-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Sayın commodore1tr;
Daha önceki bir yazımda Falih Rıfkı Atay'ın "keşke Nutuk yazılmasaydı" dediğini kaynak gösstermeden yazmıştım. Siz de bunun Mustafa Armağan'ın "Yakın Tarihin Karadelikleri" isimli kitabında 22 Haziran 1951 tarihli Dünya Gazetesi'nden alıntılanmış gibi gösterildiğini, aslında Dünya Gazetesi 1953 yılında kurulmuş olduğundan, Mustafa Armağan isimli yazarı yanlış ya da yalan yazdığını ima etmiştiniz.
Bu uyarınız üzerine ben de Mustafa Armağan'ın bir başka kitabında aradığımı buldum. Timaş Yayınlarından çokan kitabın adı; "Küller Altında Yakın Tarih". Kitabın içerisinde "Bir resmi tarih metni olarak Nutuk" başlıklı bir makale var ve bu makale içerisinde Falih Rıfkı Atay'dan bir alınıt var. Bu alıntıya göre Falih Fırkı Atay şöyle yazmış;
"Benim samimi düşüncem (Atatürk'ün Nutuk'u) hiç yazmaması idi. Bütün o vesikalar, tutanaklar dosyalarda kalacağı için tarihçiyi hükümlerinde daha serbest bırakmalı idi."
Mustafa Armağan, bu yazıyı doğrudan Falih Fıfkı'dan almamış, bir başka yazar (İsmail Arar) almış ve Mustafa Armağan da oradan almış. İsmail Arar; 22 Haziran 1957 tarihli Dünya Gazetesi'ndeki Falih Fıfkı'nın "Atatürk Devrinden Hatıralar: Nutuk" başlıklı yazısından alarak "Büyük Nutuk'un kapsamı, amacı, niteliği" başlıklı bir seminer bildirisi hazırlamış ve İsmail Arar'ın bu araştırması da "Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri; Bildiriler ve Tartışmalar, sh. 163) içinde yayınlanmış. Bendeki kaynak böyle. Yani 1951 değil, 1957 imiş.
Ayrıca yazar Mustafa Armağan'a e-maille bunu sordum ve verdiği cevap aşağıdadır;
"ya belirttiğiniz yerde yanlış çıkmış veya yanlış not almış olmalısınız.
doğrusu dünya gazetesi, 22 haziran 1957 olacaktır."
Selamlar.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
’Şulebaş türban’ tasarımından kara çarşafa uzanan sıradışı bir hayat
Hayrünnisa Gül’den Emine Erdoğan’a kadar birçok kadının başlarını bağlama şekline "Şulebaş" deniyor.
http://www.hurriyet.com.tr/_newsimages/4905128.jpgBu başörtüsüne adını veren Şule Yüksel Şenler kimdi? Nasıl ve neden örtündü? Bu türban modelini nasıl buldu? Terzilik öğrendiği Ermeni ustasının etkisi oldu mu? Türbandan sonra neden kara çarşafa büründü? Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım birlikteliğinin arabulucusu Şule Yüksel Şenler, neden iki kez evlenip boşandı? Türban konusunda Türkiye’de "çığır açan" bir gazeteci-yazarın işte yaşam hikáyesi.
KIBRISLIYDILAR. Babası Hasan Tahsin ile annesi Mihriban Ümran Hanım, teyze çocuklarıydı. Altı kardeştiler: Özer, Örsel, Şule Yüksel, Gonca Gülsel, Tuncer ve Çiğdem.
Tarih 29 Mayıs 1938. Kayseri. Şule Yüksel dünyaya geldi. Babası, Sümer Fabrikası’nda görevliydi. 6 yıl sonra görevinden ayrıldı. İstanbul’a yerleştiler. Bütün aile; anneanneler, babaanneler tüm akraba kadınları modern kıyafetler içinde, zarif ve şık giyiniyorlardı.
Şule Yüksel, Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na giderken ailenin ekonomik düzeni bozuldu. Şenler çiftinin çocuklarına okul aile birlikleri yardım etti. Şule Yüksel, ortaokula kadar okuyabildi. Annesi kalp krizi geçirip yatağa bağlanınca okuldan alındı.
Artık evden çıkmıyor; temizlik yapıyor, yemek pişiriyordu. Arta kalan zamanlarında hep kitap okudu; ne bulursa onu okudu. Öyküler yazmaya başladı. Bunları Safa Önal’ın çıkardığı "Yelpaze" Dergisi’ne gönderdi. İlk yazarlığa burada adım attı.
Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu "Yeni İstanbul" Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı.
Bu arada gazetenin ilanlarını hazırlayan Yüksel Bey’den resim dersi aldı. Resim derslerini müzik dersleri takip etti. Ney ve kanun çalmayı öğrendi.
AĞABEY BASKISI
Ağabeyi Özer Şenler, Said-i Nursi’nin yakın çevresi içine girmişti. Ailesinin modern yaşamına; annesi ve kız kardeşlerinin örtünmemesine ve hele hele evde bile olsa kız kardeşlerinin erkek musiki hocalarından ders almasına çok kızıyordu. Bir gün evi terk etti.
Artık ağabeyi Özer’in yeni bir hayatı vardı. Dizinin dibinden ayrılmadığı Said-i Nursi, "Özer" adını da değiştirip "Üzeyir" koymuştu! Ağabey Özer Şenler’i, Said-i Nursi ile tanıştıran kişi ise, "Milliyetçiler Derneği"nden arkadaşı Nevzat Yalçıntaş’tı.
Şule Yüksel o günlerde áşık oldu. Lise öğrencisi mahalleli bir gence tutuldu. Aşk karşılıklıydı. Dört yıl flört ettiler.
18 yaşına bastığı gün iki aile yan yana geldi. Ancak bu söz kesme merasimi tatsızlıkla sonuçlandı. Müstakbel kaynanasının, oğlu ve geliniyle aynı evde yaşamak istemesi bu birlikteliğin sonunu getirdi.
Baba Hasan Tahsin Şenler bu teklifi kabul etmedi. Bu acı sonucu mutfakta öğrenen Şule Yüksel bayılıp kaldı.
Ve yıllar geçse de bu acı dünür olayını hiç unutamadı. Hatta çocuk sahibi olamamasını da bu olaya bağladı...
ERMENİ TERZİ
Annesi, aşkını unutması için Şule Yüksel’i Bakırköy’de bir Ermeni terzinin yanına çırak verdi. Gencecik yaşında her türlü elbiseyi dikebilecek düzeye geldi. Zamanla kalfalığa kadar yükseldi.
Ermeni ustasının Avrupa’dan getirdiği moda dergilerini elinden düşürmedi. Bu dergilerde gördüklerinden etkilenip ileride "Şulebaş Türban" tasarımı ortaya çıkaracağını kuşkusuz tahmin bile edemezdi...
Moda magazin dergilerini elinden hiç düşürmedi ama siyasi olaylara da ilgisiz kalmadı. 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs mitinglerine katıldı. Ata yurdunu unutmamıştı. Mitinglerde kürsüye çıkıp ağlayarak şiirler okudu.
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Adalet Partisi’ne katıldı. AP Bakırköy Gençlik Kolları, Edebiyat ve Kültür Kolu Başkanı oldu.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in çıkardığı "Kadın Gazetesi"nde köşe yazmaya başladı. Asıl adı "Yüksel" idi. Ama kadın olduğunun anlaşılması için adının önüne "Şule" ekledi. O artık "Şule Yüksel Şenler" idi. O dönem siyasal görüş olarak aşırı milliyetçi Nihat Atsız’a yakınlaştı. Ama ağabeyi Özer’in (Üzeyir) hastalığı yaşamını değiştirdi.
OJELİ TIRNAKLAR
Ağabeyi sarılıktı. Annesi, kız kardeşleri hastanede başında beklediler günlerce. Ağabeyi kendine gelince onlardan son bir istekte bulundu: "Örtünün!"
Şule Yüksel sinirlendi: "Ağabey, neden bizden yapamayacağımız şeyler istiyorsun?"
Ağabeyi, "O halde Risale-i Nur toplantılarına katılın" dedi. Ağabeyin ölüm döşeğinde morale ihtiyacı vardı. Kabul ettiler. Risale-i Nur toplantılarına aileden ilk olarak Şule Yüksel Şenler gitti.
Bir evde beyaz örtüler içindeki on kadın, karşılarında başı açık, modern kıyafetli ve üstelik kendilerine göre hayli dekolte bir elbise içinde onu görünce çok şaşırdı.
Şule Yüksel eteğini çekiştirip, manikürlü ojeli parmaklarını saklayarak bir köşeye çekilip oturdu. Risaleleri dinlemeye başladı. Hiçbir şey anlamadı. Sıkıldı. Birkaç toplantıdan sonra kadınlardan biri, ojeli tırnaklarını "orangutan maymunlarına" benzetince çok utandı. Kendini "düzeltmeye" önce tırnaklarından başladı, artık oje yoktu.
Sonra kadınlar başını örtmesini istedi. O da, "ayıp olmasın" diye başını yarım örtmeye başladı.
"Ağabeyin çok iyi okuyor, bakalım sen nasıl okuyacaksın" diye eline risaleleri verdiler. Çok güzel okudu; kadınlar hayran kaldı.
Takdir edilmek, kabul görmek çok hoşuna gitti.
O günden sonra namaza başladı.
’KÜRT KARISI DİYECEKLER’
Yıl 1965...
Bir gün aynanın karşısına geçti:
Besmeleyi çekip örtündü. İçinden, "Ne kadar çirkin oldum" dedi. Bu kez saçının ön tarafı görünecek şekilde başörtüsünü bağladı. "Ne kadar iradesizim" diye kızdı.
Aynanın karşısında başörtüsünü tekrar tekrar çeşitli şekillerde bağladı:
"Besleme kızlara benzedim!"
"Hizmetçi kız oldum!"
"Herkes bana gerici, yobaz gözüyle bakacak!"
Ve sonunda...
Bugün moda olan "Şulebaş tipi türban" o gün, o aynanın karşısında ortaya çıktı. "Öyle şık bir tarzda örtünmeliyim ki herkes çok beğensin!"
Beklediği olmadı. En büyük tepki, anneannesi İkbal Hanım’dan geldi. İlk sözü, "Kürt karılarına benzemişsin" oldu!
Ağabeyi dışında tüm ailesi örtünmesine karşı çıktı. Ne olduğunu soranlara "Başı ağrıyor" dediler.
Yolundan dönmedi. Kadınlara başörtüsünü sevdirmek için çok uğraş verdi; farklı şık eşarplar dikti; biyeli, atkılı, tokalı özel başörtüler taktı. Çevresi tepki gösterdikçe o örtüsüne sarındı. Örtüsü bayrağı oldu.
PAPA’NIN GELİŞİNE KARŞI
Örtünmesiyle birlikte çalıştığı yayın organı da değişti. Yeni yayın organıyla birlikte artık davalar süreci de başlayacaktı. 26 Ocak 1967 tarihinde Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı "Yeni İstiklal" Gazetesi, Pakistan’da üniversiteye, ellerinde kitapları kara çarşaf içinde giden üç genç kızın fotoğrafını basıp, yanına da Şule Yüksel Şenler’in, "Müslüman kadınların örtünmesi şarttır" diyen yazısını koyunca, Türk Kadınlar Birliği dava açtı.
Şule Yüksel Şenler ilk kez mahkemeyle tanıştı. Ama bu son olmayacak; iki kez de cezaevine girecekti. Anadolu’nun her yanında seminerler vermeye başladı. Şule Yüksel gibi İstanbul’da yaşayan modern bir kadının örtünmesi, "itilmişlik duygusu" içindeki çevrelerde memnuniyet yarattı.
Her gün bir yerde panele katıldı. "Başı açık kadınlara laf atılıyor; oysa kapalı kadınlara ana-bacı gözüyle bakılıyor" diyordu.
Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!
Said-i Nursi hayranıydı. "Bugün" Gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek, Said-i Nursi’nin evlenmeyişini ve sakal bırakmayışını eleştirince en sert tepkiyi o gösterdi.
Giderek radikalleşti. 1967 yılında Papa’nın Türkiye’ye gelmesine karşı çıkıp, "Ağlayın ey Müslüman kardeşlerim ağlayın" diye makale yazdı.
Ankara’da İmam Hatiplere ve İlahiyata Kız Yetiştirme Kursu açılmasını sağlayıp, müdür oldu.
Öğrencileri onun gibi "Şulebaş" türban takmaya başladı. Bu kurstan yetişen öğrencilerden biri de ünlü gazeteci Abdurrahman Dilipak’ın eşi Asiye Hanım’dı.
Tayyİp ErdoĞan İle Emİne HanIm’In evlİlİklerİnde arabulucu OLDU
Yaşadığı ilk aşk ve ilk hayal kırıklığının da etkisiyle yıllar sonra "Huzur Sokağı" adlı romanını yazdı. Bestseller oldu. Ünlendi.
Roman, "Birleşen Yollar" adıyla 1970’te sinemaya uyarlandı; yönetmen Yücel Çakmaklı’nın İslami içerikli ilk filmi oldu. Başrolde Türkan Şoray ile İzzet Günay vardı.
Başörtüsü sinemaya girmişti...
32 yaşındaki Yüksel Şule Şenler o yıl evlendi. Eşi, ilahiyat mezunu tiyatrocu Abdullah Kars idi. Şehir şehir dolayıp İslami tiyatro yapıyordu. Yani aynı zamanda dava arkadaşıydılar. Evlenmelerine Risale-i Nur talebelerinden Sait Özdemir vesile olmuştu.
Gelinliğin modelini Şule Yüksel Şenler çizdi. Kadın-erkek ayrı ayrı yapılan düğün, müziksiz ve danssız oldu. Davetiyelere ilk kez ayet ve hadis konmuştu. Konukların tesettüre uygun giyinmesi istenmişti.
Fakat:
Bu İslami düğün mutluluk getirmedi. Eşi, Şule Yüksel’i hep dövdü. Toplantılarda, "Eziyet gören kadının sabrettiği takdirde Allah katında büyük derecelere ulaşacağını" söyleyen Şule Yüksel’in dayanacak gücü kalmadı. Beş yıllık evlilik hüsranla bitti; boşandılar.
KOCA BASKISI
Hayat devam ediyordu. Koca baskısından kurtulmuştu. Tekrar panellere gitmeye; gazetelere, dergilere yazmaya başladı.
"İdealist Hanımlar Derneği"ni kurdu. Manevi başkanı oldu.
Derneğe gelen genç kızlar arasında, Emine Gülbaran (Erdoğan) da vardı. Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım’ın evliliklerinde arabulucu olan isim de Şule Yüksel Şenler’di.
Bu arada ikinci evliliğini yaptı. Eşi Kanada’da yaşamış bir maden mühendisiydi. Daha önce evlenmiş ama eşini kaybetmişti. Bir kızı vardı. (Şule Yüksel Şenler, üvey kızının yaşamına saygısından dolayı, eşinin adının yazılmasını istemedi.)
Şule Yüksel Şenler için damat adayının en önemli özelliği, namazında niyazında olmasıydı.
Evlendiler. Bakırköy’de dubleks bir apartman katına yerleştiler. Eşi dolayısıyla yeni çevre edindi. Yeni çevre, Nakşibendi İsmailağa Cemaati’ydi.
Burada tanıştığı kadınlardan; simsiyah çarşaf giyen Dr. Sevim Asımgil, yaşamında ikinci radikal değişime neden oldu.
"İslamiyet’ten soğutuyor", "Mümkün değil çarşaf giymem" diyen Şule Yüksel Şenler bir gün kara çarşafa giriverdi.
Modern başörtüsüyle başlayan süreç, kara çarşafa gelip dayanıvermişti. Tercih kendinindi kuşkusuz. Ama ortada bir reel durum da yok muydu?
Ağabeyinin isteğiyle Nurcu olup türban takan Şule Yüksel Şenler, bu kez eşinin isteğiyle Nakşibendi olup kara çarşafa girivermişti!
