 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E : 2002/2-333
K : 2002/397
T : 15.05.2002
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasındaki "evlatlık ilişkisinin kaldırılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy Asliye 9.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.03.2001 gün ve 1999/737 2001/163 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.07.2001 gün ve 9660-11077 sayılı ilamı ile; (...Davalının davacılardan Hasan'ın kalp rahatsızlığı sırasında onunla ilgilenmediği anlaşılmaktadır. Medeni Kanununun 258. ve 457. maddesi şartları oluşmuştur. Davanın kabulü gerekirken reddi doğru bulunmamıştır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacılar vekili; Müvekkilleri Hasan ve eşi Güllerin ,davalı Muzafferi evlat edindiklerini, onu 2 yaşından itibaren, bakıp gözeterek gerek çocukluk döneminde, gerek öğrenim döneminde maddi ve manevi destek olup, her türlü ihtiyacını temin ettiklerini, askerlik ve evlilik yaşamında da katkıda bulunduklarını, hal böyle iken davalının ,son yıllarda davacıları hiç aramayarak onlara karşı ilgi, sevgi ve yardımda bulunmadığını, Yardıma muhtaç olduğu bu dönemlerde arayıp sormadığı gibi hastalığında da ziyaretine gelmediğini, oysa evladın görevinin,evlat edineni saymak sevmek ve göz etmek olduğunu Müvekkillerinin yaşlı kimseler olup, aynı zamanda hasta ve bakıma muhtaç kimseler de olduklarını davacılardan Hasan'ın kalp ve şeker rahatsızlığı olan kimse olup doktor kontrolünde yaşamın sürdürdüğünü, bu güne kadar davacıları arayıp sormayan ilgi, sevgi ve her türlü yardımını esirgeyen davalının evlatlıktan refini talep etmekte davacıların haklı olduklarını, davacılarla,davalı arasındaki evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı;davacıların iddialarının doğru olmadığını, davacılardan Hasan'ın öz amcası, diğer davacımı da yengesi olduğunu, kendileri ile iki yaşından beri ilişkisinin mevcut olduğunu, aradaki bu yakınlık nedeniyle davacıların kendisini 23 yaşlarında iken evlat edindiklerini, aynı şekilde de ilişkilerinin devan ettiğini, kendisinin 1996 yılından bu yana evli olduğunu, evlendiğinde birlikte oturup daha sonra ayrı bir ev döşediğini, sorumlu olduğu ailesi olması nedeniyle bekarlıkta olduğu gibi ilgilenemediğini kendilerinden devamlı özür dilediğini, ortada evlatlık ilişkisinin feshini gerektirecek herhangi bir yüz karası suç işlenmiş olmadığını, davayı kabul etmesi olanağının da olmadığını, böyle bir davanın açılması için ancak cana kast, ölümle tehdit, kötü davranma, hakaret söz konusu olması gerektiğini, davanın reddin savunmuştur. Davalı, ayrıca davacı tanıklarının davacının kız kardeşinin çocukları olup, bu yakınlık derecesinin mahkemece takdirini ve kendisince kabul edilmediğinin bilinmesini beyan etmiş, 21.03.2001 günlü celsede de; "beni davacılar evden kovdular. Bu nedenle evden ayrılmak zorunda kaldım. İddialar doğru değildir. Benim davacılara saygısız bir hareketim olmamıştır. Davacı benimle görüşmek istemediği için hastaneye gitmeme rağmen odasına çıkmadım." Şeklinde beyanda bulunmuş zaptı imzalamıştır.
Mahkemece tarafların delilleri toplanmış, tanıkları dinlenmiş ve "..Taraflar arasında çekişme konusu olan husus , davalının davacılara karşı görevlerini yerine getirip getirmediği ve evlatlık rabıtasının kaldırılmasını gerektirir bir eylemin bulunup bulunmadığı hususunda toplanmaktadır. Taraflarca gösterilen tanıklar anlatımlarında, davalı Muzafferin davacılara karşı bir saygısızlığının söz konusu olmadığını,onlar; saygılı davrandığını, sevgisini ve yardımını esirgemediğini bildirmişlerdir. İddiaya , savunmaya ve dinlenen tanık anlatımlarına ve tüm dosya içeriğine göre davacılar yararına MK.nun 258. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, davacıların davalarının reddine karar vermek gerekmiştir gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü davacılar vekili temyiz etmiştir.
