-
Re: Ergenekon Notları
ERGENEKON'A DOĞRUDAN TERÖR ÖRGÜTÜ DENİLEMYECEK
''Ergenekon'' davasına bakan Mahkeme Heyeti, daha önce aldığı, yazılı ve görsel basında ''iddia olunan Ergenekon terör örgütü'' tabirinin kullanılması kararını yineledi.
Devamı: http://www.guncelhaber.com/haber-261278.htm
-
Re: Ergenekon Notları
Ergenekon davasının ikinci iddianameyle birlikte “darbe girişimleri”ne odaklanması, “Ergenekon davasının esas dayanağı Tuncay Güney’dir” cambazlığını iyice açığa düşürdü. Tuncay Güney’in, darbe girişimlerinde figüran bile olmadığını, bu girişimlerin iki temel belgesinde (Darbe Günlükleri ve Mustafa Balbay Günlükleri) adının hiç geçmemesinden kolaylıkla anlayabiliriz. Zaten Güney, darbe girişimlerinin kuvveden fiile geçtiği 2002 sonrasında Türkiye’de bile değildir.
Aslına bakarsanız, “Tuncay Güney’in ifadelerinin davanın temel dayanağı” olduğuna dair iddia, Ergenekon davasının özünün “darbe girişimleri” olduğunun henüz ortaya çıkmadığı “birinci iddianame” döneminde dahi geçersizdi. Bu iddia, o zaman da yalana dayalı bir propaganda taktiğinden ibaretti.
Açın bakın: Birinci iddianamede henüz Tuncay Güney’den (yani soruşturmanın sözde “asıl dayanağı”ndan) hiç bahis yokken, savcılık, elindeki bulgularla “Ergenekon isimli terör örgütüne ulaşıldığını” söylüyor, ardından da “Konu ile alakalı olarak geçmişte herhangi bir soruşturma yapılıp yapılmadığına dair İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yazı ile sorulmasına” karar veriyor. Sonrasını biliyorsunuz...
Yani, birinci iddianame günlerinde dahi Ergenekon soruşturmasının asıl dayanağı Tuncay Güney değil Ümraniye bombaları ile Cumhuriyet Gazetesi’ne ve Danıştay’a yapılan saldırıları izleyen soruşturmada elde edilen bulgulardır. Savcı, bunlarla belirli bir sonuca ulaşmış, ardından konuyu Emniyet’e sorunca da oradan Ergenekon örgütlenmesinin temel belgeleri gelmiştir.
Al sana “asıl dayanak”
Tuncay Güney’i her gün bir televizyon kanalında izlediğimiz günlerde, onun rolü hakkında şöyle yazmıştım:
“Dikkat edin, ‘Ergenekon fasa fisodur’cuların sesi en çok Tuncay Güney konuşmaya başlayınca çıkıyor. Bu çevreler, Güney’in dengesiz ruh halinin, sahnede olmaktan mutluluk duyduğu her halinden belli kişiliğinin ve enformasyonla dezenformasyonu harmanlayıp sunma yeteneğinin ortaya çıkardığı paketin kıymetini çok iyi takdir ediyorlar ve bu imkânı sonuna kadar kullanıyorlar. Hiç şüphesiz, Ergenekon’un ‘asıl dayanağı’nın ne olduğunu onlar gayet iyi biliyorlar, fakat bütün akıllı insanlar gibi baş edemeyecekleri hakiki dayanakları değil, kendi ilan ettikleri ve kurguladıkları sözde dayanakları topa tutuyorlar.”
Geçen hafta, Güney’in 2001’deki ifadesinin işkence altında alındığına dair ciddi şüphelerin ortaya çıkmasıyla birlikte bu zevata yeniden gün doğdu. İşkence altında alınan ifadelerin geçersiz sayılması gerektiğinden hareketle ifadenin tümden geçersiz sayılması gerektiğine dair bir kampanya başlattılar. Tuncay Güney’in o ifadesindeki bilgilerin çoğunu geçtiğimiz aylarda televizyonlara verdiği “işkencesiz” söyleşilerde tekrar ettiği; keza iddianamede, o ifadeden çok “Tuncay Güney’den elde edilen dokümanlar”a başvurulduğu hususlarını belirtip geçeceğim. Hatta, konuyu, gerek Güney’in 2001’deki ifadesinin gerekse de ondan elde edilen dokümanların tümden geçersiz sayılması gerektiği varsayımını doğru kabul ederek (hatta ve hatta aynı dokümanların başka Ergenekon sanıklarından çıktığını da görmezlikten gelerek) tartışacağım.