KARA ÇARŞAF GİYİYOR
Türban takarak modern hayat sürdüren çevresini şaşırtan Şule Yüksel Şenler, bu kez kara çarşafa girerek türbanlı arkadaşlarını hayretler içinde bıraktı. Türbanlı arkadaşlarından koptu. Eşiyle ve üvey kızıyla Fatih Çarşamba’ya yerleşti. Milli Gazete’deki yazılarına son verdi.
Bir gün Başbakan Erdoğan’ın dünürü, gazetenin başyazarı Sadık Albayrak İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Hoca’ya gelerek, Şenler’in tekrar Milli Gazete’de yazması için izin istedi.
Şeyh Mahmut Hoca, istiharede olan Şenler’in durumuna göre, belli konularda yazmamak üzere izin verebileceğini söyledi.
İki erkek Şule Yüksel Şenler hakkında karar verirken; o dönemde Şule Yüksel Şenler’in derdi başkaydı.
İkinci kocası da fiziki şiddet uyguluyordu. Her seferinde şeyhine koşuyor ama Mahmut Hoca, "Hele sabret" diyordu. 11 yıl sabretti. Boşandı. Boşanmasıyla birlikte, İsmailağa Cemaati kendisiyle tüm ilişkisini kesti! Yapayalnız kaldı.
AKIL HASTANESİNDE
Annesi Ümran Hanım vefat etmişti. Babasının yanına taşındı. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığına başladı. Sorunlar yakasını bırakmadı. Babası Hasan Tahsin ağır psikolojik hastaydı; hafızasını kaybetmişti. Bir gün evden çıktı ve geri dönmedi.
Akıl hastası Hasan Tahsin’i vatandaşlar, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne götürdü. Hastanede diğer hastalardan dayak yiyen Hasan Tahsin vefat etti.
Aynı hastalık Şule Yüksel Şenler’e de bela oldu. Hafızasını kaybetti. Kimseyi bilemedi ve tanıyamadı. Kıblenin nerede olduğunu, namazda hangi duaları hangi sırayla okuyacağını soruyordu hep.
Aynı zamanda uyuyamıyor; sabaha kadar ağlıyordu. Doktorlar sürekli uyuttular. Bu ağır yorucu hayat beynini, vücudunu yıpratmıştı. Kimbilir belki de akraba evliliği sonucuydu çektiği bu ıstıraplar? Tedavisi bugün hálá sürüyor...
Allah şifa ve uzun ömür versin...
SONUÇ
Şule Yüksel Şenler’in yaşamı, aslında toplumsal hayatımızın dönüşümüyle paralellik gösteriyor; yani Türkiye bugünlerde "ağabey" baskısı altında örtünüp örtünmemeyi tartışıyor.
Bundan sonra nelerin yaşanacağını Şule Yüksel Şenler’in yaşam hikáyesi anlatıyor zaten.
Soner Yalçın / Hürriyet
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Şule Yüksel Şenler'in yaşantısındaki biyografik kesitlerin illa negatif anlaşılması gerektiğine,baba -abi-eş-mahalle baskısı gibi,inanmıyorum.Özelliklede entellektüel olarak tabir ettiğimiz kişiler sözkonusu ise.
Ne istediğini bilen,kendini öyle yada böyle geliştirmiş,inandığı ideolojileri sessiz kalmayarak destekleyen bir kişinin örnek gösterilmesi ve "baskı sonucu neler yaşanabilineceği" gibi köşe yazıları ve yayınlar kimseyi haklı çıkarmaz.Bu tür örneklerle çaba sarf edilmesi ("Control freak") ,çok zayıf,gereksiz bir dayanak.
Her konuda karşı çıkabilecek bir iradaye sahip,sabır sınırının aşılması sonucu evliliklerini noktalama kararından çekinmeyen insan,birilerinin baskısı sonucu dininin gereklerini yerine getirmeye başlar,dinine kimseye aldırış etmeden yürekten bağlanır.Olay bu kadar basit midir yani?İnsanlar kendi iradeleriyle bir seçim yapmış,bir yola başkoymuş,içindeki taa derinlerde bir yerde yatan gizli arzularını dışa vurmuş olamazlar,öyle değilmi?
Dikkatinizi çekim:baskı sonucu yapılmış seçimler bir süre sonra,bazı etkenlerin azalması veya yok olması nedeniyle,kişiyi aslına döndürür.Şule Yüksel hn örneğinde,kişi hayatta yalnız kalmasına rağmen inandığı ve benimsediği varoluş sebebimizi,hasta haliyle dahi sürdürme çabası içinde.
Allahtan başka kimseye hesap vermeyeceğini,verilmeceğini herkes gibi bildiğinden eminim.
Mutlaka başkalarının etkisindedirler.Yani "koyun" muamelesi yapılıyor.Ve mutlak surette kurtarılmalılar.Kurtarmak ,haklarını korumak çağdaş laik demokratik devlet bilincini taşıyanlara kalmıştır.
Oysa o kadar çok hayat hikayeleri varki.Çok farklı çevreye girmekle başlar,farklı ideoloji ve yaşam tarzı ile sürer,birilerinin "baskısı sonucu" dini örneklerin tam zıttı olan yolu seçer,yine evliliklerinde dayak yemekten kurtulmaz,sonuc hüsran olur.Bu durumda kişi kendimi bir seçim yapmıştır?Yoksa onun için seçim yapılmışmıdır?
Hukuk devleti konusuna gelince:din ve dini sembollerin özgürlüğü kılık kıyafet yasası ile çakışıyorsa,bunun yasal yollarını aramak ,yasallaştırmak tehlike arz etmez.Birilerinin özgürlüğü,diğerlerinin özgürlüğünü kısıtlamadığı süre özgürlüktür.Kompleks ve anksiyete ,gerçek dışı hayal kurma ve inanma psikiyatrik alanlarda geçerlidir.Hukuk için önce bireysel temel insan hakları,sonrada toplumun çıkarları geçerli olmalı değilmi?
Korkulan,beklenen ve öne sürülen iddialar doğru olsaydı,neden yasal yollarla uğraşılsınki?Tıpkı iran daki molla rejiminin ,bir zamanlar "şah"ı devirerek yönetimi ele geçirdiği gibi bir yol izlemesine engel varmı?Devletin başındaki siyasi bir parti ,bir tehlike olarak nitelendirecek derecede güce ve yandaşlara ve üstelik farklı hedeflere "saman altı "sahip olmasına rağmen,korkulanın aksine sadece "türban" konusunda - kapalı kızlarımızın eğitim ve din özğürlüğünün korunması için -ısrar ediyorsa,o zaman karşı çıkanların çok farklı amaçların peşinde olduğunu düşünmekten başka bir seçenek kalmıyor.
Devam edecek....
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Yorumsuz...
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, AKP ve MHP tarafından hazırlanan Anayasa değişikliği önerisinin üniversitelerde türbanı serbest bırakamayacağını belirterek, "Anayasanın temel ilkeleri bulunduğu sürece, isterseniz ‘Yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir’ diye bir hüküm koyun bu da yeterli ve türbanın serbest bırakıcı bir hüküm haline gelmez" dedi.
Bir televizyon programında konuyla ilgili açıklamalarda bulunun Kanadoğlu, Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili olarak, dinsel örtünmenin aynı zamanda eşitlik ilkesine de aykırı olduğu şeklinde bir karar verdiğini anımsattı.
Anayasa’nın 10. maddesinde yapılmak istenen değişikliğin türban serbestisini zaten getirmediğini belirten Kanadoğlu 42. maddenin 6. fıkrasına eklenecek olan, “Kanunda açıkça yazılı olmayan hiçbir sebeple kimse yüksek öğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir" hükmüne dair de şu değerlendirmede bulundu:
-"42. MADDENİN DİĞER HÜKÜMLERİ GÖZDEN KAÇIRILIYOR"-
“Bunu ekledikleri zaman 42. maddenin diğer fıkraların da önem kazandığını da görürüz. Göden kaçırılan iki fıkra var. Bu fıkralardan bir tanesi ’Eğitim ve öğretim Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır’ hükmünü düz enleyen 3. fıkra. 4. fıkra da ’Eğitim ve öğretim hürriyeti Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz’ diyor. ‘Anayasaya sadakat’ borcu dediğiniz zaman, Anayasa’nın temel ilkelerini düşündüğünüz zaman, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda eğitimin yapılacağını düşündüğünüz zaman eklenmek istenen fıkranın da güttükleri amaca uymayacağı açıktır.
Şimdi bunu şu amaçla getirebilirler: ‘Ben yüksek 17. maddesine belirli bir ekleme yaparım. 42. maddeye dayandırarak oradaki sınırlamayla bunu belirle hale getiririm ve bununla ben türbanı sağlarım.’ Amaç budur. Bu amacı gerçekleştirmek için bunları yapmanın da bir anlamı yok. Bu olsa da olmasa da siz 17. maddeye bu fıkrayı eklerdiniz. Eklerdiniz de ne olurdu? Gider Anayasa Mahkemesi’nde iptal edilirdi. Bunu getirdiniz koydunuz 6. fıkra olarak. Bu Anayasanın temel ilkeleri bulunduğu sürece, isterseniz bu fıkraya ‘Yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir’ diye bir hüküm koyun bu da yeterli ve türbanın serbest bırakıcı bir hüküm haline gelmez."
-"CUMHURBAŞKANI TARAFSIZ DEĞİL"-
Kanadoğlu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün türbanla ilgili düzenlemenin referanduma götürülebileceği açıklamalarını da Cumhurbaşkanının tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmadığını ileri sürdü. Kanadoğlu, “Her şeyden önce laik cumhuriyeti korumak görevi için yemin etmiştir. Görevi Türk milletini birliğini temsil etmek yönüyle bu birliğin bozulmaması sağlamaktır. Siz ‘Cumhurbaşkanı olarak böyle bir konu önüme geldiğinde ben bunu referanduma götürürüm’ dediğiniz anda bu tarafsızlık ilkesini bir tarafa bırakmış olursunuz. Temel hak ve özgürlükler referanduma götürülmez. Götürülemeyecek bir şeyi ‘ben götürürüm’ dediğiniz anda gerçek hukuk bilinci ve etiği olan herkes buna karşı çıkar böyle bir şey olmaz" dedi.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Konu ile ilgili yapmış olduğum yoruma devam etmek isterim.....
Önce eklemem gereken bir husus daha var:bir çok kişi örtünmek konusunda kuran-ı kerim ile ilgili açıklamalarda bulunuyor.
1.Konu müslüman dininde "başınızı "örtün yada örtmeyin var yada yok değil.
2.Herşeyden önce Nüfus Cüzdanının ,Din bölümünde "İslam" yazması =(eşittir) Kuran 'dan rastgele bir cümlenin mealini veya tefsirini yapma yetkisi vermez .Ayrıca dinimizde yalnız Kuran da yazan ayetler değil,aynı zamanda Peygamberimizin hadis'leride büyük önem taşıyor.Dinimizde ikiside birbirinden ayrılamaz iki değerlerdir.Hadisleri hiçe saymak,baz almamak,Peygamberi yani Dini tanımamak demektir.(Kelimeyi Şehadeti bilen bilir).
Bu mini din dersinden sonra,
3.Bunca asırlık dinin uygulaması yanlış olmuş,kimse anlamamış,ısrarla yanlış yapılmaya devam ediliyorda,sadece üstün zekalı bir kaç kişimi gerçekleri görmüştür?
4.Tartışmaların "din ile ilgisi yok,bende mülümanım,ailemde kapalı var",sadece siyasi görüş ve simgelere karşıyız,anayasaya aykırı gibi sözlerle devam etsede.
Asıl tartışmanın büyütülmesinin,rahatsızlığın nedeni İslamiyet.
Konunun etrafında dolanıp duruluyor.
Anayasada fikir özgürlüğü maddesi var unutmayın.Açık konuşmadıktan sonra çözüme varılamaz.
5.Tekrar belirtmekte fayda var:Ben sözkonusu partiyi savunmak yada savunmamak derdinde değilim.
Çifte standartlara karşıyım.Bir TV proğramında izledim (bu konu ile ilgili her programı izliyorum,özellikle dinci olmayanları;tarafsız,kendi yorumlarımı yaparak):herkes eleştiri yapıyor,herkes tüm dindar-başı kapalı-"beyni kapalı" insanlarımızı bir yerlere (siyasi parti-faşizm-terör grupları-çağdışı-atatürk düşmanı-mollacı-gamalı haç-radikal-....)dilediği gibi ,genelleme yaparak,uydurmaya çalışıyor.Açıklamayapmak yada hakları savunmak isteyen kişilerin ,ya sözleri kesiliyor,ya genelleme yapılmasına itiraz ediliyor,yada tamamen çarpıtılıyor.
Bu mu laiklik,bu mu demokrasi,bu mu özgürlük,eşitlik ilkesinin öğrettikleri.
Alıntı:
Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili olarak, dinsel örtünmenin aynı zamanda eşitlik ilkesine de aykırı olduğu şeklinde bir karar verdiğini anımsattı.
Buyrun burdan yakın.Şimdide dinsel örtünme eşitlik ilkesine aykırı .Anayasada hangi ilkeye , ülkemizin asıl ve en çok mensubu olan dinimizin gereğini yapmakla,aykırı düşmüyoruz?
6.Bu tartışmalardan asıl yararlanacak olanlar, ülkemizi bölmek için fırsat kollayanlar olacaktır.Kışkırtarak,işi yokuşa sürerek gerilime sebebiyet vermekle,daha sonra "bakın biz size demiştik,bunlar dini alet ederek farklı niyetler peşinde ...." diyebilme zevkine erişebileceğini zannedenler,yanlış hesabın kendilerine zarar vereceği ihtimalini göz ardı etmesinler.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Dış güçler PKK terörü ile bölemedikleri karıştıramadıkları ülkemizi Kürt Türk kavgasını Askerimizin kararlı tutumu sayesinde gerçeklestiremeyenler,Alevi Suni catışması çıkaramayanlar,Simdi durduk yerden ünüversitelerimizi karıştırıp ülkemizin huzurunu bozmaya halkı ikiye bölmeye çalısıyorlar.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
marita rumuzlu üyeden alıntı
Güzel bir soru."Sizinkide dertmi?"dedirtecek tarzda.
Ramazanda bu saydıklarınızı yapamanıza mani olan bir durum yok.Varsada bulunduğunuz ortamdan kaynaklanıyordur. Buna yasak değil,çevreye saygı denir.
Bugüne kadar hiristiyan arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını görmedim.:rolleyes:
Yoksa böyle bir yasamı çıktı?:o
Bu yazdıklarınızdan müslüman olup da namaz kılmayan ya da oruç tutmayanlara karşı ne kadar tahammülsüz olduğunuz anlaşılıyor,mademki inanç özgürlüğü; çevreye saygı diye bişey olamaz, isteyen ramazanda sokakta sigara da içer yemek de yer eğer çevrenin baskısı nedeniyle bu yapılamıyorsa bunun adı çevreye saygı değil, dinin yanlış olarak kullanılan toplumsal baskı işlevi olur.
Kaldı ki arkadaş yasak diye bi terim kullanmamış sadece izmir dışında bütün anadoluda olan ramazandaki fiili durumu belirtmiş,gerçekten de ramazanda tüm yurtta sokakta birşey yendiği ya da içildiği zaman insanlar kötü kötü bakıyorlar, laf atıyorlar (ben de daha orta 1 ya da 2 ye giderken , ramazanda , ben sokakta elimde birşeyler yiyerek akşam üzeri okuldan eve dönerken sakallı bir amca sen niye oruç tutmuyorsun demişti) kimi yerlerde de dayak atıyorlar bu da insanların sokakta yiyip içememesine neden oluyor, elbette saygı duyduğu için de sokakta yiyip içmeyenler de vardır ama çoğunluk baskıdan dolayı yiyip içmiyor, kimse de saygı duymak zorunda değil, ayrıca senin oruç tutmanı engellemiyor bu kişiler ya da orucunu zorla bozdurmuyorlar, o halde sana saygısızlık yapmıyorlar, o zaman sen de onlara saygısızlık yaparak sokakta yeme içme özgürlüğüne müdahale etmeyeceksin ya da senin anlayacağın şekilde başka bir dine inanma ya da inanmama özgürlüğüne ya da müslümansa da dinin gereğini yerine getirip getirmemekteki özgürlüğüne müdahale etmeyeceksin.
