 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2003/3-118
K: 2003/158
T: 12.3.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasındaki eşya teslimi ve alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.9.2001 gün ve 1999/791-2001/585 sayılı kararın incelenmesi davalı karşı davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay-3. Hukuk Dairesinin 22.1.2002 gün ve 2001/11155-2002/641 sayılı ilamı ile, (...Dava dilekçesinde tarafların nişanlı iken evlilik hazırlığı sırasında karşı tarafın evine götürülen eşyaların nişanın bozulmasından sonra iade edilmediği iddia edilerek eşyaların aynen iadesi veya bedelinin tahsili istenilmiş, yargılama sırasında eşyalar iade edildiğinden mahkemece konusuz kalan davanın reddi cihetine gidilmiştir.
Karşılık dava dilekçesinde ise, ziynet eşyası alınması için karşı tarafa ödenen üçbuçuk milyar liranın tahsili talep edilmiştir.
Davacı ve karşılık davalılar dava konusu parayı aldıklarını ancak bunun karşı tarafın daha önce kendilerinden almış olduğu ödünç paranın ödemesi olduğunu savunmuşlardır. Mahkemece nişanda örf ve adeta göre davacı karşı davalıya takı takıldığı, sonradan havale yoluyla yapılan ödemenin yeniden ziynet eşyası alınması için olduğunun kabulünün hayatın olağan akışına ters düşeceği ve savunmanın tanık anlatımıyla kanıtlandığı gerekçesiyle karşılık davanın reddi cihetine gidilmiştir.
Karşılık davadaki davalılar diğer tarafın yaptığı ödemenin önceden kendilerinin verdikleri borç karşılığı olduğunu savunduklarından ve ikrar eden davalıların eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlantı bulunmadığından buradaki ikrar bağlantısız bileşik ikrardır.
Bağlantısız bileşik ikrar ise bulunabileceğinden ispat yükü, ödünç akdinin varlığını ileri süren davacı karşılık davalılara düşer.
Mahkemece davacı-karşılık davalılara savunmalarını ispat edecek başkaca de'illeri sorularak varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı- karşı davacı Ali vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava eşya teslimi, karşı dava ise alacak istemine ilişkindir.
Asıl davada, davacı Fadime vekili, davacının kızı Yelda ile davalının nişanlandıklarını, davacı tarafından kızı için alınan eşyaların müşterek konut olarak düşünülen davalıya ait eve konulduğunu, sonradan nişanın bozulduğunu, davalının bunları iade etmediğini ileri sürerek, liste halinde bildirdiği eşyaların aynen teslimine, mümkün olmadığı takdirde bedellerinin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Ali vekili, cevap ve karşı dava dilekçesinde, ası! davaya konu eşyaların davacıya ait olduğunu, bu nedenle kusur oranına ilişkin iddia dışında asıl davayı kabul ettiklerini bildirmiş; karşı davacının nişanlılık döneminde adet gereği alınması gereken takı ve mücevheratı kendileri seçip almaları için karşı davalılardan Fadime'nin banka hesabına 2.500.000.000 TL., Yelda'nın banka hesabına da 1.000.000.000 TL. gönderdiğini, her iki karşı davalının, o anda paraya ihtiyaçları olduğunu bildirmeleri üzerine, takıların daha sonra alınması şartıyla, parayı ihtiyaçlarında kullanmalarına muvafakat ettiğini, ancak takılar alınmadığı gibi, karsı davalıların kusurlu davranışları nedeniyle nisanın bozulmasına rağmen gönderdiği paranın kendisine iade edilmediğini, o nedenle asıl davaya konu eşyalar üzerinde hapis hakkını kullandığını iieri sürerek, toplam 3.500.000.000 TL. nin, nişanın bozulduğu Haziran 1999'dan itibaren reeskont faiziyle birlikte müteselsiien tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Karşı davalılar Yelda ve Fadime vekili, karşı davaya verdiği ceyapta, tarafların öğrencilik yıllarında tanışıp nişanlanmaya karar verdiklerini, Yelda'nın babasının yüksek düzeyde bir gelire sahip olduğunu, paraya çok düşkün olan ve ailesinden parasal destek görmeyen karşı davacı Ali' in borsadaki ilişkiler içerisinde yer aldığını, Yelda kanalıyla onun ailesinden para alma girişimlerinde bulunduğunu, önce kendisine Yelda'nın otomobilinin 1997 Haziranında geçirdiği kaza nedeniyle sigortaca ödenen 5000 Doların geri ödenmesi şartıyla verildiğini; nişanlıların staj için 1.1.1998 tarihinde Amerika'ya birlikte gittiklerini, bunun için 1997 Aralık ayında okul parası olarak ayrı ayrı 5000 Dolar yatırıldığını, ayrıca yanlarında 5000 dolar götürmelerinin planlandığını, bunun da Yelda ve ailesi tarafından karşılandığını, bu şekilde kendisine toplam 10.000 Dolar elden verildiğini, karsı davadaki alacak istemine konu 2.500.000.000 TL. nin, Fadime'nin banka hesabına bu borca karşılık yatırıldığını; Yelda'nın banka hesabına yapılan ödemenin ise, daha önceden sigortaca ödenip Ali'e verilen 5.000 Dolardan artan borç karşılığında yapıldığını, nişanlılık ilişkisi nedeniyle Ali' den belge alınmadığını, ancak sonradan Aliln hileli davranışta bulunduğunun ortaya çıktığını, parası olmadığını söyleyerek aldığı 10.000 Dolan Borsada çalıştırdığının anlaşıldığını; gerek hile olgusunun varlığı ve gerekse nişanlılık ilişkisi nedeniyle bu savunmanın tanıkla kanıtlanacağını, davalı Fadime'nin banka hesap ekstrelerinin de yazılı delil başlangıcı niteliğinde olduğunu; esasen, takı ve mücevherat almak için karşı davalılara para gönderilmesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmadığını, gönderme tarihleri de gözetildiğinde iddianın doğru olmadığının anlaşılacağını, zira nişanlanma tarihi Kasım 1997 olmasına karşın, Fadime'ye paranın 27.5.1998 tarihinde gönderildiğini, nişanın ise Haziran 1999'da bozulduğunu savunarak, karşı davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece verilen, yargılama sırasında eşyaların teslim edilmiş olması nedeniyle konusuz kalmasından dolayı asıl davanın reddine; karşı davadaki alacak istemine konu paraların davalılara nişan takısı alınması için gönderildiği iddiasının davacı tarafından kanıtlanamadığı gerekçesiyle karşı davanın aa reddine dair karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki, asıl dava yönünden Hukuk Genel Kurulu önüne gelen bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık sadece karşı davaya ilişkin olduğundan, değerlendirme sadece bu dava yönünden yapılacak ve kararın bundan sonraki 'bölümünde "Davacı" terimiyle, karşı davanın davacısı Ali, "Davalılar" sözüyle de karşı davanın davalıları Fadime ve Yelda ifade edilecektir.
Bu noktada öncelikle, maddi olgu açıklanacaktır:
Davacı ile, davalılardan Yelda'nın 1997 yılı sonlarında nişanlandıkları, davacı tarafından, davalı Yelda'nın banka hesabına 25.8.1998 tarihinde 1.000.000.000 TL.; onun annesi olan dfğer davalı Fadime'nin banka hesabına ise 27.5.1998 tarihinde 2.500.000.000 TL havale edildiği, her iki havaleye ilişkin dekontlarda, paranın gönderiliş nedeni hakkında herhangi bir açıklama bulunmadığı, bilahare nişanın 1999 yılı Haziran ayında bozulduğu çekişmesizdir.
Havalelerin tarih ve miktarları ile bunların davalılarca alınmış olduğu konusunda çekişme yoktur.
Bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle, uyuşmazlık, davalıların yukarıda açıklanan savunmalarının, usul hukuku bakımından mevsuf ikrar (gerekçeli inkar) mı, yoksa, bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak, ikrarın bölünüp bölünemeyeceği, ayrıca, davacı tarafından gönderilen paranın nisan hediyesi niteliğinde bulunup bulunmadığı, dolayısıyla kanıtlama yükünün kime ait olacağı noktasında toplanmaktadır:
Yerel mahkeme, davalıların savunmalarını mevsuf ikrar olarak, özel daire ise bağlantısız bileşik ikrar olarak nitelendirmiş ve ispat .yükünü bu nitelendirmeye bağlı olarak belirlemiştir. Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında, bir kısım üyeler, davaya konu paraların nişan hediyesi olarak gönderilc'gi ve "mutat hediye" niteliğinde olmayan bu paraların iadesi gerektiği görüsünü dile getirmişlerdir. Ancak, çoğunluk, aşağıdaki gerekçelerle bu görüşe katılmamıştır.
Bu noktada ikrar kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir, (ikrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve .devamı; Prof. ...Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama - Hukuku,-Cilfe–l-27-3.-Bası,- Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı.).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkarda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:
Davacının, gönderilme nedeni belirtilmeyen her iki havaleyi de, adet gereği nişan takısı ve mücevherat alınmak üzere davalılara gönderdiğine ilişkin iddiası davalılarca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, davacının nişanlılık öncesindeki arkadaşlık döneminde ve nişanlanmadan sonra davacıya borç olarak verilen paraların geri ödenmesi için gönderildiği savunulmuştur. Böylece davalılar, davaya konu paraların kendilerine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle (nişan takısı ve mücevherat alınması) değil, başka bir nedenle (mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla) gönderildiklerini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmişlerdir.
Davalıların, ikrar ettikleri maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmeleri karşısında, somut olayda, basit (adi) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, bozma ilamındaki, davalıların savunmasının bağlantısız bileşik ikrar niteliğinde bulunduğuna ilişkin gerekçe ve kabulde isabet görülmemiştir.
Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.
O halde, somut olayda davalıların savunmaları, vasıflı ikrar (gerekçeli inkar) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Çünkü, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa (davalılara) değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir.
Bu durumda, davacı, davaya konu paraların nişan takısı ve mücevherat alınması için gönderildiği
yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalıların ödünç ilişkisini kanıtlamayükümlülükleri bulunmamaktadır.
Öte yandan, Borçlar Kanunu'nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaieci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. (Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Arif.B.Kocaman. Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Yargıtay'ın bu konudaki uygulamasına örnek olarak: 11. Hukuk Dairesi'nin 28.9.1992 gün ve 1991/1956- 1992/9316 sayılı kararı).
Somut olayda, havaieci durumundaki davacı Ali, değinilen yasal karine karşısında, davalılara yaptığı dava konusu havalelerin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır. Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü davacıya aittir.
Hal böyle olunca, yerel mahkemenin, olayda kanıtlama yükümlülüğünün davacıya ait bulunduğu gerekçesine dayalı direnme kararı yerindedir. Ne var ki, işin esası incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle direnme uygun bulunduğundan.karsı davacı (davalı) Ali vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 3. Hukuk Dairesine gönderilmesin 12.3.2003 günü, ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Yasada aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.
(M.Y.md.6) Kural olarak kanıtlama yükü davacıya aittir. Bu ana kuralın ayrıcalıklarından biri karinelerdir. Kısa anlatımla karine, belli bir olaydan, belli olmayan bir olay için çıkarılan sonuçtur.
Fiili karine ise (yaşam deneyi kuralları) belli bir olaydan belli olmayan bir olay için hakim tarafından çıkarılan sonuçtur. Fiili karine yararına olan taraf kanıtlama yükümlülüğünden kurtulur.
Somut olay, nişanlılık dönemi içinde nişan hediyesi olarak verildiği iddia edilen paranın iadesine ilişkindir. Nişanlıların nişanlılık süresinde birbirlerine verdikleri eşya, para (hatta başlık parası) nişan hediyesidir. Bu konuda fiili karine vardır. Nişan hediyesi verilme süresi, sadece nişan tarihi ya da o tarihe yakın zaman dilimi ile sınırlanamaz. Düğün tarihine kadar alınan her eşya, verilen para nisan hediyesidir ve nişanın bozulması halinde iadeye tabidir. Fiili karine nedeniyle nişan hediyesi olarak verilmediğini kanıtlama yükü davalıdadır.
Davacının davaya konu parayı nişanlılık döneminde gönderdiği, davalı tarafça alındığı ve fiili karine nedeniyle bunun nişan hediyesi olduğunun (ister para isterse alınacağı iddia edilen takı karşılığı düşünülsün) kabulü gerekir. Yargısal uygulamada bu yoldadır.
Davalı tarafın parayı aldım beyanı, fiili karine nedeniyle (nişan hediyesi olarak gönderilen parayı aldım ancak davacıdan alacaklıyım, alacağıma saydım) şeklinde bağlantısız bileşik ikrar olarak kabul edilmelidir. Çünkü paranın alındığını açıklayan ikrar beyanına savunma yolu eklenen vakıa ile ikrara konu vakıa arasında bağlantı yoktur. Başka bir anlatımla iki vakıa birbirinden bağımsızdır. Bağlantısız bileşik ikrarın bölünebileceği ve kanıtlama yükünün yeni vakıayı ileri süren tarafta olduğu hususu öğreti ve uygulamada kabul edilmektedir. İşte fiili karine nedeniyle, davacı tarafından gönderilen paranın nisan hediyesi nedeni ile gönderildiği kabul edilmeli ve davacı kanıtlama yükünden kurtulmalı ve davalı taraf nişan hediyesi dışındaki borç ilişkisi nedeniyle ödemenin yapıldığını kanıtlamalıdır. Davacının menfi bir durumu yani borç almadığını kanıtlamasına gerek yoktur.
Şayet fiili karine olmasa ve paranın gönderiliş nedeni dosyada olduğu gibi davalı tarafça kabul edilmese idi, bu halde beyan gerekçeli ikrar olacak ve işte o zaman davacının paranın gönderiliş nedenini kanıtlaması gerekecekti.Açıklanan nedenlerle nisan hediyesi olarak gönderildiği fiili karine nedeniyle sabit olan paranın, borca karşılık gönderildiği savunmasında bulunan, davalının iddiasını kanıtlaması ve direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle, bunun aksine onama yönünde ojuşan sayın çoğunluğun görüsüne katılmıyorum.
Ayşe ÖZÇELİK 3.Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY YAZISI
Maddi Olay; karşı davacının nişanlı bulundukları süre içinde verdiği nişan hediyesinin iadesine ilişkindir.
3.Hukuk Dairesinin yerleşmiş içtihatlarına göre, nişanlılık süresi içinde tarafların birbirlerine verdikleri maddi değerler hediye olarak kabul edildiği gibi her türlü delille ispatı mümkündür.
Olayda davacı davasını ispatlanmıştır. Dinlenen tanıklarda, havale yoluyla gönderilen paranın takı alınmasına ilişkin olduğunu ve davacının bankadaki hesabından yapıldığını açıklamışlardır.
Davalı taraf gönderilen havale ile davacının aldığı parayı iade ettiğini ileri sürerek, savunmasına bulunmuştur. Davalı maddi olayın hukuki vasfını değiştirerek ve başka bir ilişkiye, borç paranın iadesi olgusuna dayandırmıştır. Bu halde ispat külfeti yer değiştirmiştir. Davalı tarafını parayı borç olarak verdiğini kanıtlaması gerekir. Davalı parasının nişan hediyesi olmadığını borç olarak verilip iade edildiği savunmasını maddi delile dayandırması gerekir.
Mahkeme savunmayı tanık beyanlarına ve USA dolarının Türk lirası karşılığını birbirini tam karşılayamayan farazi görüşlere dayandırarak davayı red etmesi doğru değildir. Davalı tanıklarının ifadelerinin değerlendirilmesinde, olayların her anının yanıarınaan yaşanmış gibi beyanlarda bulunrnaian karşısında paranın davalı tarafça davacı tarafa verildiğine dair, ne belge, nede görgüye dayanan bir bilgi yoktur. Tanıkların anlatımları hayatın olağan akışına da uygun değildir. Kaldı ki davacı varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Davacının bu borcu almaya ihtiyacı olduğuna ilişkin olarak tarafın maddi bir delilide yoktur. Ayrıca nişanlılık süresi içinde tarafların birbirlerine verdikleri maddi değer ifade eden şeyler ne olursa olsun, aksine bir yazılı belge yoksa nişan hediyesidir. Mahkemenin davayı hayatın olağan akışına aykırı olduğu şeklinde kabulü de bu yönden de doğru değildir.
Davalı taraf borç ilişkisini ispatlayamamıştır. Davacı tarafın, davalının tanık dinletmesine ilişkin açık bir muvafakatıda yoktur. Davalının savunmasına öncelik verilemez.
Olayda para havalesine ilişkin olarak, havalede açıklama bulunmaması olgusunda, olayın özelliği ve nişan hediyesi olduğunun varlığı karşısında,davacının bu yönde havalede açıklama yapması zorunluluğu yoktur. Davalı parayı alırken itirazı kayıt ile tahsil etmemiştir.
3. Hukuk Dairesinin yerleşmiş ve devamlı uygulamalarına göre nişanlıların, nişanlılık süreleri içinde aksine bir maddi belge bulunmadığı sürece birbirlerine verdikleri her türlü maddi değerler, nisan hediyesidir ve her türlü delille ispat edilir. Aksi ilişkiyi davalı tarafın maddi delille ispatı gerekir.
3. Hukuk Dairesinin bozma kararı doğrudur. Açıkladığım nedenlerle çoğunluk görüsüne karşıyım.
H.A.BENGÜ
3.HukukDairesiÜyesi