 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2001/19-1086
K:2002/371
T:08.05.2002
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy Asliye 3. Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 17.9.1999 gün ve 1998/1104-1999/732 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 28.4.2000 gün ve 2000/1122-3258 sayılı ilamı ile ,(... Dava, davacı O... İç ve Dış Tıc. A.Ş. ile davalı arasında imzalanan 23.11.1993 tarihli satış sözleşmesinden kaynaklanan alacağın geç ödenmesi nedenine dayalı munzam zarar istemine ilişkindir.
1-Anılan sözleşmede Üsküdar Mahkemeleri yetkili kılındığından ve Üsküdar'ın Kadıköy Ticaret Mahkemesinin yargı çevresi içerisinde bulunduğundan,davalı vekilinin bu yöne ilişen temyiz itirazlarının reddi gerekmektedir.
2-Borçlar Kanununun 83. maddesinde 3678 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle yabancı para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde alacaklının,sözleşme aynen ödeme koşullarını içermese dahi bu borcun vade veya fiili ödeme günündeki rayice göre Türk Parası ile ödenmesini isteyebilme olanağı getirilmiştir. Somut olayda alacaklının,yabancı para alacağının ödenmesinde temerrüdü oluşan borçludan, sözleşmenin aktedildiği tarih gözetildiğinde, vade veya fiili ödeme günündeki kur üzerinden alacağının Türk Parası karşılığının ödenmesini isteme yetkisine sahip olduğu kuşkusuzdur. Davacı 2.8.1994 tarihinde giriştiği icra takibinde yabancı para alacağını,o tarihteki kur karşılığına göre Türk Parası olarak talep etmiş ve tercihini bu yolda kullanmıştır.
3678 Sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde,yukarıda anılan değişikliğin, yasanın yürürlük tarihinden önceki ilişkilerden doğan ve halen görülmekte olan davalar hakkında uygulanmayacağı, ancak söz konusu alacaklıların munzam zarar talep etme haklarının saklı bulunduğuna işaret edilmiştir. Diğer bir anlatımla yasanın getirdiği olanaktan yararlanarak fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden talepte bulunmayan yabancı para alacaklılarının artık bu konuda munzam zarar davası açamayacağı sonucuna varılmıştır. Açıklanan bu nedenlerle aksine gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetli görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, munzam zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacı şirketin davalıya 23.11.1993 tarihli sözleşmeyle kereste sattığını, sözleşme tarihinden itibaren bir ay içerisinde ödenmesi gereken satış bedelinin 135.391 Dolarlık kısmının davalı tarafından bu sürede ödenmediğini,sonradan değişik tarihlerde kısmi ödemeler yapıldığını, 46.866,50 Dolarlık kısmın ise hiç ödenmediğini; bu miktar için, 2.8.1994 tarihinde,o günkü kur değeri üzerinden 1.452.861.500 TL. nin tahsili istemiyle icra takibi yapıldığını, itiraz üzerine açılan itirazın iptali davasının kabul edildiğini ve sonuçta, faiz ve icra inkar tazminatıyla birlikte 21.7.1998 ve 22.7.1998 tarihlerinde toplam 5.535.526.601 TL. nin tahsil edilebildiğini, ödenen 4.082.526.601 TL. faiz ve icra inkar tazminatının, geç ödemeden kaynaklanan munzam zararı karşılamadığını, alacağın davalı tarafından zamanında ödenmiş olması ve davacının bunu repo yoluyla değerlendirmesi durumunda, alacağı miktarın asıl alacakla birlikte asgari 48.624.436.977 TL olacağını,ödenen faiz ve icra inkar tazminatı miktarı bundan düşüldüğünde davacının 43.716.467.890 TL. munzam zararı oluştuğunu ileri sürerek, bu miktarın dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, davacının dolar bazında kesinleşmiş bir alacağının mevcut olmadığını, önceki davada mahkemece 1.452.861.500 TL.nin hüküm altına alındığını, asıl alacak yönünden oluşmuş bir temerrüt bulunmadığını, munzam zarar tazminatı istenilebilmesi için gereken koşulların oluşmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemenin,davadaki istemin, kur farkına dayalı değil alacağın geç ödenmesinden kaynaklanan munzam zararın tazmini istemine ilişkin olduğunu benimsemek ve bu çerçevede yaptırdığı bilirkişi inceleme sonucunda düzenlenen raporu esas almak suretiyle verdiği,davanın kısmen kabulüne, 17.912.856.653 TL. nin dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine dair karar, Yüksek Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, mahkemece gerekçesi tekrar edilerek önceki kararda direnilmiş, direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Uyuşmazlığın toplandığı nokta itibariyle, hukuksal nitelendirmenin sağlıklı olarak yapılabilmesi için,öncelikle, davacının istemi üzerinde durulmalıdır.
İçeriği yukarıda açıklanan dava dilekçesindeki açıklamalardan, davacı vekilinin, 135.391 Dolar tutarındaki satış bedeli bakiyesinin, sözleşmede kararlaştırılan süreden sonra, kısmen elden ve kısmen de icra takibi yoluyla tahsil edilmiş olmasına dayanarak, söz konusu miktarın geç ödenmesinden kaynaklandığını ileri sürdüğü munzam zararın tazminini istemiş olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki, yerel mahkemenin, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin 25.3.1999 tarihli ara kararında gösterilen çerçevede düzenlenen 7.6.1999 günlü bilirkişi raporunda, sadece 46.866.50 Dolar tutarındaki alacak bölümünün takip tarihindeki kur üzerinden TL.ye çevrilmesi suretiyle icra takibine konu edilen 1.452.000.000 TL.nin geç ödenmesinden kaynaklanan munzam zarar hesaplanmış;davacı vekili, rapora itirazlarını içeren 14.7.1999 havale günlü dilekçesine, sadece uygulanan yönteme yönelik itirazda bulunmuş, bakiye alacağın tümünün geç ödenmesinden kaynaklanan munzam zararın hesaplanması gerektiği yolunda bir itiraz ileri sürmemiş, dahası, yerel mahkemenin bu raporu esas almak suretiyle verdiği 17.9.1999 günlü kararı da temyiz etmemiş, böylece, davadaki tazminat isteminin, münhasıran icra takibine konu ettiği alacağın geç ödenmesinden kaynaklanan munzam zarara ilişkin olduğunu benimsemiştir.
Bu durumda, çözülmesi gereken ve uyuşmazlığın üzerinde toplandığı sorun, sadece icra takibi yoluyla tahsil edilen alacağa geç kavuşulmasından kaynaklanan bir munzam zararın bulunup bulunmadığıdır.
Davacının, satış bedelinin dolar üzerinden kararlaştırılmış olması nedeniyle icra takibinin yapıldığı 2.8.1994 tarihi itibariyle davalıdan 46.866.50 Dolar tutarında alacaklı bulunduğu,itirazın iptali davası sonucunda verilen ve kesinleşen kararla sabittir. Taraflar arasında da, bu yönden bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Keza bu husus, hem yerel mahkemenin ve hem de Yüksek Özel Dairenin kabulündedir.
Bu noktada, uyuşmazlıkla ilgili yasal durumun açıklanması gerekmektedir.
Bilindiği gibi, 23.11.1990 tarihinde yürürlüğe giren 3678 sayılı Yasanın 29.maddesiyle Borçlar Kanununun 83.maddesine bir fıkra eklenerek, yabancı para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde, alacaklının, bu alacağın vade veya fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini isteyebileceği kabul edilmiş ve aynı kanunun geçici 1.maddesi gereğince 23.11.1990 tarihinden önceki ilişkilerden doğan ve halen görülmekte olan yabancı para ve faiz alacaklarına ilişkin davalar hakkında bu hükmün uygulanmayacağı belirtilmiştir. (Bkz.3678 sayılı Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Gerekçeleri, TBMM 18.Dönem, 31.11.1989; sh.398) Buna göre, borç 23.11.1990 tarihinden önce doğmuş ve vadesi de yine bu tarihten önce gelmiş, fakat söz konusu tarihi itibariyle henüz dava açılmış değilse, bu takdirde dava 3678 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra açılacak, ödeme bu Kanun döneminde yapılacak demektir ki, bu ihtimalde borçlunun ödeme teklifinin kapsamının belirlenmesi bakımından Türk parasına çevirmede uygulanacak Kur B.K.nün 83.maddesinin yeni hükmüne göre tespit edilecektir. (Dr.Nami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temürrüdü, 1992, sh:95 vd)