Bugüne kadar hiristiyan arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını görmedim.:
Bunun zıt anlamından müslüman arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını gördüm sonucu çıkar ki ben de diğerlerinden baya ucuz ve üniversiteyi kazandırıyor, en iyisi diye fethullah gülenin dershanesine gitmiştim,ramazan boyunca kantin kapalıydı, hafta sonları ben de oruç tutmak zorunda kalıyordum.Madem ki demokrasi inançlara saygı o zaman bir eğitim kurumunda ramazanda kantin kapanmayacak kapanıyosa da kimse niye türban serbest bırakılmıyo diye ağlamayacak.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Emre Aköz`ü çok severim uzun süre önce yazılmış bir yazı inanca saygı demiş iken;
"Ikınmanın' bu kadarı
Genç, tecrübesiz, epeyce bilgisiz olup, iki satır yazabilmek için kanaat önderlerinden işaret bekleyenlerin ('liderini takip et'); düşünmeden, soruşturmada, bir kez dahi "acaba" demeden şu "mahalle baskısı" hokkabazlığının üstüne atlamasını olağan karşılıyorum.
Ama yaşını başını almış, epey mürekkep yalamış, tecrübe sahibi olanlar da aynı şeyi yapmıyor mu? İşte ona aklım pek ermiyor. Yoksa arkada bırakılan yıllar, onları zihinsel açıdan tembelleştiriyor mu?
"Bizim çocuklar ortaya bir laf atmış, bari ben de bir iki örnek vereyim, gündemin dışına düşmeyeyim" mi diyorlar?
Efendim beni böyle düşündüren Mehmet Ali Kışlalı oldu. Kışlalı 1961'den beri her yıl Mut'tan geçerek Mersin Taşucu'na gidermiş. (Radikal, 26 Eylül)
Sanırım temmuz ve ağustos aylarında güney illeri hayli sıcak olduğu için eylülü tercih ediyor Kışlalı.
Geçenlerde aynı seyahati yinelemiş. Bir cuma günü (14 ya da 21 Eylül olsa gerek) öğle saatlerinde Mut'ta mola vermiş. Çevresi namaza gelmiş insanların otomobilleriyle dolu olan caminin (Lal Ağa Camii olabilir mi?) hemen yakınındaki lokantada yemek yiyecek...
Lokantacı, mahcup bir şekilde, "Benim için önemli değil, yanlış anlamayın ama yemeğinizi dışarıda değil de içeride yeseniz, bir olay olup rahatsızlık duymanızı istemem..." demiş.
Kışlalı "Uyarısını anlamakta güçlük çektim" diye yazıyor, "Tam 46 yıldır, her sene geçtiğimi ama böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı söyledim."
Sonuçta yemeğini içeride yiyor.
Ve kıssadan hisse olarak, şeriatın, bir çiçeğin fark edilmeden büyümesi gibi, ağır ağır gelmekte olduğunu saptıyor.
Şeriat geliyor mu gerçekten? Ben bu yazıda onu tartışacak değilim.
Sadece Kışlalı'nın yazısındaki bir iki noktaya değinmek istiyorum. Aklıma takılan sorular var.
1) Şu anda kullandığımız takvime göre ramazan her yıl 10 gün geriden başlar ve yuvarlak hesap 36 yılda bir aynı döneme denk gelir. Eğer yukarıda değindiğim (tatil, sıcak) nedenlerden dolayı Kışlalı, Taşucu'na eylül aylarının başında ya da ortasında gidiyorsa... 36 yıldır ramazan ayında Mut'tan geçmemiş demektir.
En son 1971 ramazanında geçmiş olabilir ama bilemiyoruz: Belki de o tarihte Mut'ta durmadı. Ya da durdu da, yemek yemedi.
Ayrıca lokantacıya, "Ama geçen yıl (ya da 'evvelki') böyle bir uyarı yapmamıştınız, yine ramazandı ve ben yemeğimi dışarıda yemiştim" demediğine göre... Belli ki en azından iki yıldır böyle bir 'ramazan-yemek' çakışması olmamış. Dolayısıyla, eğer varsa, 'değişimi' anlayabilecek, 'karşılaştırma' yapacak konumda değil.
2) Anadolu kasabalarındaki lokantacıların çoğunluğu, ramazanda dükkanı kapatır. Bunun çeşitli nedenleri vardır: a) Kendileri de dindardır, b) Müşteri sayısı azalır, c) Fırsattan istifade biraz dinlenirler, d) Boya-badana gibi işleri ramazanda yaparlar.
Dolayısıyla Kışlalı'nın ramazanda Mut'ta açık lokanta bulması şanslı olduğunu gösterir. Tek şanssızlığı dışarıda değil de içeride yemesidir.
3) Adabımuaşeret, yani görgü kuralları, mesela bir erkeğin kadının solunda yürümesinden ya da otobüste-uçakta bağıra çağıra konuşmamaktan ibaret olmasa gerek.
İlkokulu bitirdiğimden beri oruç tutmuyorum. Ancak Kışlalı'nın yerinde olsaydım, zaten "dışarıda" yemek istemezdim. Cuma namazına Müslümanlar ayrı bir önem verirler. Onların karşısında, ramazan günü, soğuk hoşafa kaşık çalmayı uygun bulmam.
Bir iftara davetliysem, nasıl olsa oruç tutmuyorum diye ezan okunmadan, niyetliler oruçlarını bozmadan iftariyeliklerden atıştırmam.
Davranışımın sebebi korku ya çekinme değildir. Tam tersine mutlu olurum. Benzeri bir özeni diğer dinlerden olan insanlara da (elbette bildiğim kadarıyla) göstermeye çalışırım.
Dedim ya, benim için bu bir adabımuaşeret meselesidir. Ama belli ki Kışlalı ile aynı frekansta buluşmuyoruz.
Yine de itiraf edeyim: 'Mahalle baskısı' illüzyonunu ispat edeceğim diye, böylesine azimli bir ıkınmayı anlayabilmiş değilim. En azından sağlığa zararlı...
Emre Aköz - Sabah
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
avmuratsahin rumuzlu üyeden alıntı
Emre Aköz`ü çok severim uzun süre önce yazılmış bir yazı inanca saygı demiş iken;
"Ikınmanın' bu kadarı
Genç, tecrübesiz, epeyce bilgisiz olup, iki satır yazabilmek için kanaat önderlerinden işaret bekleyenlerin ('liderini takip et'); düşünmeden, soruşturmada, bir kez dahi "acaba" demeden şu "mahalle baskısı" hokkabazlığının üstüne atlamasını olağan karşılıyorum.
Ama yaşını başını almış, epey mürekkep yalamış, tecrübe sahibi olanlar da aynı şeyi yapmıyor mu? İşte ona aklım pek ermiyor. Yoksa arkada bırakılan yıllar, onları zihinsel açıdan tembelleştiriyor mu?
"Bizim çocuklar ortaya bir laf atmış, bari ben de bir iki örnek vereyim, gündemin dışına düşmeyeyim" mi diyorlar?
Efendim beni böyle düşündüren Mehmet Ali Kışlalı oldu. Kışlalı 1961'den beri her yıl Mut'tan geçerek Mersin Taşucu'na gidermiş. (Radikal, 26 Eylül)
Sanırım temmuz ve ağustos aylarında güney illeri hayli sıcak olduğu için eylülü tercih ediyor Kışlalı.
Geçenlerde aynı seyahati yinelemiş. Bir cuma günü (14 ya da 21 Eylül olsa gerek) öğle saatlerinde Mut'ta mola vermiş. Çevresi namaza gelmiş insanların otomobilleriyle dolu olan caminin (Lal Ağa Camii olabilir mi?) hemen yakınındaki lokantada yemek yiyecek...
Lokantacı, mahcup bir şekilde, "Benim için önemli değil, yanlış anlamayın ama yemeğinizi dışarıda değil de içeride yeseniz, bir olay olup rahatsızlık duymanızı istemem..." demiş.
Kışlalı "Uyarısını anlamakta güçlük çektim" diye yazıyor, "Tam 46 yıldır, her sene geçtiğimi ama böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı söyledim."
Sonuçta yemeğini içeride yiyor.
Ve kıssadan hisse olarak, şeriatın, bir çiçeğin fark edilmeden büyümesi gibi, ağır ağır gelmekte olduğunu saptıyor.
Şeriat geliyor mu gerçekten? Ben bu yazıda onu tartışacak değilim.
Sadece Kışlalı'nın yazısındaki bir iki noktaya değinmek istiyorum. Aklıma takılan sorular var.
1) Şu anda kullandığımız takvime göre ramazan her yıl 10 gün geriden başlar ve yuvarlak hesap 36 yılda bir aynı döneme denk gelir. Eğer yukarıda değindiğim (tatil, sıcak) nedenlerden dolayı Kışlalı, Taşucu'na eylül aylarının başında ya da ortasında gidiyorsa... 36 yıldır ramazan ayında Mut'tan geçmemiş demektir.
En son 1971 ramazanında geçmiş olabilir ama bilemiyoruz: Belki de o tarihte Mut'ta durmadı. Ya da durdu da, yemek yemedi.
Ayrıca lokantacıya, "Ama geçen yıl (ya da 'evvelki') böyle bir uyarı yapmamıştınız, yine ramazandı ve ben yemeğimi dışarıda yemiştim" demediğine göre... Belli ki en azından iki yıldır böyle bir 'ramazan-yemek' çakışması olmamış. Dolayısıyla, eğer varsa, 'değişimi' anlayabilecek, 'karşılaştırma' yapacak konumda değil.
2) Anadolu kasabalarındaki lokantacıların çoğunluğu, ramazanda dükkanı kapatır. Bunun çeşitli nedenleri vardır: a) Kendileri de dindardır, b) Müşteri sayısı azalır, c) Fırsattan istifade biraz dinlenirler, d) Boya-badana gibi işleri ramazanda yaparlar.
Dolayısıyla Kışlalı'nın ramazanda Mut'ta açık lokanta bulması şanslı olduğunu gösterir. Tek şanssızlığı dışarıda değil de içeride yemesidir.
3) Adabımuaşeret, yani görgü kuralları, mesela bir erkeğin kadının solunda yürümesinden ya da otobüste-uçakta bağıra çağıra konuşmamaktan ibaret olmasa gerek.
İlkokulu bitirdiğimden beri oruç tutmuyorum. Ancak Kışlalı'nın yerinde olsaydım, zaten "dışarıda" yemek istemezdim. Cuma namazına Müslümanlar ayrı bir önem verirler. Onların karşısında, ramazan günü, soğuk hoşafa kaşık çalmayı uygun bulmam.
Bir iftara davetliysem, nasıl olsa oruç tutmuyorum diye ezan okunmadan, niyetliler oruçlarını bozmadan iftariyeliklerden atıştırmam.
Davranışımın sebebi korku ya çekinme değildir. Tam tersine mutlu olurum. Benzeri bir özeni diğer dinlerden olan insanlara da (elbette bildiğim kadarıyla) göstermeye çalışırım.
Dedim ya, benim için bu bir adabımuaşeret meselesidir. Ama belli ki Kışlalı ile aynı frekansta buluşmuyoruz.
Yine de itiraf edeyim: 'Mahalle baskısı' illüzyonunu ispat edeceğim diye, böylesine azimli bir ıkınmayı anlayabilmiş değilim. En azından sağlığa zararlı...
Emre Aköz - Sabah
Satılmış bir gazeteden çıkan ıkınılmış bir yazı.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Yargıtay'dan türban tepkisi"Yasama yetkisi laiklik ilkesine dokunmaya izin vermez"
04.02.2008 19:49http://www.haberturk.com/kuturesim/yargitayyyykckk.jpg
Yargıtay'da bugün gerçekleştirilen emeklilik töreninde türbana sert eleştiriler geldi. Yargıtay Başkanvekili Şirin: "Yasama yetkisi laiklik ilkesine dokunmaya izin vermez. Yasama laikliğe dokunamaz. Laiklik zayıflatılamaz" dedi...
Yargıtay Başkanvekili Osman Şirin, Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun 28 Eylül 2007'de yayımladığı bildiriyi anımsatarak, ''Başkanlar Kurulu, Cumhuriyetin temel ilkelerinin zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceğini, laiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilmez olduğunu belirtmiştir'' dedi.
Şirin, yaş haddinden emekliye ayrılan 2 Yargıtay üyesinin veda töreninde yaptığı konuşmada, emekli olan 2 arkadaşıyla İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde 1960 yılında birlikte okuduklarını söyledi.
Arkadaşlarına seslenen Şirin, şöyle konuştu:
''İstanbul Hukuk Fakültesi'nin içinde ne örtünme ihtiyacını duyan bir kızımız vardı, ne de kapıda 'örtünmeliyim', 'dini inancımın gereği budur' diye eyleme giden bir kişi vardı. Hiçbirisi mevcut değildi. Türkiye'de 3 üniversite vardı. Her birisi çağdaş görünümleriyle, o mükemmel tavırlarıyla, o coşkulu ve birbirini katiyetle ayırmayan giysileriyle eğitimlerini sürdürdüler. Ne oldu o bizim üniversitelerimize? Bugün kapılarında 'inancımın gereğidir' diye bar bar bağırılıyor ve 'inancı gereğidir' diye o bağırmalara kendi anlayışları doğrultusunda destek verenler, bugün Türkiye'nin gündemini sadece ve yalnız diğer gündemleri unutarak ya da gerilere öteleyerek, anayasa ve yasa değişikliklerini konu ediyorlar.''
-''SÖZLER DUYULMALI VE DİNLENMELİDİR''-
Anayasa'nın özünü teşkil eden başlangıç bölümündeki kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediğini ifade eden Şirin, ''Medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu hükmü bugün acaba ne durumda?'' diye konuştu.
Anayasa değişikliği hazırlıkları evresinde Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun 28 Eylül 2007 tarihinde yayımladığı bildiriden bölümler okuyan Şirin, şunları söyledi:
''Başkanlar Kurulu, orada, Anayasa'nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleri korunmuş gibi görünse bile, başka maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel ilkelerinin, zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceğini, Cumhuriyetin vazgeçilmez temel dayanağını oluşturan laiklik ilkesinin ve Yüksek Mahkeme kararlarıyla çerçevesi çizilmiş olan laiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle
kabul edilmez olduğunu belirtmiştir.
Bugün Yargıtay bu sözlerinin arkasındadır, hukuken arkasındadır, hukuki eylemlerle de arkasında olacaktır.''
Şirin'in bu sözleri, salonda uzun süre alkışlandı. Osman Şirin, yasama, yürütme ve yargının kalp, beyin ve akciğer olarak düşünülebileceğini belirterek, ''Bunların birbirine hasım olduğu düşünülebilir mi?'' diye sordu.
Anayasa'da uygar işbirliğinden bahsedildiğini ifade eden Şirin, ''Sözler duyulmalı ve dinlenmelidir'' dedi.
Habertürk
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Hafıza zayıflığı için aynı pencerede bulunmasında fayda var.
Alıntı:
sakar rumuzlu üyeden alıntı
Benim derin din ve hukuk kültürüm yoktur.Anlamadığım birşey var.
Deniyor ki;İNANCA SAYGI. Demirel'in dediği gibi:Eyi..Tamam.
"İnanmak" inançsa,"İnanmamak"ta bir inançtır.Öyle mi?Öyle..
O halde nerede benim "Ramazanda içki,sigara içme ve yemek yeme hakkım"
Niye bu hakkıma saygı yok?
Bu meseleyi bir türlü çözemiyorum.
Yanıt:
Alıntı:
Ramazanda bu saydıklarınızı yapamanıza mani olan bir durum yok.Varsada bulunduğunuz ortamdan kaynaklanıyordur. Buna yasak değil,çevreye saygı denir.
