 |
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1989/1
K: 1990/2
T: 16.03.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Hukuk Genel Kurulu bir temyiz incelemesi sırasında, bakılmakta olan davada uygulanması sözkonusu edilen 1.4.1974 gün, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının salt adalet duygusu ve kamu vicdanını rahatsız edebilecek sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle değiştirilmesi için 8.3.1989 gününde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'na başvurulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 1. Başkanlığı'nın yazısı ile gündeme alınan konu, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda, ele alınan 16 Mart 1990 günlü toplantıda raportör üyenin açıklamalı dinlendikten sonra incelenip tartışılarak gereği görüşüldü:
KARAR : Önce usul sorunları üzerinde durulmuştur.
İçtihadı birleştirme müessesesi, Temyiz Mahkemesi Teşkilatına Dair Kanunun değişik 8. maddesinde şu şekilde yer almıştır: "Temyizin ilk dairesi veya bir dairenin iki kararı arasında anı meselede tezat ve mübayenet görüldüğü veya takarrür etmiş bir içtihadı tebdiline ihtiyaç hasıl olduğu takdirde birinci reis, tezat ve mübeyenet şeklinde mütebayin ilamları ve içtihadın tebdili lüzumu halinde içtihadın tebdiline saik olan sebepleri mutazammın evrakı alakadar daire veya dairelerden celp ve telhis ve nüshalarını teksirile içtimadan en aşağı üçn gün evvel Temyiz Mahkemesi Heyeti Umumiyesine tevzi ve içtima gününü tayin eder." Bu hükümlerde yer alan "...tekerrür etmiş bir içtihadır tebdiline ihtdiyaç hasıl olduğu takdire" sözlerinin, yerleşmiş bir içtihadır veya çıkarılmış bulunan bir içtihadı birleştirme kararının gerektiğinde değiştirilebileceğini amaç edindiği kuşkusuzdur.
İçtihadı birleştirme müessesesi 1730 sayılı Yargıtay Kanunu'nda benimsendiği gibi 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda da yer almıştır. 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 45. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında içtihadı birleştirme müessesesini açıklandıktan sonra 3. fıkrada "içtihadı birleştirilmiş kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılmasının istenmesi de yukarıdaki usule bağlıdır" denilmiş ve açıkça içtihadı birliştirme kararlarının değiştirilebileceği veya kaldırılabileceği esası benimsenmiş ancak hangi hallerde değişiklik yapılabileceği konusunda bir hüküm getirilmemiştir.
Bununla beraber genel olarak denilebilir ki, mevcut bir içtihadı birleştirme kararının değiştirilmesi veya kaldırılması için ortada haklı nedenler bulunmalıdır. Şu husus da belirtilmelidir ki içtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılması görüşmelerinde o kararların çıkarılması sırasında ortaya konulan düşüncelerin, gerekçelerin yenidengündeme getirilerek tekrar bir değrelendirmenin yapılması ve sonucuna gidilmesi sözkonusu değildir. Zira İçtihadı Birleştirme Kurallarını toplanma usulleri dikkate alındığından, kurulların yeni oluşumu değerlendirme farklılıklarına yol açacağından içtihadı birleştirme kararlarının sık sık değiştirilmesi veya kaldırılması durumu ile karşılaşılacaktır ki bunu hukukta istikrarsızlığa yol açacağı ve içtihadı birlişterme usulünün kabulündeki amaçla çelişeceği tartışma götürmeyecek kadar açık bir gerçektir.
O halde, bu esasların sonucu olarak yukarıda da açıklandığı gibi bir içtihadı birleştirme kararının değiştirilmesi veya kaldırılması için ortada bu durumu haklı gösteren bir neden mevcut olmalıdır. Kuşkusuz haklı bir nedenin var olup olmadığı sorunu objektif bir kurala bağlanamaz; bunun her konuda ayrı yarı değerlendirilmesi gerekir.
Konu açıklanan yöntem dahilinde değerlendirilip tartışılarak şu sonuca varılmıştır:
1 - 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile "Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tap sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunu gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenentüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için sözkonusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına" karar verilmiştir. Bu karar toplumun koşul ve gereksinimleri dikkate alınarak çıkarılmıştır. Şöyleki, özellikle küçük kırsal bölglerde kız çocuklarını mirastan mahrum etmek amacıyla muris erkek çocuğu ile anlaşmalar gerçekte bağışlamak isteği malvarlığını, kötüniyetle satış göstermek suretiyle devir işlemini gerçekleştirmektedir. Bunun yanında eşin ölümü veya boşanma sebebiyle yeniden evlene erkek, önceki eşinden olma çocuklarını sonraki eşin etkisiyle mirastan mahrum etmek amacıyla sonraki çocuklara gerçekte bağışlanmak istediği malvarlığını, satış göstermek suretiyle onlara intikal ettirmektedir. İşte, 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birletirme Kararı esas itibariyle muvazaalı tasarruflar karşısında gerek kız çocuklarını erkek çocuklarla eşit miras hakkına kavuşturmak ve gerekse murisin çocukları arasında eşitliği sağlamak amacıyla çıkarılmış olup, bu düzenlemenin toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği ve huku önünde eşitliği sağladığı tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Bu çözüm tarzının değiştirilmesini haklı kılacak hiçbir neden görülmemiştir.
2 - 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hukuk düzenimizde 7.10.1953 günlü ve 8/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde açıkça yer alan ve uygulamada hiç bir rahatsızlık doğurmayan hukuki esasları benimsemiş bulunmaktadır. Şöyleki: 7.10.1953 gün ve 8/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kocanın sicilde karısı adına kayıtlı bulunan bir gayrimenkulün gerkçekte kendi adına satın alınması icabettiğini, bedelinin de kendisi tarafından verildiğinin, bu nedenle gayrimenkulün tapudaki kaydının adına düzeltilmesini karısına husumet yöneltilerek istenmesi halinde, "Medeni kanunun 634. maddesi mülkiyet nakledecek akitlerin resmi şeklide yapılmasına amirdir. Bununla hakii iradelerin tam olarak talahuk ettiğini, akitlerin salahiyetli memur huzuruda beyan eylemeleri kasdolunmuştur. Memur huzurunda bey'akdi hakkında iradelerinin telahuk ettiğini akitler beyan eyleseler ve fakat hakiki kasıtlarının akit yaparken hibe olduğu sabit olsa bey'akdi batıl olur amma yerine hibe akdi kaim olamaz; çünkü memur huzurunda hibe hakkında tarafların iradeleri telahuk eylememiştir. Bu halde tapu kaydı hali aslisine irca olunmakla iktifa olunur" yolundaki gerekçelere de yer verilmiştir. Değiştirilmesi istenilen 1.4.1974 gün ve 4/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Karar ile de teyit olunmuş bulunmaktadır. Ortak uzun yıllar uygulana gelerek toplumun benimseyip davranışlarını ona göre belirlediği kökleşmiş ve yerleşmiş bir düzen olumuştur. Bazı münferit olaylarda rahatsızlık doğruduğu benimsense dahi bu denli yerleşip kararlılık kazanan bir içtihadı birleştirme kararının değiştirilmesini haklı gösterecek bir neden bulunmamıştır. Şu husus da açıklanmalıdır ki bir hukuk düzeninin münferit bazı olaylarda rahatsızlık doğurması o düzenin genelde değiştirilmesini de haklı gösteremez.
Bu durum karşısında, 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesini veya kaldırılmasını haklı gösterecek bir nedenin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesine yer olmadığına, 16.3.1990 günü ilk toplantıda üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1.4.1974 tarih ve 1974-1/2 sayılı olup, "Bir kimsenin mirascısını, miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun, yada olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar, görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.
Bu dava hakkı, geçerli sözleşmeler için sözkonusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerin sağladığı haklara etkili olamaz." kuralını getiren İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesi için, Yagrıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kuruluna başvurulmasına, Hukuk Genel Kurulunca 8.3.1989 tarihinde karar verilmiş ve Yargıtay 1'nci Başkanlık Kurulunun 20.4.1989 tarih ve 30 sayılı Kararıyla ve Yargıtay Yasasının 45/1. maddesi uyarınca, İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesi isteğinin, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda görüşülmesi kararlaştırılmış ve 16.3.1990 günü yapılan görüşmeler sonucunda, sayın çoğunluk, değiştirme isteğinin reddine karar vermiş bulunmaktadır.
Bu karara, aşağıdaki nedenlerle karşıyım.
Şöyleki;
İçtihadı Birleştirme Kararlarının değiştirilebileceği, Yargıtay Kanununun, 45/1. maddesinde öngörülmüştür. Aslında, hukuki normlarının, zamanın gereklerine uyabilmesi, hayatın akışı ve sosyal ve toplumsal gelişime ters düşmemesi, sosyal düzen ve güveni sağlayabilmesi için, ihtiyaçlar paralelinde değişmesi, zorunludur. Aksinin önerilmesi, hukukta gelişmeyi önler, hukuku dondurur ve bağnazlığa yol açar. Nitekim, bu gerçeği gören yasakoyucu, İçtihadı Birleştirme Kararlarının değişmez kararlar olmadığını, aksine, konulmasındaki prosedür uygulanarak değiştirilebileceğini açıkca benimsemiştir.
Nevarki, değiştirme prosedürü ve imkanını açıklamakla birlikte, değiştirme nedenlerini belirlememiştir. Doğaldırki, İçtihadı Birleştirme türünden kararların değiştirilebilmesi için, değiştirmeyi gerektiren ciddi ve önemli sebepler bulunmalıdır.
Bu sebepler sınırlı ve tahditli değildir. Değiştirme sebebi olarak ileri sürülen nedenin, değiştirmeyi gerektirecek ağırlıkta olması yeterlidir.
Örneğin, İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesi ve bu gerekçeye bağlı olarak vardığı sonuçta, önemli hukuki yanlışlıkların bulunduğu ortaya çıkmış veya getirilen çözüm, hukuka uygun olsa bile, sosyal rahatsızlık ve haksızlıklara yol açmış, hukuki istikrara ters düşmüş, uyuşmazlıkları artırmış, tarihen çok geride kalmış ve toplumsal düzen açısından tasfiyesi gerekli olayları, uzun süre sonra yeniden gündeme getirme olanağı yaratarak, davranışlara güven ve uzun süre kullanılmayan hakların düşümü ve iyiniyete ters düşen hak aramaların yasaklanması ilkelerine aykırı biimde, bu olumsuzlukların teşviki sonucunu doğurmuş, adalet duygusu ve kamu vicdanını rahatsız etmiş ise, hukukun amacı, toplumda düzen, güven ve istikrarı sağlamak olduğuna göre, böyle bir İçtihadı Birleştirme Kararı, bu kararı koyan kurul tarafından, konulmasındaki usul uygulanarak pekala değiştirilebilir.
Doğaldır ki, İçtihadı Birleştirme Kararları, kararın dayandığı kanunların ilgili maddelerinin değiştirilmesi, yada o Kanun maddelerinin İçtihadı Birleştirme Kararında yapılan yorum biçiminin geçerli olmadığını gösterecek şekilde açıklığa kavuşturulması yoluylada, doğrudan veya dolaylı olarak yürürlükten kaldırılabilir. Yasal değişik ile, İçtihadı Birleştirme Kararının kalkıp kalmadığı, bu kararı uygulamak durumunda olan mahkemeler nezdinde tereddüt yaratır ve yeni içtihat farklılıklarına yol açarsa, bu farklılıkların giderilmesi için çıkarılacak İçtihadı Birleştirme Kararı dahi, İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesi sonucunu doğurabilir.
