürk filmi çekmeye?
Bundan böyle hangi firma sponsor olup, para yatırır Atatürk filmine?
Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim. Ne ben Can Dündar’ın avukatlığına soyundum, ne de “Romantik isyankar”ın avukatlığıma ihtiyacı var.
Can Dündar, “Mustafa” belgeselinde şayet Atatürk’le ilgili bazı gerçekleri değiştirmişse elbette ki eleştirilmeli.
Ama iş eleştiri noktasını çoktan aştı.
“Vatan haini” bile oldu
Kimileri Can Dündar’ı, “vatan haini” bile ilan etti... Sigara ile Savaşanlar Vakfı Onursal Başkanı Prof. Dr. Orhan Kural ile Sigara ile Savaş Derneği Kurucu Üyesi Prof. Dr. Ahmet Övgün Ercan da, 10 Kasım’da Şişli Adliyesi’ne gidip ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. Gerekçeleri de şu:
“Sigara üreticileri çok kurnazdır. Çok para kazanır. Sylvester Stallone’ye beş filmde sigara içmesi için 500.000 dolar ödediler. Humphrey Bogart, Frank Sinatra da dünya gençliğini özel sigaralı sahnelerle bu zehire alıştırdılar. Şimdi sıra Atatürk’ümüzde. Değerli Atamızın bu alışkanlığını ‘Mustafa’ adlı filmle öne çıkararak sponsoru olan Sabancı Holding’e bağlı Philip Morris’e müşteri kazandırdılar.”
Sabancı’nın belgesele çekildikten, daha doğrusu Turkcell vazgeçtikten sonra sponsor olduğunu bilmesek bu komplo teorisine bile inanacağız.
Bu bile işin hangi noktaya geldiğinin göstergesi...
O zaman iyisini siz çekin
Can Dündar, çektiği “Mustafa”yı takdim ederken ne dedi?
“Herkesin bir Atatürk’ü var. Bu da benim Atatürk’üm... Denizin altında Atatürk’e dair bir hazine var. Biz iki saatlik belgeselde o hazineden sadece iki avuç çıkarıp gösterebildik.”
Can Dündar’ın belgeselini beğenmediniz mi?
O zaman siz daha iyisini çekin, izleyenler de, “İşte bizim Atatürk’ümüz bu” desin...
“Mustafa”yı izledikten sonra Atatürk’e karşı olan sevgim, hayranlığım ve saygım daha da arttı.
“Mustafa” filmini izledikten sonra, “Mustafa’yı izledim Atatürk’e karşı duyduğum sevgi azaldı” diyenler varsa o başka... Onlar da kabahati Can Dündar’ın “Mustafa”sında aramasın. Onlar da gidip aynaya baksın...
“Mustafa” nedeniyle Can Dündar’ı dövenler, Atatürk filmi yapmayı düşünenleri ne denli ürküttüklerini de hesaba katmalı.
Bu foruma araya giren ilgisizlikler yüzünden ara vermiştik. Devam edelim.
Dün 32. günde Turgut Özakman üstat vardı. Oturdum seyrettim. Yayından önce sabah gazetelerinde sayın Abbas Bilgilinin alıntığı yaptığı yazıyı okumuştum can efendinin ve kendi kendime söylenmiştim .
'' Alla allah Turgut hoca bu kadar hafif geçiştirmez mutlaka ters laflar vardır Can a ettiği ben bile 15 önemli not almışken... ''
Özellikle buraya kadar gelen yazımda iki özelliğe takılmış ve onları anlatmıştım . Bir filmin adına iki Vahidettin in samsun öncesi söylediklerine ve ikisinide sert eleştirmiştim. Can efendinin yazısında bunlar yok . Buna çok ama çok şaşırmıştım amma 32. günde söyledikleri benim yazımın yanında atom bombası gibi kalıyor. O zaman can efendinin ekonomik deyimle ''durağan ''olan notunu ''negatife''çevirdim.
Atatürk konusunda üç dört kişiyi kayıtsız dinlerim bunlardan birisidir Turgut Üstat pas geçtiğini düşünemezdim her nekadar can efendiyi çocukluğundan beri tanısada... Nitekim 32. günde yanılmadığımı anladım . Çok kibar olmaya kırmamaya çalışsa bile bakın ne dedi...
''Vahdettin konusunu Atatürk anlatıyor. Bir üçüncü kişi görüp de Vahdettin Mustafa Kemal'e tarih kitabını gösterip de 'İşte siz bu tarihe geçtiniz' demiyor. Atatürk anlatıyor, o söylüyor bize ve sonra da yorumunu yapıyor. Bu cümlenin nasıl gereksiz, yanlış anlaşılmaya müsait, yani Vahdettin'in iç yüzünü anlatıyor. Onu söyledikten sonra Mustafa Kemal'in yorumunu söylememek hakikate çok büyük ihanet olur''
Yani diyor ki Can sen çok büyük ihanet ettin be çocuğum......
Gerçekten de Atatürk'ün samsun a gidiş öncesi Vahidettin ile yaptığı konuşmanın tek anlatıcısı Atatürk. Ve Atatürk o anlatımda Vahidettin i yerden yere vuruyor ve Hain olduğunu belirtiyor. Kendi çıkarı için ulusunu satmaya hazır bir padişah.... Bu filmde nasıl ? Özakman hocaya göre HAKİKATE ÇOK BÜYÜK İHANET E doğru söze ne denir ???
Can efendinin yazısını bir kere daha okuyun birde hocayı dinleyin bakalım neresi uyuşuyor ?? Filmin adınada aynı ben gibi takılmış Özakman hoca... gerisinede.... Aslında benimde yazacaklarım belki biraz daha uzun belki bazı yerler sert bazı yerler daha yumuşak hemen hemen aynıydı...
Aslında film belgesel diye yutturulmayıp Can Dündar gözüyle Atatürk denseydi daha az eleştiri gelirdi. Çünkü temel iki üç hata dışında bilinmedik bir şey yok filmde... Bu filmdeki her şeyi yorum farkı hariç ben biliyorum. Atatürk diyenlerde mutlaka biliyordur. Ancak belgesel diyince işin şekli rengi değişiyor. Bu sertlik ondan bir onu anlasa çok iyi olacak...
Kısa kısa yanıtlardan sonra ben devam edip bitireyim artık bu yılan hikayesini kendi açımdan...
Alıntı:
....Ve günümüz gençlerine örnek olması açısından kovalayıp kovalamadığı tam belli olmayan o karga sahnesi yerine ( kovalamıştır tabiiki keklikte bıldırcında avlamıştır. ) O dönemini özetleyen lafını metne yerleştirirdim...
'' Kazandığım iki kuruşun bir kuruşunu kitap ve dergiye verirdim... Okurdum ne oluyor diye... anlardım. ''
Hani günümüzde hala öcü olan okumaya karşı bir nebze iyi olurdu... Çünkü ülkenin halihazır başbakanlık makamını fuzuli işgal eden kişi hiç okumadığını gazete bile okumadığını söylüyor okumayın üç çocuk yapın diyor ken ne önemli mesaj olurdu.... Herşey varken okumayan birisi hiçbir şey yokken yasakken istibdat varken yurtdışından getirip okuyan birisi... Aradaki ciddi farklar görülür anlaşılırdı....
Alıntı:
Ama bu bence, ve dedimki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki” Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım ”. Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal’dir.
Kaynak: Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI
Çok pardon Sayın commodore1tr
Valla sayın gecem1970 ben bu deyimi ilk Salih Bozok un anılarında sonra Afet İnan ın anılarında ve en sonda Sayın İlknur Güntürkün Kalıpçı nın bir kitabında okudum. Malumunuz ben kaynakçayı en son yazıyorum amma bilinçli bir hemen hemen aynı cümleyi kurma yok daha ziyade aklın yolu birdir demek istiyorum. burada....
Hasan Celal Güzel ile Ayşe Arman ın yazıları hakkında yorum yapmak fikre zarar diye düşünüyorum. O kişiler hakkında ki düşüncelerimse direk suç olacağından asla girmiyorum.
Ancak bir ayrışma olduğu kesin. İkinci Cumhuriyetçi diye kendisini adlandıran Birinci Cumhuriyetin yanlış yetişen çocukları ile Cumhuriyeti hala içlerine sindiremeyenlerin filmin tamamını çok sevmesi ; Gerçek anlamda ATATÜRK ü bilenlerin ve filmi ciddi seyredenlerin ATATÜRK e çok ciddi bir ayıp yapıldığı konusunda hemfikir olması.
Zaten filmi film yapan dört beş çarpıcı sahnenin tamamının Çok kolay dejenere edilerek ATATÜRK karşıtı olabileceğinin açık belli olması bunun için yeterlidir. Çanakkale savaşında denilen belgesiz kayıtsız laf , vahidettin in dediği laf, Sakarya savaşı , aşırı içki sigara ve kadın... dahane olacak ki.. Ha bir adım ötesi rıza nur gözüyle olur ki işte o zaman kıyamet tam kopar...
Tayyip Erdoğan bu anlamdaki bir sözü 3 kasım 2002 seçimlerinden önce veya sonraki dönemde söylemiş olabilir. Söylemiş olma ihtimalini zaten mesajımda belirttim. Ancak "Obama'nın seçim zaferinden sonra" söylemediğini sizin de kabul etmeniz gerekir.