 |
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2001/4-535
K. 2001/537
T. 20.6.2001
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 26. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.5.1999 gün ve 1998/835 E. - 1999/343 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 31.1.2000 gün ve 1999/10479-2000/612 sayılı ilamı ile; ( ...Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece dava reddedilmiş olup, kararı davacı temyiz etmiştir.
Yerel Mahkemenin davanın kısmen kabulüne ilişkin 24.12.1997 günlü ilk karan Dairemizin 26.05.1998 günlü kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında özet olarak, kabule ilişkin mahkeme kararının gerekçelendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Yerel mahkemece bozmaya uyulduğuna göre, bozma doğrultusunda ilk kararın gerekçesinin belirtilmesi gerekirken ilk karardan farklı bir hüküm tesis edilerek bu kez davanın reddine karar verilmiş olduğundan, hükmüne uyulan bozma kararının gereği yerine getirilmek üzere kararın yeniden bozulması gerekmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.'nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 138/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.
KARAR : Dava, yayın yoluyla kişilik hakkına saldın nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Uyuşmazlık; yerel mahkemenin kısmen kabule ilişkin ilk kararının gerekçe yokluğundan bozulması yönündeki daire kararına uyulmasından sonra bu kez mahkemece ilk karardan tamamen farklı olarak ve tam tersine davanın reddi yoluna gidilmesine usul hükümleri karşısında olanak bulunup bulunmadığı, ilk bozma ilamına uyulmakla taraflardan birisi yararına usulü kazanılmış bir hakkın varlığından söz edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Somut olayda, Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası ile 1.000.000.000 TL manevi tazminat istemiyle açılmış, davalılar davanın reddini savunmuşlar ve mahkemece de yapılan yargılama sonunda 27.12.1997 tarihinde davanın kısmen kabulü ile 750.000.000 TL manevi tazminatın davalı tarafdan alınarak davacı tarafa verilmesine karar verilmiştir.
Davalılar vekili tarafından temyizi üzerine Özel Daire; "Dosyadaki delillere göre, dava dilekçesinde, tazminata neden olan yayında yer alan sözler tek tek belirtildiği gibi, davalı da buna karşı delillerini sunmuştur. Ne var ki Mahkeme, gerek davacının dayandığı olguları ve gerekse davalının karşı savunınalarını, her olaya ve iddiaya özgü biçimde incelemeyip, irdelememiştir. Hangi sözler için davanın kabul edildiği açıkça belirtilmemiştir. Hükmün kurulmasına etken olan tüm delil ve olgular toplandıktan sonra, gerekçe kısmında bu olguların tek tek tartışılması ve davanın sonucuna ne ölçüde etkili olduklan üzerinde durularak sonuca gidilmelidir. Ancak bu şekilde hükmün doğru olup olmadığı ve doğruluk ölçüsü incelenebilir. Somut olayda; davacı pek çok olaya dayanmıştır. Her olayın hükme ne ölçüde etkili olduğu üzerinde durulmadan soyut gerekçe ile karar verilmiş olması HUMK.'nun 388. maddesine uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir." Gerekçesiyle hükmün bozulmasına, bozma nedenine göre şimdilik diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davalılar vekilinin değişik bozma istekli karar düzeltme istemi de reddedilmiştir.
Yerel Mahkemece bu bozmaya uyulmuş, ancak bu kez 27.05.1999 tarihli kararla ilk kararın aksine dava reddedilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; "Yerel Mahkemenin davanın kısmen kabulüne ilişkin 24.12.1997 günlü ilk kararı Dairemizin 26.05.1998 günlü karanyla bozulmuştur. Bozma kararında özet olarak, kabule ilişkin mahkeme kararının gerekçelendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Yerel mahkemece bozmaya uyulduğuna göre, bozma doğrultusunda ilk kararın gerekçesinin belirtilmesi gerekirken ilk karardan farklı bir hüküm tesis edilerek bu kez davanın reddine karar verilmiş olduğundan, hükmüne uyulan bozma kararının gereği yerine getirilmek üzere kararın yeniden bozulması gerekmiştir." gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozmayla ilk hükmün ortadan kalktığından bahisle önceki kararda direnilmiş, davacı vekili kararı temyiz etmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; yerel mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kısa karar, bir davayı sona erdiren ( Niha-i ) temyizi mümkün olan son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme ( Rücu ) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasında uygun biçimde kararda yer alması gerekir. Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması Kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala Yasa koyucu H.U.M.K. Md. 381 ve 388. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.
Gerçekten de, H.U.M.K.'nun 381. ve 388. maddeleri kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir. Bu maddeler hükmünce kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine Anayasamızın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" başlıklı 141. maddesinin 3. fıkrasında; "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır." Hükmüne yer verilmiştir.
Davanın reddine veya kabulüne dair karar tefhim edildikten sonra bundan dönülerek yeni ve bundan farklı bir hüküm kurulamayacağı gibi, gerekçe de kısa kararla çelişik olamaz ve daha da önemlisi karar gerekçesiz bırakılamaz. Aksinin kabulü mahkemelere gü"veni sarsacağı gibi Anayasa ve yasalarda yer alan açık kurallara aykırılık oluşturur.
Diğer taraftan, mahkemece bozma ilamına uyulmakla bir taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağından bozma dışına çıkarak karar vermenin usuli kazanılmış hakkın ihlali anlamına geleceği de unutulmamalıdır.
Nitekim, mahkemenin kısmen kabule ilişkin ilk kararı diğer yönleri incelenmeksizin sadece yasaya uygun olarak gerekçe taşımadığından bahisle bozulmuş, mahkemece bu bozmaya uyma kararı verilmiştir. Burada mahkemece yapılacak iş, hüküm sonucuna uygun gerekçe içeren gerekçeli kararın yazılması olmalıdır.
Olayımızda; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E; ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararının uygulama yeri de bulunmamaktadır. Bu bağlamda hemen belirtelim ki, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı Usulün 381. ve 388. maddelerindeki emredici hükümlerinin ihmalini önerir bir sonucu kabul etmemiş, tersine aynen, "T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icap edecektir." gerekçesini getirerek anılan Yasa maddelerinin vazgeçilmez önemini oybirliği ile kabul etmiştir. Bu kararda münhasıran kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması, kısa karara aykırı düşen gerekçeli kararın yazılması konusu ile bağlı ve sınırlı olarak kabul edilmiştir. Olayımızda ise kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmamaktadır. Mahkemenin ilk kararında kısa kararla gerekçeli karar çelişkili olmayıp hüküm sonuçları aynı şekilde kısmen kabule ilişkindir. Eksik olan husus kararın gerekçesidir. Hükmüne uyulan daire bozmasından sonra mahkeme ilk karardan farklı olarak hüküm sonucunu tamamen değiştirmiş, bu kez ilkinin aksine davayı reddetmiştir. Redde ilişkin bu kısa kararla gerekçeli karar arasında da çelişki sözkonusu değildir. Burada ortaya çıkan özellik İçtihadı Birleştirme kararından farklı olarak hükmüne uyulan bozma ilamında gerekçenin yokluğu vurgulanarak hüküm sonucuna ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı halde hüküm sonucunun tamamen değiştirilmesidir.
Öte yandan; Mahkemeler ve Yargıtay ancak, İçtihadı Birleştirme Kararından sonra el koydukları benzer işlerde ( Hukuki Konularda ) İçtihadı Birleştirme Kararı ile bağlıdır. ( Yargıtay Kanunu Md. 45 ). Bunlardan ayrı kıyaslama yoluyla İçtihadı Birleştirme kararlarının uygulama alanını genişletmek hukuken mümkün değildir. Aksinin kabulü, anılan İçtihadı Birleştirme Kararında 381. ve 388. maddelerinin yürürlüğünü koruyan ve önemini yineleyen oybirliği ile alınmış az yukarda açıklanan kabule aykırılık oluşturulacağı gibi, belirtilen Yasa maddeleri işlemez hale getirilmiş olur ki, yargı yetkisinin aşılmasına yol açan bu yön kabul edilemez. Yine, usulün 381. ve 388. maddeleri emredici kurallardan olmalarına rağmen hükmün yokluğunu ortaya koyacak esaslı kaidelerden değillerdir. Bu maddelerin bir mahkemenin kararını geçersiz kıldığına dair usul hukukunda bir hüküm mevcut değildir. Bu durumda sadece temyiz sebeplerinin varlığından söz edilecektir. Hükmün yok sayılabilmesi için taraflara tebliğ edilen hükmün mahiyeti, son duruşma zaptında belirtilmemiş olmalıdır. Son duruşma tutanağına hükmün mahiyeti geçirilerek tefhim edilmişse artık ortada hukuken bağlayıcı bir hükmün varlığının kabulünde duraksama olmamalıdır.
Açıklanan nedenler altında Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Dairenin bozma ilamına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 20.6.2001 gününde oyçokluğu ile karar verildi.