Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2002/7-578
K: 2002/605
T: 10.07.2002

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
  • KADASTRO TESPİYETİNE İTİRAZ
·
Taraflar arasındaki "kadastro tesbitine itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Beyşehir Kadastro Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 03.07.2001 gün ve 2000/45 E-2001/73 K.sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7.Hukuk Dairesi'nin 07.02.2002 gün ve 2001/10757-2002/907 sayılı Hamiyle; (...Kadastro sırasında 118 ada 265 parsel sayılı 8655,llm2 yüzölçümündeki taşınmaz aynı ada 106 parsel sayılı taşınmazın emlak vergi kaydı miktar fazlası olarak Hazine adına tesbit edilmiştir. Davacı Sevim K... taşınmazın yansının mehil bedeli olarak verildiğini, diğer yarısında miras yolu ile geçen kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine, eklemeli zilyetliğe dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın kabulüne, taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmiş; hüküm davalı Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu taşınmaz üzerinde zilyetlikle taşınmaz edinme koşullarının davacı taraf yararına gerçekleştiği gerekçe gösterilerek hüküm kurulmuş ise de dava dışı komşu parsele revizyon gören 1981 tarihli emlak vergisi beyannamesinde taşınmazın miktarı 6 dönüm olarak gösterilmiştir. Eylemli durumda taşınmazın sınırında hazine adına tespit edilen ve ham toprak niteliğinde olduğu saptanan 266, 108, 74 sayılı parseller bulunmaktadır. Bu durumda 1981 tarihli beyannamede yazılı taşınmazın sınırlarının genişletilebilir nitelikte olduğunun ve beyannamede yazılı miktar fazlasından oluşan taşınmaz üzerindeki zilyetliğin beyannamenin verildiği 1981 tarihinden sonra başladığının kabulü gerekir. Hal böyle olunca kadastro tespitinin yapıldığı güne kadar yüzölçümü fazlasından oluşan taşınmaz üzerinde zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleştiği kabul edilemez. Bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı Hazine vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kadastro tespitine itiraz davasından ibarettir.
Davacı; zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmasına rağmen vergi miktar fazlası olarak tarla vasfı ile Hazine adına ifrazen kaydedilen taşınmazların kadastro taspitinin iptali ile adına tescilini istemiştir.
Mahkemenin davacı yararına zilyetlikle kazanma koşullarının oluştuğunu belirterek, davanın kabulüne ilişkin olarak verdiği karar Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Uyuşmazlık; 1981 tarihli Emlak Beyanının zilyetliği kesip kesmeyeceği bu beyana, bir mülkiyet belgesi olarak değer verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, vergi kayıtları mülkiyet belgesi değildir. Zilyetlikle birleşip doğrulanmadıkça hukuki değer kazanmazlar. O nedenle, doktrinde ve yaygınlık kazanmış Yargıtay uygulamalarında, bu tür
kayıtların en zayıf ispat aracı olduğu kabul edilmektedir.
1319 sayılı Emlak Vergisi Yasası ve bu yasayı değiştiren 1610 sayılı yasa, emlak beyanlarında sınırların yazılması zorunluluğu getirmemiştir. Özellikle 1936 ve diğer yıllarda devletçe oluşturulan eski vergi kayıtlarında taşınmazların yüzölçümü, mevkisi ve sınırları yazılmakta idi. Buna karşılık, Emlak Beyanlarında ise taşınmazların sadece yüzölçümü ve mevkisi gösterilmekte olup sınırları bulunmamaktadır.
Bir kaydın uygulanabilir olması, en az üç sınırın bilinmesi diğer bir anlatımla, sınırlarının geometrik bir şekil oluşturması ve bu sınırların arazide saptanması ile mümkün olur. Oysa; emlak beyanlarında sınırlar olmadığından taşınmaza uygulama olanağı kuşkulu olup, her zaman başka taşınmazlara uygulama olasılığı mevcuttur. Bu nedenle, emlak beyanına mülkiyet hakkını sınırlayıcı sonuçlar doğuracak biçimde kesin delil olarak değerlendirmek olanaklı değildir.
Öte yandan, 1319 sayılı Yasa; beyanda bulunmayana bir cezai yaptırım öngörmediğinden, kişi beyanda bulunmasa "bile, mülk edinme koşullarının varlığını kanıtlaması durumunda her zaman taşınmazın adına kaydedilmesi olanaklıdır. O halde, yasalara saygı duyarak vergi, vergi vermeyi tercih eden kişinin hukuki durumunu, hiç vergi beyanında bulunmayan kişilere göre daha zor duruma getirmek adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle de bağdaşmaz. Kaldı ki, emlak beyanlarının mutlak bağlayıcı bir delil kabul edilmesi durumunda, taşınmazı gerçek yüzölçümünden fazla gösterip ileride buna dayanarak hak iddiasında bulunmayı amaçlayan kötü niyetli kişilere, olanak tanınmış olur ki, bu durum haklar arasındaki dengenin bozulmasına ve sosyal huzursuzluklara yol açacağından, hukuken cevaz verilemez.