Özel Dairece "Davalının davacılardan Hasan'ın kalp rahatsızlığı sırasında onunla ilgilenmediğ1 anlaşılmaktadır. Medeni Kanununun 258. ve 457.maddesi şartları oluşmuştur. Davanın kabulü gerekirken reddi doğru bulunmamıştır." Gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece verilen direnme kararı davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, MK. nün 258.maddesine dayalı evlatlık rabıtasının kaldırılması davasıdır.
Öncelikle belirtmekte yarar vardır ki; Evlatlık ilişkisi tarafların rızası ile kaldırılabileceği gibi, muhik sebeplere dayanılarak evlatlığın, mirastan mahrumiyete yol açacak bir halin varlığı halinde de evlat edinenin talepleri üzerine hakim tarafından da kaldırılabilir.
Bu husus 743 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 258.maddesinde aynen; "Evlatlık mukavelesi hakkındaki kaidelere riayet şartıyla, evlatlık rabıtası, iki tarafın rızasıyla her zaman kaldırılabilir. Evlatlık rabıtası,muhik sebeplere istinat halinde evlatlığın ve mirasından mahrum bırakacak bir hal hüdusunda evlatlık edinen kimsenin talebi üzerine, hakim tarafından dahi refedilir.
Refi, evlatlık rabıtasının istikbale ait bütün hükümlerini izale eder ve kafidir." Şeklinde ifade edilmiştir.
Görüldüğü üzere yasanın evlat edinenin talebinin kabulü için aradığı koşul; evlat edinenin evlatlığını mirasından mahrum bırakacak bir halin varlığıdır. Bunun ölçüsü ise yine MK.nun 457. maddesinde "ağır bir cürümün ikası" ya da "vazifelerini ifada büyük bir kusurun varlığı" olarak belirtilmiştir.
Nitekim, 743 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun Miras hakkından ıskat sebeplerini düzenleyen 457. maddesinde; "Aşağıdaki hallerde mahfuz hisseli mirasçılar, murisin ölüme bağlı tasarrufu ile mirastan iskat edilebilir:
1- Murisine veya yakınlarından birine karşı ağır bir cürüm ika ederse.
2- Murisine veya ailesine karşı kanunen mükellef olduğu vazifeleri ifada büyük bir kusur irtikap eylerse." Denilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde; davacılardan 1931 doğumlu Hasan ile eşi 1930 doğumlu Güller'in, aynı zamanda Hasan'ın yeğeni olan davalı 1971 doğumlu Muzaffer ile davalının ailesinin oturduğu eve bitişik evde oturmalarının da etkisiyle iki yaşından beri yakın ilişki içinde olup, ona özel bir önem vererek ilgi gösterdikleri, daha sonra da 1994 yılında onu evlat edindikleri; davalının 1996 yılında davacıların istediği kişiyle ve yine onların destek ve yardımları ile evlendiği; bir yıldan fazla süre davacılarla davalı ve eşinin aynı evi paylaştıkları tarafların kabulündedir. Ne davacılar ne de taraf tanıkları bu dönemde davalının evlat edinenlere karşı saygısız ya da ilgisiz tutumunun olduğundan söz etmemişlerdir. Taraflar arasındaki davaya yol açan uyuşmazlığın davalının eşi ve çocuğu ile ayrı bir eve geçmesinden ve davacı Hasan'ın da bu dönemde hastalanmasından sonra ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Yeri gelmişken, uyuşmazlığın çözümünde davalının yasada ifade olunan evlat edinenlere veya
ailesine karşı kanunen mükellef olduğu vazifeleri ifada büyük bir kusur irtikap eyleyip eylemediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Tarafların tanıkları uyuşmazlık olan dönemde dahi davalının davacılara karşı sevgisiz ve saygısızlığını ortaya koyacak bir beyanda bulunmadıkları gibi, tam tersine onların karşısında dahi konuşamadığını, hatta aralarında, aşırı sayılabilecek derecede bir saygı ve sevgi olduğunu beyan etmişlerdir.