Öğretide çoğunlukla benimsendiği gibi, B.K.nün 83.maddesi,ifası gereken yabancı para borcunun ödenmesi konusunda iki yol benimsemiştir. Borçlu borcun ödenmesinde henüz temerrüde düşmemiş ise, doğrudan doğruya sözleşmede açıklanan yabancı parayı aynen ödeyerek borcundan kurtulacak; sözleşmede borç miktarının yabana ülke parası üzerinden ifade edilmesi ile yetinilmemiş, ayrıca ödemenin efektif dövizle yapılması "aynen ödenecektir" denilerek veya bu anlama gelen sözlerle ifade edilmişse,borçlu Türk parası ile ödemede bulunamayacak, borcunu yabancı ülke parası ile ödemek zorunda kalacaktır. Bu durum dışında, borçlu ödemeyi yüklendiği yabana para miktarını Türk parasına çevirerek, Türk parası ile ödeyecektir. Burada borçluya teknik anlamda bir seçim hakkı değil, alternatif yetki (Facultas Alternativa) tanınmıştır. 2. yol olarak, borçlu temerrüde"düşerse,B.K.nun 83.maddesine 3678 sayılı Yasa ile eklenen 3.fıkra uyarınca, borçlu 83/II. fıkranın öngördüğü seçim yetkisini kaybetmekte, bu yetki alacaklıya geçmektedir. Alacaklının seçim yetkisi iki yönlüdür. Sözleşmede kararlaştırılmışsa, yabancı para borcunun aynen efektif olarak veya bunun Türk parasına çevrilerek ödenmesini isteyebilir. 2. seçeneği tercih ettiği takdirde, çevirme tarihi olarak ya vade gününü ya da fiili ödeme gününü seçebilecektir. Alacaklıya tanınan bu olanak, doğrudan doğruya kanundan doğan özel bir tercih hakkı olarak kabul edilmelidir. (Bkz.Tekinay, Borçlar Hukuku,Genel Hükümler, Tekinay /Akman /Burcuoğlu / Altop, 7.Baskı, 1993, sh.777 vd. Doç.Dr. Hakan Pekcantez, Yabana Para Alacaklarının Tahsili, 1994, sn.38 vd). Burada B.K.nun 106/III. maddesinde yazılı seçimlik hak ile B.K.nun 83/11.fıkrasındaki tercih hakkını karıştırmamak gerekir. B.K.nun 106/III. maddesi, karşılıklı edimleri içeren sözleşmelerde,akdin ifa edilmemesi, diğer bir anlatımla yerine getirmede direnme halinde alacaklıya seçimlik hak tanıdığı halde, B.K.nun 83/111.maddesi borcun nasıl ifa edileceğini düzenlemektedir. Burada, borçlu temerrüde düştüğünde 3678 sayılı Yasa ile değişik B.K.nun 83/111.maddesi,alacaklıya dönüşü mümkün olmayan bir tercih hakkı tanımaktadır. Bu durumda, alacaklı, hasrettiği talebinden dönerek başka bir yer talep edemeyecektir.
Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda: .
Özel Daire bozma kararında da açıklandığı üzere, davacı, B.K.nun 83.maddesine 3678 S.K.ile eklenen son fıkranın yürürlüğünden sonra, 2.8.1994 tarihinde yaptığı icra takibinde, 46.866.50 Dolar tutarındaki alacağının aynen veya fiili ödeme günündeki kur değeri üzerinden TL. karşılığını isteme hakkına sahipken, yasanın tanıdığı bu seçimlik hakkını kullanmamış; alacağını TL.ye çevirip, 1.452.000.000 TL.nin ödetilmesini istemiş ve sonuçta, itirazın iptali kararına istinaden bunu tahsil etmiştir. Davacının anılan seçimlik hakkını kullanmış olması durumunda,görülmekte olan davada varlığı ileri sürülen zararın doğmasının engellenebileceği de çok açıktır.
Tekrar vurgulanmalıdır ki, yasanın alacaklıya tanıdığı söz konusu seçimlik hak, dönülmesi mümkün olmayan bir hak niteliğindedir o nedenle, davacının icra takip talebinde munzam zarar tazminatı isteme hakkını saklı tuttuğuna ilişkin ihtirazi kayıt bildirmiş olması da, varılan bu sonuca etkili değildir.
Alacağı yabancı para olarak tahakkuk etmesine rağmen, tercihini TL. üzerinden yapan ve böylece, yasanın kendisine tanıdığı avantajlı seçimlik hakkı kullanmayan alacaklının, sonradan bu tercihinden dönerek, TL. alacağı varmış ve bunun geç ödenmesi nedeniyle munzam zararı oluşmuşçasına tazminat isteminde bulunması, açıklanan durum karşısında olanaklı değildir.
O halde, davanın reddine karar verilmelidir. Mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nün 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 8.5.2002 gününde oybirliği ile karar verildi.