“Tuncay Güney’in ifadeleri hukuken geçersiz, öyleyse Ergenekon iddianamesi de çöktü”cülere bir soruyla başlayalım: İddianamenin (özellikle ikincisinin) asıl iddiası olan “Türkiye’nin son yıllarındaki darbe girişimlerinin açığa çıkartılması” açısından Tuncay Güney’in 2001’deki ifadesinin (ve hatta ondan elde edilen Ergenekon belgelerinin) kıymet-i harbiyesi nedir? Ya da şöyle sorayım: Bunları Darbe Günlükleri ve Mustafa Balbay Günlükleri ile kıyasladığınızda, birincinin fazla bir önemi kalıyor mu?
Geçenlerde Oral Çalışlar, katıldığı bir televizyon mülakatında, bütün bu hengâme içinde elimizde iki sağlam belge olduğunu anlatıyordu ve bu belgeler iki günlükten başka bir şey değildi.
İkinci iddianamede, bu iki belgenin “sahih”liğine ilişkin ciddi göndermeler var, niyetiniz ciddi olsaydı, o noktalara odaklanırdınız.
Mesela iddianamede Nokta’nın yayımladığı Darbe Günlükleri’nin “Özden Örnek’in bilgisayarından çıktığının sabit olduğu” yazıyor. Bu, gerekli teknik incelemenin yapıldığının ve sonucun böyle tecelli ettiğinin ilk resmî teyidi değil mi? Peki, kaç meslektaşımız arasında bir heyecan yarattı bu teyit?
Biraz daha önceye, benim yargılandığım davaya gidelim... Davanın hâkimi, benden istediği DVD’leri “açmaya gerek yok” deyip davayı kapattığında kaç meslektaşımız bunun anlamı üzerinde durdu? Keza, beraatla sonuçlanan davanın ardından Özden Örnek’in, hakkımda açtığı tazminat davasını takip etmeyişi ve neticede davanın düşüşü kaç meslektaşımızda merak uyandırdı?
İlhan Selçuk neden gürlemedi?
Gelelim Mustafa Balbay Günlükleri’ne... Bu günlükleri ilk ortaya çıkaran yayın grubunun, bugün “Güney’in ifadesi geçersiz, öyleyse Ergenekon çöktü” lobisinin karargâhı pozisyonunda görünmesi de trajikomik bir gazeteciliğe işaret ediyor: İnsaf, o belgeler orada dururken nasıl böyle bir şey söylenir? İnsan kendi gazeteciliğine nasıl bu kadar haksızlık eder?
İkinci iddianamede, Balbay’ın günlüklerine yapılan birkaç cümlelik atıflar bile “asıl dayanak”ın ne olduğunu gösteriyor:
“Mustafa BALBAY’ın notlarında, 16 Ocak 2004 günü İlhan SELÇUK’un Şener ERUYGUR ile yaptığı görüşmede, ‘Tabii biz sizinleyiz. Siz bir bütün olarak hassassınız... Ama sizi bölünmüş göstermek isteyenler var. Bu çok önemli.’ ‘Ben çok şey yaşadım. 9-11 yaşadık. Yani öyle bir şey olmasın isterim. Bir kez daha biz yenilen tarafta olursak, hiç istemiyorum. Bundan korkuyorum’ diyerek endişelerini dile getirdiği, Şener ERUYGUR’un da ‘Korkunuzu anlıyorum, endişeniz olmasın. Ona dikkat ediyoruz’ diyerek gerekli özeni gösterdiklerini belirtmiştir.”
Biliyorsunuz, Balbay, konuyla ilgili olarak gazetelerde çıkan haberlerin “yanıltıcı” olduğunu söylemiş, montaj hilelerinden falan bahsetmişti. Şimdi, Balbay günlüklerinin iddianameye resmen girmiş olması, onu tekzip ediyor. Savcıların, mahkemede hemen açığa çıkacak böylesi bir “teknik cesaret” göstermesini sizin aklınız alıyor mu?
Bu günlüklerin sahih olduğuna dair benim başka bir kanıtım daha var: Günlüklerde alenen darbe planlamalarının içinde görünen İlhan Selçuk’un suskunluğu... Öyle ya, bunların yayımlandığı ilk gün, Selçuk’un ortaya çıkıp “Ben, Balbay da yanımdayken hiçbir komutanla bu türden konuşmalar yapmadım, dolayısıyla Balbay’ın böyle şeyler yazmış olması düşünülemez, dolayısıyla günlükler sahtedir!” diye gürlemesi elvermez miydi?
Son paragrafı meslektaşlara bir çağrıyla bağlayayım: Niyetiniz ciddi mi? Yani, Ergenekon iddianamesinin temel iddiasının (“darbe”) gerçek olup olmadığını hakikaten merak ediyor musunuz? Yoksa, derdiniz bu değil de, “nasıl ederiz de bu işi sulandırırız”ın mı peşindesiniz?
Birinci şıkkı işaret ediyorsanız Özden Örnek’e ve Mustafa Balbay’a bakacaksınız... Yok eğer ikinci şıkkı işaret ediyorsanız, o zaman tamam, doğru yoldasınız: “Tuncay Güney’in ifadesi işkence altında alındı, yani Ergenekon’un ‘asıl dayanağı’ çöktü, yani Ergenekon iddianamesi çöktü, yani darbe girişimi yok!”
--------------------
Alper Görmüş, TARAF
-
Re: Ergenekon Notları
Türkiye’deki darbe endüstrisinin “sivilleştirilmesi” sürecinin temel belgeleri...
Ergenekon soruşturmasının 12. dalgasının üniversiteler ve bazı dernekler üzerinde odaklanması, Türkiye’deki darbe endüstrisinde 28 Şubat 1997’den bu yana gerçekleştirilen konsept değişikliğini hesaba katmaksızın anlaşılamaz. Nitekim, Türkiye’nin darbecilik tarihinin “her şeyin devlet ve ordu içinde kotarıldığı” modern döneminde takılıp kalmış olanlar, üniversite rektörlerinin “bile” darbecilik suç isnadıyla gözaltına alınması karşısında hayretlerini gizlemediler. Onlara göre, hadi öncekiler bir yana, bu son gözaltı dalgası Ergenekon’un bir “muhalif sindirme”, “aydınlara gözdağı verme” davası olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu. Öyle ya, her biri “dünya çapında bilim adamları” olan bu insanların bir darbeyle işleri olamayacağına göre, amaç apaçıktı!
On ikinci dalga gözaltıların gerçekleştirildiği gün (pazartesi), bana bu gözaltıların anlamını soran birçok televizyon kanalında, başlıkta belirttiğim “konsept değişikliği”ni anlattım ve o zaviyeden bakıldığında, son gözaltılarda şaşılacak bir şey bulunmadığını izah etmeye çalıştım.
Anladığım kadarıyla, özellikle izahlarımda kullandığım “darbe endüstrisi” kavramını cazip bulmaları nedeniyle, bazı internet siteleri aynı gün sözlerimi özetlediler. Fakat “akılda kalanların yansıtılması” yöntemiyle gerçekleştirilen bu özetler, düşüncemi derli toplu bir biçimde ortaya koymaktan uzaktılar. O nedenle bugün, pazartesi günü televizyonlarda yaptığım izahın biraz daha geniş bir versiyonunu dikkatinize sunmak istiyorum.
Fakat ondan önce, televizyondaki sözlerimi aynı yöntemle özetleyen ve eleştiren Akşam yazarı Serdar Turgut’a kısa bir cevap vermeyi gerekli görüyorum.