İmdi, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararını, 16 senelik uygulamasınıda gözönünde tutarak değiştirme sebeplerinin bulunup bulunmadığı açısından değerlendirecek olursak, şu sonuçlara ulaşılır;
I- Bu karar önemli hukuki yanlışlıklar içermektedir:
Bir defa, kararın özetinin son cümlesinde ve gene gerekçesinde "... Medeni Kanun 507/4+deki dava hakkı aslında geçerli işlemler için tanınmış bir dava hakkıdır. Borçlar Kanunu m. 18'e dayanan dava hakkı ise işlemin aslında geçersizliği nedenine dayanır..." denilerek, bir genel ve özel hüküm çatışması olmadığını, muvazaa ile örtülü hibeye MK. m. 507/4'ün değil, MK. m. 5 delaletiyle B.K. m. 18'in ve BK. m. 11/'nin uygulanacağı tezini savunmakta ve hibeninde geçersiz olduğu sonucuna varmaktadır.
Oysa, İçtihadı Birleştirme Kararının konusu olan olay şudur.;
Muris, mirascıdan mal kaçırmak maksadıyla, aslında bağışladığı, tapuda kayıtlı bir taşınmazın, tapuda satış gibi gösterip bağışladığı kişi adına tescil ettirmektedir.
Bu işlem, nisbi muvazaanın bir örneğidir.
Böyle bir hukuki ilişkide, 2 işlem vardır. Birincisi görünen işlem olan satış aktidir. Tapuya tecsil edilmiştir. Fakat tarafların gerçek iradeleri satış olmadığı ve taraflar satış aktinde iradelerini birleştirmedikleri için, bu satış akti, BK.m .18 uyarınca muvazaa nedeniyle geçersizdir. Bu konuda doktrin ve uygulamada bir uyuşmazlık yoktur. Ve görülüyorki, burada M.K. m.5 delaletiyle BK.m .198 uygulanarak bu sonuca varılmaktadır.
İkincisi bağış aktidir. Diğer bir deyimle, muvazaalı satış akti ile örtülen gizli hibe akti, işbu örtülü, gizli hibe aktinin, aslıda geçerli bulunduğu da tartışmasızdır. 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı Kararıda bunu böyle kabul ediyor. Zira, gerek bağışlayan muris, gerekse bağışlanan kişinin iradeleri, hibe konusunda birleşmiştir. İlke olarak, bu hibe, geçerli bir akittir. Nitekim, bu bağış, tapusuz bir taşınmaza veya menkul bir mala ilişkin bulunsa hiçbir sorun yoktur. Hibe akti, geçerli olacaktır. Fakat, hibe, bir tapulu taşınmaza ilişkin ise, 2644 sayılı Tapu Kanunu m. 26 ve Borçlar Kanunu m. 237 uyarınca, hibe aktinin resmi şekilde yapılması arağından, hibenin bu şekle uyulmaması nedeniyle, BK.m.11/2 uyarınca geçerli olup olmadığı sorunu gündeme gelmektedir.
BK. m.11/2 uyarınca bağışlama akti, tapulu taşınmaza teallük edip kanuni şekle uyulmamış olması nedeniyle, geçersizdir. Yani bağış akti vardır, fakat, biçim eksikliği nedeniyle geçersizdir. Demekki, burada geçersizlik sorunu, muvazaa nedeniyle değil, şekle aykırılık nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
İşin bu noktasında, şekle aykırılık nedeniyle geçersizliğin, ne anlama geldiği konusu üzerinde durmak gerekir.
1.4.1974 T. ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında "... gizli aktin geçerli sayılabilmesi için, gizli akit, biçim koşuluna (şekil şartına) bağlı ise, biçim koşulunun da gerçekleşmiş olmasında zorunluk vardır. Aksi durumda hibe sözleşmesinin varlığından sözedilemez...." denilmiştir. Böylece, bu kararda, şekle aykırılık nedeniyle geçersizlik konusunda yokluk görüşü kabul edilmiş olmaktadır. Açıktır ki "Varlığından sözedilemez" demek "yok" demektir. Böylece, şekil, geçerlilik şartı değil, adeta aktin kuruluşuna ilişkin bir şart olarak kabul edilmiş ve Kanunun öngördüğü keşilde yapılmamış bir aktin, meydana gelmediği, kurulmadığı ilkesi benimsenmiş olmaktadır.
Oysa, BK.m.11/2'deki "geçerli olmaz" sözleri, şekil şartının, "kurucu unsur" olarak değil, "geçerlik unsuru" olarak kabul edilmektedir. Geçerli olmaz sözcüklerini, kurulmuş olmaz, yoktur şeklinde anlamak olanaksızdır. Bu görüş Türk Yargıtay'ının bazı kararlarında benimsendiği klasik butlan görüşünden dahi ağır bir görüştür. Bilindiği gibi, klasik butlan görüşünde, resmi şekil yoksa, işlemden yok sayılır. Diğer bir deyimle, işlem vardır. Fakat şekil eksikliğinin yaptırımı olarak yok sayılmaktadır. Klasik butlan görüşünü uzun süre uygulayan İsviçre Federal Mahkemesi, bu görüşün, işlemi oluşturan hukuki irade ile, şekli karıştırdığını ve fiilen var olan iradeleri sonuçta yok sayarak yanılgıya düştüğünü farketmiş ve görüşünü yumuşatarak 2 halde akte geçerlik tanımıştır. Bunlardan biri, aktin tümüyle ifa edilmesi halidir. Burada da taşınmaz tapuya bağışlanan adına tescil edilmekle, akit ifa edilmiştir. Aktin tümüyle ifa edilmesi halinde, aktin geçersizliğini istemenin, dürüstlük kuralına ters düşeceği, ifanın akte sağlık kazandıracağı kabul edilmiştir. Diğeri, şekil noksanlığına bilerek sebep olan kişinin, aktin butlanını ileri sürmesinin, hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilmesidir (B.G.E. 104-11-101,112-II-III).
İsviçre Federal Mahkemesi'nin, yukardaki hallerde aştığı butlan teorisini, Türk Yagrıtayının bu olayda aşamamış olması, bir yanılgıdır. Öte yandan, bir çelişkidir. Çünkü 30.9.1988 T. ve 1987/2-1988/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında "Tapuda kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetini devir borcu doğuran ve ancak yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılmadığından geçersiz bulunan sözleşmelerin, ifa edilmesi ve özellikle bağımsız bölümün teslimi ve alıcının da bütün borçlarını eda etmesi halinde, tapu kaydını devretmeyen satıcıya karşı, alıcının cebri tescil davası açabileceğine ve hakimin MK.m2'ye göre bu davayı kabul edebileceği" kabul edilmiş böylece, o olayda şeklin hiç mevcut olmamasına rağmen, MK.m.2 ile işleme sağlık kazandırılmıştır. 1.4.1974 T. 2/2 sayılı İç.B.kararına konu olayda ise, ifa, daha değişik boyuttadır. Sadece taşınmazın teslimiyle kalmıyor, üstelik tapuda bağışlanan adına tescilde vaki oluyor. Böyle bir ifa, daha ileri, tam ve kamil anlamda bir ifadır. Burada, aynı çözümünün benimsenmemesi açık bir çelişkidir.
Kaldı ki, zaman içerisinde, şekle aykırılık konusunda "Kendisine özgü geçersizlik görüşü" ortaya atılmıştır (F.Eren.Borçlar Hukuku 1989 Shf:358-359, Guhl-Merz-Kummer, Shf:108, Meier-Hayoz Art.-657 N.130, Gauh/Schluep N. 456 bucher 169, Von Büren Shf: 154, Schönenberger Jöggi N:73, Schmidlin N.117). Bu görüşe göre, şekil eksikliğinin yaptırımı, mutlak butlan değil, kendine özgü bir geçersizliktir. Şu anlamdaki, şekil eksikliği, herkes tarafıdan ileri sürülemez, sadece taraflar def'i olarak ileri sürebilir. Hakim resen gözününde tutamaz. Aktin sürekli olarak geçersizliğini gerektirmez. Bilerek isteyerek ifa, akte sıhhat kazandırır. Şekil kuralının amacı tarafları korumaktır. Şekil eksikliği yönünden aktin butlanı şeklin amacına ve tarafların menfaatlerine ters düşer. Akti bilerek, isteyerek ifa eden taraf şeklin korumasından vazgeçmiş sayılır. Akit sağlık kazanır (Merz OR II Shf:214, von Tuhr-Peter Shf:238, Volken OR II Shf: 214, Keller, Schöbi Shf: 25). Böylece Federal Mahkeme, ifa halinde aktin geçersizliğinin ileri sürülmesini, kötüye kullanılması ilkesine göre reddederken, bu görüş şekli gayesine göre yorumlayarak, sonuçta birleşmektedir.
1.4.1974 T. ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, MK. m. 507/4'ün geçerli işlemlere ilişkin olduğu, geçersiz işlemlerin ve özellikle muvazaa ile örtülü hibenin, bu madde kapsamına girmediği yazılmışsada, bu sav, Kanuna aykırıdır ve tamamen yanlıştır.
Muvazaa ile örtülmüş, gizli, örtülü bağışların dahi, MK. m.507/4-İsviçre'de m. 527 kapsamına girdiği vi bizdeki 1 yıllık süre İsviçre'de 5 yıl olduğundan, 5 yıl içinde yapılmış ise 3 ncü, 5 yıldan önceki zamanda yapılmışsa, 4 ncü fıkraya göre tenkise tabi olduğu, böylece bu tür bağışlar geçersiz muamelelerden olduğu halde, tenkise tabi bulunduğu kabul edilmektedir (Tuor, Kommentar Zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Bern, m. 527, no:10). Aynı şekilde, Escher, Kommentar Zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, 3. Baskı, Zürih 1959 m. 527, No:20 ve 21'de özetle ".... Muvazaa ile örtülmüş, gizlenmiş bağışlarda tenkise tabidir... Böyle bağışlar özellikle bir muvazaalı muamelenin arkasında bulunur... Karma bağışlarda aynı şekildedir. Bu bağışlar 5 yılın içinde yapılmışsa 3 üncü, 5 yıl öncesinde yapılmışsa 4 üncü fıkraya göre tenkis edilir... Bu tür bağışlar geçersiz muamelelerden olduğu halde tenkise tabidir... Mirasçı mahfuz hisseli ise m. 519 (Bizdeki m. 499) dan yararlanabilir...." demektedir. İsviçre'de m. 527, bizdeki m. 507'nin sırf geçerli işlemlerde uygulanabileceğnie, geçersiz işlemlerde uygulanamayacağına ilişkin bir mütalaaya raastlanılmamıştır. Prof.Dr. Necip Kocayusufpaşaoğlu (Miras Hukuki 3 ncü baskı shf: 402) de "MK. m. 507/4 gereğince tenkis edilebilecek kazandırmalara, gerçek bağışmalar girdiği gibi, gizli (muvazaalı) bağışlamalarda girer..." demektedir. Prof.Gönensoy ve Birsen'de aynı kanaattadırlar.
Bu durumda, MK.m.507 ve 499 gizli bağışıda kapsayacak şekilde özel dava türlerini öngörmekte ve tam anlamıyla özel hüküm niteliğini taşımaktadır. Artık, gizli bağışa, MK.m.5 delaletiyle BK.m.11/2'in tatbik kabiliyeti yoktur. Çünkü, belli bir konuda özel hüküm varken genel kural uygulanmaz. Muvazaa ile örtülü gizli hibe MK.m. 507/4 kapsamına girdiğine, burada artık, bu madde hükmü uygulanacaktır. MK. m. 11/2 uygulanamaz. Fakat, muvazaa nedeniyle geçersiz olan satış aktine, yani işlemin satış kısmına, BK.m. 18 uygulanmaktadır. Bağış kısmına BK. m. 18'in tatbik kabiliyeti esasen yoktur. Zira, salt muvazaalı satış, bağışı geçersiz kılmamaktadır. Örtülü bağış geçerlidir. Sadece, şekil eksikliği yönüyle eleştirilmektedir. Bu sebeplerle, örtülü hibe konusunda BK.m. 18 ve 11/2 değil, özel hüküm niteliğindeki MK. m. 507 ve 499'un uygulanması icabeder.
O halde 1.4.1974 T. ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında MK. m. 5 delaletiyle BK. m. 18 ve 11'in uygulanması gerekir. Yollu gerekçe dahi, bir yanılgı mahsulü olup, yasaya aykırıdır.
1.4.1974 T. ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararındaki diğer bir yanlışlık "...miras hakkından yoksun edilen kimse külli halif olarak değil, doğrudan doğruya 3 ncü şahıs olarak dava açmak hakkına sahiptir..." denilmiş olmasıdır.
Bu gerekçedeki önemli yanlışlık şuradadır. Mirasçının murisinin sağlığında böyle bir hakkı yoktur ve dava açamaz. Ancak murisin ölümüyle, külli haleflik gerçekleşince, dava açabilir. Murisin de sağlığında böyle bir dava açma hakkı yoktur. Bu yanlışlığı sayın Kaneti, (Yargıtay Dergisi Özel Sayı, Ocak-Ekim 1989 shf: 429)'da gayet açık bir şekilde izah etmektedir: "... miras bırakan sağlığında işlemin geçersizliğini ileri sürerek tescilin çizimini isteyebilirmiydi? Yanız olumsuz. İki yönden olumsuz. Bir değil iki işlem yerine getirilmiş, değilmiki tescil yapılmmış, artık dönüp işlemin muvazaa nedeniyle geçersizliğini ileri sürüp, terkin istemesi dürüstlük kuralıyla bağdaşmaz. Üstelik böyle değeri yüksek bir satış işleminin, muvazaalı olduğunun ispat edilebilmesi için yazılı delile dayanması gerekir. Yazılı sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, yazılı delille ispatlanabilir. Şimdi mirasçıya bu hak tanınıyor. Bir hak tanınabilir mi) Mirasçı miras bırakanın halefi Miras bırakanın hakkı ne ise, mirasçınınkide odur. Mirasçıya miras bırakanın sahip olduğu hakların ötesinde bir hak geçmez. 1974 T.İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasçıya murisin sahip olmadığı bir hakkı tanıyor. Buna katılınamaz. Saklı pay sahibi olmayan mirasçılar için durum böyledir.
Saklı paylı mirasçılar konusunda ise, bu gibilere, murisin dahi dokunamayacağı haklar tanınmıştır. Bunlar murisin saklı payı zedeleyen tasarrufları karşısında 3 ncü kişi durumundadır. Bunların 3 ncü kişi olarak haklarını koruyan dava ise işlemin iptali davası değil, yalnızca tenkis davasıdır. Tenkis davasında da iddialarını yazılı delille ispatlamaları gerekmez..."
Aynı konuda, sayın Prof. K. Oğuzman'ın görüşü de şöyledir: ".. (1.4.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında, murisin muvazaalı satış işlemiyle miras hakkından yoksun edilen kimse, külli halef olarak değil, doğrudan doğruya üçüncü kişi olarak dava açma hakkına sahiptir) denilmiştir. Bu görüşü, yürürlükteki miras hukuku sistemiyle bağdaştırmak, mümkün değildir. Zira mahfuz hisseli olmayan mirasçının miras bırakanın tasarruflarına karşı hukuken korunan bir hakkı yoktur. Bu nedenle, onun hakkına tecavüzden kaynaklanan ve şahsına ait olan bir dava hakkından sözedilemez. Mahfuz hisseli mirasçının da mahfuz hissesine tecavüz teşkil etmeyen tasarruflar bakımından durum aynıdır... Ancak mahfuz hisseli mirasçının bu hissesinin ihlali sebebiyle açacağı tenkis davası şahsına ait bir davadır.
Muvazaa ve şekil eksikliği sebebiyle tapunun tashihi davasını MK.m.933 uyarınca mirasçılar külli halef olarak iktisap edip külli halef olarak açabilirler. Fakat, mahfuz hisse dışında mirasçının miras bırakanın tasarruflarına karşı korunan menfaati yoktur. Tapu kaydının tashihi davası, mirasçılara miras yoluyla muristen intikal eder. Mirasçı tek kişi ise, bu davayı külli halef sıfatıyla açar. Birden çok kişi ise, tek başına değil, hepsi birlikte, yada mümessil marifetiyle açabilirler. Bu dava külli halef sıfatıyla açıldığından, HUMK. m. 290 uyarınca muvazaa şahitle ispat edilemez. Mahfuz hisseli mirasçılar murisin muvazaalı temliki ile, mahfuz hisse kaidelerini bertaraf etmek istediğini ileri sürerek, MK. m. 507/4 uyarınca tenkis davası açabilir. Bu dava hakkı, mirasçının şahsına tanındığı için, mirasçı murisin muvazaalı işlemi karşısında 3'ncü şahıs durumundadır. Bu nedenle, muvazaalıyı şahitle ispat edebilir. "Böyle bir tenkis davası karşısında hakim, tenkis yerine, muvazaa ve şekil noksanı yüzünden tapunun tashihine karar veremez." (Oğuzman, miras bırakanın gayri menkule ilişkin muvazaalı işlemleri bakımından tenkis davası ve tapu kaydının tashihi davası). 1.4.1974 T. 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı gerekçesinde ".... Muvazaa iddiasının ispatı ve ispat biimi İçtihadı Birleştirme kapsamı dışında kaldığı kabul edilmiştir..." denilmiş olmasına rağmen, muvazaa ve şekil eksikliği nedeniyle açılacak tapu kaydının tashihi davasını, mirasçının külli halef olarak değil, doğrudan doğruya üçüncü kişi olarak açtığının kabulüyle, muvazaa iddiasının yazılı delil dışında tanıklda ispatının kabul edilmiş bulunması bakımından, kararda çelişki yaratıldığı gibi, HUMK. m. 290 kuralına aykırı bir hukuki sonuca ulaşılmıştır. Sayın Prof.Kaneti, Oğuzman, yukarda nakledilen mütalaalarında, sayın Prof.Postacıoğlu'da (G. menkul Ferağına ilişkin akitlerde şekle riayet mecburiyeti ve şehadetle ispat memnuiyeti ve Hudutları) adlı yapıtlarında, bu ispat yasağına deyinmiş bulunmaktadırlar.
