Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2002/3-597
K:2002/645
T: 25.9.2002

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
  • KİRA TESPİTİ
  • VAKIF TAŞINMAZLARIN KİRALARININ ARTIRILMASI HAKKINDA KANUN (4532 Sayılı Kanun)
·
Taraflar arasındaki "kira taspiti " davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Edirne l.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın REDDİNE dair verilen 19.6.2001 gün ve 2000/791-2001/357 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 12.9.2001 gün ve 7059-7317 sayılı ilamı ile; (...Taraflar arasında kira ilişkisi bulunduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Davalı kiracıya 4331 sayılı yasa gereğince gönderilen (yeni şartlarla yapılması önerilen kira sözleşmesine) dair tebligat örneği ekindeki özel şartların 5. maddesine göre kira bedelinin nasıl saptanacağı açıklanmıştır. Kaldı ki davalı taraf, yargılamanın hiçbir aşamasında kiralananı tahliye edeceğini ileri sürmediği gibi, kararın temyiz aşamasındaki süreçte dahi mecuru kullanmaya devam ettiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, 4532 sayılı yasanın geçici 6. maddesine göre 2000 yılında vakıf taşınmazların kira bedelinin hangi oranda arttırılması gerektiği hususu açıklanmış bulunmaktadır.
Mahkemece işin esasına girilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar vermek gerekirken
yazılı gerekçelerle davanın reddi cihetine gidilmesi doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından açılan kira tespiti istemine ilişkindir.
Davacı idare vekili, 4331 sayılı yasa uyarınca idarelerince belirlenen Mayıs 1998 kira bedelini
davalı kiracı ödediğinden aralarındaki kira ilişkisinin devam ettiğini, aralarındaki davalar nedeniyle 1999 yılında kira bedelinde bir artış yapılamadığını, idarelerinin genelgeleri gereği 1999 yılında % 40 artış yapılacağını ve kira bedelinin 40 milyon TL. olacağını, 1/1/2000 tarihinde başlayan yeni dönemde ise, bir önceki yılın kira bedelinin (4532 sayılı Yasanın geçici 6.maddesine göre) %. 25 arttırılacağının öngördüğünü belirterek, 1/1/2000 tarihinden itibaren aylık kira bedelinin 50 milyon olarak tespitin istemiştir.
Davacı vekili, Mayıs / 1998 kirasını 4331 sayılı yasa nedeniyle ihtirazi kayıtla yatırdıklarını, 1999 ve 2000 yıllarında bir ihtarın yapılmadığını, bu nedenle davanın süre yönünden reddine karar verilmesin istemiştir.
Yerel mahkeme, 1999 ve 2000 yıllarında çekilmiş bir .ihtarname bulunmaması ve 4532 sayıl yasanın 18/2/2000 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle bu dava da uygulama yeri bulunmadığından süresinde açılmayan davanın reddine karar vermiş, Özel Daire yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozmuştur.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 6570.sayılı Gayrimenkul Kiralar  Hakkındaki Yasaya 4532 sayılı yasa ile eklenen geçici 6.maddesindeki "2000 yılı kira bedelinin, bir önceki yılın kira bedelinin % 25 arttırılarak saptanacağını" yönündeki hükmün .uygulanabilmesi için, bir önceki dönemde usulünce ihtar keşide ve tebliğ edilmesinin koşul olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Burada öncelikle üzerinde durulması gereken konu; mahkemenin ilk verdiği direnme kararının, hüküm fıkrası oluşturulurken-HUMK.nun 381 ve 388.maddelerine aykırılıktan dolayı bozulmasından sonra, mahkemece 12/3/2002 günlü oturumda "Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 12/9/2001 günlü bozma ilamı ile daha sonraki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23/1/2002 günlü bozma ilamlarına uyulmasına" karar vermekle, davacı lehine usulü kazanılmış hak doğup doğmadığıdır.
Mahkeme 13/11/2001 günlü oturumda "mahkememizin daha önceki kararında ısrar edilmesine dair ekli karar okundu" biçiminde kısa kararı tefhim etmiştir.
Gerekçeli kararında ise "Mahkememizin vermiş olduğu 19/6/2001 tarih ve 2000/791 esas, 2001/257 karar sayılı kararında direnilmesine, dava süresinde açılmadığından reddine" denilmekle yetinilmiştir.