Serdar Turgut, 14 nisan salı günü, “Türkan Saylan’ı vuran dalga toplumsal anlaşmayı öldürür” başlıklı yazısında, Saylan gibi birine reva görülen muameleyi haklı olarak eleştirdikten sonra şöyle diyordu:
“Dün bu satırları yazarken ve Türkan Saylan hakkındaki habere de bakarken, kendisiyle bağlantı kurulan bir kanala konuşan Taraf yazarı Alper Görmüş, meselenin bu yönüne hiç değinmeden sadece 28 Şubat’tan sonra darbe endüstrisinde olan kavram değişikliğinden ve sivil toplum örgütlerine darbe işinin ihale edilmiş olduğundan bahsetti. Yani bir anlamda çağrışım oluşturarak Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin de darbeci olabileceği ima edildi. Pes doğrusu.”
Ben, bütün kanallardaki sözlerime, “darbe girişimlerinde sivillerin de bulunmasının neden şaşırtıcı sayılmaması gerektiğini” genel bir analiz çerçevesinde izah edeceğimi, sözlerimin hiçbir kurum ve kişiyi peşinen suçlama anlamında algılanmaması gerektiğini özellikle vurgulayarak başladım.
Serdar Turgut, koyduğum bu rezervi görmedi ya da görmezlikten geldi. Fakat siz bilin: Bugün de böyle genel ve soyut bir analiz yapacağım.
“Modern” darbeler döneminin sonu: 28 Şubat
12 Eylül darbesi, darbecilerin halkın hiç değilse bir bölümünün onayına ve fiili desteğine ihtiyaç duymadıkları; her şeyin ordu ve kısmen de devlet içinde kotarılıp pişirildiği son darbeydi.
Bundan yaklaşık 20 yıl sonra (28 Şubat 1997) askerler siyasete müdahaleye karar verdiklerinde can sıkıcı bir sosyal gerçekle yüzyüze olduklarını idrak ettiler: Dünya ve toplum değişmişti, askerlerin sivil siyasete müdahaleleri artık eskisi gibi hoş karşılanmıyordu. Toplumda, darbeyi meşru kılacak bir gerilim de yoktu. 28 Şubat’ın ön hazırlıkları, işte bu “gerilim”i kotarma çerçevesinde gelişti. Büyük bir başarıyla sonuçlanan bu hazırlıktan sonra “sivil toplum”un bir kesimi müdahaleye ikna edildi ve hatta onun bir parçası oldu.
Türkiye’deki darbe endüstrisinin “sivilleştirilmesi” sürecinin birinci temel belgesi, o günlerde çok revaçta olan “sıra artık silahsız kuvvetlerde” külliyatıdır. Bu külliyat, Deniz Baykal’ın, ordunun 28 Şubat’ta “adeta bir sivil toplum örgütü gibi çalıştığı”na dair beyanatıyla taçlandırılmıştı.
Darbe Günlükleri, “darbenin sivilleştirilmesi”ne ilişkin konsept değişikliğinin ikinci temel belgesi sayılmak gerekir. Hatırlayın, burada da artık klasik (modern) tipte darbelerin mümkün olmadığı bir kez daha teyit ediliyor, Silahlı Kuvvetler’in salt kendi gövdesiyle yaptığı müdahalelerin yarattığı itibarsızlaşmaya dikkat çekiliyor, bu nedenle “Sarıkız”dan vazgeçiliyor ve artık üniversiteler, yargı, sendikalar, medya ve öbür sivil toplum örgütlerinin ellerini taşın altına koymaları gereğinden bahsediliyordu.
Sürecin üçüncü ve en “hard” belgesi, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nca hazırlanan, Nokta’nın yayımladığı 2004 tarihli “Sivil Toplumla İlişkiler” raporuydu. Ben, Günlükler’i okuyup bu belgeyi de gördükten sonra, Nokta’da (5 Nisan 2007) şöyle yazmıştım:
“Benim analizim şu: Doğrudan bir darbe tehlikesi içinde değiliz bugün, fakat 14-15 Nisan’daki Anıtkabir’e yürüyüş dahil (sonradan Cumhuriyet Mitingleri olarak anılacak toplantılar –A.G.), örgütlenen kitlesel sivil hareketlerin tümüyle ‘sivil’ olduğunu düşünmek de saflık olacaktır. Şöyle diyebiliriz: Siyasete müdahale ‘sivil’ güçler kullanılarak ve böylece görünürde meşruiyet alanı içinde kalınarak gerçekleştirilecektir önümüzdeki dönemde.”
Sürecin son belgesi ise Mustafa Balbay Günlükleri’dir. Orada da gördüğümüz, en veciz ifadesini “sen söyle, bu medyayla darbe olur mu Mustafa Balbay”da bulan “Sivil toplum yoksa darbe de yok” yaklaşımıdır. Ayrıntılara girmiyorum.
Demek ki “sivil toplumu müdahaleye dahil etme” çabalarının 10 yılı aşan bir tarihi var. Daha önce, “Bir başarı öyküsü: Ruhu, ‘sivil’de yeniden bedenlenen 28 Şubat...” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, bu amaç doğrultusunda çok önemli mesafeler alındı.
Diyeceğim şu: Ortada şaşıracak bir şey yok. Asıl, “sivil” kanadı bulunmayan bir darbe girişimi çıksaydı karşımıza şaşırmamız gerekirdi.
Alper Görmüş, Taraf
-
Re: Ergenekon Notları
Hoyratlık iyi bir şey değil...
Ama kurnazlık da iyi bir şey sayılmaz.
Hayatı boyunca cüzamla cansiperane mücadele etmiş Türkan Saylan’ın evini, o ciddi bir hastalıkla boğuşurken basmak, evet, hoyratça bir tutum.
Çocukları okutma kampanyasına öncülük eden bir hanımı götürüp bir gece nezarette tutmak da öyle.
Bu sahneleri gördüğünüzde vicdanınız sızlar gerçekten.
Ama koskoca Ergenekon’u, Türkan Hanım’ın kırmızı mendilini başına bağlamış bir halde görüldüğü o unutulmaz resminin arkasına saklamaya çalıştığınızda “kurnazlık” sınırını geçmiş olursunuz.
Ergenekon, darbecilikle ilgili bir dava.
Darbenin ne olduğunu biliyor musunuz?
Salkım saçak idam sehpalarını, zindanlara kapatılan binlerce insanı, işkenceleri hatırlıyor musunuz?
Eğer başarsalardı, o acıları Türkiye bir kez daha yaşayacaktı.
Başaramadılar.
Yenildiler.
Yenilmişlere acıyalım.
Ama bence hangi yolda, hangi savaşta yenildiklerini de unutmayalım.
Ayrıca, Ergenekon’un henüz tümüyle teslim olmadığını, Ergenekon severlerin bu “darbe girişimini” gözlerden saklamak için uğraştıklarını, mümkün olursa bu hareketi yeniden canlandırmak için birilerinin hâlâ kenarda beklediğini de aklımızdan çıkarmayalım.
Lider kadrosunun tümü yakalanmadı henüz.
Gövdesinin de tamamen ele geçirildiği söylenemez.
Bu ülkenin geleceğini, burada yaşayan insanların hayatını yakından ilgilendiren bir kavga hâlâ sürüyor.
Sadece gazeteleri okumak bile kavganın nasıl canhıraş bir şekilde sürdürüldüğünü göstermeye yeter.
Ergenekon soruşturmasını durdurmak, geriletmek, bir darbenin yolunu yeniden açmak için çabalayanların sayısı sanıldığından daha fazla.
O cephanelikleri, cinayetleri, fişlemeleri, işkenceleri, Güneydoğu’da ensesine kurşun sıkılan Kürtleri, Şemdinli’yi, lahikayı, planları, dinlemeleri, bombalamaları unutturmaya çalışıyorlar.
Tutuklanan hocaların her birinin “darbeci generallerle” yaptıkları görüşmeleri, hizmet arz etmelerini, akıl vermelerini, yol göstermelerini, cübbelerinin altından gözüken “postallarını”, Türkan Hanım’ın “resminin” arkasına saklamak mümkün mü?
Ayrıca, bütün Ergenekon davasını sadece Saylan’ın bir resminin üstüne yaslamaya çalışanlar bence Türkan Hanım’a da haksızlık ediyorlar.
Bu kadar yaslanmadan sonra başka gerçekler ortaya çıkarsa, yaşanılacak üzüntü büyük olur.
Türkan Hanım, “ne darbe, ne şeriat” dedi ama o sözü söyleyene kadar darbecilerle uzun bir yol yürüdü.
Saylan’ı bu kadar keskin bir şekilde tartışmaya açmayın bence.
Bu “hoyratlığı” yapmayın.
Ergenekon kavgasını Türkan Hanım üzerinden yürütmeyin.
Doğan Holding’in icra kurulunda olan ve çocukları okutan bir kampanyayı yürüten genç hanıma yapılanlar da üzüntü verici.
Ama bence onu da bir simge haline getirmeyin.
Unutmayın ki bu son tutuklamadaki bütün tanınmış isimler, darbeyi planlayan Eruygur’la yakın ilişki kurmuş kişiler.
O genç hanımın darbecilerle bir ilişkisi var mıydı yoksa sadece çocukları okuttuğu için mi gözaltına alındı?
Bunu en iyi o holdingin bünyesindeki gazeteler bilir.
Oranın yöneticilerinin çoğunu da tanırım.
Bir tanesinin beni ya da bizim gazeteden birini arayıp, “o hanımın, o darbecilerle hiç bir ilişkisi yoktu, onları tanımazdı bile” demesi yeter.
Biz o hanımı sonuna kadar koruruz.
Onu koruyabilmek için elimizden ne geliyorsa yaparız.
Nedense son günlerde çocukken seyrettiğim, adını bile bilmediğim bir film var aklımda.
New York’ta mahalle çeteleri birbirleriyle dövüşürken masum bir kör çocuk bıçaklanıp öldürülür.
O çocuğun öldürülmesiyle ilgili mahkemede geçer bütün film.
Ve sonunda o kör çocuğun her seferinde cinayet mahallinde olduğu, çete üyeleri birini öldürdükten sonra silahlarını o kör çocuğun paltosuna sakladıkları çıkar ortaya.
Filmin başında o kör çocuk için sızlayan vicdanlar, filmin sonunda o kör çocuğun yardımıyla öldürülenler için sızlar.
Biz bir darbe girişiminden söz ediyoruz burada.
Öldürülmüş ve öldürülecek insanlardan söz ediyoruz.
İlk kez bir darbenin ortaya çıkarılması, toplumun bütün kesimlerine nüfuz etmiş, en tepelere tırmanmış bir örgütün yakalanması herkesi sarsıyor.
Yakalanan isimler toplumun “tanınmış” insanları.
Ergenekon’a çok benzeyen bir örgüt İtalya’da yakalanmıştı.
Şu ünlü P2 Locası.
Yedi bin beş yüz kişi tutuklanmıştı.
Çoğu toplumun yakından tanıdığı isimlerdi.
Darbe dediğiniz şey kendisine her zaman toplumun zirvelerinden yandaş bulur zaten, 12 Eylül’de Evren’i kutlamaya giden Anayasa Mahkemesi üyeleri toplumun “saygın” üyeleri değil miydi?
Hoyratlık kötüdür.
Kurnazlık da öyle.
Hoyratlıklara kızalım, vicdanlarımız bunun için sızlasın elbette ama bu darbe yolunda öldürülmüş insanları da unutmayın, vicdanınızda onlar için de bir yer açın eğer mümkünse.
Ahmet Altan, Taraf
-
Re: Ergenekon Notları
Oral Çalışlar:
27 Mayıs’ta üniversiteler ordu yürüyüşleriyle direnişe geçti. Darbeden sonra da hocalar meclis üyesi oldu. Yeni darbe beklentisi yine 27 Mayıs şeklinde.
27 Mayıs üniversitede hazırlandı. Darbeden sonraki Meclis’te hocalar, gazeteciler yer aldı. DP’liler için “Bunlar Said-i Nursi’nin elini öptü” diyenler şimdi “AKP şeriatı getirecek” diyor.
Cumhuriyet mitingleri örgütlenip “AKP asker yoluyla gitsin” dendi. Gül’e ‘hayır’ dersen, engellediğin parti birinci olursa değişiklik ihtiyacına girersiniz.
Başbuğ’un “kimlikle” ilgili sözleri gerçekçi değil. Kimlik siyaseti meşrudur
Röportajın tamamı:
http://www.taraf.com.tr/haber/32044.htm
-
Re: Ergenekon Notları
Ergenekon'da hesap hareketlerine inceleme
“Ergenekon” davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların 1999 yılından itibaren banka hesap hareketlerinin Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu'ndan (MASAK) sorulmasına karar verdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada mahkeme heyeti başkanı yargıç Köksal Şengün, verilen aranın ardından alınan kararları açıkladı.
Mahkeme, sanıkların 1999 yılından itibaren banka hesap hareketlerinin MASAK'tan, ortak veya kendilerine ait şirketler olup olmadığı konusunun da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Ankara ve İstanbul Ticaret Odalarından sorulmasını kararlaştırdı.Mahkeme heyeti, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi Müdürlüğü'nden, 2 Mart 2001 tarihli Tuncay Güney ile ilgili video kaset çekim kaydının istenilmesine hükmetti.
Devamı: http://haber.mynet.com/detay/guncel/...X1240348558171
-
Re: Ergenekon Notları
Ergenekon hepimizi şaşırtıyor
Hürriyet - Mehmet Ali BİRAND
Ben Ergenekon'a inanıyorum. Yani, Türkiye'nin darbecilerden ve darbelerden temizlenmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak soruşturma süreci Türkiye'nin en önemli demokrasi davasına zarar veriyor. Bir tarihi fırsatın sorgulanmasına, sulanmasına ve en önemlisi istismar edilmesine neden oluyor. Aşağıdaki yazıyı okurken bu yaklaşımı lütfen dikkate alın.
Devamı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/gost...rih=2009-04-21
-
Re: Ergenekon Notları
Avukat Öz'den Savcı Öz'e kanlı 1 Mayıs dilekçesi
Avukat Rasim Öz, 1 Mayıs 1977 olaylarının araştırılması için 27 sayfadan oluşan dilekçeyi Ergenekon Savcısı Zekariya Öz'e teslim etti. Daha sonra açıklama yapan Rasim Öz, 1 Mayıs 1977'deki olayların hiçbir şekilde araştırılmadığını, yıllar sonra açılan davanın ise zaman aşımından düşürülmesinin yasalara aykırı olduğunu öne sürdü. Öz, bu soruşturmanın, özel yetkili savcıların alanına girdiğini belirtti.
Devamı: http://www.ntvmsnbc.com/id/24959478/
-
Re: Ergenekon Notları
13. Ağır Ceza Mahkemesi: "Ergenekon terör örgütü henüz tespit edilmedi"
Ergenekon operasyonlarıyla ilgili açılan davaya bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi iddianamede Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) diye geçen örgütle ilgili bir açıklama yaptı; "Ergenekon Terör Örgütü henüz ispat edilmedi" dedi.
13. Ağır Ceza Mahkemesi aldığı ara kararla Ergenekon Davasında 'terör örgütü' ifadesini yasakladı
Devamı: http://www.haber3.com/news_detail.php?id=469717
-
Re: Ergenekon Notları
Ergenekon’daki gizli tanıktan tüyler ürperten iddia: “Abdullah Çatlı’yı odunla döverek öldürdük”
Ergenekon soruşturması kapsamındaki 2. iddianamenin 248 klasörden oluşan ve 2 DVD'ye kaydedilen ekleri sanık avukatlarına verildi. Klasörlerde daha önce tartışmalara yolaçan gizli tanıkların kimlikleri ile ülke güvenliğine zarar verebilecek gizli belgeler klasörlerde yer almadı. 2. iddianamenin ekleri arasında yeralan gizli tanık Kıskaç'ın ifadesi ise tüyler ürpertici.
Devamı: http://www.haber3.com/news_detail.php?id=469509&page=2