 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2003/21-30
K: 2003/57
T: 5.2.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI
- KESİN HÜKÜM
- DAVA ŞARTI
İçtihat Özeti: Anayasa Mahkemesinin iptal kararnnn. iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce veri/ip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
(2709 s. Anayasa m. 153)
(1086 s. HUMK. m. 237)
Taraflar arasındaki "iptal" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 6. İş Mahkemesince davanın Kesin hüküm nedeniyle reddine dair verilen 6.3.2002 gün ve 2001/1353-2002/296 sayılı kararın incelenmesi Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Yırmi1. Hukuk Dairesinin 17.6.2002 gün ve 3257-5854 sayılı ilamı ile; (.... Mahkemece kesin hüküm nedeniyle dava konusu istem yerinde bulunmamışsa da bu sonuç usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır
Gerçekten davanın konusuna ilişkin ve yasal dayanağını oluşturan 3201 sayılı Yasanın 3 ve 6. maddelerinde yer alan ve yurt dışında çalışılan sürelerin borçlanılmasına ilişkin "yurda kesin dönüş koşulunun" Anayasa'ya aykırı olduğuna ilişkin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine dava açılmış olup ve sözü edilen mahkemenin 2000/36 Esasında kayıtlı bir dava bulunmaktadır. Anayasa'nm 153. maddesine göre Anayasa Mahkemesinde iptal kararlan yasama, yürütme, yargı organları ile idari makamları ve tüm gerçek ve tüzei Kişileri bağlayıcı güç ve niteliktedir. Öte yandan Anayasa'nm 152. maddesine göre itiraz yolu ile Anayasaya aykırılığın bir mahkemece ileri sürülmesi halinde verilecek bir iptai kararı görülmekte olan tüm davalar için bağlayıcı olacak ve mahkemeler bu iptal kararını gözeterek uyuşmazlıkları çözüme sağlayacaklardır.
Bunun sonucu; muhtemel bir iptal kararının verilmesi halinde dava konusu uyuşmazlık yönünden yeni bir durum ortaya çıkacak ve kesin dönüş koşulu dikkate alınmaksızın borçlanma ve buna bağlı işlemler değerlendirilecektir. Bu nedenle, mahkemenin, öncelikle Anayasa Mahkemesinin inceleme sonucunu beklemesi ve uyuşmazlığı Mahkemenin vereceği karara göre çözümlemesi gerekecektir.
Öte yandan davanın esas itibariyle yaşlılık aylığına ilişkin bulunduğu gö-zetilirse bu aylığın özellik ve hukuksal niteliğinin de dikkate alınması zorunludur. Gerçekten, yaşlılık aylığı Anayasa'nın 60. maddesinde ifadesini bulan Sosyal Güvenlik hakkına ilişkindir. Bu hak 506 sayılı Yasanın 6. maddesinde öngörüldüğü üzere devredilmeyen ve vazgeçilmeyen haklardandır. Ayrıca sözü edilen Yasanın 99. maddesinde açıkça gösterildiği üzere yaşlılık aylığında; hak düşürücü süre hatta zamanaşımı süresi gibi durumlar dahi söz konusu bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla; yaşlılık aylığı kişiye bağlı, geleceğe uzanan ve herhangi bir süre ile kısıtlanmayan temel Anayasal bir sosyal güvenlik hakkına ilişkindir. Bu durumda bu hakkın geleceğe yönelik büsbütün ortadan kaldırılması düşünülemez. Kesin hüküm kavramı içerisinde sadece dava konusu yapılan süre düşünülebilir.
Mahkemenin belirtilen hususları gözetmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir,
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanundan yararlanarak yurt dışında geçen 12.9.1969-16.3.1996 günleri arasındaki (9544 gün) hizmetini 16.3.1996 tarihinde yurda kesin dönüş yaptığını bildirerek davalı kuruma boçlanıp teblğ edilen prim borcunu yasal koşullarına uygun şekilde ödemiştir. 21.5.1996 tarihinde yaşlılık aylığı tahsis talebinde bulunmuş, 1.6.1996 tarihinden geçerli olmak üzere de davacıya yaşlılık aylığı bağlanmıştır.
Daha sonra Kurumca Alman sigorta merciinden getirtilen hizmet cetvelinden davacının borçlanma ve tahsis talep tarihi ile sonrasında 29.6.1996 tarihine kadar yurt dışında işsizlik yardımı aldığı anlaşıldığından "yurda kesin dönüş yapmadığı" kabul edilerek borçlanması ve yaşlılık aylığı tahsis işlemi iptal edilerek davacıya 25.4.1997 tarihli yazı ile bildirilmiştir.
Davacı, Ankara 3. iş Mahkemesinin 1997/1134 Esas-1998/69 Karar Sayılı Dosyasında 23.5.1997 tarihinde açtığı dava ile; kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden bu işleminin iptalini istemiştir. Mahkemece verilen davanın kabulüne ilişkin 5.11.1997 tarihli karar Davalı kurum vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 27.11.1997 gün ve 1997/7822-7792 sayılı ilamıyla "davacının işsizlik yardımı almakla yurda kesin dönüş yapmadığı anlaşıldığı belirtilerek" bozulmuş ve Mahkemece Yargıtay bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir. 18.2.1998 gün ve 1997/1134 Esas-1998/69 Karar sayılı red kararı davacı vekilinin temyizi üzerine dairenin 26.3 1998 gün ve 1998/1786-2176 sayılı ilamıyla onanmış, kesinleşmiştir.
Davacı yan, kesinleşen bu kararı takiben kuruma herhangi bir yeni başvuru yapmadan, aynı kurum işleminin iptali için eldeki davayı açmış, 12.10.2001 günlü dilekçesi ile; yurt dışında geçen hizmetlerini 3201 sayılı Kanuna göre borçlanarak prim borcunu döviz cinsinden davalı kuruma ödediği-. ni, talebi üzerine yaşlılık aylığı bağlandığını, davalı kurumun davacının yurt dışından işsizlik yardımı aldığından bahisle yunda kesin dönüş yapmadığı gerekçesiyle borçlanma işlemini ve ayük tahsis isiemini iptal ettiğini, davalı kurumun davacıyı sosyal güvencesiz bırakan bu işleminin Anayasaya, kanuna, ilgili mevzuata ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu, davacının borçlanma işleminden sonra yurt dışında yeniden çalışmaya başlamadığını ve kesin dönüşüne engel bir durumunun bulunmadığını, ayrıca yurt dışından dönüş koşulunun yokluğunun kişinin sosyal güvenlik haklarını büsbütün ortadan kaldırıcı bir neden olarak yasalarda öngörülmediğini, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 14.2.2001 gün ve 2001/21-105-2001/139 sayılı kararı ile aynı tarihli 2001/140 sayılı kararlarının da bu yönde olduğunu, diğer talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla; aylık tahsis işlemini iptal eden ve davacıyı sosyal güvencesiz bırakan kurum işleminin iptaline, 3201 sayılı Kanuna göre yapılan borçlanma işleminin geçerli sayılmasına, aylığın kesildiği tarihten itibaren ödenmesine devam olunması gerektiğinin tespitine, sataşmanın önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekili 30.1.2002 günlü celsedeki beyanında; her ne kadar daha önce 3. İş Mahkemesinde dava açmış ve davası reddedilmiş ise de müvekkilinin kısa bir süre işsizlik yardımı aldığından kurum uygulamasının iyi niyet kurallarına aykırı olduğunu, davada kesin hüküm bulunmadığını, bildirmiş; anılan dosyanın celbinden sonra 6.3.2002 günlü celsede ise aynen; "gelen dosyaya bir diyeceğim yoktur. O dosyadaki dava konusu ile bu dava konusu aynıdır. Ancak müvekkilin borçlanması ve yaşlılık aylığının iptaline sebep olan tarihte sadece 28 gün işsizlik yardımı almıştır. Bu kadar kısa süreli işsizlik yardımı nedeniyle kurumca yaşlılık aylığı ve borçlanmanın iptal edilmesi Anayasada güvence altına alınmış olan sosyal güvenlik hakkına aykırıdır. Bu nedenle kesin hüküm hali dikkate alınmadan talebimiz gibi karar verilmesini diliyoruz." Şeklinde beyanda bulunmuştur.
Davalı kurum vekili cevap dilekçesinde ve 6.3.2002 günlü celsede; davanın esastan ve ayrıca kesin hüküm nedeniyle reddini savunmuştur.
Yerel Mahkeme; "Davacının sigorta sicil belgeleriyle yaşlılık aylığı tahsis evrakının incelenmesinden ilk sigortalılık başlangıç tarihinin 1.4.1969 olduğu yurt dışına çıkmazdan önce sigorta kayıtlarına geçmiş 129 gün hizmetinin bulunduğu yurt dışında geçen 9544 gün hizmetini 3201 sayılı Yasaya göre davalı kuruma borçlanıp tebliğ edilen prim borcunu yasal koşullarına uygun şekilde ödediği 21.5.1996 tarihinde yaşlılık aylığı tahsis talebinde bulunduğu 21.7.1996 tarihinden geçerli olmak üzere davacıya yaşlılık aylığı bağlandığı ancak daha sonra Alman sigorta merciinden getirtilen hizmet cetvelinden davacının borçlanma ve tahsis talep tarihi ile sonrasında yurt dışında işsizlik yardımı aldığı ve yurda kesin dönüş yapmadığının tespit edilmesi üzerine borçlanmanın ve yaşlılık aylığı tahsis işleminin iptal edildiği anlaşılmıştır. Ankara 3. iş Mahkemesinin incelenen 1997/1134 esas sayılı dosyasında davacı vekili tarafından davalı SSK aleyhine aynı istekle dava açıldığı ve Yargıtay bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verildiği, kararın derecattan geçerek kesinleştiği görülmüştür. Davada kesin hükmün varlığı itiraz nedeni olup resen gözönünde tutulması gerekir. Taraflar arasında daha önce Ankara 3. iş Mahkemesinde aynı istekle açılan davada verilip kesinleşen red kararı karşısında bu davanın mes-mu olmadığı belirlenmiş ve kesin hüküm nedeniyle karar verilmesi gerekmiştir." Gerekçesiyle davanın kesin hüküm nedeniyle reddine, karar vermiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire; davanın konusuna ilişkin ve yasal dayanağını oluşturan 3201 sayılı Yasanın 3 ve 6. maddelerinde yer alan ve yurt dışında çalışılan sürelerin borçlanılmasına ilişkin 'Yurda kesin dönüş koşulunun" Anayasa'ya aykırı olduğuna ilişkin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine 2000/36 Esasında kayıtlı davanın açıldığını, Anayasa'nın 153. maddesine göre Anayasa Mahkemesinde iptal kararları yasama, yürütme, yargı organları ile idari makamları ve tüm gerçek ve tüzel kişileri bağlayıcı güç ve nitelikte olduğunu, öte yandan Anayasa'nın 152. maddesine göre itiraz yolu ile Anayasaya aykırılığın bir mahkemece ileri sürülmesi halinde verilecek bir iptal kararı görülmekte olan tüm davalar için bağlayıcı olacağını ve mahkemelerin bu iptal kararını gözeterek uyuşmazlıkları çözüme bağlayacaklarını, muhtemel bir iptal kararının verilmesi halinde dava konusu uyuşmazlık yönünden yeni bir durum ortaya çıkacak ve kesin dönüş koşulu dikkate alınmaksızın borçlanma ve buna bağlı işlemlerin değerlendirileceğini, mahkemenin, öncelikle Anayasa Mahkemesinin inceleme sonucunu beklemesi ve uyuşmazlığı Mahkemenin vereceği karara göre çözümlemesi gerektiğini, davanın esas itibariyle yaşlılık aylığına ilişkin bulunduğu gözetilirse bu aylığın özellik ve hukuksal niteliğinin de dikkate alınmasının zorunlu olduğunu, yaşlılık aylığının Anayasa'nın 60. maddesinde ifadesini bulan Sosyal Güvenlik hakkına ilişkin olup, bu hak hakkın 506 sayılı Yasanın 6. maddesinde öngörüldüğü üzere devredilmeyen ve vazgeçilmeyen haklardan bulunduğunu, sözü edilen Yasanın 99. maddesinde açıkça gösterildiği üzere yaşlılık aylığında; hak düşürücü süre hatta zamanaşımı süresi gibi durumlar dahi söz konusu olmadığını, yaşlılık aylığının kişiye bağlı, geleceğe uzanan ve herhangi bir süre ile kısıtlanmayan temel Anayasal bir sosyal güvenlik hakkına ilişkin olmasına göre bu hakkın geleceğe yönelik büsbütün ortadan kaldırılmasının düşünülemeyeceğini, kesin hüküm kavramı içerisinde sadece dava konusu yapılan sürenin düşünülebileceğini, ifadeyle mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Davacı vekili; karara uyulmasını, davalı Kurum vekili; önceki kararda direnilmesini istemiş, mahkemece önceki kararda direnil-miştir. Hükmü davacı vekili temyiz etmektedir.
Dava, 3201 sayılı Yasaya göre yapılan borçlanma işleminin geçerli olduğunun ve aylığın kesildiği tarihten itibaren ödenmesine devam olunması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Davacı yanın aynı işlemlerle ilgili olarak daha önce açtığı davada verilen redde ilişkin mahkeme hükmünün bu dosyadaki talep yönünden kesin hüküm teşkil edip etmediği, bir başka dava nedeniyle Anayasa Mahkemesinde dayanak Yasa maddelerinin iptaline ilişkin dava açılmış olmasının ve direnme aşamasında da Anayasa Mahkemesince verilen ancak yayınlanmayan 12.12.2002 gün ve 2000/36-2002/198 sayılı kararın kesin hükme karşın eldeki davaya etkisinin olup olmayacağı, noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından "dava şartı" ile "kesin hüküm" kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; Dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan Kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması yada bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.
Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (HUMK. Md.237) çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır. 1. dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (HUMK. Md.237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; (Yargıtay'da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) da, dahası bozmadan sonrada ilen sürülebilir. Bu bakımdan usuli kazanılmış hakkın istisna-sıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığı, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engelemez.
Yeri gelmişken, uyuşmazlığın diğer ayağını oluşturan Anayasaya Mahkemesinin iptal hükmünün özelliği, geriye yürüme (extunç) etkisinin hukuki kapsam ve uygulama alanı, yayımlanmamasının sonuca etkisi üzerinde durdurulmasında yarar vardır.
Öncelikle belirtilem ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları resmi gaze-te'de yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğurur. Somut olay açısından yasa hükmünü iptal eden Anayasa Mahkemesi kararı da henüz yayınlanmamıştır. Hukuk Genel Kurulu bu konuyu, somut olay açısından yukarıda açıklanan "kesin hüküm" ve "kazanılmış haklar" çerçevesinde, kararın yayınlanmamış olması gerçeğini de ortaya koyarak tartışmış ve tahlil etmiştir. Yine işaret edelim ki, bu karar yayımlanmış olsa dahi kazanılmış hakların varlığı halinde iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi çoğunlukla kabul edilmiştir.
Gerçekte de, Anayasal yargıda; idari yargıdaki iptal kararının (extunç) geriye yürüme etkisi ilke olarak kabul edilmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Diğer bir anlatımla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geri yürümezliği kuralına öncelik tanınmıştır (Anayasa mad. 153). Anayasanın 153/V maddesine bakıldığında, iptal kararının geri yürümeyeceği ilkesine, yasa koyucu tarafından bir istisna tanınmadığı kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın görülmektedir.
Ne var ki, bu Anayasal hükmün salt lafzi yorumla uygulanması, zaman zaman hakkaniyet, nesafet, eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı sonuçlar yaratabilir (Bkz.N.Bilge Anayasa Mahkemesi Kararlarının geriye yürümezliği sorunu, Ankara Baro Dergisi 1990/3, sn.332). O nedenle Anayasanın 153/V maddesinin istisnalarının varlığı öğretide ve yargıda gündeme getirilmiş ve tartışılmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki bu tartışmalar, yayımlanmış ve gerekçesi açıklanmış Anayasa Mahkemesi kararları yönündendir.
Türk Anayasal sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, Devlete güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında kargaşaya neden olmamak, toplum huzurunun sarsılmamasım sağlamak olarak özetlenebilir. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçim'de, tüm sonuçlan ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış haklar) korunması hukuk devletinin gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kaideleri uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geri yürümeyeceğinin kabulü kaçınılmazdır.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış haklan ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın (2). maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesi kararlarının mahkemeleri bağlayıcı niteliği açıktır. Ne var ki bu etki yukarıda da açıklandığı üzere, hem kararın yayımlanması ile ortaya çıkar hem de yayımlandığı sırada derdest olan davalar açısından etkiye sahip olabilir. Zira, Anayasamızın 153. maddesinde iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağı ve geriye yürümeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Yayımlanmış kararın dahi geçmişe etkili olamayacağı açıkken yayımlanmamış iptal kararından önce kesinleşen bir hükmün varlığı halinde bu kesin hükme etkisinin olabileceğini düşünmek hukuk sistemimiz açısından olanaklı değildir.
Özel Dairece üzerinde durulan bir başka husus yaşlılık aylığının hukuksal niteliğidir. Dairece yaşlılık aylığının Anayasal ve yasalar karşısındaki konumuna göre sürekli kullanılması zorunlu bir hak olduğu ve bu haktan vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağı vurgulanmış ve kesin hüküm dahil diğer özel hukuk alanında yer alan kurumlarla karşılaştırılamayacağı ve bu kurallarla açıklanamayacağı, sosyal güvenlik hukuku çerçevesinde çözümü gerektiği vurgulanmıştır. Konuya bu açıdan bakıldığında davacıya yaşlılık aylığının bağlanmasına dayanak 3201 sayılı Yasanın 6. maddesinde gerek dava aşamasında gerek yayımlanmamış Anayasa Mahkemesi kararı sonucunda bir değişiklik söz konusu değildir. Bu-bakımdan konunun yaşlılık aylığına ilişkin kısmında da kesin hükmü ortadan kaldıracak bir vakıa bulunmadığı gibi, yayınlanmamış olan Anayasa Mahkemesi kararında da bu maddedeki "kesin dönüş" koşulu iptal edilmemiştir.
Konu ile ilgili temel hukuk kurallarının açıklanmasından sonra bu ilkelerin ışığında somut olayın değerlendirilmesine sıra gelmiştir.
Ankara 3. iş Mahkemesinin 1997/1134 sayılı dosyasının yukarıda açıklanan içeriğinden anlaşılacağı üzere; aynı davacı tarafından davalı SSK aleyhine aynı maddi vakıalara dayanılarak ve aynı isteklerle dava açılmış ve Yargıtay bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş ve 18.2.1998 gün ve 1998/69 sayılı bu karar 21. Hukuk Dairesinin 26.3.1998 gün ve 1998/1786-2176 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Eldeki davanın tarafları, konusu ve ait bulunduğu dönem açılıp redle sonuçlanarak kesinleşen önceki dava ile aynı olup, dayandıkları maddi vakıalar da aynıdır. Bu açık durum karşısında kesin hükmün varlığında kuşku bulunmamaktadır. Kesin hükme rağmen açılan ve tarafları, dava konusu, sebebi, dayanakları aynı olan ikinci davanın dinlenmesine olanak bulunmadığı gibi, bu ikinci davanın görülme aşamasında verilen ve de halen yayımlanmamış olan Anayasa Mahkemesi kararının yine yukarıda açıklanan ilkeler karşısında bu davaya etkisinin olabileceği de düşünülemez. Diğer önemli bir husus ta, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hükmün ile (HUMK. Md.237) çözümlenmiş olmasının dava şartı olması ve olumsuz dava şartı adıyla adlandırılan bu şartın başkaca araştırma yapmaksızın davanın salt bu nedenle reddini gerektirmesidir. Kısacası; eldeki davada davanın görülebilirlik şartları yoktur ve yayımlanmamış, yayımlansa dahi ileriye etkili olacak bir iptal kararının bu olumsuz şartı oluşturan kesin hükmü ortadan kaldırıcı bir niteliği de bulunmamaktadır.
Zira, ne ilk davada ne de eldeki dava nedeniyle Anayasa Mahkemesine yapılmış başvuru bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvurusu ise ilk hükmün kesinleşme tarihi olan 26.3.1998 tarihinden sonra 2000 yılında gerçekleşmiştir.
Her ne kadar Özel Daire, bozma kararında; kesinleşen davanın konusuyla bu davanın konusuna ilişkin iddiaların yasal dayanağını oluşturan 3201 sayılı Kanunun 3. ve 6. maddelerinde yer alan ve yurt dışında çalışılan sürelerin borçlanılmasına dair "yurda kesin dönüş koşulunun" Anayasaya aykırı olduğu hakkında itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine açılmış iptal davası bulunduğunu, belirterek Anayasa Mahkemesindeki inceleme sonucunun beklenmesi ve uyuşmazlığın Anayasa Mahkemesince verilecek karara göre çözümlenmesi gereğine değinilmiş ise de yukarıda da açıklandığı üzere Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kural olarak resmi gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı da unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki dairenin görüşünün aksine Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi katarından etkilenmeyeceği açıktır. Daha açık anlatımla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir. Mahkemece davanın kesin hüküm nedeniyle reddi ve aynı nedene dayalı direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), (2.920.000) lira bakiye ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 5.2.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; Davacı Sigortalının, 3201 sayılı Yasa gereği Yaşlılık Aylığına hak kazanıp kazanmadığı ve mevcut olduğu ileri sürülen "Kesin Hükmün" nitelik ve kapsamına ilişkindir.
Yerel Mahkeme; Davacı Sigortalının 3201 sayılı Yasa kuralları gereği Yaşlılık Aylığı ve buna bağlı Sosyal Güvenlik Hakkını kaybettiğini hükme bağlamış, Özel Daire ise; "Kesin Hüküm" kavramına dayanılarak Yaşlılık Sigortasına ilişkin kazanılmış bir yaşlılık aylığının ortadan kaldırılamayacağını, özellikle Anayasa Mahkemesinin 12.12.2002 günlü E: 2000/36, K: 2002/198 sayılı karar karşısında; davacının durumunun değerlendirilmesi gerekeceğine yer vermiş, sayın çoğunluk ise "Kesin Hüküm" nedenine dayalı yerel mahkeme görüşünü benimsemiştir. Ne var ki t j görüşe, Anayasal Sosyal Güvenlik ilkesi, Sosyal Sigortalar Hukukunun yaşlılık sigortasına ilişkin temel ilke ve esasları ve ayrıca Anayasa Mahkemesi iptal kararlarını bağlayıcılığı açısından katılmak mümkün değildir. Konunun ortaya konulması açısından öncelikle uyuşmazlığın dayandığı maddi olguları ve Yurtdışında çalışmalarını tamamlayan Türk Vatandaşlarının Sosyal Güvenlikleri yönünden düzenleme yapan 3201 sayılı Yasa kuralları ile Yaşlılık Sigortası temel ilke ve esasları, kesin hüküm kavramının bu ilke ve esaslar karşısında uygulama kabiliyetinin belirlenmesi ayrıca Anayasa Mahkemesi iptal Kararlarının uygulanma önceliğine ilişkin temel ilkelerin belirlenmesi gerekecektir.
I- UYUŞMAZLIK KONUSU OLAYA İLİŞKİN MADDİ OLGULAR:
Uyuşmazlık konusu olay; çalışmalarını yurtdışında tamamlayıp yurda dönen bir Türk Vatandaşının 3201 sayılı Yasa kuralları açısından ve ayrıca 506 sayılı Yasanın Yaşlılık sigortasına ilişkin hükümlerine uygun biçimde Sosyal Güvenlik hakkını kaybedip kaybetmediği konusuna ilişkindir.
Davacı sigortalı 1969 ile 1996 yılları arasında yurtdışında 9544 gün çalışmış ve daha sonra bu süreyi 3201 sayılı Yasa gereği borçlanmış ve borçlanma karşılığı M gün karşılığı prim borcunu) dövizle ödemiş, 506 sayılı Yasanın Yaşlılık aylığına ilişkin yaş ve sigortalılık süresi koşullarını yerine getirdiğinden kendisine 1996 yılında yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Ne var ki, davacının kendisine yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra ve 1996 yılında 28 gün yurtdışından ve Alman Sigortasından işsizlik sigortası yardımı aldığından bahisle aylığı iptal edilmiştir.
Davacının Kurumun bu iptal işlemine karşı yapmış olduğu başvuru ise yerinde bulunmamış ve bu durum Yargı denetiminden geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Ne var ki; davacı, Sosyal Güvenlik hakkının toptan ortadan kaldırılamayacağını ve kurum işleminin belli dönem yaşlılık aylığına ilişkin olması nedeniyle aylığın yeniden başlatılması ve bağlanması gerekçesiyle da,va açmış ancak bu davası yerel mahkemece yerinde bulunmamıştır. Konunun Dairemizin önüne gelmesi sonucu verilen \ Bozma ilamında; yaşlılık aylığının kavram ve niteliği gözönünde bulundurularak sonuca gidilmesi istenmiş ve bu arada konunun Anayasa Mahkemesi önüne getirildiğinden bahisle bu olgunun da dikkate alınması istenmiştir. Yerel Mahkemenin önceki kesin hüküm nedeniyle direnmesi üzerine, sorun, Genel Kurul önüne getirilmiş ve Genel Kurul sayın çoğunluğu yerel Mahkeme görüşü doğrultusunda sonuca gitmiştir.
II- YURTDIŞINDA ÇALIŞAN TÜRK VATANDAŞLARININ SOSYAL GÜVENLİĞİ VE 3201 SAYILI YASA KURALLARI:
Yurtdışında çalışmalarını sürdüren Türk Vatandaşlarının Sosyal güvenlikleri 3201 sayılı Yasa ile yerine getirilir. Sözü edilen Yasanın 3. ve 6. maddeleri Yurtdışında çalışan Türk Vatandaşlarının Sosyal Güvenceye kavuşabilmeleri açısından 506 sayılı Yasanın Yaşlılık aylığına ilişkin kurallarını da dikkate alarak koşulları; esasa iliş-kin ve biçimsel olmak üzere iki ana bölümde göstermiştir. 3201 sayılı Yasanın, 506 sayılı Yasa hükümleri ile birlikte yaşlılık aylığına ilişkin esas koşulları şöyledir:
A) Yurtdışında eylemli olarak çalışma,
B) Çalışılan sürelere ilişkin primlerin döviz karşılığı ve peşin olarak ödenmesi,
C) Belli bir yaşa ulaşma veya belli süre sigortalılık süresinin tamamlanması.
Biçimsel koşul ise; 506 sayılı Yasada da öngörüldüğü biçimde yurtdışından ilişkinin kesilmesi ve kesin dönüş olarak belirlenmiştir.
Belirtilen koşulların yerine getirilmesi durumunda yurtdışında çalışan bir Türk Vatandaşının Sosyal Güvenliği sağlanmakta ve kendisine yaşlılık aylığı bağlanmaktadır.
Dava konusu olayda; davacı sigortalı yaşlılık aylığına ilişkin koşullardan esasa ilişkin koşulların tamamını yerine getirmiş ancak biçimsel koşul yönünden sadece 28 günlük bir gecikme yapmıştır.
işte uyuşmazlığın temeli; yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra 28 günlük bir yurtdışı ilişkisi nedeniyle kişinin tüm Sosyal Güvenlik haklarının ortadan kaldırılıp kaldırılamayacağı ilişkin olarak ortaya çıkmıştır.
III- BİÇİMSEL KOŞUL (KESİN DÖNÜŞ KOŞULUNUN) YOKLUĞU HALİNDE KURUMCA YAPILAN İŞLEM:
Yurtdışında çalışmalarını tamamlayıp yurda dönen bir Türk Vatandaşının yaşlılık sigortasına ilişkin tüm esas koşullan yerine getirip ve kendisine aylık bağlanmasına karşın; biçimsel koşulun bulunmadığının sonradan ortaya çıkması halinde Kurum işlemi şöylece ortaya çıkmaktadır.
a) Kişinin yapmış olduğu borçlanma tamam geçersiz kabul edilmekte,
b) Çalışılan süreler karşılığı döviz olarak peşin ödenen primler; geçmiş ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Parası karşılığı, kişiye, yıllar sonra iade edilmek istenmekte,
c) Ödenen tüm yaşlılık aylıkları geri istenmekte,
d) Geri istenen bu aylıklara faiz uygulanmakta,
e) Kişinin tüm Sosyal Güvenlik haklan elinden alınarak yurda dönmüş olan kişi ortada bırakılmaktadır.
IV- BİÇİMSEL KOŞULUN YOKLUĞU HALİNDE KURUM İPTAL İŞLEMİNE İLİŞKİN UYUŞMAZLIKLARDA DAİREMİZİN GÖRÜŞ VE UYGULAMASI:
Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının Sosyal Güvenliklerine ilişkin biçimsel koşulun yokluğu Yargıtay uygulamasında uzun süre; hakkın özünü ortadan kaldıracak nitelikte kabul edilmemiştir.
Ancak 1997 yılında verilen bir Hukuk Genel Kurul Kararında konu gündeme gelmiş ve 3201 sayılı Yasanın 3. ve 6. maddelerinde öngörülen biçimsel koşula ilişkin "Kesin dönüş" kavramının dikkate alınması gerektiği görüşü benimsenmiştir.
Ne var ki; bu koşulun mevcut olmadığı durumlarda; uygulanacak yaptırım yönünden Dairemiz içtihadını açıkça belirlemiştir. Dairemiz görüşüne göre; kesin dönüş koşulunun bulunmaması halinde bu durum yaşlılık sigortasına ilişkin hakkın özünü ortadan kaldırmaz. Sadece kişiye yaşlılık aylığı bağlanmış ve kişinin yurtdışı ilişkisi saptanmış ise bu durumda sadece bağlanan yaşlılık aylığı kesilmeli veya kişiye ödenmiş yaşlılık aylıkları geri alınmalıdır. Kurum iptal işlemleri ancak bu durumla sınırlı kalmalı, kişinin yurtdışından dönmesi halinde aylıklar tekrar bağlanıp devam ettirilmelidir.
işte dava konusu olayda davacının açmış olduğu ilk dava sonucu verilen karar Dairemiz içtihatları acısından belirtilen kapsam ve biçimde anlaşılmalı ve Yurtdışında bulunan süre kadar kişi aylığı kesilmeli ancak ileriye yönelik kişi tüm Sosyal Güvence ve haklarını kaybetmemelidir.
V- YAŞLILIK SİGORTASI KAVRAMI VE ORTAYA ÇIKARDIĞI HUKUKSAL
SONUÇLAR:
Sosyal Güvenlik; Anayasal Sosyaı temel bir hak olarak Anayasamızda yer almıştır.
Durumları ne olursa olsun; Kişilere, karşılaştıkları Sosyal riskler sonucu Sosyal Güvence temin etmeyi kabul eden Sosyal Güvenlik ilkesinin alt yapısını Sosyal Sigortalar oluşturur. Sosyal Güvenlik temel bir ilke, Sosyal Sigortalar ise bu ilkeyi gerçekleştirmeye yarayan araçlardan en önemlisidir. Sosyal Sigortaların en önemli kollarından birisini ise kuşkusuz yaşlılık sigortası oluşturur, bu sigorta kolu ile; ilerde çalışma gücünü kaybeden veya azaltan durumlarda kişilere; yaşamlarını idame ettirmek için Sosyal Güvence sağlanması amaçlanır.
Sözü edilen Sigorta kolu, bir yönüyle, KiŞiNiN YAŞAM HAKKIDIR. Bu hakka duyulan saygının sonucu ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda: sürekli kullanılması zorunlu bir hak olarak karşımıza çıkar. Kişinin yaşamı boyunca, giderek, geride kalanlara da intikal ettiğinden yaşam sonrası dahi devam etme özelliği vardır. Bu haktan, vazgeçilemez ve kacınılamaz. Anayasa, belli koşulların yerine getirilmesi halinde, bu hakkı sağlama yükümünü doğrudan Devlete vermiştir. Bu yönüyle tamamen Kamusal ve zorunlu bir hak olarak karşımıza çıkar.
Kısaca Anayasal bir kurum olarak Sosyal Güvenliğin sağlanmasında temel araç olararc yaşlılık sigortası; Özel Hukuk alanında yer alan kurumlardan hiçbirisi ile karşılaştırılamaz ve bu Hukuk alanındaki ilke ve kurallarla açıklanamaz.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasasında yer alan teme! ilke ve kuralları açısından yaşlılık sigortasına ilişkin gözönünde tutulması gereken temel ilkeler şöyle ortaya çıkar:
Yaşlılık sigortası yönünden:
a) Hak düşürücü süre söz konusu olamaz.
b) Zamanaşımı defi ileri sürülemez.
c) Haciz uygulaması yapılamaz.
d) Kişinin yeniden çalışma olgusu dışında yaşlılık aylığı kesilemez.
e) Kazanılan yaşlılık aylıkları süreklilik taşır.
f) Bu aylıklar hak sahiplerine intikal eder.
g) Kazanılan aylıklar temel koşulların yokluğu dışında hiçbir şekilde iptal edilemez ve ortadan kaldırılamaz.
VI- YAŞLILIK SİGORTASI YÖNÜNDEN KAZANILMIŞ BiR HAKKIN BlÇlMSEL KOŞULA DAYALI BiR NEDENLE ORTADAN KALDIRILABİLİR Mİ?
Yukarda açıklandığı üzere yaşlılık sigortasından kazanılmış bir hakkın; hakkın özünü oluşturan temel olgulardaki; sahtelik, hata, hile gibi nedenler dışında ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Yaşlılık aylığı ancak kişinin çalışmaya başlaması halinde belli bir süre için kesilir çalışmanın sona erdirilmesi halinde yeniden başlatılır, böylece denilebilirki doğrudan kişinin Sosyal Güvenliğine ilişkin bu haktan kişi belirtilen nedenler dışında yoksun bırakılamaz.
Dava konusu uyuşmazlıkta; kişinin yaşlılık aylığını esas ve kendisine düşen sorumlulukları yerine getirdiği başka bir anlatım ile çalışma süresini tamamladığı, .primlerini ödediği, belli yaş ve sigortalılık koşullarını gerçekleştirdiği ve döviz olarak yükümlüğünü tam olarak ifa ettiği uyuşmazlık konusu değildir. Sorun, salt, 28 günlük Alman Sigorta makamından alınan işsizlik sigortası yardımından kaynaklanmaktadır.
Bu tür bir biçimsel koşul ise hakkın özünü değil sadece geçici bir süre için aylık kesilme veya bu süreye ilişkin aylığın iptali sonucunu doğurur. Kişinin yurda dönmesi veya Alman Sigorta Mercii ile ilgili ilişkisini kesmesinden itibaren aylığının yeniden bağlanması veya başlatılmasını isteme hakkı her zaman için mevcuttur, ileriye yönelik bu hakkın kullanılması engellenemez ve kısıtlanamaz
işte kesin hüküm konusu olduğu iddia edilen durum salt, yurtdışı ilişkisinin saptandığı süreç ile ilgili olup ve bununla sınırlı biçimde kesin yargı durumunu oluşturur. Yoksa, ileriye yönelik kazanılmış hakkı büsbütün ortadan kaldırıcı bir sonuç kesinlikle doğurmaz.
Kaldı ki; biçimsel koşula ilişkin 3201 sayılı Yasanın 3. maddesinde yer alan "kesin dönüş" kavramı Anayasa Mahkemesinin yukarda sözü edilen 12.12.2002 günlü 198 sayılı kararı ile de iptal edilmiştir. Böylece uyuşmazlığın henüz yargılama süreci içerisinde yaşlılık aylığı bağlanmasında biçimsel koşul veya engel olarak öngörülen bir kavram ortadan kaldırılmıştır. Bu durumun dahi gözetilmesi gerekirdi.
Aşağıda izah edileceği gibi Anayasanın 152 ve 153. maddeleri Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının bağlayıcılığı yönünden açık düzenleme yapmıştır.
VII- ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARLARININ BAĞLAYICILIĞI:
Anayasanın 152. ve 153. maddeleri Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının bağlayıcılığı yönünden temel ilkeleri göstermiştir.
Gerek doktrin ve gerekse uygulama açısından; bu yönde gerekli açıklamalar yapılmıştır, buna göre: önüne gelen bir uyuşmazlığı çözmekle yükümlü bir mahkeme; uyuşmazlıkta uygulayacağı kurallardan birini Anayasa Mahkemesince; Anayasaya aykırı bulunması ve iptali halinde, bu durumu dikkate almak ve iptal edilen kuralı yok kabul ederek uyuşmazlığı çözmek yükümündedir. Bu mahkemenin, ilk veya son derece mahkeme olması önemli değildir.
Anayasanın 152. maddesi dikkate alındığında; Anayasa Mahkemesi iptal kararının eldeki uyuşmazlıklar yönünden geriye yürütülmesi Anayasal temel bir zorunluluktur. Aksinin kabulü, mahkemelerin Anayasal denetim hakkının elinden alınması ve Anayasanın 152. maddesinde kabul edilen temel kurumun yok sayılması sonucu doğurur.
3201 sayılı Yasanın borçlanma veya primlerin yatırılması sırasında biçimsel koşulu arayan 3. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi karşısında artık bu maddede yer alan kesin dönüş kavramına dayanılarak uyuşmazlıklar çözümlenemez. Bunun sonucu kesin dönüş kavramına dayalı uyuşmazlıklarda artık bu kavram yok sayılarak sonuca gidilmeli ve Anayasanın 153. maddesinde gösterildiği biçimde Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının bağlayıcılığı gözetilmelidir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıkta da bu durumun dikkate alınmalı ve davacının biçimsel olarak 28 gün yurtdışından geç döndüğünden bahisle tüm Sosyal Haklarının elinden alınması sonucunu doğuran kurum işleminin oluşan bu yeni Hukuksal olgu gözetilerek değerlendirilmesi yapılmalıydı.
Sonuç: Yukarda açıklanan nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmak mümkün olmamıştır.
Utkan ARASLI
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi Başkanı
Asuman CELKAN
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi Üyesi