Davacı vekilinin direnme kararının temyizi üzerine, Hukuk Genel kurulunun 21/3/2001 gün ve 2002/3-59 Esas, 2002/12 Karar sayılı ilamı ile; Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK.nun 389.maddesinde de tekrarlanmıştır. Keza HUMK.nun 381.maddesi (kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur). Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki,dava içinden davalar doğar,Hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Öte yandan Yargıtay'ın yerleşmiş görüsü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulu'nun 19.6.1991 gün 323/391 sayılı ve 10.9.1991 gün 281-415 sayılı ve 25.9.1991 gün 355-440 sayılı kararları).
Ceza Genel Kurulu'nca da C.U.M.K.nün benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden "önceki hükümde direnilmesine" denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir (Ceza Genel Kurulu'nun 2.2.1976 gün 22-25 sayılı kararı).
Somut olayda da aslolan kısa kararda, hüküm fıkrası oluşturulmamış; yalnızca "önceki kararda direnilmesine" denilmekle yetinilmistir.
O itibarla mahkemece HUMK.nun 388.maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır gerekçesi ile hükmü USUL YÖNÜNDEN bozmuş, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermiştir.
Mahkemece 12/3/2002 günlü oturumda hem Daire bozmasına hem de Hukuk Genel Kurulunun bozmasına uyulmasına karar verilmiştir.
Az yukarda açıklanan yargılama aşamalarında görüldüğü üzere, "usul hukuku" ile ilgili ortaya akan sorunun çözümü için yerel mahkemenin "önceki kararda direnilmesine" şeklinde oluşturduğu kısa kararın Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca, usulün 381 ve 388 maddelerine aykırı görüp bozmasından sonra, mahkemece bozma doğrultusunda hüküm oluşturulması gerekirken yeniden topladığı kanıt ve araştırmalara dayanarak, direnme kararında kabul ve tefhim ettiği hukuki sonucun aksine bir karar vermesinin hukuken mümkün olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Öncelikle belirtelim ki, yerel mahkemelerin direnme kararları (HUMK.nun md.429/11) bir davayı sona erdiren (Niha-i) temyizi mümkün ' olan son kararlardandır. Direnme kararı ile mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu olan iş, gerekçeli karan direnme doğrultusunda mahkemece yazılmasından ibarettir. Bu bakımdan direnme kararından dönme (Rücu) mümkün değildir. Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardandır. Nitekim bu kurala Yasa koyucu HUMK.md.381 ve 385.maddeleriyle hayatiyet kazandırmıştır.
Gerçektende, H.U.M.K.nün 381 ve 38S.maddeleri emredici hükümlerden olup Kamu düzeni amacı ile vaz edilmişlerdir. Bu maddeler hükmünce" kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Davanın tamamen reddine veya kabulüne dair karar tefhim edildikten sonra bundan dönülerek yeni bir hüküm kurulamaz.  Aksinin kabulü mahkemelere güveni-sarsacağı için hiçbir suretle üstün görülemez.
Burada Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E; ve 1992/4 K. sayılı ve
10/4/1992 günlü İçtihadı Birleştirme kararının olaya uygulanıp uygulanamayacağı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Bu bağlamda hemen belirtelimki, anılan Tevhidi İçtihat Usulün 381 ve 388.maddelerindeki emredici hükümlerinin ihmalini önerir bir sonucu kabul etmemiş, tersine aynen "T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen kora r da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icabedecektir." gerekçesini getirerek anılan yasa maddelerinin vazgeçilmez önemini oybirliği ile kabul etmiştir.
Öte yandan Mahkemeler ve Yargıtay ancak, İçtihadı Birleştirme Kararından sonra el koydukları benzer işlerde (Hukuki Konularda) İçtihadı Birleştirme Kararı ile bağlıdır (Yargıtay Kanunu md.45).
10/4/1992 günlü tevhidi içtihat; münhasıran kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması, kısa  karara aykırı düşen gerekçeli kararın yazılması konusu ile bağlı ve sınırlı olarak kabul edilmiştir. Olayımızda ise, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmamaktadır. Nitekim, kısa kararda, ilk karar doğrultusunda direnmeye karar verilmiş, gerekçeli kararda da direnme doğrultusunda aynı karar kurulmuş, böylece kısa karar ile gerekçeli karar arasında uygunluk bozulmayarak sürdürülmüştür. O nedenle Tevhidi İçtihadın konusunu oluşturan kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması haline ilişkin temel konu olayımızda bulunmadığı açıktır.