Mülkiyet hakkı, Anayasa'dan kaynaklanan vazgeçilmez haklardandır. Yorum yapılırken, temel hak ve özgürlükler kısmında sayılan Mülkiyet Hakkının özüne dokunulmaması gerekir. Medeni Yasada da mülkiyetin hangi hallerde kaybedileceği "Numerus clausuz" kuralı ile sınırlı olarak belirlenmiş olup, bu sayı arttırılıp eksiltilemez (Türk Medeni Yasası m 715). (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 21.05.1997 gün 1997/7-5 E. ve 1997/438 K. sayılı ilamı).
Somut olayda; dava konusu yerde kadastro tespiti sırasında davacının zilyetliğinde olan ve tespit zaptında zilyetlikle kazanılması mümkün olduğu yazılan taşınmazın 1981 yılındaki Vergi Beyanı sırasında yüzölçümünün düşük gösterildiği ve vergi beyanının yapıldığı 1981 yılı ile kadastro tespitinin yapıldığı 1997 yılı arasında 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin-'dolmadığı gerekçesiyle vergi kayıt miktarı fazlasının tarla niteliği ile Hazine adına kaydedildiği anlaşılmıştır. Bilirkişi ve tanık beyanlarına göre taşınmazın 3402 sayılı Kadastro Yasasının 14.maddesinde açıklanan, zilyetlikle taşınmaz kazanımı koşulları davacı yararına gerçekleşmiştir. Dava konusu taşınmaz tarım arazisi olup, davacı ve bayileri 40-50 yıldır, eklemli olarak zilyet bulunmaktadırlar, davacının talep ettiği kısım miktar sınırlandırmasını da aşmamaktadır;
Hal böyle olunca, emlak beyanında bildirilen yüzölçümünün bağlayıcı nitelikte olmayacağı, ancak çapı, krokisi olan tapulu taşınmazlarda uygulanabileceğinin kabulünde kuşku ve duraksamaya yer olmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnme kararı yerindedir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 10.07.2002 günü oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava; 118 ada 265 sayılı parselin tespitinin iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline ilişkin,Kadastro tespitine itiraz davasıdır.
Davacıya ait 1981 tarihli emlak beyannamesinin kadastroca uygulanması sonucu miktarı kadar yer davacıya verilmiş ve bu yerin sınırında Hazineye ait taşınmazın bulunması nedeniyle davacının tasarruf ettiği miktardan fazla kısım ise dava konusu parsel ile Hazine adına tespiti yapılmıştır.
Yerel mahkeme; kazanma koşullarının davacı yararına gerçekleştiği görüşünden hareketle davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Daire ise davacının zilyetliğinin en erken emlak beyannamesinin verildiği 1981 yılından itibaren başladığını dava tarihine kadar kazanma süresinin dolmadığını gerekçe göstererek yerel mahkeme hükmünü bozmuştur.
Yüksek Hukuk Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ise emlak beyannamelerinin zilyetlikle birleşse dahi zilyetliği kanıtlayan (belirleyen) belgeler olmadığını bu nedenle zilyetliğin başlangıcının emlak beyannamesinin verildiği tarih olarak kabul edilemeyeceğini belirterek direnme kararının ONANMASINA karar vermiştir.
Somut olayda; emlak beyannameleri zilyetliği kanıtlayan belgeler olup olmadığı uyuşmazlık konusu teşkil eder. GERÇEKTEN EMLAK BEYANNAMELERİ ZİLYETLİĞİ KANITLAYAN BELGELER DEĞİLMİDİR ?
Cumhuriyet döneminde arazi yazımı ilk defa 2901 sayılı Vergi Tahriri Kanunu ile 1936, 1937 ve 1938 yıllarında gerçekleştirilmiştir. Gerek 2901 ve gerekse 213 ve 1319 sayılı Kanunlarda gerçekten vergi kayıtlarının zilyetlik veya mülkiyeti kanıtlamaya yarayan belgeler olduğunu gösteren bir hükme rastlanmamaktadır. Ancak Tasfiye Kanunları olarak nitelendirilen 766 sayılı Tapulama Kanununun 33. maddesi ile 1950 ve öncesi, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14/A maddesi ile de, 31.12.1981 ve öncesi vergi kayıtlarının zilyetlik belgeleri olarak kabul edildiği görülmektedir. 1981 yılından-önce her hangi bir vergi yazımı da yapılmamıştır. Bu bakımdan 1981 ve öncesi vergi kayıtlan ile "emlak beyannameleri" kastedilmiştir. Bunun başka türlü yorumlanması hak sahipleri aleyhine dar anlamda yorumlanması olanaklı bulunmamaktadır. Kaldı ki, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 47/D maddesi hükmü uyarınca düzenlenen 'Taşınmaz Malların Sınırlandırma, Tespit ve Kontrol İşleri Hakkındaki Yönetmelik" açıkça 1981 yılı ve öncesi emlak beyannamelerini zilyetlik belgesi olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.
1319 sayılı Emlak Vergi Kanununun 20. maddesi ile "beyan esası" getirilmiştir. Aynı Kanunun 24/B maddesi ile de, araziye ait emlak beyannamesinde; arazinin YERİ, CİNSİ ile MİKTARININ ve diğer unsurlarının yer alacağı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi emlak beyannamelerinde 2901 sayılı Kanunla getirilen sisteme göre düzenlenen vergi kayıtlarındaki farklı olarak taşınmazın sınırlarına yer verilmemektedir. Sınırların emlak beyannamesinde yer almaması uygulamada her yere uygulanabileceği düşüncesi ile duraksamaya yol açacağı şeklindeki gerekçeye şu açılardan katılmak olanaklı değildir. Çünkü kadastro sırasında uygulanan emlak beyannameleri kadastro tutanağının mahsus bölümüne islenir. Mevkii, cinsi, miktarı ve yeri yazılır. Ayrıca kadastro müdürlüklerinin elinde bulunan defterdeki kayıtlarının karşısına HANGİ PARSEL veya PARSELLERE REVİZYON (UYGULAMA) gördükleri şerhi verilir. Normal vergi kayıtlarında olduğu gibi emlak beyannameleri mahkemelere sunulduğunda, bunların revizyon görüp görmedikleri Kadastro Müdürlüklerinden sorulur ve ona göre değerlendirilir. Böylece gerçek dışı uygulamanın önüne de geçilmiş olunur.
Öte yandan 3402 sayılı Kadastro Kanununun 47/D maddesi hükmü gereğince düzenlenen "TAŞINMAZ MALLARIN SINIRLANDIRMA, TESPİT ve KONTROL İŞLERİ HAKKINDAKİ yönetmeliğin" 3/5 madde ve fıkrası açık bir şekilde 1981 yılı emlak vergi beyannamelerinden söz edilmektedir. Bunların zilyetlik belgesi olarak uygulanabileceğim vurgulamaktadır. Yüksek Hukuk Genel Kurulunun hiçbir kararında bu yönetmelikten söz edilmediği gibi, tartışılmadığı da görülmektedir. 340? sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi uygulaması ile ilgili olarak Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 7.1.1988 gün ve 4-2-2-2/1184 sayılı genelgeleri ile "...Emlak vergisi beyannamelerinin de zilyetliği -tevsik edici belge olarak değerlendirilmesi ve miktarlarına itibar edilmesi gerektiğim..." açıklamıştır. Kadastro uygulaması da bu şekilde gerçekleşmektedir. Bu durumda kadastro tespitleri sırasında emlak beyannameleri uygulanan ve itiraza uğramayan kişiler
taşınmazı yada taşınmazları aldıkları bir gerçektir. Bu husus ise onama gerekçesi ile bir çelişki teşkil etmektedir. Hak sahipleri arasında farklı uygulamaya ve haksızlığa yol açacağı da bir gerçektir. Davacı 1981 yılında emlak beyannamesi verdiğine göre miktar dışında kullandığı fazla kısım için zilyetliğinin 1981 yılından önce başladığının kabulüne olanak bulunmamaktadır. Şayet davacı o tarihte fazla kısmı kullanmış olsa idi bunun içinde beyanname vermesi gerekirdi. Davacının burada iyi niyeti söz konuşu değildir. Bu fazla kısmın kenarda bulunan Hazineye ait devletin hüküm ve tasa/rufu altında bulunan yerlerden elde ettiği anlaşılmaktadır.
Tüm bu somut ve hukuki olgular karşısında emlak beyannameleri zilyetliği kanıtlayan belgeler olduğu, miktarları ile geçerli olmaları gerektiği, miktarı ile birlikte tasarruf edilen fazlalık var ise bu fazla kısım için davacının zilyetliğinin en erken emlak beyannamesinin verildiği tarihten itibaren başladığının kabulü gerekir. Bu gerekçenin yasal dayanakları 3402 sayılı Kanununun 14/A ve yukarıda belirtilen anılan Kanuna dayalı olarak çıkartılan 14. maddesinin uygulaması ile ilgili yukarıda belirtilen yönetmelik hükümleridir.
Açıklanan nedenlerle davacının zilyetliğinin başladığı 1981 yılından dava tarihine kadar davacı yararına 20 yıllık kazanma süresi dolmadığına göre Özel Dairenin .bozma kararı yerinde bulunduğundan sayın çoğunluğun direnme kararının onanması yönündeki görüşlerine katılmıyorum. 10.07.2002
 
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Türk Telekom Borç 
  • 13.06.2025 08:58
  • [Mal Paylaşımı davaları] Mal Paylaşımı dava sonucu alacak Nafakadan düşülebilir mi 
  • 12.06.2025 08:44
  • SGK sözleşmeli özel hastane Savcılığa şikayet edilebilir mi ? 
  • 11.06.2025 20:01
  • Fuzuli İşgalci Evin Demirbaşlarını Söküp Götürebilir Mi 
  • 11.06.2025 18:54
  • Solidworks Lisanssiz kullanımi yanlış adreste arama 
  • 10.06.2025 01:05


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini