 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2003/13-695
K: 2003/630
T: 5.11.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
2004/m.72
4721/m.6
Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kızılcahamam Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 3.5.2002 gün ve 2001/159-2002/201 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 18.11.2002 gün ve 2002/8993-12302 sayılı ilamı ile, ( ...Davacı vekili, dava dışı H.S. ile davalı arasında 15.5.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiğini, sözleşmede müteahhit olarak müvekkili F.S. görünmekte ise de gerçekte müteahhidin dava dışı H.S. olduğunu müvekkilinin o tarihte öğrenci olduğunu ve müteahhitlik yapmadığını, ileri sürerek davalıya takip nedeniyle borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin asıl tarafının davacı olduğunu, dava dışı H.S.nin davacı F.S.ye vekaleten hareket ettiğini ve davacının sözleşmeye uymaması nedeniyle ödediği para ile cezai şart olarak kararlaştırılan emsal kira bedelinin tahsili için icra takibinde bulunduğunu beyanla davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık borçlu olmadığının tespitine ilişkindir. Davacı, davalı tarafından yapılan icra takibine karşı borçlu olmadığının tespitini istemektedir. Olayın niteliği itibariyle ispat yükü, alacaklı olduğunu iddia eden davalıya aittir.
Yerel mahkeme takibe konu olan ve ödenmesi gereken kira bedellerinin miktarını belirlemek için keşif yapmaya karar vermiş ve keşif bedelinin de davacı tarafından yatırılması hususunda davacıya kesin mehil vermiş, süresinde yatırmadığından bahisle dava reddedilmiştir. Oysa alacaklı olduğunu iddia eden davalının alacağını kanıtlaması, dolayısıyla keşif giderinden davalının sorumlu olması gerekir. Mahkemece ispat yükünü ters çevirmek suretiyle davanın reddi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, kesinleşmiş ilamsız icra takibine konu borcun bulunmadığının tespiti ve tahsil edilen tutarın istirdadı istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı tarafından davacı aleyhine, 30.3.1995 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak ilamsız icra takibi yapıldığını; davacının itirazı ihmal etmesi nedeniyle takibin kesinleştiğini, davacının maaşına haciz konulmak suretiyle alacağın tahsiline başlanıldığını; takibe dayanak sözleşmenin davacı tarafından değil, davacının kendisine verdiği genel vekaletname kullanılarak babası tarafından imzalandığını, oysa sözleşme tarihinde davacının 19 yaşında ve lise öğrencisi olduğunu, 18 yaşını bitirir bitirmez babası tarafından notere götürülüp genel vekaletname tanzim ettirildiğini, satış vaadi sözleşmesinin de bu vekaletnameye istinaden imzalandığını; müteahhit olan davacının babasının, bazı sözleşmelerde davacının adını kullanıp onun adına imzalar attığını, davacının böyle bir sözleşmenin varlığından icra takibiyle birlikte haberdar olduğunu; halen öğretmen olan davacının hayatının hiçbir döneminde müteahhitlik yapmadığını, sözleşmeye konu arsa üzerine yapılan inşaata da babası tarafından başlandığını, ancak yarım bırakıldığını, icra takibinde talep edilen miktarın da gerçek alacaktan daha fazla olduğunu ileri sürerek, icra takibine konu borcun bulunmadığının tespitine, takip dosyasında davacıdan tahsil edilen miktarın yasal faiziyle birlikte davacıya iadesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, 15.5.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesinde davacının taraf olduğunu, davacının babasının sözleşmeyi vekil sıfatıyla imzaladığını, anılan sözleşmeyle, yapılacak binadaki bir dairenin kendisine satışının vaad edildiğini, teslim ve tapu verilme tarihinin 30.10.1999 olarak kararlaştırıldığını, gecikme halinde her ay için emsal kira bedelinin cezai şart olarak ödeneceğınin de belirtildiğini; ileri sürülen şekilde davacının babası olan vekil tarafından vekalet görevi kötüye kullanılmış olsa bile, bunun davacı ile babası arasındaki bir sorun olduğunu, kendisini ilgilendirmeyeceğini; sözleşmede belirtilen 30.10.1999 tarihinde binanın tamamlanmadığını, o nedenle sözleşmedeki cezai şartın tahsili için icra takibi yaptığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel Mahkemece verilen; gerek, 15.7.1997 günlü satış vaadi sözleşmesini vekaleten imzalayan H.S.nin vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığının, dolayısıyla sözleşmenin geçerli olup olmadığının ve gerekse, sözleşmedeki edimlerin yerine getirilmemesi halinde davacının borçlu olup olmayacağının ve varsa bunun miktarının tespiti için, mahallinde keşif yapılmasının zorunlu olduğu, ancak, davacı tarafın, usulüne uygun olarak kendisine verilen süreye ve kesin süreye rağmen keşif giderini yatırmadığı, bu durumda, buna ilişkin talebinden vazgeçmiş sayıldığı ve davanın kanıtlanamadığı gerekçesine dayalı, davanın reddine dair karar, Özel Dairece yukarıda belirtilen gerekçeyle bozulmuştur.
Davacı ile dava dışı arsa sahipleri arasında düzenlenen ve davacının vekili sıfatıyla babası H.S. tarafından imzalanan 7.5.1997 tarihli Gayrimenkul Satış Vaadi ve Daire Karşılığı İnşaat Sözleşmesi uyarınca, yükleniciye kalacak olan bir adet bağımsız bölümün, resen düzenleme şeklindeki 30.3.1995 tarihli Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesiyle davalıya satışının vaat edildiği; sözleşmede inşaatın 30.10.1999 tarihine kadar tamamlanacağının ve gecikme halinde alıcıya cezai şart ödeneceğinin belirtildiği, bu sözleşmenin de davacının vekili sıfatıyla babası tarafından imzalandığı; inşaatın kararlaştırılan tarihte bitirilemediği, bunun üzerine davalının, davacı hakkında Kızılcahamam İcra Müdürlüğünün 1999/396 esas sayılı dosyasıyla 22.11.1999 tarihinde 7.000.000.000 TL. nin tahsili istemiyle ilamsız icra takibi yaptığı, süresinde itiraz edilmeyerek kesinleşen takip uyarınca, davacının maaşına haciz uygulandığı, alacağın bu şekilde kısmen tahsil edilmiş olduğu hususları çekişmesizdir.
Yukarıda açıklandığı üzere, görülmekte olan davada, davacı, gerçek yüklenicinin kendisi değil, sözleşmeleri vekili sıfatıyla imzalayan babası dava dışı H.S. olduğunu, dolayısıyla takip konusu borcun bulunmadığını ileri sürmüş ve borçsuzluğun tespiti ( menfi tespit ) isteminde bulunmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki, dava dilekçesinde, menfi tespitle birlikte takip dosyasında tahsil edilen paranın istirdadına da karar verilmesi istenilmiş olmakla birlikte; her iki istek, davacının gerçekte yüklenici olmadığı ve dolayısıyla takibe konu borcun davacı yönünden hiç doğmadığı iddiasına dayalı bulunduğundan, görülmekte olan dava, asli niteliği itibariyle bir menfi tespit davasıdır. İstirdat istemi, salt somut olayda alacağın kısmen tahsil edilmiş bulunmasındanı kaynaklanan; kabulü veya reddi, menfi tespit istemi hakkında varılacak sonuca bağlı bulunan bir istemdir.
Dolayısıyla, görülmekte olan davanın, İcra ve İflas Kanunu'nun 72. maddesine dayalı bir menfi tespit davası olarak kabulü, maddi olgunun ve davadaki iddianın hukuksal yapısının gereğidir.
Uyuşmazlığın üzerinde toplandığı yöne ilişkin yasal kural ve ilkelere gelince:
Özel Daire bozma kararında da belirtildiği üzere, İcra ve İflas Kanunu'nun 72. maddesine dayalı menfi tespit davalarında ispat yükü, takip alacaklısına aittir. Eş söyleyişle, takip alacaklısı, takibe konu ettiği alacağının varlığını ve miktarını yasal delillerle kanıtlamakla yükümlüdür.
Öte yandan, ilamsız ( bir ilama dayalı olmayan ) icra takiplerinde, borçlunun borca itiraz etmesi ve alacaklı tarafından bu itirazın iptali istemiyle İcra ve İflas Kanunu'nun 67. maddesi çerçevesinde itirazın iptali davasının açılması durumunda, ispat yükü, takip alacaklısına ait olacaktır.
Önemle vurgulanmalıdır ki, ilamsız icra takibinde borçlunun yasal süre içerisinde borca itiraz etmesi veya etmemesi, sadece ve ancak takip hukuku bakımından sonuç doğurur; buna karşılık, gerçekleşecek duruma göre alacaklı tarafından itirazın iptali veya borçlu tarafından borçsuzluğun tespiti istemiyle açılacak davalardaki ispat yükünde herhangi bir değişiklik yaratmaz.
Somut olay bu ilke ve kurallar ışığında değerlendirildiğinde:
Görülmekte olan davada, takip alacaklısı durumundaki davalı, ilamsız takibe konu alacağını kanıtlama yükümlülüğü altındadır. Alacağın var olup olmadığının ve var ise miktarının tespiti için, satış vaadi sözleşmesine konu bağımsız bölümün yer aldığı bina inşaatında keşif yapılması gerektiği de, hem Yerel Mahkemenin ve hem de Özel Dairenin kabulündedir.
Hal böyle olunca, keşif giderlerini yatırmak, kanıtlama yükümlülüğü kendisine ait olan davalıya ait bir ödevdir.
Yerel mahkemece, aynı gerekçeye dayalı Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken; kanıtlama yükümlülüğü konusunda hatalı değerlendirme yapılmak suretiyle, keşif giderlerini yatırması için davalı yerine davacı tarafa süre ve sonrasında kesin süre verilmesi ve kesin sürede giderlerin yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi, usule ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 5.11.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.