Bizce, gayet doğru olan bu görüşlerle ters düşen ve kendi içindeki çelişki ve yanılgıyı vurgulayan bu kabul ve ispat şeklide hatalıdır.
Muvazaa ve şekil eksikliği nedeniyle tapu kaydının tashihi davası, bir zamanaşımı ve sukutu hak süresine bağlı olmadığından, işlemin yapılmasından çok sonra açılabilmektedir. Örneğin, işlem 1930 tarihinde yapılmış olsa, 1990 tarihinde, 60 yıl sonra, böyle bir dava açılması, İçtihadı Birleştirme Kararına göre mümkündür.
Oysa, hukuki ilişkilerin, böylesine uzun süre askıda bırakılması, düzen ve istikrara aykırıdır.
Diyelimki, muris 1930 yılında tapulu taşınmazını kendisinin layık gördüğü bir kişiye bağışladı. Bağış konusunda iradeleri birleşti. Fakat tapuda işlemi satış akti şeklinde gösterdi. Kendisinin mahfuz hisseli mirasçısıda yoktu. Aradan 60 yıl geçti. Bu süre zarfında bağışlanan taşınmazı imar etti. İnşaat yaptı, hatta bir kısmı pek çok el değiştirdi. Mirasçı 60 yıl sonra bu temlikin muvazaa ve şekil eksikliği nedeniyle iptalini, taşınmazın kendi adına tescilini istiyor. 1.4.1974 T.İçtihadı Birleştirme Kararı, buna imkan vermiştir ve ilgili Yargıtay Özel Dairesinin, karardaki mantıkla, bu yolda açılmış davaları kabul edip tapuyu tashih ettiğinin pek çok örneği vardır.
Oysa, modern hukukta, böyle durumlar, temelde işlemin iptali gerekse bile, "Verwirkung" hak düşümü müessesiyle, tasfiye edilebilmektedir. Çok eskilerde kalmış olayların, uyuşmazlık konusu yapıldığı hallerde, arada geçen uzun zaman parçası ve güven duygusu yüzünden çok uzaklarda kalmış hukuki ihlaller tasfiye edilmekte ve mevcut statükonun korunması sağlanmaktadır.
Şöyleki, bir kimsenin hakkının ihlaline uzun süre ses çıkarmaması, ihlalin önlenmesi ve hakıkının teslimi iin dava açmayarak, karşı tarafta bir güven yarattıktan sonra ve hele çok eskilerde, uzaklarda kalmış olaylar için, örneğin yukardaki örnekte olduğu gibi, dava açmaya kalkarsa, bu hak düşmüş, hak düşümü olgusu gerçekleşmiş, sayılır. Artık bu hakkı, (bilfarz bulunsa bile) dava edemez. Hak düşümü kurumu, MK.m. 2'nin özel bir uygulama biçimidir. İsviçre ve Alman hukuklarında bu kurum, hukukun her dalında uygulanarak, hakkın, hak düşümüne uğradığı kabul edilip, hukuki istikrar, korunmakta, hukuki karmaşa ve haksızlıklar önlenmektedir. Modern hukuk sistemlerinde, sukutu hak, zamanaşımı ve hak düşümü süreleri çok kısa tutularak, hukuki güvence sağlanırken, 1.4.1974 T. 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile, hemen hemen 64 seneye kadar eski defterlerin karıştırılması, çok uzaklardaki işlemlerin dava konusu yapılmasına imkan verilmesi ve modern (hakdüşümü) kurumunun öngörülmemiş bulunmasıda, tüm hukuk anlayışına ters düşen bir yanılgıdır.
O kadarki, 1.1.1974 T. 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararına, 22.5.1987 T. ve 4/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararınında eklenmesiyle, murisin muvazaalı tasarrufuna karşı tenkis davası açılıp, yürütülüp, tenkise ilişkin ilam infaz edildikten çok sonra, örneğin 30-40 yıl sonra, bu kez, muvazaa ile örtülü hibe varmış iddiasıyla, murisin tasarruf nisabına dahil olup, tenkis dışı kalan kısmın ve arada geçen zamanda, taşınmazın enflasyon ve sair nedenlerle kıymetlenmesi nedeniyle taşınmazın aynının dahi elde edilmesi amacıyla, tapu tashihi davası açılması mümkün kılınmıştır.
Bu konuda, sayın Prof. Dr. İ. Sungurbey, şu değerlendirmeyi yapmaktadır: ".. 1953 ve 1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararları aynen şu formülü uyguluyor... Satış gibi gösterilen bağış resmi şekle uyulmadığı, satış ise resme şekilde gösterilmiş ama taraflarca istenmediği, onların gerçek amacına aykırı olduğu için batıldır. Bu nedenle tapu iptali davası açılabilir diyor.. Ben bu 2 karara "La takribüs Salate" kararları derim..." ... Başını söylüyor, arkasını söylemiyor... Gerçeği tam yansıtmıyor... Çok isabetsiz kararlar.... Sosyal konplikasyonlar doğuran sonuca yol açmıştır... Şimdi yine Teoman Ozanoğlu'nun son tevhidi içtihat kararı dolasıyıla değindikleri çok önemli bir nokta daha var... O da bizim maymuncuk diye küçümsenen MK. m. 2'deki dürüstlük kuralından çıkan çelişkili davranış ve hak düşümü (Verwirkungfrist) sorunu. Bu adam ne yapmış. Bana malı bağışlamış, satın gibi gösterilmiş. Muris ifa etmiş. Aslında muris mezarından çıksa benden geri alamaz. Bu tutmuş önceden tenkis davası açmış... Tenkis davasıyla bir kısmını elimden almış, ondan sonra seneler geçmiş, ben artık diyorumki mahkum olduk. Bu kadar güveniyorum. Artık bana karşı bir dava açmayacak diye, son tevhidi içtihat kararıyla hayır, bir dava daha açar, senin elinde ne kalmışsa geridekileride alır. Bu vatandaşı çok güç duruma koymak, çok acı bir çorba içirtmektir. Onu, şaşırtıcı bir sürprizle karşılamaktır. Onun için bu karar eski kararlara rahmet okutmu, çok can yakıcı bir karar olmuştur..." (Yargıtay dergisi Özel Sayı, Cilt: 15, sayı: 4, shf: 430-431).
1.4.1974 T. ve 22/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında".. İsviçre Federal Mahkemeside kararlı içtihatları ile konuyu bu doğrultuda çözüme bağlamıştır..." sözcükleri vardır. Bu sözcüklerde hatalıdır. Eğer burada, şekil eksikliğinin yaptırımına ilişkin karalar kastediliyorsa, yukarıda, Federal Mahkemenin klasik butlan görüşünü aşmasına ilişkin kararlar açıklanmıştı. Bu kararlar karşısında, bu sav gerçeğe aykırıdır. Bu konuda, sayın Prof.Dr. Yaşar Karayalçın "... Kanaatimce, 1.4.1974 ve 22.5.1987 Tarihli İçtihadı Birleştirme Kararlarında çoğunluğun benimsediği temel görüş, Türk ve İsviçre miras hukukuna aykırıdır. Nitekim İsviçre hukukunda önceleri, tapuda satış olarak görünen, gerçekte bağış olan işlemin geçerli olmadığı, Federal Mahkeme tarafından kabul edildiği halde, bu konuda saklı payı ihlal edilmemiş mirasçılara BK. m. 18'e dayanarak dava hakkı tanıyan bir mahkeme kararı ve doktrinde bu yönde bir görüş tespit edilememiştir..." demektedir, (Prof.Dr.Y.Karayalçın, mirasçının muvazaa nedeniyle iptal davası açma hakkı varmıdır? Yargıtay Dergisi Özel Sayı, Cilt: 15, s: 1-4, Shf. 329). Bu yazıda özellikle shf: 334'deki von Tuhr 335'deki Spiro ve 336. sahifedeki Postacıoğlu'nun görüşlerine ve 337 deki sonuç kısmına bakınız). Sayın profesör 4.1.1974 T. ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının Türk-İsviçre miras hukukunun benimsediği esaslar ve Türk toplumunun ihtiyaçlarına aykırı bir çözüm ortaya çıkardığını, İsviçre hukukunda bu yönde bir karar ve görüş olduğunun tesbit edilemediğini, bu kararın değiştirilmesi gereğini isabetle vurgulamaktadır).
Sayın çoğunluğun, bu denli yanlışlıklar içeren bir İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesini, yazılı gerekçelerle reddedip, hatayı sürdürmesine karşıyım.
II- 1.4.1974 T. ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının getirmiş olduğu çözüm sosyal rahatsızlıklara ve haksızlık ve istikrarsızlıklara yol açmış ve kamu vicdanını rahatsız etmiştir.
Medeni Kanunun miras kitabında, murise bir tasarruf nisabı tanınmştır. Mamelekinin bu kesiminde, muris dilediği gibi tasarruf eder. Buna, mahfuz hisseli olsun, yada olmasın kimse karışamaz.
Mahfuz hisseli mirasçıların saklı payları ise, MK. m.507 ve 499'daki davalarla korunmuştur. Kuşkusuz, muris saklı paylı bir mirasçının saklı payına tecavüz etmişse, bu dava haklarıyla, bu tecavüz giderilecektir ve giderilmelidir. Fakat, bunun dışında, serbestçe tasarruf edileceği kısımda, istek mirasçılardan biri, ister bir 3 ncü kişi yararına murisin tasarrufu caizdir. Hayatın akışı, kişisel ve ailevi nedenler, bunu gerektirebilir. Bunun, çok değişik örnekleri mahkemelere intikal etmektedir. Dul ve yatalak bir murisin 3 oğlu 1 kızı var. Oğulları murisle hiç, yada yeterli ilgilenmiyorlar. Kız çocuk yıllarca ve fedakarane yatalak murise bakıyor. Muriste bu hizmetleri ve çocuklarının durumunu değerlendirip, tasarruf nisabı dahilinde kalan birtaşınmazını kızına bağışlıyor ve fakat, tapuda satış gösteriyor. kız çocuk, taşınmazı imar ediyor, yıllar sonra, erkek çocuklar muvazaa ile örtülü hibenin iptalini ve tapunun tashihini istiyorlar ve İçtihadı Birleştirme Kararının çözümüne uygun olarak, taşınmazı, kız çocuğun elinden alıyorlar.
İmdi, böyle bir durumun, hak ve adalete, istikrar ve güven duygusuna, kamu vicdanına aykırı sosyal bir rahatsızlık yaratıcı olduğundan, kuşku duyulabilir mi?
Doğaldırki, murisin, lehine tasarruf nisabını kullandığı kişi, eşi, ikinci eşi, erkek bir çocuğu veya bunların hepsinden çokn kendisine ilgi duyan, hizmet eden, fedakarlıkta bulunan başka bir akrabası veya 3 ncü kişi olabilir. Ama değilmiki, muris tasarrufta serbesttir. Tercihini kullanmıştır. Buna saygı duymak, kurulan sistemin gereğidir.
Bazende, muris ve bağışladığı, yada sattığı kişi, tapu harç ve masraflarından kısmen kurtulmak, diğer bir deyimle daha az harç masraf ödemek amacıyla satış bedelini az göstermiş olmaktadırlar. Dun bedel, satışın bir karma hibe ve muvazaa olarak kabulünü gerektirmiş ve tapu iptal edilmiştir. Yargıtay arşvileri bu kararlarla doludur.
Bu örneklerde, murisinde, karşı tarafın da, bir kötü niyetleri yoktur. Bilakis, muris, nefsinde adaleti gerçekleştirmek istiyor. Fedakar, insancıl ve diyerkam mirasçıyı, yada 3 ncü kişileri ötekilerle kıyaslayıp, ödüllendiriyor. Bundan doğal ne olabilir? Vergi kaçırma işi ise, başka konumlarda müeyyidelere bağlanmıştır. Vergi kaçırma amacıyla satış bedelinin düşük gösterilmesi, mutlaka satışın muvazaalı kabulünü gerektirebilir mi?
22.5.1987 kararının evrak nüsbitesinde de bu tür uygulamaların örnekleri vardır.
İşte, 1.4.1974 T. 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı murisin iradesiyle gerçekleştirdiği, aslında adil ve iyiniyetli olan pek çok tasarrufun iptalini mümkün kılarak, kamu vicdanını rahatsız etmiştir.
Nitekim, sayın Karayalçın ve Sungurbey bu kararın sosyal komlikasyonlar yarattığını, isabetle vurglamışlardır (YYD. Cilt: 15, Sayı: 1-4, shf: 330-337 ve 430).
İşbu fiili ve hukuki gerçeğin, sayın çoğunluk tarafından dikkate alınmaması ve kararın değiştirilmemesine de karşıyım.
III. Gizli ve örtülü bağışın taraflarının kötü niyetli oldukları ve hileli anlaşma yaptıkları savuna gelince:
Örtülü, gizli hibe, tasarruf nisabı içerisinde ise, veya mahfuz hisseli mirasçı yoksa, kötüniyet hiç sözkonusu olmaz. Tasarrufun serbest olduğu, sınırlanmadığı bir konuda, işlemin şu veya bu şekilde yapılmış olması, bir kötü niyet oluşturamaz. Hilenin, yani taraflardan birinin diğerini kasıtlı aldatarak akit yapması unsuru ise, hiç mevcut olmamakla, hileden dahi sözedilemez. Burada irade sakatlığı mevzubahis değildir. İradelerin oluşumunda bir sakatlık yoktur. Sorun birbirine hibe konusunda tamamen uygun olan iradelerin belli bir şekil altında yapılmamasıdır.
Mahfuz hisseli mirasçının bulunması halinde, bazı hallerde, zahiri muamele yani muvazaa ile illetli satış işleminde kötüniyet olabilir. Fakat, kötü niyet asıl değildir, iyiniyet asıldır. Bu nedenle istisnaya göre kural konulamaz. Kaldı ki, başlangıçta muvazaalı işlemle iktisab edenin kötüniyetli olduğu hallerde de, hakkı ihlale uğrayanın, itiraz etmeden, duruma katlanarak karşı taraf için değerli bir zilyetlik durumunun doğumuna yol açması halinde ve karşı tarafın durumuna razı olduğu ve onun haklı bulunduğu intibaını uyandırması durumunda bağışlanan kişide, sonradanda iyiniyet oluşabilir ve böyle hallerde hak düşümü gerçekleşebilir. Kaldı ki, gerçek muamelede, yani hibede kötüniyet olmaz. Çünkü tarafların iradesi icap ve kabul şeklinde hibede birleşmiştir.
Sayın çoğunluğun bu görüşlerin aksini öngörmesinede katılmıyorum.
IV- ülkede feodal zihniyetin hakim olduğu, kız çocuklara, gerek murislerinin gerek erkek kardeşlerinin eşit miras hakkı tanımadıkları, Medeni Kanunun sistemine karşı çıktıkları ve o nedenle bu muvazaalı işlemleri tercih ettikleri, 2 ncei eşin yada yeğen vs. akrabaların baskısıyla bu işlemlerin yapıldığı, 1.4.1974 tarihli içtihadı Birleştirme Kararının, bu gibi durumları önlemek için konulduğu yollu görüşlerede katılmak mümkün değildir.
Zira feodal bir zihniyetin, kız çocukların evlattan sayılmamasının, ülke çapında yaygın olduğu görüşünün hiçbir dayanağı yoktur. Murisin, baskısıyla örtülü bağış yaptığı, genel bir olgu olarak sunulumaz. İstisnai olaylar, genel kuralların yaratıcısı olamaz. Böyle istisnai olaylar olsa bile, Medeni Kanunda bunların çözümü için davalar ve hukuki imkanlar öngörülmüştür. MK.nun 507 ve 499 ve irade sakatlığına ilişkin dava hakları, her zaman kullanılabilir.
Bütün bu hukuki imkanlar görmezden gelinerek, ütopik ihtimallerle hukuki aykırı içtihatlar tesisi yeğlenemez.
Soyun çoğunluğun, 1.4.1974 T. ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesi isteğini reddetmiş olmasına, yukarıdaki nedenlerle karşıyız.