Davacıların aynı zamanda akrabaları olan tanıklarının "davacı Hasan'ın uzun süren hastalık döneminde davalının onu arayıp sormadığı, ilgilenmediği bu sürenin 3-4 sene olduğu, kendilerinin ilgilendikleri, ayrıca taraflar arasında bir küslük ya da kavga olduğunu duymadıkları, neden ilgilenmediğini bilmedikleri" yönündeki beyanları karşısında ve bu beyanların aksine çoğunluğu tarafların komşuları olan davalı tanıkları birbirlerini doğrular ve tamamlar şekilde " davalının davacılara karşı herhangi bit saygısızlığını görmedikleri, aslında taraflar arasında aşırı sayılabilecek bir sevgi ve saygı mevcut olduğu, davalı Muzafferin evlendikten sonra eşi ile birlikte bir süre davacıların evinde kaldığı, davalının çocuğunun doğmasından sonra anlaşamadıkları, bunun üzerine davacıların Muzaffer'! ve eşini evlerinden çıkardıkları, Muzafferin de gidip kiralık evde oturmaya başladığı, Muzafferin amcasını ve yengesi Gülleri bir anne baba gibi sevip sayıp, onları ziyarete gittiği, ancak onların kabul etmedikleri, ameliyat sırasında da davacı Hasan'ın davalıyı hastaneye kabul etmediği, hatta Muzafferin babası Kardeşi Mehmet'i bile kabul etmediği, bunun için Hastaneye kadar giden Muzafferin de davacının odasına çıkamadığı, bayramda tarafları barıştırma isteklerinin de Hasan tarafından kabul görmediği" şeklinde beyanda bulunmuşlardır.
Taraflar arasındaki ilişki çok uzun yıllar boyunca sürmekle birlikte resmen evlatlık ilişkisinin kurulması ile davanın açılmasına kadar geçen 1994-1999 arası olmak üzere beş yıllık bir süre söz konusudur. 1994 yılından davalının evlendiği 1996 yılına kadar davacılarla davalının, bu tarihten sonra birbuçuk yıldan fazla süre de davacılar, davalı ve eşinin birlikte oturdukları tanık beyanları ve dosya kapsamı ile sabittir. Davacılardan Hasan'ın dosyada bulunan raporlarından ise 10.06.1996 tarihinde "iki damar koroner arter hastalığı nedeniyle cerrahi tedavi önerildiği''',, davadan sonra 03.02.2000 tarihli raporunda da "daha önce önerilen ameliyatı olmadığı, üç damar koroner arter hastalığından operasyon gerektiği" belirtilmiştir. Şu durumda davacı tanıklarının davalının davacılarla ve özellikle davacı Hasan'ın hastalığı ile 3-4 yıldır ilgilenmediği yönündeki beyanları tüm bu"bilgilerle çelişmektedir.
Dinlenen tanıklardan davacı tanıkları da dahil hiçbir tanık, davacıların davalıyı evden çıkarmaları ve ziyaret isteğini kabul etmemelerine yol açacak davalıya atfedilecek bir kusur ve davranıştan söz etmemişlerdir. Davalının sevgi ve saygı içinde olduğu, onlara ilgi göstermek için çabaladığı ancak bunun davacı yanca kabul edilmediği ve daha sonra da davaya konu edildiği anlaşılmaktadır.
Şu durum karşısında ; taraflar arasındaki evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına yeterli kabul edilebilecek bir neden olmadığı gibi, davalının yasada ifade olunan evlat edinenlere veya ailesine karşı kanunen mükellef olduğu vazifeleri ifada büyük bir kusur irtikap eylediğini kabule de olanak bulunmamaktadır.
O halde , davada MK. nun 258 ve 457 maddeleri koşulları oluşmadığından bahisle davanın reddine ilişkin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekir.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle. ONANMASINA, temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 15.05.2002 gününde oyçokluğu ile karar verildi.