Bugüne kadar hiristiyan arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını görmedim.
Eleştiri:
(Sadece karşı çıkmış olmak için yazılmış herhalde.)
Alıntı:
Bu yazdıklarınızdan müslüman olup da namaz kılmayan ya da oruç tutmayanlara karşı ne kadar tahammülsüz olduğunuz anlaşılıyor,mademki inanç özgürlüğü;
Anlamsız.Yazılandan bu sonuç çıkartılmışsa,çok yazık derim.Ama şunu belirtim: "inançsızlık da bir inanç yazan üye" için verilmiş cevap "mani olan bir durum yok" nasıl namaz-oruç - tahammülsüzlük merak ettim.Üstelik kişi "müslümanım,ama uygulamıyorummu demiş:D ?
Alıntı:
Kaldı ki arkadaş yasak diye bi terim kullanmamış sadece izmir dışında bütün anadoluda olan ramazandaki fiili durumu belirtmiş,
Böyle bir iddiası var gibi cümle kullanılmamıştır.Bir hak aranıyorsa eğer,sonuç olarak birseylerin yasaklandığı kanaatindedir kişi.Ayrıca kişinin anadoluda yaşadığı ,"haksızlığa" uğrayan vatandaşın sözcüsü olduğu,iki kelimeden anlaşılabilmiş.Ama benim cevabım anlaşılamamış.
Alıntı:
Bugüne kadar hiristiyan arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını görmedim.:
Bunun zıt anlamından müslüman arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını gördüm sonucu çıkar ki
Yine yanlış yerde yanlış meal .Cümle aynen okunduğu gibi.Yani,anlamayana:Farklı inançta olanlara baskı yapılmıyor.Nerden çıkarıyorsunuz?İsteseydim açık bir şekilde yazardım.Benim dolaylı yazmak gibi bir korkum hiç olmadı bugüne kadar.
Alıntı:
Madem ki demokrasi inançlara saygı o zaman bir eğitim kurumunda ramazanda kantin kapanmayacak kapanıyosa da kimse niye türban serbest bırakılmıyo diye ağlamayacak.
Demokrasi İslamiyeti yaşamaya gelince ön plana çıkarılmıyor ,islami çevreden rahatsızlık duyulunca çok önemli bir kelime haline getiriliyor. Armutlarla elmaları karıştırmak gibi.Kantin veya yeme-içme özgürlüğü ile ilgili anayasada bir madde henüz yok.Ama Türban'a gelince Anayasada kendi içinde çelişen maddeler tartışılmakta.
Bu kadar uzatmamın nedeni okumak =okumak değil.
Yazdıklarım aynen ilk yazdığım gibi anlaşılmalı.Farklı yönde eleştirmek isteseydim, 3.üncü şahısların tefsirine fırsat vermezdim.
Bu yanıtım sadece çarpıtılmış bir yazı için bir açıklamadır.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Sayın Marita ;
Sadece tek bir soru , iletinizdeki
''
Alıntı:
Bugüne kadar hiristiyan arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını görmedim.:
Bunun zıt anlamından müslüman arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını gördüm sonucu çıkar ki
Yine yanlış yerde yanlış meal .Cümle aynen okunduğu gibi.Yani,anlamayana:Farklı inançta olanlara baskı yapılmıyor.Nerden çıkarıyorsunuz?İsteseydim açık bir şekilde yazardım.Benim dolaylı yazmak gibi bir korkum hiç olmadı bugüne kadar.''
bölümündeki yani anlamayana diye başlayan ve FARKLI İNANÇTA OLANLARA BASKI YAPILMIYOR. Cümlenizi gene sizin deyiminizle 3. şahısların tefsirine fırsat bırakmadan anlatabilir misiniz ?
Çünkü ben FARKLI İNANÇLARDA OLANLARA BASKI YAPILMIYOR demek istedim cümlenizden AYNI İNANÇTA OLANLARA BASKI YAPILIYOR anlamını çıkarttım. Yani hristiyana başını ört demeyiz ama müslümanım diyen varsa deriz gibisinden.. Yanlış mı anladım ?
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Yargıtay Başkan Vekili Sayın Osman Şirin, Türkiyenin tüm hukukçularına...İktidar sahiplerine sesleniyor:
''Bir hukukçu sadece ülkesinin Anayasasının önünde eğilebilir...Anayasa dışı tüm girişimlere nereden gelirse gelsin karşı koyar...
İktidarlara yaranmaya tenezzül etmeden,her türlü makam ve çıkarı elinin tersiyle iterek sadece hukukun ve özgür vicdanının gereğini yapar...''
İşte gerçek bir hukuk adamı...Saygıyla selamlıyorum...
-
Türban serbestisine destek artıyor
Özgürlük bildirisine destek veren öğretim üyelerinin sayısı 2 bin 836'ya çıktı
Üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması için AKP ve MHP tarafından hazırlanan yasa tasarısı yarın mecliste görüşülecek. Konuyla ilgili tartışmalar devam ederken öğretim üyeleri tarafından hazırlanan "Türbana Özgürlük Bildirisi"ne destek verenlerin sayısı da 2 bin 836'ya ulaştı.
Habertürk
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
Çünkü ben FARKLI İNANÇLARDA OLANLARA BASKI YAPILMIYOR demek istedim cümlenizden AYNI İNANÇTA OLANLARA BASKI YAPILIYOR anlamını çıkarttım. Yani hristiyana başını ört demeyiz ama müslümanım diyen varsa deriz gibisinden.. Yanlış mı anladım ?
Sayın Tangör Evren,
Yanlış anlamışsınız.Sorduğunuz için teşekkür ederim.
Ben kendim başı kapalı olmadığımı daha önce ifade etmiştim(olsaydımda fikrim aynı olurdu).Dinimi seviyorum ve herşeyden üstündür benim için.
Ama bu şu anlama gelmez:başkaları dinini sevmiyor,başka dinden veya dinsiz olanlara saygı duymuyorum,yada her ifade ettiğim cümlenin aksini düşünenlere tahammül edemiyorum.Böyle bir durum yok.Yazmış olduğum hiçbir cümlenin altında tam tersi bir niyet veya ima olmadığından emin olabilirsiniz.Her türlü inanca saygılıyım anlamındadır
"Türban" konusunda tepki göstermemin sebebi,daha önce yazdığım gibi,dinimizin gereği kapanmanın suç gibi gösterilmesine karşıyım.Din değistirilemez,modernize edilemez.Ama dine uymak yada uymamak herkesin kendi fikri,kendi kararı.Sadece Allaha hesap verir.Kimse kimsenin zorla başını açtırma hakkına sahip olmadığı gibi,hiç kimsede zorla başkalarının başını kapattıramaz.Bu zaten dine aykırıdır.
Baş örtüsü konusunda "Türbanı" savunsamda,örtünmek için baskı yapıldığı taktirde bunun dine aykırı oluşunu savunurdum.
Belli bir yaştan sonra anne baba dahi baskı yapamazlar ve bu konuda kişinin kendi rızasına bırakılması gerektiğini dinimiz açıklamıştır.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Eklemem gerektiğini düşündüm:
Yabancı bir ülkede insan farklı dış görünüş,kılık,kıyafet,inanç,ırk veya uyruğu yüzünden 2.nci,3.üncü sınıf insan muamelesi görmesi,zaman zaman üzücü ve ağır gelsede,anlayışla karşılayabiliyor,belki hak verip görmemezlikten gelebiliyor.
Çünkü yasalarla keşinleştirilmiş,insan haklarından mahrum edici açık bir eylem yok.
Kendi ülkesinde bir insanın aynı durumlara maruz kalması,üstelik kesin yasalarla hakları çivilenmiş,çok daha acı ve ağır .
Ajitasyon değil bizim vatanımızdaki manzaralar.İkiye bölümüş fikirler,anlaşma,uzlaşma yerine güç meselesi haline getirilmiş davalar.
Neyi paylaşmaya çalışıyorlarda paylaşamıyorlar?
Türkiye hepimizindir ve bölünemeyeceği gibi,sadece tek tarafın çıkarlarına hizmet etmeyecektir.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Dinci gazetelerin ortak sloganı
Özgürlük !!!
Ne özgürlüğü ?
Elin de bir pankart, kafasında kese kağıdı !!!
Bu bir özgürlük savaşçısı!!!
Pankarttaki yazıya bakın ?
Önemli olan kafaların içidir!!!!
Kafanın içi önemli ise kafanın dışı ile seni uğraştıran ne?
Kafanın dışı öyle için de ne olduğunu biz biliriz..
Komik olmaya başladılar..
Dinci gazeteler yazıyor,
Özgürlük karşıtları Ankara da toplandı...
Sordukları sorulara bakın
Laiklik çağdaş bir bağnazlıkmı ?
İnsan bir an soğuk kanlılığını yitirebilir.
Ama daha sakin olup yeniden bakınca insan kendi kendine soruyor
Bir gerçek bu kadar çarpıtılıp kavramlar nasıl yer değiştirebilir?
Neyin özgürlüğü?
ABD emperyalizmine karşı bir kavgamı veriyorsun?
Ülkenin bağımsızlığınımı savunuyorsun?
Özelleştirmeye karşı pankartmı açtın?
Kaz dağındaki altın çetesinemi karşısın?
İncirlik üssünemi gidiyorsun?...
Irak işgalinemi karşı çıkıyorsun?
Hayır hiç biri değil.
Kendilerine göre inançlarını temsil eden bir simgenin peşindeler.
Dinsel inançları yönünde bir rejim kurmanın adımlarını atıyorlar.
Tarikatların egemenliğinde bir İslam Cumhuriyeti istiyorlar.
Türkiye Laiktir Laik kalacak sloganına öfke duyuyorlar.
Kısacası Takkiye yapıyorlar. Kafanın dışı değil içi önemlidir gibi demogojik bir çarpıtmayı da ihmal etmiyorlar.
Aslında kendi söyledikleri ise ortadadır.
“Sizin gibi düşünmeyip farklı dünya görüşüne sahip(lerin) karşısına aceleyle çıkılmamalı… Yoksa bizim gibi düşünmüyorlar diye bir bir uzaklaştırılan veya uzaklaşan bu gayr-ı memnunlar, dev dev kitleler meydana getirerek karşınıza çıkıp sizi yerle bir edebilirler.” (Ölçü veya Yoldaki Işıklar-3, sf. 40 fehttullah)
Yerle bir olmamak için epeydir acele ile değil adım adım hareket ediyorlar..
Sorunu bir özgürlük tartışmasına getirip tarihsel bir hesaplaşmanın içerisindeler. Bütün işleri güçleri dine dayalı bir yaşam tarzı.
Kendilerine din tüccarlarının vaad ettiği cennetin kapısına doğru yürüyorlar.
Ellerinde pankart kafalarında kese kağıdı.
Diyecek bir şey varmı? Yok.
Özgürsünüz.
Siz kendiniz için haklısınız.
Türkiye ise demokrasi ve bağımsızlık için kendi kavgasını verecek ve özgür olacaktır.
Söylenecek esas söz bunlara destek veren söz de aydın ve sol olduğunu söyleyenleredir.
Ali Nesin’den, Ufuk Uras’a, Ahmet Altan’a, kadar uzanan bir yelpaze.
Siz eğer tarihten bir ders çıkarmadıysanız?
Kapayın gözlerinizi karanlık sizin olsun.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Sayın marita bu konuda ciddi bir yazı hazırlığındayım ama sanırım çok uzun olacak kitap gibi içinde de yok yok... Muhtemelen de Başlığı Şeriat Türban Kadın olacak daha karar vermedim. Ama içinde Kur'an ı Kerim den Peygamber hadislerine büyük din alimi kabul edilen kişilerin sözlerine yer vereceğimden uzun olacak.
Yazdıklarınızı dikkatle okuyorum kabul edip etmemek hiç önemli değil fikirlere daima saygı duyarım hele hele fikrini doğru düzgen kimseye sataşmadan hakaret etmeden açıklayanlara bu yüzden sizi okuyorum. Dikkat ederseniz bu foruma pek müdahil de olmuyorum fikrim benim açık ve net.
Ancak sizden bir iki konudaki düşüncelerinizi belirtmenizi isteyeceğim. Lütfedip yanıtlarsanız çok sevinirim.
1. Çok ciddi din bilginleri ilahiyatçılar bile örtünme Kur'an emri değil derken hatta bir islam ülkesinin Başbakanlığını yapmış ve maalesef şimdi katledilmiş Benazir Butto açıkça '' Kur'an da da dinimizde de örtünmeyi emreden bir esas yoktur'' derken niçin ısrarla bu örtünmeyi savunuyorsunuz ?
2. Özgürlükleri savunur görünme adına ''Kadını'' özgürlüğünden eden II. sınıf vatandaş yapan '' aman saçının bir teli görünürse erkek tahrik olur diye örttürülen'' ( Nasıl bir ruh halinde ki sapıtık erkekse saçtan tahrik olan) kadının hangi özgürlüğünden söz edilebilir ? Yani kadının saçını ''Türban''la örterek '' özgürlüğün ciddi bir ihlalini'' özgürlük olarak nasıl tanımlayabilirsiniz ?
3. Türban yada baş örtüsünün '' çene altından'' veya her meredense bağlanmasını sırf erkelerin olduğu bir yerde bir tek kadına sorulmadan kabul etmeleri aslında kadınların aşağılanması değil midir ?
4. Nasıl bir özgürlüktür ki kadının saçı örtülürse tamam oluyor ? Ya erkekte mess fes burka kipa isterse ? Kadın inancım çarşaf derse ne olacak ? Bu aslında çok kısmi göstermelik bir özgürlük şovu değil mi?
5. Daha 4-5 yaşında yamalı bohça gibi çarşafa sokulan türban taktırılan ufacık kız çocuğunun özgürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz ?
6. Peki özgürlük neden sadece üniversiteyle sınırlı ? Üniversiteyi bitiren kızlarımız ne olacak daha büyük sorun olmayacak mı? Ya Lisans üstü yapmak isterse ne olacak ? Bu kızlar '' Özgürlüklerini'' yaşamak için ölene kadar üniversite öğrencisi mi olacaklar ?
Şimdiden teşekkürler. Bende size yanıt vereceğim ama özel açacağım forumda...
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Tüm HUKUK.NET camiasına sormak istediğim tek soru var sizce hukukilik ve kanunilik aynı anlamda ve değerdemidir ?
Bir uygulamanın ya da değişikliğin pozitif kanunlara dayanması(kanunilik) onu meşru kılar mı?
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Sayın commodor1tr,
Sorularını memnuniyetle cevaplama çalışacağım elimden geldiğince.4/4 bilgi sahibi olduğumuda söyleyemem,hangi ilahiyatçı,din adamı neyi -nerde-neden-ne zaman ve nasıl söylemiş.Fakat sizin hazırlıklarınızı merak etmiyorda değilim. Fırsat buldukça kendimce araştırmada yapıyorum bu sıralar,ama daha çok türk siyaset ve tarihi ile ilgili.Eksik bilgilerle kafaların karışmasından yana değilim.
Sorularınıza gelince:
1)Örtünmenin dinin esaslarından olmadığını bildiren İlahiyatçıları henüz inceleyemedim (inceleyeceğim!). Burda dikkate alınması gereken bir husus var,o da bu kişilerin aldığı eğitim ve sürdürmekte olan görevleri.Yanlış anlaşılacağından eminim,ama demek istediğim ,devlet eğitimi ve kontrolü altında bulunan İlahiyatçılarımız,ne yazıkki dini "modernize"ederek beyanatlar vermekteler .Çoğu devlete bağlı ilahiyat fakültesinde prof yada dekanlık görevleri nedeniyle,anayasaya aykırı davranışları destekliyor görünmekten çekiniyor.Yada dinimizi aklı sıra evrimleştirebileceğini düşünerek,kendi fikirlerine göre yeni bir din icadına başvurmaktalar.(Yaşar Nuri Öztürk gibi;Zekeriya Beyaz 'a ne dersiniz:o ).
Benazir Bhutto'ya gelince ,araştırmış olmalıydınız.Bhutto Müslülümanlığı temsil edecek bir örnek değil.Her "müslüman ülke"nin yönetimi müslüman olacak diye bir kayde yok.Suriye'de müslüman ülkeler arasında ,ama ülkede hristiyan ve müslüman vatandaşlar huzur ve birlik içinde ,alevi bir devlet adamı tarafından yönetiliyor(DEMOKRASİ!).Bhutto'ya dönelim:Parkistanlı sinti ve şii babanın ve şii iran-kürt annenin kızı.Mademki dinimizi açıklamamı istediniz,o halde şiilik dinimizdeki 4 mezhebin dışındadır.Şii yada alevilik eleştirisi değil bunuda özellikle belirtmeliyim.Burda tartışılan "türban"a ve Kurana dair açıklama yetkisi yoktur Bhutto'nun.
2)-3)Kısa cevaplayacağım.Eğer tahrik ile ilgili cevap vermem gerekiyorsa,size-bize anlaşılmaz gelsede,var böyle ruh halinde kişiler(yalnız:bu tek sebeb değil).
Bu konuda soru ile cevap versem?-ll.sınıf olması için kadının kapatılması değil,isteyerek kapanan kadını açmak,hatta kadınları her fırsatta fazlasıyla açarak ,malzeme yapmak,alakasız ürünlerin reklam-promosyon-satışında cinsel obje haline getirmek,eğitiminden mahrum etmek,ekonomik ve sosyal arka planda tutmak,ve en önemlisi kadınları kadınlara karşı kışkırtarak,kenara geçerek ataerkil zihniyetle gülümsemek ,yeterli değilmi?
Özgürlüğü savunmak, kişilerin isteği doğrultusunda yapılıyor ise,anlam kazanır.Buda yine Özgürlük demektir.
Bakın,rahibelerinde dini gereği kapandığı bilinmekte.Hatta erkeklerin olmadığı ortamlarda dahi.Örn.Rahibe Theresa afrikadaki ,dertlerinden başka birşey düşünmeyen,erkekler farklı gözle bakacaklar diye mi başını açmamıştır?
Yada boynuna ait olduğu dini göstermek yada inancını sevdiği için hac takanlar;takmayanların "devlet elden gidiyor" tepkisine maruz kalıyorlarmı?Yoksa "takmayanlar bizden değil"mi demekteler?
İsrail'de kep takanlar,radikal erkekler lüleli saçlarla üniversitelerde yada herhangi bir yerde vatandaşları tarafından tepkilere maruz kalıyorlarmı?
4)Kadının örtünmesi dinen emredilmiştir.Ama çarşaf ve erkeklerde fes,cübbe....gibi bir mecburiyet yok.Tek belirtilen dar, vücudu saran giysi giyilmemesidir.Bu kadar.Zamana uyarak hoş,yani abes ve hor görülmeyecek şekilde.
5)Küçük kız çocuklarının "türban" takmasını onayladığımı söyleyemem.Öyle bir mecburiyet yok,ancak ergenlik çağına girmiş bir kız çocuğu için dinen var.Eğer kendi rızası ile başını kapatmak istemezse,zorlama yok.Dinimiz alında gösterildiği gibi korkulacak öcü birşey değil.Çok hoşgörülü.Dinini seven bir kişinin kendi iradesi ile kapanmasınıda kimse karışamaz.Kapanmayan dinini sevmiyor gibi anlaşılmasın;ısrarla bu şekilde yorumlamak isteyen olursa,yapacak birşey yok.
Söylenecek belki tek şey,çocuklarımızın din ve ahlak açısından güvensiz bir geleceğe(tüm dünyayı kastederek) doğru gittiğinden dolayı,endişe içinde veliler erken yaşta eğitimi kontrol etmeye yöneliyordur.Burda belirtmekte fayda görüyorum:müslüman olmayan vatandaşlarımızda aynı endişeler içindeler.
6)Artık bu konuların sakız şekli almaması için bir çözüm bulunmalı.Ülkemizin daha büyük sorunları varken.
Umarım şimdilik yeterli bir açıklama olmuştur.Ve umarım söylemek istediğimden farklı bir anlam çıkartılmaz.Bunlar kendi düşüncelerim.
Saygılar
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Türbana dair tv faragmanlarını izliyordum geçen gün.
Türban yasağı ve sınava türbanla giren öğrenciler geldi görüntüye bir ara.
Boynu bükülmüş, istikbalini araşan pek çok genç gördüm orada.
B u kardeşlerimiz neden inandıkları gibi giyinemiyor, neden bu yasaklar diye üzüldüm bir ara.
Evet bir ara...
Sonra bir nokta geldi önüme...
Pek hırçın bir kızımız "BEN İLAHİ EMİR ALMIŞIM SANA NOLUYOR?" diye çıkıştı görevli memura.. o memur ki aylık 600-700.YTL ücret alarak ailesinin iaşesini temin etmeye çalışan ve görevi yukarıdan gelen emirleri uygulamaktan ibaret olan biriydi. Yani en zayıf halkalardan biri... Emme basma tulumba gibi yukarıdan gelenlere "evet efendim" ve aşağıdan gelenlere "hayır olamaz" diye baş sallamaktan ibaret görevi olan biri...
Lakin satır arasına gizlenen bir tepki var!
Menşeini ve meşruiyetini "İLAHİ EMİR"den alan bir tepki...
Bu tepkiyi hatırlıyorum ben..
Irak'ta emperyalist Amerika'ya karşı verdiği mücadelesinde esir aldığı bir mühendisi İLAHİ EMİR uğruna kıtır kıtır kesen ve böyle uygulamaları ile meşru olan mücadelesini İNSANLIK SUÇU haline getirerek gayri meşru bir fiil haline dönüştüren el-kaide militanı... Turuncu bir önlük giydirdikleri mühendisi kıtır kıtır kesiyorlardı.. Örnek video kayıtları bugün ile ORGİSH.COM sitesinde mevcut.
"Ben ilahi emir aldım sana noluyor?" diye saldırgan bir tepki ile ortaya çıkanlar yarın başka hangi ilahi emirleri alacaklar?
Alacakları ilahi emirler uğruna neler yapacaklar?
-
Genç kızlarımız üniversiteye istedikleri gibi girsin diye en çok kavga verenlerden birisiyim.. Düşünce ve inançlarım uğruna son sınıfına geldiğim bir okuldan da atıldım ve sonra hukukçu oldum.
Lakin "Ben ilahi emir aldım! Sana noluyor?" diyen kızımız ve ilahi emir aldığını iddia edenlerin tutumları beni bile ürküttü...
Saygılarımla...
-
Sayın İlkine,
Bahsettiğiniz şeriat tehlikesini açıklar mısınız?
Gerçekten toplumumuzda büyük bir eğitimsizlik var. Bundan 1400 sene evvel hak din olarak bizlere gönderilen Kur-an'ı Kerimde bundan ap açık bahsediliyor. Oysa şimdi ülkemizde ileri gelen bazı yetkili insanlar türban'ın çağ dışı ve gereksiz bir bez parçası olarak nitelendiriyorlar.
Söylediğiniz '' şeriat tehlikesi'' ne katılıyorum. Ancak sizin bildiğiniz ''şeriatçı'' adı üstünde nitelendirilen ülke yönetimindeki insanlar değil. nasıl ki laiklik kelimesini kullanarak, M.Kemal Atatürk'ü kullanarak oynadıkları oyunlar varsa, bu ''şeriatçılık'' kelimesini kullanan insanlarda olacaktır.
Amerika'da laiklik kelimesi tam anlamıyla uygulanılıyor. Kimse başında türban var veya yok diye kimseye hak etmediği muamele yapılmıyor ve bir çok ülkede ''laiklik'' kelimesi tam anlamıyla kavranmış.
Saygılarımla
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Sayın commodor1tr,
Sorularını memnuniyetle cevaplama çalışacağım elimden geldiğince.4/4 bilgi sahibi olduğumuda söyleyemem,hangi ilahiyatçı,din adamı neyi -nerde-neden-ne zaman ve nasıl söylemiş.Fakat sizin hazırlıklarınızı merak etmiyorda değilim. Fırsat buldukça kendimce araştırmada yapıyorum bu sıralar,ama daha çok türk siyaset ve tarihi ile ilgili.Eksik bilgilerle kafaların karışmasından yana değilim.
Sorularınıza gelince:
1)Örtünmenin dinin esaslarından olmadığını bildiren İlahiyatçıları henüz inceleyemedim (inceleyeceğim!). Burda dikkate alınması gereken bir husus var,o da bu kişilerin aldığı eğitim ve sürdürmekte olan görevleri.Yanlış anlaşılacağından eminim,ama demek istediğim ,devlet eğitimi ve kontrolü altında bulunan İlahiyatçılarımız,ne yazıkki dini "modernize"ederek beyanatlar vermekteler .Çoğu devlete bağlı ilahiyat fakültesinde prof yada dekanlık görevleri nedeniyle,anayasaya aykırı davranışları destekliyor görünmekten çekiniyor.Yada dinimizi aklı sıra evrimleştirebileceğini düşünerek,kendi fikirlerine göre yeni bir din icadına başvurmaktalar.(Yaşar Nuri Öztürk gibi;Zekeriya Beyaz 'a ne dersiniz ).
Benazir Bhutto'ya gelince ,araştırmış olmalıydınız.Bhutto Müslülümanlığı temsil edecek bir örnek değil.Her "müslüman ülke"nin yönetimi müslüman olacak diye bir kayde yok.Suriye'de müslüman ülkeler arasında ,ama ülkede hristiyan ve müslüman vatandaşlar huzur ve birlik içinde ,alevi bir devlet adamı tarafından yönetiliyor(DEMOKRASİ!).Bhutto'ya dönelim:Parkistanlı sinti ve şii babanın ve şii iran-kürt annenin kızı.Mademki dinimizi açıklamamı istediniz,o halde şiilik dinimizdeki 4 mezhebin dışındadır.Şii yada alevilik eleştirisi değil bunuda özellikle belirtmeliyim.Burda tartışılan "türban"a ve Kurana dair açıklama yetkisi yoktur Bhutto'nun.
Din hakkında dünya kadar okumuş kişiler dini bilmiyor da elleri ayakları öpülen ya da üfürükçülük yapan cin çıkaran kişiler dini biliyor değil mi,ya da türbelerden medet uman halkımız dini biliyor, o tarikatlerden ,hocalardan, mahallenin hocasından öyle öğrenen halkımız biliyor.
Dinde mezhep diye bişey yoktur mezhepler peygamberimizden sonra ortaya çıkmıştır onun için de sen ya da kimse şii ya da aleviliğin din dışı olduğunu söyleyemez iddia edemez, ayrıca aleviler namaz kılmazlar ama şiiler kılar. Namaz kılmasa ya da oruç tutmasa bile bi insan kelimei şahadet getirdiyse müslümandır ona müslüman değil deme hakkı kimsenin yoktur.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin, türbana destek verdiği için kardeşi Ahmet Nesin tarafından şiddetle eleştirilmişti. Ali Nesin babası Aziz Nesin'in ölmeden önce verdiği bir röpörtajdan alıntı yaparak, babasının bu konudaki düşüncesini aktardı. Bu konudaki aşağıdaki haber 7 Şubat 2008 günlü Hürriyet'ten alınmadır;
Prof. Ali Nesin: Babamın yanıtı 7 Şubat 2008
Burak ARTUNER
Üniversitelerde türban serbestisini savunan bildiriye imza atınca, Ahmet Nesin’in, "Bari babamın iki kitabını okusaydın" şeklindeki sert mektubuna muhatap olan Prof. Ali Nesin, kardeşine babasının bir röportajında
söyledikleriyle yanıt verdi.
Ali Nesin, "Aziz Nesin’in kemiklerini sızlattı diyenlere, Nesin Vakfı’ndan bağışlarını kesenlere, hatta yaptığı bağışları geri isteyenlere, bana hain, dönek, aymaz diyenlere ve ağza alınmayacak hakaretler yağdıranlara sunulur" diyerek, dün basın mensuplarına gönderdiği mektupta, babası Aziz Nesin’in ölmeden 5 ay kadar önce, 25 Şubat 1995’te Aksiyon Dergisi’nde yayımlanan bir röportajında söylediği şu sözleri referans gösterdi: "Başörtüsünü yasaklamaya çalışmak aptallıktır. Başörtülü kızların okullara alınmamasına karşıyım. Başlarını örtmesinler demek demokrasi veya laiklik demek değildir. Neden? Çünkü, ilkokuldan beri aldığı eğitim sonucu o ister istemez birgün başını örtecektir. Ama, okullardaki din derslerinin kaldırılması lazım. Veya o dersi gerçekten din dersi yapsınlar."
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
hilaldeniz rumuzlu üyeden alıntı
Dinci gazetelerin ortak sloganı
Özgürlük !!!
Ne özgürlüğü ?
Elin de bir pankart, kafasında kese kağıdı !!!
Bu bir özgürlük savaşçısı!!!
Pankarttaki yazıya bakın ?
Önemli olan kafaların içidir!!!!
Kafanın içi önemli ise kafanın dışı ile seni uğraştıran ne?
Kafanın dışı öyle için de ne olduğunu biz biliriz..
Komik olmaya başladılar..
Dinci gazeteler yazıyor,
Özgürlük karşıtları Ankara da toplandı...
Sordukları sorulara bakın
Laiklik çağdaş bir bağnazlıkmı ?
İnsan bir an soğuk kanlılığını yitirebilir.
Ama daha sakin olup yeniden bakınca insan kendi kendine soruyor
Bir gerçek bu kadar çarpıtılıp kavramlar nasıl yer değiştirebilir?
Neyin özgürlüğü?
ABD emperyalizmine karşı bir kavgamı veriyorsun?
Ülkenin bağımsızlığınımı savunuyorsun?
Özelleştirmeye karşı pankartmı açtın?
Kaz dağındaki altın çetesinemi karşısın?
İncirlik üssünemi gidiyorsun?...
Irak işgalinemi karşı çıkıyorsun?
Hayır hiç biri değil.
Kendilerine göre inançlarını temsil eden bir simgenin peşindeler.
Dinsel inançları yönünde bir rejim kurmanın adımlarını atıyorlar.
Tarikatların egemenliğinde bir İslam Cumhuriyeti istiyorlar.
Türkiye Laiktir Laik kalacak sloganına öfke duyuyorlar.
Kısacası Takkiye yapıyorlar. Kafanın dışı değil içi önemlidir gibi demogojik bir çarpıtmayı da ihmal etmiyorlar.
Aslında kendi söyledikleri ise ortadadır.
“Sizin gibi düşünmeyip farklı dünya görüşüne sahip(lerin) karşısına aceleyle çıkılmamalı… Yoksa bizim gibi düşünmüyorlar diye bir bir uzaklaştırılan veya uzaklaşan bu gayr-ı memnunlar, dev dev kitleler meydana getirerek karşınıza çıkıp sizi yerle bir edebilirler.” (Ölçü veya Yoldaki Işıklar-3, sf. 40 fehttullah)
Yerle bir olmamak için epeydir acele ile değil adım adım hareket ediyorlar..
Sorunu bir özgürlük tartışmasına getirip tarihsel bir hesaplaşmanın içerisindeler. Bütün işleri güçleri dine dayalı bir yaşam tarzı.
Kendilerine din tüccarlarının vaad ettiği cennetin kapısına doğru yürüyorlar.
Ellerinde pankart kafalarında kese kağıdı.
Diyecek bir şey varmı? Yok.
Özgürsünüz.
Siz kendiniz için haklısınız.
Türkiye ise demokrasi ve bağımsızlık için kendi kavgasını verecek ve özgür olacaktır.
Söylenecek esas söz bunlara destek veren söz de aydın ve sol olduğunu söyleyenleredir.
Ali Nesin’den, Ufuk Uras’a, Ahmet Altan’a, kadar uzanan bir yelpaze.
Siz eğer tarihten bir ders çıkarmadıysanız?
Kapayın gözlerinizi karanlık sizin olsun.
Sayın deniz yanlış kulvarda yarıştıgınızın farkında degilsiniz sanırım sizin dinci diye tabirlerinizi nasıl yorumlasakki ama benim anladıgım kadarıyla türkiyede oldugumuz için ve müslümanlık dinine baglı insanların fazla olmasından giderek yine yazınızdaki serzenişte bulundugunuz kişileride inceleyince müslümanlardan bahsettiginiz kanati agırbastı ve size tavsiyem baltayı taşa vurmamak için din fikir teori gibi eleştirebilecek ne olursa olsun lütfen eleştirmeden önce tezinize iyi calışmanızı tavsiye ederim dünyadaki insanlar dinli veya dinsiz herbiri hürmete deger varlıklardır dünya degerleri ile hepsi aynı deger ve derecededir bir insana veya topluma dinci demek sizin usubunuzu tahlil edecek olursak sanki onları aşagılama hakir görme aşagılama anlamları cıkarki insana yapılacak en büyük haksızlık oldugu kanısındayım..Saygılarımla..tüm güzel günler türkiyenin olsun
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Universitelerde turban neden yasak olmali?
> sorunusuna Celal hocanin cevabi
> her dile cevrilmesi gereken bir dusunce aniti !
>
> >
> > Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) boş bulunan
> üyeliklerinden birine yer
> > bilimci Prof. Dr. Celal Şengör aday gösterildi.
> > Şengör de kendisini aday gösteren
> Üniversitelerarası Kurul'un 219 üyesine
> > birden şok bir mektup gönderdi. İşte o mektup:
> >
> > 'Temsilciniz olmamı isteyerek bana verdiğiniz
> şerefin her türlü sevinç ve
> > tatmin hissinin üzerinde olduğunu belirtmiş,
> > bunun yaşamımda bana verilen en büyük mükafat
> olduğunu arzetmiştim.
> > Bunu çok zor bir zamanda, uygarlığa arşı
> yöneltilmiş saldırıların
> > fütursuzca geliştiği bir ortamca cesaret ve
> haysiyetle
> > yaptınız. Bu saldırıların en son örneği Adalet ve
> Kalkınma Partisi ile
> > Milliyetçi Hareket Partisinin ortaklaşa nin
> > başlattıkları üniversitelerde türban serbestisi
> atağıdır. Bunu yakından
> > izlemekteyim. Bizim açımızdan, üniversitelere
> > dini bir sembolün girmesinin hukuk cephesinin,
> kamuoyunda öne çıkartıldığı
> > kadar belirleyici olduğunu sanmıyorum, çünkü
> > hukuk nihayet aksiyomatik bir sistemdir. Baştan
> kabul edilen aksiyomlara
> > bağlıdır. Bu açıdan hukukun rölativist bir
> > temeli vardır ve bu temel onu bazı durumlarda pek
> tehlikeli bir tahakküm
> > aracı yapabilir. Bunun en meşhur misalleri
> > Katolik Engizisyon Mahkemeleri olmakla beraber,
> onu aratmayacak güncel
> > örnekleri, Sovyetler Birliğinden Nazi Almanyasına,
>
> > Çin Halk Cumhuriyetinden Amerika Birleşik
> Devlelerine kadar değişen çok
> > geniş bir yelpazede görülmüş, pek çk insanın en
> > feci şartlarda katledilmesine, toplumların sefalet
> ve felaketine neden
> > olmuştur.
> > Halbuki üniversitede dinin 'şakırdatılması',
> bizzat üniversite kavramıyla
> > çelişir. Dünyada katolik, protestan veya islami
> > üniversitelerin olması veya üniversitelerin Orta
> Çağ'da dinsel kurumlardan
> > türemiş olması bu gerçeği değiştiremez. Din,
> > belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur ve
> yanılmaz olduğu iddia edilen
> > bir veya birkaç tanrının vahiyleri olan
> > dogmalarından vaz geçemez. Bilim ise sürekli
> olarak gerçeği arayan ve
> > gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bir
>
> > düşünce sistemidir. Bilim, bitmeyen bir
> deneme-yanılma süreci içerisinde
> > daima yanlışları eleyerek hakikate asimtotik
> > olarak yaklaşır. Ancak hepinizin bildiği gibi, tek
> bir ters veri en
> > ihtişamlı teoriyi çöpe atmaya yeterlidir. Dinin
> pek
> > çok dogması bilimin isbatları karşısında bu
> şekilde çöpe gitmiştir. Bugün
> > artıkne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne
> > Nuh Tufanına, ne de Havva ile Adem masalına
> inanmak mümkündür.
> > ´Üniversitede yasak olmaz' diyenlerin,
> üniversitede
> > yanlışlığı isbat edilmiş fikirlerin artık
> kullanılamayacağını ve
> > öğretilmeye devam edilmelerine izin
> verilemeyeceğini
> > anlamış olması gerekir. Bu nedenle coğrafya
> derslerinde düz bir dünya veya
> > fizik derslerinde Aristo fiziği öğretmeye
> > kalkan hocalara izin verilemez.
> >
> > Karşımıza dinin dogmalarını reddeden bilimi
> öğrenmek için geldiğini iddia
> > ederken, o dogmalara bağlı olma sembolünden
> > inatla vaz geçmeyenlerin bilimsel dürüstlük ve
> samimiyetine nasıl
> > inanacağız? Akla açık bir ihanet olan bu
> davranışın
> > temsilcilerini, aklın ve bilimin geliştiricisi
> olan üniversitelerimize
> > nasıl alacağız? Böyle kişilere, öğrettiğimiz
> > bilimi öğrendiklerine itimad ederek nasıl not veya
> diploma vereceğiz?
> > Günün birinde öğrendiklerini, aklı ve bilmi ve
> > dolayısıyla insan uygarlığını boğmak için
> kullanmayacaklarına nasıl
> > güvenebileceğiz?
> > Bu nedenle üniversite tüm dogmatik inanç
> sistemlerini işlevine temel
> > yapmayı reddeder. Onları bilimsel olarak inceler,
> > ancak temsilcilerini üyeleri olarak kabul etmez.
> Militan dogmatiklerin
> > üniversite bünyesine kabul edilmemelerinin nedeni
> > budur. Kimse bize bu açıdan ´bilimperestlik
> yapıyorsunuz' diye bir
> > eleştiri yöneltemez, zira, büyük felsefeci Lord
> > Bertrand Russell'ın dediği gibi, insanlığın
> gerçekten bildiği fakat
> > bilimin bulmuş olmadığı hiçbir şey yoktur. Bir
> başka
> > deyişle, bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi
> kaynağı yoktur.
> >
> > Türban yasağının kaldırılmasını temelde yalnızca
> bu nedenle kabul etmemiz
> > mümkün değildir. Bu konuda ne karşımıza
> > çıkarılacak hukuk sistemleri, ne de dünyadan
> gösterilecek örnekler bizi
> > ikna edebilir (sui-misal, misal olamaz). Bizim
> > düşüncemizin v faaliyetimizin temeli eleştirel
> akılcılıktır. Aklı ve
> > eleştiriyi kabul etmeyen hiçbir sistemi üniversite
>
> > kapısından içeri alamayız.
> >
> > İcab ederse, ülke yöneticileri akıllarını
> başlarına alana kadar o kapıları
> > kapatırız. Bu bizim tarihsel geleneklerimizden
> > gelen hakkımız ve hem insanlığa hem de
> öğrencilerimize karşı görevimizdir.
> >
> > Bu düşüncelerimi muhterem kurulunuza en derin
> saygılarımla arzederim.'
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
marita rumuzlu üyeden alıntı
Sayın commodor1tr,
Sorularını memnuniyetle cevaplama çalışacağım Bakın,rahibelerinde dini gereği kapandığı bilinmekte.Hatta erkeklerin olmadığı ortamlarda dahi.Örn.Rahibe Theresa afrikadaki ,dertlerinden başka birşey düşünmeyen,erkekler farklı gözle bakacaklar diye mi başını açmamıştır?
4)Kadının örtünmesi dinen emredilmiştir.Ama çarşaf ve erkeklerde fes,cübbe....gibi bir mecburiyet yok.Tek belirtilen dar, vücudu saran giysi giyilmemesidir.Bu kadar.Zamana uyarak hoş,yani abes ve hor görülmeyecek şekilde.
Saygılar
Sayın Marita ;
Yazınızın tamamını büyük bir dikkatle okudum yanıtımı aldım teşekkür ederim nezaketinize. Burada alıntı yaptığım iki bölüme kısaca değineceğim diğerlerine yazmakta olduğum yazıda kullanacağım izninizle. Bu arada sizde incelemenizi çalıştırmanızı sürdürürsünüz.
Rahibelerin örtünmesi ile islam dininin bir ilgisi olmadığını sanıyorum kaldıki bugün için çok büyük bir rahibe açığı vardır ve rahibeler günümüzde sadece erotik hikayelerde fantezilerde çok fazla yer tutmaktadır.
Çok daha önemlisi Rahibeler Hristiyan dininin temsilcileridir. Bu bağlamda hristiyan dini ile İslam dini arasındaki temel üç farktan birisini görmekteyiz burada. Rahibeler RUHBAN sınıfının temsilcileridir. İslam da ise RUHBAN sınıfı yoktur. Kur'an-ı Kerim bunu yasaklamış tanrı ile kul arasına kimsenin giremeyeceğini emretmiştir. İslam peygamberi bile bu konuda yetkisizdir. Sadece son yargılama günü Allah tan Müslümanlar için ''Şefaat dileyecektir.'' onun dışında bir şey yoktur. Hristiyanlıkta ise ruhban sınıfı vardır Vaftizden Aforoza kadar kendi inançlarıyla çerçevelenmiş bir yapıdır. Ve çok temel bir farktır. Bu knuyu detaylı incalemenizde yarar var diye düşünüyorum. Zaten hristiyanlarda da rahibelerden başka öyle örtünen yoktur. İşin ilginci rahibe elbisesi giymek rahibe olmayanlara yasaktır....
Fes konusunz gelince ben susayım TBMM si tutanakları konuşsun sizde zahmet buyurup okuyunuz boşuna ki saat yazmamış olayım bakın bakalım bugünkü türbanla bir fark var mıymış ?
Meclis 23 Nisan 1920 de ilk oturumunu yapmış altı gün sonra 29 Nisan 1920 de Bursa mebusu(milletvekili) Operatör Emin bey ile Sinop mebusu Şevket bey bir önerge veriyorlar....Diyorlar ki
'' Uzun harp senelerinin tevlit eylediği birçok buhran arasında bir de bu fes buhranı çıktı...
... yalnız Avusturya'dan ithal ettiğimiz feslerin senede altın tutarı 5 milyon lirayı bulmaktaydı... Diğer yabancı ülkelerden ithal edilen feslerinde maliyetini eklersek her yıl 7-8 milyon liralık bir servetin dışarıya aktığı görülür ki bunun kağıt para olarak karşılığı 40 milyon lira demektir...
... Seltan İkinci Mahmut zamanında adalı Rumları takliden serpuş olmak üzere kabul edilmiş fesin bir milli serpuş niteliği bulunmadığı nazara itibara alarak, ekseri şark ve Müslüman milletlerin öteden beri beri bir serpuş olarak taşıdıkları ve şu son günlerde herkesin seve seve giymeye başladığı kalpağın bir milli serpuş olarak kabul ve ilanını teklif ederiz....''
Bu önerge mecliste okunduğunda alkış sesleri duyulmuşsada büyük bir çoğunluk '' Hayır , hayır , olamaz '' diye bağırmıştır.
Tunalı Hilmi Bey ( Bolu)Fes, Türk'ün ruhuna yerleşmiştir.
Haşim bey(çorum) Esbabını arz edeyim efendim !Fas, Tunus, İslam ahalisi bütün fes giyiyorlar. Hakikat böyledir efendim. Tunus, Cezayir ahalisi araptır. Bunlar hep Müslümandır. ..( Gürültüler) Olmaz efendim katiyen istemem...
Mustafa Taki Efendi ( Sivas ) Efendiler fes gerçi yeni bir şeydir, fakat bugün islam alemi için fes bir alameti farikadır... İslam milletlerine mahsus olan kıyafet, bilhassa Osmanlılar için hususi olan kıyafet bu festir .( Alkışlar evet sesleri... )
Sonuç :
Başkan Takrir(önerge) nazari itibara alınmıyor....
29 Nisan 1920 Meclis tutanakları böyle yani fes bir islam simgesi kabul edilerek kalıyor taki... Kastamonu ya kadar Ama Kastamonu aslında sadece Fes hin sonu olmuyor başka şeylerde getiriyor... Fakat o nu burada anlatmayacağım...
Şimdi sadece yanıtınızdaki bu iki maddeyi bir kez daha düşünür müsünüz ?
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
cetin kardes rumuzlu üyeden alıntı
Sayın deniz yanlış kulvarda yarıştıgınızın farkında degilsiniz sanırım sizin dinci diye tabirlerinizi nasıl yorumlasakki ama benim anladıgım kadarıyla türkiyede oldugumuz için ve müslümanlık dinine baglı insanların fazla olmasından giderek yine yazınızdaki serzenişte bulundugunuz kişileride inceleyince müslümanlardan bahsettiginiz kanati agırbastı ve size tavsiyem baltayı taşa vurmamak için din fikir teori gibi eleştirebilecek ne olursa olsun lütfen eleştirmeden önce tezinize iyi calışmanızı tavsiye ederim dünyadaki insanlar dinli veya dinsiz herbiri hürmete deger varlıklardır dünya degerleri ile hepsi aynı deger ve derecededir bir insana veya topluma dinci demek sizin usubunuzu tahlil edecek olursak sanki onları aşagılama hakir görme aşagılama anlamları cıkarki insana yapılacak en büyük haksızlık oldugu kanısındayım..Saygılarımla..tüm güzel günler türkiyenin olsun
Sayın cetin,
Anladığınız kadarıyla yorum yaparsanız Sizde Sayın Denize sitem ettiğiniz ölçülerde tekrar etmiş olmaz mısınız?
Din nedir sorusu gündeme geldiğinde maneviyat ilişkisi akla gelir,
Bu Bilim ele aldığı ve ele almasına rağmen Tartışılamaz kabul ettiği yani mutlak olgudur
Lakin insanoğlu ne yazık ki sadece maneviyata sahip olsaydı melekten farkı ne olurdu?
yada sadece mantık olsaydı din olur muydu?
**
Türkiyedeki din kavramına ve dinci tanıma dikkat çekmek adına;
Hz.Muhammed demiştir ki "diniz zorlaştırmayın(yorumlamayın)
Ama biz ne yaptık(insanoğlu olarak) ;
M.Akif ERSOY "Biz dini bu hale getirdik;Dinde bizi bu hale! "
Ve sonuç;
Elazığ valisi " Bu ülkenin %99'u müslüman...Ama %60'ı hırsız!"
**
Efendim Din Zamanın her döneminde Silah olarak kullanılmıştır..
Bilim adamları toplanıyorlar Ve Atom Bombasının mimarı A.Einstein'e hitaben bildiri yayınlayıp Einstein'in son günleri yasadığı günlerde imzayı attırıyorlar altına (Einstein manifestosu)
Oysa ki Atom bombasından ölenler ,Din kavgaları yüzünden ölenlerden daha azdır
***
İşte Dincilik bu noktada doğuyor..İnsanoğlu Dini Mantıkla Tanımlamaya kalkıyor Ve burada Çıkar amaç olarak güdülüyor
Türkiyede eğitim sistemi kasıtlı olarak ezbere dayalı olduğu içinde Laiklik denildiğinde size "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" Cümlesini ezberlediği kitaptan harfiyen Aktarıyor
Yanılmıyorsam F.Dağlarca "Sökemeyiz ki biz ,daha ilkokul Harfi öğretilemeyenler"
Sorun bakalım kaç kişi Burada ne demek isteniyor Sorusua cevap verecek?