Bunlardan ayrı kıyaslama yoluyla Tevhidi İçtihadların uygulama alanını genişletmek hukuken mümkün değildir. Aksinin kabulü halinde, anılan Tevhidi İçtihatta 381 ve 388.maddelerinin yürürlüğünü koruyan ve önemini yineleyen oybirliği ile alınmış az yukarda açıklanan kabule aykırılık oluşturacağı gibi, belirtilen Yasa maddeleri işlemez hale getirilmiş olurki, yargı yetkisinin aşılmasına yol açan bu yön, kabul edilemez. Yine, usulün 381 ve 388.maddeleri emredici kurallardan olmalarına rağmen hükmün yokluğunu ortaya koyacak esaslı kaidelerden değillerdir. Bu maddelerin bir mahkemenin kararının geçersiz kıldığına dair usul hukukunda bir hüküm mevcut değildir. Bu durumda sadece temyiz sebeplerinin varlığından söz edilebilecektir. Hükmün yok sayılabilmesi için taraflara tebliğ edilen hükmün mahiyeti, son duruşma zaptında belirtilmemiş olmalıdır. Son duruşma tutanağına hükmün mahiyeti geçirilerek tefhim edilmişse artık ortada hukuken bağlayıcı bir hükmün varlığının kabulünde duraksama olmamalıdır. Buradan giderek mahkemece usule aykırı biçimde verilen Daire bozmasına uyma kararı davacı taraf yönünden usuli kazanılmış hak doğurmaz.
Bu nedenle mahkemece böyle bir usul bozmasından sonra yapılacak iş, Hukuk Genel Kurulunun bozması doğrultusunda işlem yaparak özellikle usulün 381 ve 388.maddelerine uygun karar yazmaktır.
Nitekim mahkemede son duruşmada bu usuli yanlışlık farkedilip, kısa kararda "Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/11/2001 tarihli bozma ilamı doğrultusunda, eski kararda direnilmesine, davanın süre yönünden reddine" karar vermiş, gerekçeli kararı da, buna uygun biçimde oluşturmuştur. Bu nedenle kararın oluşmasında bir usul hatası görülmemiştir.
İşin esasına gelince; idarece davalıya 25 Mart 1998 tarihli olarak gönderilen ve 4331 sayılı yasaya göre belirlenen kiranın tebliğini içeren bildirim ile birlikte ek olarak özel şartlan da bildirmiştir. Bu özel şartların . 5.maddesi "kira artış şartı" yer almaktadır. Davalıda davacının bu teklifini gerek belirlenen kirayı yatırarak, gerekse davacı idareye verdiği imzasını -havi 5/5/1998 tarihli -belge ile kabul etmiştir. Bu durumda artık mutlaka .kira artırımı için ihtar yapılması zorunluluğu aranmaz.
Kaldı ki, 4532 sayılı yasa emredici bir hükümle 2000 yılında kira bedelinin bir önceki senenin kira bedelinin % 25 artırılması ile bulunacak rakam olacağını ifade etmiş olup, kanun bir ihtar koşulu aramamıştır.
Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda açılan davanın süresinde olduğu kabul edilip, isin esasına gidilip varılacak uygun sonuç dairesinde bir hüküm kurulması gerekirken, mahkemece davanın süre yönünden red kararı verilmesi ve bu şekilde önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma
kararında ve yukarıda gösterilen "nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun- 429. maddesi gereğince
BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine , 25.9.2002 gününde, oybirliği ile karar verildi
 
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Türk Telekom Borç 
  • 13.06.2025 08:58
  • [Mal Paylaşımı davaları] Mal Paylaşımı dava sonucu alacak Nafakadan düşülebilir mi 
  • 12.06.2025 08:44
  • SGK sözleşmeli özel hastane Savcılığa şikayet edilebilir mi ? 
  • 11.06.2025 20:01
  • Fuzuli İşgalci Evin Demirbaşlarını Söküp Götürebilir Mi 
  • 11.06.2025 18:54
  • Solidworks Lisanssiz kullanımi yanlış adreste arama 
  • 10.06.2025 01:05


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini