 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2003/21-406
K: 2003/424
T: 25.6.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
4721/m.2
1479/m.79
Taraflar arasındaki "kurum işleminin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Manisa İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.09.2002 gün ve 2001/545-2002/298 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 14.11.2002 gün ve 2002/9010-9704 sayılı ilamı ile; ( ...Davacı, tahsis talebini reddeden Kurum işleminin iptali ile, 01.11.2001'den itibaren yaşlılık aylığının faizi ile birlikte ödenmesi gerektiğinin tesbitini istemiştir.
Mahkemece yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş ise de bu sonuç yerinde değildir.
Gerçekten, davanın asıl nedeni, davacının vergi kaydını sildirdiği 13.12.1981 tarihi ile, 30.12.1992 tarihleri arasında Bağ-Kur isteğe bağlı sigortalısı sayılması talebini içermekte olduğu ortadadır. Davacının vergi kaydı nedeniyle 14.01.1998'de talep üzerine 20.04.1982'den itibaren tescil edildiği, vergi kaydını sildirdiği 13.12.1982 tarihinden sonra Bağ-kur Yasasının 24. ve 25. maddelerinde aranan şekilde kendi adına ve hesabına bağımsız çalışması olmadığı gibi Esnaf ve Sanatkarlar sicili veya Kanunla kurulu meslek kuruluşu kaydı da bulunmayan davacının Kurumca, bu döneme ilişkin olarak sehven alınan primleri değerlendirmeye alınmamıştır.
Bağ-Kur Yasasının 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Yasa ile değişik 24. maddesine göre bir kişinin Bağ-Kur statüsüne girebilmesi için vergi yükümlülüğü öngörülmüş 14.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Yasa ile anılan maddede de getirilen değişiklikle sigortalılığa karine yönünde, vergi kaydı bulunanların sigortalılığının vergi kaydı tesisi ile başlayıp terkini ile sona ermesi vergi kaydı olmayan veya vergiden muaf olunması durumunda Esnaf ve Sanatkarlar sicili veya Kanunla Kurulu Meslek Kuruluş kayıtlarının esas alınacağı belirlenmiştir. Davacının çekişmeli dönemde düzenli prim ödemesi ve kaydı söz konusu olmadığından isteğe bağlı sigortalılık Yönetmeliğinin 5/c maddesinden yararlanması da olanaksız olduğu gibi 1479 sayılı Yasa'nın 79. maddesine 3396 sayılı Yasa'nın 16. maddesi ile eklenen fıkraya göre sonradan ödenen primleri isteğe bağlı sigorta süresi olarak değerlendirilmesi de mümkün değildir.
Hal böyle olunca, Kurumca yanılgı sonucu tahsil edilen ödemeler isteğe bağlı sigortalı olarak değerlendirilemeyeceğinden, hatalı işleminden 2 yıl sonra dönülmesinde, Kuruma izafe edilebilecek kusur bulunmadığı da gözönüne alındığında, davanın reddi yerine, yerinde olmayan bilirkişi görüşüne itibar edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, tahsis talebini reddeden kurum işleminin iptali ile, 01.11.2001 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanması isteğine ilişkindir.
Davacı, kurumca bildirilen borç tutarlarının gecikme zammı ile sonradan ödendiğini, vergi kaydı bulunmayan 13.12.1982-31.12.1992 döneminin primleri ödendiğinden isteğe bağlı sigortalı olarak değerlendirilmesini talep etmiştir.
Mahkemenin "sonradan yapılan ödemelerin 13.12.1982-3012.1992 dönemi için isteğe bağlı sigortalılık olarak değerlendirilmesi gerektiği" gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; Davacı sigortalının 1981-1992 yılları arasında Bağ-Kur isteğe bağlı sigortalı sayılıp sayılamayacağı ve Kurumca gönderilen 16.02.1998 günlü yazı ve burada zikredilen 270.000.000.-TL. ödenmesine ilişkin istemin kişi yararına isteğe bağlı sigortalılık yönünden kazanılmış hak oluşturup oluşturamayacağı yönlerine ilişkindir. Yerel Mahkeme; sözü edilen 10 yıllık sürenin isteğe bağlı sigortalılık olarak değerlendirilmesi gerekeceğini ileri sürerken, Özel Daire ise; 1981-1992 yılları arasında davacının isteğe bağlı sigortalı sayılmasının mümkün olamayacağını hükme bağlamıştır.
Sorunun yasal dayanaklarını ortaya koymadan önce, davacı sigortalı ile ilgili maddi olguların belirtilmesinde yarar olacaktır. Davacı sigortalı 1479 sayılı Yasa gereği 3 Şubat 1998 tarihi itibariyle kapsama alınmıştır. Davacının Vergi ve Esnaf Sicil kayıtlarını gözönünde bulunduran Kurum, davacıyı, 20.04.1982-13.12.1982 ve 30.12.1992-31.10.2001 tarihleri arasında toplam 9 yıl 5 ay süre ile sigortalı kabul etmiştir. Bunun dışında, davacının, zorunlu veya isteğe bağlı sigortalılığı bulunmamaktadır. Davacıya Kurum 16.02.1998 günlü bir yazı yazmış ve toplam 270.000.000.-TL. borcu olduğunu bildirmiştir. Davacı sigortalı bu yazıya dayalı kimi ödemelerde bulunmuştur. İşte Yerel Mahkeme Kurumun göndermiş olduğu bu yazıya dayalı davacının 1981 ila 1992 yılları arasında isteğe bağlı sigortalı olduğunu ileri sürmektedir.
Gerçekten, isteğe bağlı sigortalılık; 1479 sayılı Bağ-Kur Yasasının 79. maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen madde; gerek ilk şekli gerekse sonradan yapılan düzenlemelerinde isteğe bağlı sigortalılık koşullarını göstermiş ve bu alanda uyulması zorunlu ilkeleri ortaya koymuştur. Buna göre bir kimsenin Bağ-Kur kapsamında isteğe bağlı sigortalı sayılabilmesi için;
a )İsteğe bağlı sigortalı olarak Kuruma tescil edilmesi,
b )Basamakla ilgili seçim ve yükseltme işlemlerini yerine getirmesi,
c )Aylık sigorta primlerini süresinde ödemesi gerekmektedir. Yasanın, gene açıkça gösterdiği üzere; ancak, ayı içinde primi yatırılmış süreler isteğe bağlı sigortalılık süresi olarak değerlendirilir ve kabul edilir.
Bunlara ilaveten, Yasa maddesi son şeklinde; art arda 3 ay prim ödenmemiş olması halinde, isteğe bağlı sigortalılığın son prim ödeme tarihi itibariyle sona ereceğini hükme bağlamıştır.
Böylece denilebilir ki; isteğe bağlı sigortalılık; Yasaca disipline edilmiş bir sigortalılık türüdür. Yasa, bu sigortalılık ile gelişi güzel ve keyfi bir sistem öngörmemiş, aksine belli koşullara riayetle, bu Sistemin yürütülmesi gerekeceğini hükme bağlamış ve bunun dışında, kişilerin istedikleri zaman, geriye yönelik sembolik ve toplu kimi ödemelerle, uzun sürelerin isteğe bağlı sigortalılık olarak değerlendirilmesini engellemiştir.
Esasen; aksine bir uygulama; aylık prim ödeme esasına dayalı, bir Sosyal Güvenlik Kuruluşu olan Bağ-Kur Kurumunu zaafa uğratır ve Anayasal işlevini yerine getiremez duruma düşürür.
Dava konusu olayda; davacı sigortalının 1998 yılına kadar ne zorunlu ne de isteğe bağlı sigortalılığı söz konusudur. Ayrıca isteğe bağlı sigortalı olarak 1981 ila 1992 yıllarına ilişkin hiçbir ay prim ödemesi bulunmamaktadır. Bu durumda Yasal koşulların hiç biri yerine getirilmediğinden içeriği belli olmayan bir yazıya dayalı olarak, geriye yönelik ve 10 yıl gibi uzunca sayılabilecek bir süre için davacı sigortalının 1479 sayılı Yasa yönünden isteğe bağlı sigortalılığı mümkün bulunmamaktadır.
Öte yandan, davacının, 18.02.1998 günlü Kurumca gönderilen ve 270.000.000.-TL. ödenmesine ilişkin bir yazıya dayanılarak herhangi bir kazanılmış hak iddia etmesi de mümkün değildir.
Gerçekten, kazanılmış hak kavramı; gerek öğreti gerekse Yargı kararlarıyla açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre kazanılmış bir haktan bahsedebilmek için; bir hakkın elde edilmiş olması, objektif bir hukuk kuralının kişiye uygulanması, hakkın elde edilebilir ve Anayasa ile diğer Yasalarla korunmaya değer duruma gelmiş olması ve idarece tek taraflı tasarrufla geri alınamayacak durumda bulunması gerekir. Hukuki değerden yoksun işlemler, açık hataya dayalı işlemler, iradeyi fesata uğratan nedenlere dayalı elde edilmiş işlemler kazanılmış hak doğurmadığı gibi idarenin yapmış olduğu olumsuz veya açıklayıcı işlemleri keza kazanılmış hak doğurmaz.
Yerel Mahkemenin belirtmiş olduğu 16.02.1998 günlü ve 3724 sayılı Kurumun davacıya göndermiş olduğu yazı ve bu yazıda söz edilen 270.000.000.-TL. ödemesine ilişkin ibare davacı yönünden 1980 ila 1998 yılları arasında davacının tüm sürelerinin Bağ-Kur'lu olarak değerlendirildiği yönünde hiçbir açıklama ve kabule ilişkin bulunmamaktadır. Davacının Bağ-Kur'lulukla ilgili yasal statüsü daha sonra kendisine gönderilen 31.10.2001 günlü 116913 sayılı yazıda gösterildiği gibi Yasal olarak ve zorunlu sigortalılığın söz konusu olduğu 1980 yılı ile 1992-2001 yıllarına ilişkindir. Bunun dışında davacının isteğe bağlılığı yönünde Kurumun herhangi bir kabulü veya bu sonucu doğuracak herhangi bir işlemi söz konusu bulunmamaktadır. Bu yönlerden dahi davacının herhangi bir şekilde kazanılmış hakkı söz konusu değildir ve yazıda sözü edilen prim borcu davacının Yasal olarak geçerli zorunlu sigortalılık süresine ilişkindir. Kısaca davacının isteğe bağlı sigortalılığını gerektirecek herhangi bir Kurum işlemi ve buna dayalı kazanılmış hakkı da bulunmamaktadır.
Öte yandan somut olayın özelliği itibariyle olayda Medeni Kanunun 2. maddesinin uygulanma şartları oluşmadığından objektif iyi niyet kuralının burada uygulanması da olanaksızdır.
O halde Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 25.06.2003 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Mahalli mahkemece isteğe bağlı Bağ-Kur sigortanın kabul edilen 13.12.1982 - 31.12.1992 temlikleri ile ilgili dava konusu dönemle ilgili verimlerin ödenip ödenmediği dosya içerisinde mevcut kurum yazılarından ve Hukuk Genel Kuruldaki görüşmelerden açık şekilde anlaşılamamıştır. Bu hususun araştırılması için değişik gerekçe ile kararın bozulması görüşündeyim.
Zira bu dönemle ilgili primlerin ödendiği kesin olarak anlaşılması halinde mahalli mahkeme kararına ve Hukuk Genel Kurulunda onama oyu kullanan üyelerin görüşlerinin 1479 sayılı yasının 79. ve 24. maddelerindeki amacına uygun düştüğü kanısındayım.
Bu nedenlerle Hukuk Genel Kurulunun bozma gerekçesine ve kararına katılmıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, 20.04.1982 tarihi itibariyle Bağ-Kur sigorta kapsamına alınan davacının Kurumun yazılı isteği üzerine primlerini ödediği 12.12.1982 ile 31.12.1992 tarihleri arasındaki dönem için sigortalılığına geçerlilik tanınıp tanınamayacağı noktasında toplanmaktadır.
İstikrar kazanmış Yargıtay içtihatlarına göre bir kimsenin Bağ-Kur'lu sayılması için önemli olan fiili olarak kendi ad ve hesabına bağımsız çalışmasıdır. Vergi kaydı, esnaf sicili veya esnaf odası kaydı ise Bağ-Kur sigortalılığına yasal karinelerdir. Bu karinenin aksinin ispatlanması her zaman mümkündür. Fiili çalışmanın olmadığı durumlarda vergi sicil veya oda kaydının devam etmesi Bağ-Kur sigortalılığı için yeterli değildir.
Somut olayda davacının 20.04.1982 tarihinden geçerli olmak üzere Bağ-Kur kapsamına alındığı, Kurumun buna göre tahakkuk ettirdiği prim borçlarını 16.02.1998 ve 16.05.2000 tarihli yazılarla talep ettiği ve her iki yazıda da prim borcunun ödenmemesi halinde, cebri icra yolu ile alacağın tahsil edileceğine dair uyarıya yer verildiği, bu durum karşısında davacının 07.05.2001 tarihine kadar toplam 2.017.527.000 lirayı Kurum hesabına yatırdığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar uyuşmazlık konusu 1982 - 1992 yılları arasında davacının vergi dairesine, esnaf siciline veya odasına kaydının olmadığı tartışmasız ise de, Kurumun yazılı isteği üzerine bu döneme ilişkin prim borçlarının davacı tarafından ödendiği, Kurumun bu ödemelere geçerlilik tanıyarak düzenlediği 31.10.2001 tarihli hesap ekstresinde uyuşmazlık konusu dönemi de içine alacak şekilde davacının toplam 19 yıl 6 ay 10 gün sigortalı hizmetinin varlığını kabul ettiği anlaşılmaktadır.
Davacının gerçek dışı beyanla Kurumu yanıltıcı bir davranışta bulunmadığı tartışmasız olduğuna göre, yazılı istek üzerine ödenen primlerin bilahare iptaline cevaz vermek objektif iyiniyet kuralına aykırıdır. Nitekim bu güne kadar konu ile ilgili kararlarında gerek 10. H.D. gerekse 21. H.D.bu doğrultuda içtihat oluşturmuştur.
Açıklanan sebeplerle primleri ödenmiş sürenin isteğe bağlı sigortalı olarak geçerliliğine dair yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle, çoğunluk kararına katılmıyorum.