***
İmzamda Yine Dağlarcanın kızılırmak adlı siiri var
"öyle dalmış ki
yüzyıllar süren uykusuna
Uyandıramazsan
Uyanacak değil"
Uyandırmak isteyenler olmadı mı?oldu 68 kuşağı dediğimiz aydın kuşak Halkın daha bilmediği komunizm adı altında Yakıldı,Hırpalandı,hapse atıldı,İdam edildi
Diyemediklerini bombaladı,suikasta maruz bıraktı,sahip çıkmadı
**
Bu ülke'nin çıkarına birşey yapıldığı söyleniyor ve toplumun %47+(benzeri olusumlar) 'si buna destek veriyorsa biliniz ki bunlar ne Özgür insanlardır,ne aydınlardır,Nede vatanSeverlerdir
Dindar;Dinini maneviyatında çıkarsız yapan,hoşgörü ağırlıklı amacı mutluluk olan olgu
Dinci ; Dini yorumlayan ve yorumladıkça kendi çıkarları ölçüsünde Kullanan ve siyaset yapan,silah amacı güden
**
Saygılar
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
TÜRKİYE Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’nın (TESEV) mali desteğiyle Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Binnaz Toprak ile Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun yaptığı araştırmaya göre Türk kızlarının üniversiteye gitmemesinin en büyük nedeni yüzde 29.8’le ÖSS’yi kazanamamak. Türban ise yüzde 1’le listenin son sırasında yer aldı Türkiye’nin haftalardır hummalı olarak tartıştığı, siyasetin kilitlendiği türban konusunda 2004 yılında yapılan bir araştırma ilginç bir gerçeği ortaya çıkarıyor.
TESEV’in 2004 yılında 1557 kadın ile 993 erkekle yaptığı araştırmaya göre, ülkemizde gençlerin liseden sonra üniversiteye devam etmemesinin en büyük nedeni üniversite sınavını kazanamamak. Lise mezunu erkeklerin yüzde 28.00’i ve kızların yüzde 29.8’i ÖSS’yi kazanamadıkları yüzünden üniversiteye gitmediklerini açıklarken, genç kızların yüzde 14.6’sı da evlenip okulu bıraktıklarını bildirdi. Araştırmayı yapan Prof. Kalaycıoğlu, araştırmanın sonuçlarını yorumlarken Türkiye’deki kadınların statüsünü belirleyen iki faktör olduğunu belirtiyor ve şöyle açıklıyor: “Bunlardan biri yoksulluk, ikincisi insanların aşırı derecede muhafazakar olması.”
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Türban laikliğe neden aykırı olsun bunu bir türlü anlamıyorum. Laiklik nedir? Klasik bir tanımla,din ve develet işlerinin birbirinden ayrılması yani devletin belli bir dini olmaması ,devletin bütün dinlere ve dinsizliğe eşit uzaklıkta olması... Devletin sınırları içerisinde yaşayan herkesin inandığı dinin gereklerini yerine getirmesini saglamakta laikliğin gereklerindendir. Burada açıklanması gereken iki kavram var birisi türban digeri laiklik. laiklik genel anlamda yukarıda açıkladığımız gibi. Türban ise bana göre başörtüsünün daha modern halinden başka birşey değildir. Daha çok örtü takan elit kısımkarın ve gençlerin tercihidir.Yoksa evindeyken başörtüsü takan kişi (bu arada başörtüsü ile türban arasındaki farkıda açıklamak gerekir: Türbanda başörtüsünden farklı olarak bir de işin içinde iğne vardır) neden bir düğüne veya herhangi bir sosyal ortama gidecek olduğunda türban takar? Daha modern ve şık görünmek için mi yoksa ben A partisine yada B partisine üyeyim demek için mi? Buradanda anlaşılacağı üzere türban laikliğe aykırı değil hatta ve hatta laikliğin gereklerindendir. Bu ülke laik olmak istiyorsa türbanı kamusal alanlarda serbest bırakmalıdır. Çünkü laiklik bütün dinlere eşit olmayı gerektirir ve insanların inançlarını serbestçe yaşamasını sağlamayıda bu hangi inanç olursa olsun...
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Türkiyenin en önemli bilim kadınlarından,sosyal-psikoloji nin duayeni Prof.Dr.Çiğdem Kağıtçıbaşı diyor ki:
''Türbanın Türk kızlarının başına geçmesinin kısa bir zaman içerisinde gerçekleşmesi, bilimsellik ve sosyololojik açıdan imkansızdır...
Çünkü kültürün büyük bir devamlılığı vardır ve toplum,sosyolojik olarak kendi kendine yavaş değişir...Dünyanın hiç bir yerinde kendi haline bırakılan bir toplum birkaç on yılda değişmez...
Bu ancak sosyal politikalarla yapılabilir...Türkiye'de türbana geçiş de bütün o liberallerimizin bildiğinin aksine,tabandan yukarıya doğru yavaş yavaş olmadı...Toplumda olan başörtüsüydü,yemeniydi vs'ydi ve onlar vardı zaten...
BU DEĞİŞİM TEPEDEN İNME oldu...
Ve bu değişim kırlardan ve küçük şehirlerden gelmedi...Değişim radikal bir biçimde büyük şehirlerde başladı...''
Laik Cumhuriyeti kuranların bunu Jakoben bir yöntemle yaptıklarını biliyoruz..
Ancak şimdi bilim;
Kendi kafalarına cinsiyetleri nedeniyle , antilaisizmin bayrağı türbanı takamayan karşı devrimci erkeklerin...Bu siyasal simgeyi kızların başına geçirererek II.Jakoben Devrimi gerçekleştirmek üzere olduklarını söylüyor...
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Maalesefeki kocaaa Türkiyemde öğretmenlerım atanamazken türban acaba unilere gırsınmı girmesin mi tartışmasındayız.Türban zaten Unilerdeydı ,üstüne perukla çok da şık oluyordu:) artııı türban yasağı kalksın ne olurki kaç tanesı ÖSS de yeterlı puan alıp gırecek sanıyorlar.2 mılyonu gırıp bunun 400 bını ıyı kotu yerlere yerleşırken yuzde kaçı türbanlı olabılırkı.zaten puanı yeten,zeki tipler turbanı bahane edipmi kayıt yaptırmıyordu sanıyorsunuz.Puanı yuksek olanlar turbanını takıp bir şekılde kampuse de gırıyordu(peruk vs..) ÖSS yi kazanamayanlarda 'ayy bizim turbanımız vardı ondan almıyorlar nasılsa' dıyerekten kapılarda eylem yapıyordu.
Siz bır de Florya da .URC kolejine uğrayın .turban nerelere kadar girmiş görün
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
SEYREALEM1 rumuzlu üyeden alıntı
Maalesefeki kocaaa Türkiyemde öğretmenlerım atanamazken türban acaba unilere gırsınmı girmesin mi tartışmasındayız.Türban zaten Unilerdeydı ,üstüne perukla çok da şık oluyordu:) artııı türban yasağı kalksın ne olurki kaç tanesı ÖSS de yeterlı puan alıp gırecek sanıyorlar.2 mılyonu gırıp bunun 400 bını ıyı kotu yerlere yerleşırken yuzde kaçı türbanlı olabılırkı.zaten puanı yeten,zeki tipler turbanı bahane edipmi kayıt yaptırmıyordu sanıyorsunuz.Puanı yuksek olanlar turbanını takıp bir şekılde kampuse de gırıyordu(peruk vs..) ÖSS yi kazanamayanlarda 'ayy bizim turbanımız vardı ondan almıyorlar nasılsa' dıyerekten kapılarda eylem yapıyordu.
Siz bır de Florya da . URC kolejine uğrayın . turban nerelere kadar girmiş görün
Bu kadar güzel bir açıklama hatırlamıyorum bu konuda. Olaya bu şekilde baktığımız zaman ortamı germenin ne kadar manasız olduğu daha açık şekilde görülüyor.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı
... yalnız Avusturya'dan ithal ettiğimiz feslerin senede altın tutarı 5 milyon lirayı bulmaktaydı... Diğer yabancı ülkelerden ithal edilen feslerinde maliyetini eklersek her yıl 7-8 milyon liralık bir servetin dışarıya aktığı görülür ki bunun kağıt para olarak karşılığı 40 milyon lira demektir...
Bunu düşünürken benim aklıma başka bir şey geldi.
Şapka devrimiyle ithal ettiğimiz şapkaların maliyeti.
Eminim commodoretr bunun hakkında da bir araştırma yapmıştır.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Türban protostalarında depremi ima ederek 7.4 yetmedimi diye pankart taşıyan türbanlı kıza
Gani Müjde'nin yanıtı...
7,4 Yetmedi mi ?
Bir hafta önce türban protestoların sırasında '7.4 yetmedi mi?' pankartını açan sevgili kardeşime seslenmek
istiyorum bugün... 20 bin insanın acısı ve cenazesi
üzerine politika yapmaya kalkan 'o güzel insana'
bir çift sorum var. Ey mantosu uzun,aklı kısa kardeşim benim. 7.0 yetmedi mi?
Senin okuduğun gazeteler yazdı mı bilmiyorum ama Amerika'nın,hani o gavur ve Hıristiyan Amerika
Birleşik Devletleri'nin,hani o Siyonistlerle iş birliği yaptığı için her yerde bayrağını yaktınız
ABD'nin Los Angeles şehrinde 7.0 büyüklüğünde bir deprem oldu bacım...
Neredeyse bizimkine yakın bir deprem. Bizde ayni şiddetteki bir deprem 20 bin kişi ölup
20 bin kişi sakat kalırken,gavur,Hıristiyan ve Siyonist dostu Amerika'da sadece 2 kişi
yaralandı güzel ablam. Şimdi türbanlı başını ellerinin arasına alıp düşünüyor musun acaba?
Sakaryagibi muhafazakar bir bölgede Allah binlerce Muslumanı öldürerekcezalandırıyorsa eğer,Hıristiyanlara ve Siyonist dostlarına niye kıyakgeçiyor?
Seks shoplarıyla,porno filmleriyle tüm dünyaya 'seks','uyuşturucu' ve 'günah'
ihraç eden bu ülkenin Allah katında ayrıcalığı ne olabilir ki güzel annem?
Oysa adım gibi eminim Sakarya'da,Gölcük'te hayatlarını kaybedenlerin çoğu ölmeselerdi eğer
sabah ezanı ile birlikte camilerin yolunu tutacaklardı.
Üç aylarda oruç tutacak,Ramazan'da devrilmeyen minarelerin ışıklarıyla birlikte
senin ağzına adı bile yakışmayan Allah'ın adı ile birlikte oruçlarını açacaklardı.
E nooldu şimdi? 7.0 yetmedi mi güzel ninem? Eğer her coğrafya olayını,her doğal afeti
bilimin ve aklın süzgecinden geçirmeden böyle yorumlarsan bu ülkenin yarısı her deprem felaketinden
sonra dinsiz olur güzel hala kızım...
Fay hattında 10 katlı binalara izin veren şapşal belediyecilik anlayısını,deniz
kumundan
inşaat yapan edebiyatçı muteahitleri,depreme dayanıklı konut üretme çabalarını,
hırsızları,uğursuzları bir kenara bırakıp her şey ilahi kudretin intikamı olarak
açıklarsan bu deprem 10 yıl sonra gene aramızdan binlerce 'dinsizi' alır gider güzel amca kızım..
. Beynin var mı bilmiyorum,betonların altında inleyerek can veren 20 bin insanı,kadını,çocuğu
ve bebeği bir kalemde günahkar diye silip atan kuş beynini
türbanın altında görmek mümkün
olamıyor cünkü ama bence bu yazıyı oku ve bütün gece uyumadan düşün.
Allah'ın kullarına böyle cezalar verebileceğini hala düşünüyorsan da git Hıristiyan ol...
Çünkü senin bu mantığına göre Allah onları daha çok seviyor. 'Gavurlar' hem senden
daha zengin,hem de evleri tepelerine yıkılmıyor.
Gani MUJDE
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Kadınların tek özgürlüğü türban takmak mı? Başka özgürlükleri olamaz mı? Madem din tek referans oldu artık. (Laikliği benimsiyorum diyenleri bile buna alıştırdılar. Şaka maka derken. Her konuda düşünceler Kuranla desteklenir oldu. Cemaat toplantılarında yerlere yatıyorlardır gülerken. Gülen bile bu kadar atıf yapmıyordur kitaba....)
Örnek mi? Aşağıda başka bir özgürlük talebi var!!!
Kumalı yaşam hakkımı kimse elimden alamaz. Kocam ikinciye evlensin. Evliliğin sorumluluklarını tek başına taşımak istemiyorum. -Dört çocuğun ikisini o doğursun. Her gece dayak yemek istemiyorum. Bir gece beni bir gece onu dövsün. Ev işi yemek ve bilumum kadınlık görevlerimi! paylaşma hakkım var. Özel hayatıma kimse karışmasın. Vallahi kamusal alana da girmeyiz hep beraber. Bir o gider doğuma hastaneye bir ben. Lütfen özgürlüğümün önündeki engeli kaldırın!!!
ozgürlüksavaşcısı
Alıntıdır
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
myimran rumuzlu üyeden alıntı
Bunu düşünürken benim aklıma başka bir şey geldi.
Şapka devrimiyle ithal ettiğimiz şapkaların maliyeti.
Eminim commodoretr bunun hakkında da bir araştırma yapmıştır.
Sayın myimran ;
İki iletinizinde sadece benim yazılarıma olması beni sevindirdi diyemeyeceğim çünkü ben genelde karşı bile olsa akla mantığa uygun bir itiraz önerme çıkarım beklerim.
İletiyi iyi okuduysanız alıntı yaptığınız bölümü benim siteye yazmam dışında benim değildir. TBMM tutanaklarıdır. Bu sözünüzün muhattabıda bu sözü eden kişilerdir. ( Emin ve Şevket beyler ) Keşke orada olsaydınız da bu soruyu zat-ı aliniz direk onlara sorsaydı.
Kaldıki bu site armut piş ağzıma düş sitesi değildir. Bir zahmet langır lungur yazacağınıza onuda siz araştırıverin bizde sizin bir araştırmanızdan yararlanalım...
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Türbana serbestliği eskiden buyana savunan bir köşe yazarının ilginç endişesi..
13.02.2008 - MİLLİYET
Taha AKYOL Objektif
Çankaya ve türban
CUMHURBAŞKANI Sayın Abdullah Gül'ün üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldıran anayasa değişikliği konusunda nasıl bir karar vereceğini bilmiyorum. Fakat dünkü gazetelerde bir açıklaması var:
"Kaygıları dikkate alırım... AB üyesi Türkiye'de bu kaygılar kendiliğinden kalkar!"
Bu konuda Sayın Gül'e hitaben görüşlerimi yazmak istiyorum.
En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Evet, "kaygıları dikkate almak" gerekiyor.
Türban ya da başörtüsü yasağı konulduğu günden beri karşı çıkıyorum. Bu yasağın hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmadığını, sadece pozitivist hurafelere, gardırop ilericiliğinin önyargılarına dayandığını söylüyorum. Zaten yargının yasak kararlarının hiçbirinde tek bilimsel araştırmaya atıf yapılmamış, malum önyargılar tekrarlanarak ve parlamentonun yetkisine tecavüz edilerek bu yasak konulmuştur.
Benim endişelerim
Yasak, tanım sınırlarını da aşarak uygulanmış, anneler kızlarının diploma törenlerine alınmamıştır. Prof. Kemal Gürüz, "Yasak öğrenciler içindir, üniversite giriş sınavına giren gençler öğrenci değildir, yasak kapsamına girmez" diye doğru bir yorum yaparken, ertesi yıl, bahçelerde bile yasak uygulanmış, çok gözyaşı döktürülmüş, çok gencin hayatı karartılmıştır.
İnsaf ve merhamet duyguları rafa kaldırılmış, gencecik kızlara iç düşman muamelesi yapılmıştır.
Türban yasağının kaldırılması değil, bu şekilde uygulanması bir zorbalıktır.
Bunları "bilgi" olarak bilen, "vicdan" olarak hisseden ve yıllardır mücadelesini veren bir yazar olarak, Sayın Gül'ün bu anayasa değişikliğini onaylamayıp Meclis'e geri göndermesini gerekli buluyorum!
Çünkü gerilimin büyümesinden endişeliyim! Gözü dönmüş fanatiklerin her türlü provokasyonu yapabileceklerini hissediyorum! Gerilim tırmandıkça çatışmaya yönelmesinden kaygılıyım!..
Dahası... Böyle bir "McCarthy'ci ortam"da yargının rahat ve vicdani karar vermekte zorlanacağını düşünüyorum. Hukuk tarihimizde örnekleri az değildir; özgürlüğü genişletelim derken daha da daralmasından, reformların bile çıkmaza girmesinden ciddi olarak endişe ediyorum.
Özgürlükçü bir gerekçeyle
Hayrünnisa Gül Hanımefendi'nin başörtülü olması, bu yasayı Meclis'e geri göndermeyi zorlaştırmaz, aksine kolaylaştırır. Çünkü bu merhametsiz yasağın kalkmasını isteyen yüzde 76'lık çoğunluk, böyle bir vetoyu "düşmanca bir tavır" olarak görmeyecek, ciddi siyasi sebeplere, gerekçelere dayandığını takdir edecektir.
Üniversitede başörtülü kızların da bilim öğrenmesinin laikliğe aykırı olmadığını, liyakat dışında hiçbir sebeple üniversite öğreniminin engellenemeyeceğini belirten özgürlükçü bir gerekçe... Aynı zamanda Türkiye'de geniş bir kesimde derin kaygılar uyandığına dikkat çekerek, bu kaygıları giderici ek düzenlemelerin yapılmasını ve reformların hızlandırılmasını tavsiye eden siyasi bir gerekçe...
Birçok yazar ve akademisyen "Üniversitede yasağa karşıyım ama bu şekilde kaldırılmamalı" falan demiyor mu? Onların da katılımına imkân verecek bir gerekçe...
Özgürlükçü laiklik anlayışını bilimsel literatüre geçirecek tarihsel bir gerekçeyle bu yasayı Meclis'e göndermek ülkeye de özgürlükçü demokrasiye de zaman içinde büyük kazanç sağlayacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın dikkatine sunuyorum.
t.akyol@milliyet.com.tr
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
****Mustafa Kemal’in şapka devriminden çok önceleri (7-8 Temmuz 1919), Erzurum ve Sivas Kongresi arasında Mazhar Müfit ile bir mülakatı bize, şapkakonusundaki görüşlerini yansıtır. Erzurum Kongresi sona erdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları her gün ve her gece bir araya gelerek yapılan çalışmaları değerlendiriyor, Sivas Kongresine sunulacak belgeleri hazırlıyorlardı. Yine böyle bir gece Gazi Paşa ile İbrahim Süreyya Yiğit, baş başa vermiş çalışıyorlardı. Paşanın aklına Mazhar Müfit geldi. Emir eri Ali ile haber gönderip onu da odasına çağırttı. Bir ara Süreyya bey, Paşaya şöyle bir soru yöneltti: “ Paşam, başarıya ulaştıktan sonra da iş bitmiyor. Memleketin sonsuza dek çalışmaya ve devrimler yapmaya ihtiyacı var. Neler yapmayı düşünüyorsunuz ?' Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit’e, gidip odasından not defterini getirmesini söyledi. Sonra da, 'Şimdi not et bakalım', dedi. 'Ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin.
Şartım bu. Önce tarih koy: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Şimdi yaz:
Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.'
Bunu duyunca Mazhar Müfit’in kalemi elinden düştü. Paşa, 'neden durakladın?' diye sordu. 'Darılmayın ama Paşam, sizin de hayalperest yanlarınız var.'
'Bunu zaman tayin eder, sen yaz.
Beş: Latin harfleri kabul edilecek.'
'Paşam yeter, yeter. Cumhuriyet ilanını başaralım, üst tarafı kolay.'
Mazhar Müfit, bundan sonra defterini kapayarak koltuğunun altına aldı ve ayağa kalkarak, 'Paşam sabah oldu', dedi. 'Siz oturacaksanız hoşça kalın.'
(Kaynak:Hıfzı Topuz-Gazi ile Fikriye)__________________________________________ ___
Saffet Arıkan, anılarında, Atatürk’ün şapka devrimini Kastamonu’da gerçekleştirme kararını ve bunun sebebini kendi sözleriyle şöyle özetliyor: 'Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar,,, ya üniformayla veya fesli, kalpaklı sivil elbiseyle görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, Türkiye beni öyle görür, yadırgamazlar. Üstelik, bu vilayetin hemen hepsi, asker ocağından geçmişlerdir, itaatlidirler, munistirler. Bunun için şapkayı orada giyeceğim.' der
__________________________________________________ ____
24/08/1925 İnebolu/Kastamonu
"İşte takke, üzerinde fes, onun üstünde de ağbani sarık…
Bunların hepsinin ayrı ayrı parası yabancılara gidiyor.
Bunu söylemekten maksadım şudur: Biz her açıdan medeni insan olmalıyız.
Çok acılar gördük, bunun sebebi dünyanın durumunu anlayamayışımızdır. Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz.
Bütün Türk ve İslam alemine bakın. Zihniyetlerini fikirlerini medeniyetin emrettiği değişim ve yükselişe uydurmadıklarından ne büyük felaket ve ıstırap içindedirler.
Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en nihayet son felaket çamuruna batışımız bundandır.
Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak, bu, idaremizdeki değişimdendir.
Artık duramayız, ne olursa olsun ileri gideceğiz, çünkü mecburuz.
Millet açık olarak bilmelidir:
Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız kalanı yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz ailede layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu koruyup sürdüreceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır!
Efendiler, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı medenidir.
Tarihte medenidir, gerçekte medenidir.
Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi size diyorum ki;
Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır;
Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla, medeni olduğunu göstermek zorundadır.
Kısacası medeniyim diyen Türkiye’nin gerçekten medeni olan halkı baştan aşağı dış vaziyetiyle de medeni ve olgun insanlar olduklarını fiilen göstermek zorundadırlar.
Bu son sözlerimi açıkça ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolayca anlasın. Bu açıklamalarımı, bir sualle yöneltmek istiyorum, soruyorum:
Bizim kıyafetimiz milli midir?
O halde kıyafetsiz bir millet hiç olur mu?
Arkadaşlar, böyle nitelendirilmeye razı mısınız?
Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak aleme göstermekte mana var mıdır? ve
'bu çamurun içinde cevher gizlidir fakat anlayamıyorsunuz'? demek isabetli midir?
Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak gerekli ve doğaldır.
Cevherin korunması için bir kutu lazımsa, onu altından veya platinden yapmak gerekmez mi?
Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt caiz midir?
Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına alıklığına hükmetmekte hala tereddüt mü edeceğiz?
Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur.
Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir.
Onu giyeceğiz.
Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta 'siperi şemsli serpuş', bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine 'şapka' denir.
Şapkaya itiraz edenler vardır.
Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz?
Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve hahamlarının özel kılığı olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler???'
__________________________________________________ _______________
1 Eylül 1925 te Ankara'ya dönen Mustafa Kemal, 2 Eylül 1925'te Bakanlar Kurulunu toplayarak üç önemli kararname çıkartır,
1. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kararname,
2. İlmiye sınıfının kılığına ilişkin kararname,
3. Devlet memurlarının kılığına ilişkin kararname
25 kasım 1925 te TBMM de *Şapka Kanunu kabul edilir.
__________________________________________________ ___________
'Şapka giydirdim anlasınlar ki insan,
kisve ile din değiştirmez ve dini, herhangi bir kisveye alet etmez!
Kısa bir zamanda bunu anlayacaklardır.
Din ile kisvenin farkının ne olduğunu idrak edeceklerdir. Ben bu hesapları bir *gardrop mevzuu üzerinde duracak kadar basit görmüş veyahut üzerinde durarak, onu inkılap kabul etmiş bir insan değilim.
Şapka giydikten sonra bu iş ayrı, o iş ayrı diyecekler.
Anlayacaklar ki, şapka giymekle kimse dinini değiştirmez..."
Mustafa Kemal ATATÜRK
__________________________________________________ ____________
Alıntı:
myimran rumuzlu üyeden alıntı
Bunu düşünürken benim aklıma başka bir şey geldi.
Şapka devrimiyle ithal ettiğimiz şapkaların maliyeti.
Ahalinin aklına biri devenin boynunu sokmuş, 'neden eğri' diye, bir türlü çıkamamışlar işin içinden, eh bari devenin bi kendine soralım en iyi kendi bilir demişler, neticede bir deve bulup sormuşlar..,
Boynu eğri olan deve de 'Nerem Doğru ki?' deyince ahali donup kalmış,
Deve'nin ahaliye verdiği 'bakmakla / görmek' arasındaki farkın 'anekdotu'dur bu deyim,,,
REALİTE'NİN ucunu, kenarını, zihnine sokulanı bilmenin kafi olduğunu sananların 'realite' yüzleştikleri an'ın fotoğrafıdır,
Hatta işine geldiği gibi bir mevzuyu evirip çevirebilmenin ve ahalinin fikrine
'şu devenin boynu neden eğri' merakını sokabilmenin, böylece günler günler boyunca baştansona bir deve resmini zihninde canlandırmayı bir 'an' bile akıl edemeyen kitle yaratılabilirliğin 'anonim' öyküsüdür....
Türban gündeminin her daim
a) fikri sabit tarafları olmuştur,,,keskindir..,mesele kadın başörtüsü/türban 'ismi' ile anılsa da..,çözüm Cumhuriyet'in temel unsurlarına müdahale ile sağlanmıştır.
b) Güncel Ahali 'devenin boynu neden eğri' diye düşünedurmuyor artık, cevabı dahi aramıyor, biliyor ki 'Allah öyle buyurmuş'
Bu yüzden hatta Türban için bu kadar kıyamete ne luzüm var, kızlar başını örtmek istiyor, örtsünnn
'islam böyle diyor', 'Allah'ın emri' fikrinde...
Türbana anayasal referans vermek..., türban'ın sokakta, markette, cafede, hasta ise hastanede, anne ise çocuğunu götürdüğü okulda, müracaatı/muamelesi var ise kamu kuruluşlarında, düğünde, dernekte, cenazede, üniversite öğrencisinin ebeveyni ise kampüste ÖZGÜRCE dolaşmasının kendi politikalarına, yaratmak istedikleri Türkiye modeline kifayetsizliğinin TELAFİSİDİR.
Banko'dur, gerekçe.., eğitim HAKKI'dır. Ve 'değişmeyen tek şey değişimdir'
Eğitim 'anlık' bir tatmin sağlayıcısı, kullan unut bir faaliyet değildir..,
Eğitim.., bir maliyet'tir aynı zamanda. Maddi, manevi ve hatta süre olarak kişisel maliyeti vardır. Eğitimin 'kurumsal' icrasından doğan kamusal ve sosyal maliyeti de vardır.
Bugün HİÇBİR ÜLKE HÜKÜMETİ Ortalama bir oranından hiç bir zaman faydalanamayacağı, mesleki bilgi ve birikimini vatandaşının lehine sunamayacağı,
öğretmen, doktor, hakim, savcı, vali, hemşire, mühendis, memur, hizmetli olarak işe alamayacağı yasalarla sabit iken böylesi bir 'macera'ya önce ülkesini sonra da kendi siyasi kişiliğini alet etmez.
Bugün Eğitim hakkı'na kavuşanlara görevimiz yarım kaldı. Hak bir ayakları felç doğdu,,,tedavisi yapılmalı...,üniversetelerde eğitim gören ve mezun olan herkes 'aynı' işe başvurma hakkı'na da haiz olmalı.
Üstelik diplomasını meşrulaştırdığınız bir meslek sahibinin, mesleğini icra etme alanlarını kısıtlamak bence de hak ve hukuka açık tecavüzdür.
Eğitim HAKKI TANINMIŞTIR. Eğitim hakkı 'çıplak' bir hak değildir. Eğitim hakkı.., öncelikle müracaat ettiği eğitimin kendisine kazandıracağı kimliğin, statünün, görevin gerekliliklerini idraki ve kabulü, özel fikri ve vicdani kişiliğini
sirayet ettirmeme kabiliyetini, bilincini ve olgunluğunu uhdesinde barındıran bir haktır. HAK'ların kudreti kadar kuvvetli MESULİYETLERİ vardır.
Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Atatürk'ün hem Cumhuriyet, hem Ulus vizyonu ile
(ki Türk Ulus'unun fikri, kültürel, ahlaki, ilmi, idari yapılandırılmasına hedef aldığı olmaz ise olmaz ölçüt çağdaşlıktır)
Devleti temsil etme yetkinliğine, Legal ve demokratik üstelik alternatiflerinden hayli yüksek bir tercih oranı ile sahip olan siyasi parti'nin, örgütü'nün, sponsorları'nın vizyonu çok büyük farklılıklara sahip,,,
Atatürk'ün Türkiye Vizyonu açıktır,
Misyonu'nu;
Tüm adımlarını, ilkelerini, yasaları, devrimleri, idealleri, gerçekçi, dürüst biçimde ortaya koyma ve Millet'e izah etme mükellefiyetinin idrakinde, çağdaşlık ısrarında, ülkeye ve millete az zamanda çok yüksek bir atılım yaptırarak gerçekçi bir ikna tercihinde oluşturmuştur.
AKP hükümeti'nin VİZYONU HEM ALENİ HEM ZİMNİ karakterlidir,
Genele mutaf açıkladığı Hedefleri, ilkeleri ile..,
stratejisi ve misyonu çelişkilidir.
(hitap etmeyi tercih ettiği kitle/kamu hizmetlerini ve *Yasama*yürütme*yargı vazifelerini arz etmekten aleni/tehditkar beyan ve eylemlerle imtina ettiği kitle)
Bugün..,
AKP'nin Türkiye Vizyonu hala ve hala demoktatik, hak, hukuk aksesuarları ile betimlenmeye çalışılsa da..,
Atatürk'ün Türkiye Vizyonu'na aykırı adımlarını Devrim Yasalarına müdahale ederek atmayı tercih eden icraatleri, çoğalması için her türlü imkanı seferber ettiği ve sonuçlarını test ettiği türban'landırdığı kafa adedi, ulusal ve global medya'ya yansıyan Türkiye resimleri, yasama organının ülkeye verdiği yasal şekli, yürütme organının kadrolarının oluşturulmasındaki siyasi önceliği, demokrat devlet erk'inin olmazsa olmaz üçüncü ayağı olan ve Devlet'in 'hukuk' ehliyetine sahipliğini tescil eden yargı organını Millete şikayeti, Yargı ile Millet arasında husumet yaratma gayreti ile rotamızın AKP TÜRKİYE'Sİ'ne yöneldiği kat'i bir gerçek...
ve..,
BİR HAK'KI koşulsuz şartsız, Hak'kın özündeki mükellefiyetleri de anayasa ile muaf kılarak 'erk' haline getirmek, bu hak'kı varetmek için Cumhuriyet'in temel ilkelerini feda etmek İhtilal'dir.
-
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
1.Yargıtay: "Türban laikliğe aykırıdır" derken;
(YARGITAY BAŞKANI: ERKLER UYUMLU ÇALIŞMALI
Cumhuriyeti korumak Yargıtay'ın görevi
Anayasa Mahkemesi'nden hiçbir üyenin katılmadığı törende konuşan Yargıtay Başkanı Arslan, "Cumhuriyeti, kazanımlarını, Atatürk ilke ve inkılaplarını korumak konusunda her kurum ve her yurttaş kendisini görevli saymalıdır" dedi.7.Eylül.2007)
2. Uysal olmayan koyunlar "türban laikliğe aykırı değildir" diyor.
Ben vatandaş olarak, hukukun üstünlüğü ilkesinden görevli ve sorumlu tutulmuş Yargıtay'ın kararına inanıyorum.