 |
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2001/18-1163
K. 2001/1172
T. 26.12.2001
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "vakıf senedindeki değişikliğin tescili" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 22.12.1999 gün ve 1999/664 E. - 650 K. sayılı kararın incelenmesi Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 05.06.2000 gün ve 2000/6383-6818 sayılı ilamı ile ( ...Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak; Sağlık ve Eğitim Vakfı senedinin tasdik ve tesciline karar verilen 10. maddesinin
6. fıkrasında, mütevelli heyetinin toplantı yeter sayısının üye tam sayısının salt çoğunluğu, karar yeter sayısının ise toplantıya katılan mütevellilerin salt çoğunluğu olduğu belirtildikten sonra ilk toplantıda toplantı yeter sayısı sağlanamazsa aynı gün bir saat sonra katılan mütevellilerle toplantı yapılacağı öngörülmektedir.
Bu hüküm, fıkranın mütevelli heyetinin üye tam sayısının salt çoğunluğu ile toplanacağına ilişkin ilk cümlesini bertaraf edecek niteliktedir. Bir saat sonra yapılacak bir toplantıda, katılımda bir değişiklik olmayacağına göre mütevelli heyete daha ilk toplantıda kaç kişi katılırsa, katılan yeterli çoğunluğun mevcudiyeti sonucunu doğuran böyle bir hüküm toplantıların kural olarak salt çoğunlukla yapılması gerektiği ilkesi ile çatışır. İlk toplantıda salt"çoğunluk bulunmaması halinde makul bir süre sonra ikinci toplantı yapılacağı ve bu toplantıda yeter sayı aranmayacağı kuralı toplantıya katılması gereken üyeler için bir uyarı niteliğindedir. Dava konusu fıkra ile bu kural belirtilen işlevini yerine getirmez hale sokulmuştur.
Kaldı ki genel kurullann kat malikleri kurullarının toplantılarına ilişkin benzeri hükümlerde yasa, her defasında makul bir süre ( bir haftadan az olmayan ) öngörmüştür.
Bu nedenlerle 10. maddenin 6. fıkrasının 2. cümlesindeki "ilk toplantıda toplantı yeter sayısı sağlanamazsa aynı gün bir saat sonra katılan mütevellilerle toplantı yapılır" biçimindeki kuralın mevcut hali ile onanıp tesciline karar verilmesi doğru görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, noterde düzenleme şeklinde yapılan vakıf senedi değişikliğinin tescili isemine ilişkindir. .
Davanın kabulüne karar veren yerel mahkeme ile yüksek özel daire arasındaki uyuşmazlık, dava konusu vakfın en yüksek karar organı olan mütevelli heyetinin ilk toplantısı için aranılan salt çoğunluğun sağlanamaması durumunda, çoğunluk koşulu aranmadan yapılacak ikinci toplantının aynı gün bir saat sonra yapılmasını öngören vakıf senedi değişikliğinin yasal ve yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yargıtay'ın kararlılık kazanmış uygulamalarında, vakıf senedinde yapılan değişikliklerin de, vakfın ilk kuruluşunda düzenlenen vakıf senedi gibi -yöntemine uygun olarak- mahkeme kararı ile tasdik ve tescilinin zorunlu olduğu kabul edilmektedir. Türk Medeni Kanunu'nun 74'üncü maddesi uyarınca açılan böyle bir davada hakimin, Vakıflar Genel Müdürlüğünün görüşünü de göz önünde tutarak, vakıf senedinde getirilen değişikliklerin mevzuata uygunluğunu denetlemekle beraber, vakıf senedinin bütününün uyumlu, tutarlı ve de amaçlanan işlevi gerçekleştirmeye elverişli olmasını hukukun içinde araması gerekir.
Vakıflarla ilgili yazılı hukuk kurallarının yer aldığı, gerek 743 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nu değiştiren 903 Sayılı Yasada, gerekse 2762 Sayılı Vakıflar Yasası'nda ve Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzük'de, vakıf organlarının yapısı ile toplantı usul ve esaslarını belirleyen herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Medeni Yasada ve tüzükde her vakfın mutlaka bir yürütme organının bulunacağına işaret edilmekle yetinilmiş, bu ve lüzumlu görülecek diğer organlar ile bunların çalışma usul ve esasları vakıf senedine bırakılmıştır. 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe girecek olan yeni
Türk Medeni Kanunu'nda da, bu konuda bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Olayımızda doğrudan uygulanması mümkün olan başka bir yasa hükmü ya da örf ve adet kuralı da yoktur.
Bu durumda, belirlenen "hukuki boşluğun" somut olay ve deliller çerçevesinde doldurulması gerekir.
Hukukun görevi, toplumsal yaşamı düzenlemek ve ilişkilerden doğacak sorunları çözmektir. O nedenle herhangi bir olay hakkında kural yoktur diye çözümsüz bırakılamaz. İşte bu gibi hukuki boşluğun bulunduğu durumlarda, hakim bizzat yasa koyucu gibi davranarak, olayı çözümlemek üzere TMK.'nun l. maddesi hükmünce olaya uygulanacak kuralı bulmak ve uygulamakla yükümlüdür. ( Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 18.11.1964 T. 2/4 ) Bu, hakim için aynı zamanda bir görevdir. Hakim önündeki davayı sonuçlandırmak zorundadır. Anayasanın 36/2. fıkrası uyarınca "hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz" o nedenle kanunda, örf ve adette, olaya uygulanacak bir kural bulunmadığına dayanarak bir hakim önündeki uyuşmazlığı çözmekten kaçınamaz. Aksi halde sorumlu olur. ( HUMK.'nun md. 573/6, 7 ). Esasen, Türk Medeni Kanununun 1. maddesinin özelliği, hakime kanun koyucu gibi kural koyma yetkisi vermiş olmasıyla önemi haizdir.
Hakimin, hukuk yaratma alanına girebilmesi için, çözümü gereken olaya uygulanabilir kanun hükmü veya örf ve adet kuralının bulunmaması yeterlidir. Hakim yasa boşluğunu doldururken takip edeceği yol; Medeni Kanun 1'de açıklandığı üzere, kanun koyucu gibi hareket etmekten ibarettir. Bu aşamada hakim, kanun koyucunun yapacağı gibi, tarafların karşılıklı menfaatlerini tespit ederek, bunları adalet süzgecinden geçirip, hayat ihtiyaçlarını karşılayan ve aynı zamanda mevcut hukuk düzeni ve hukuki güvenlikle bağdaşan bir kural bulacaktır. ( Bkz. Prof. Kemal Oğuzman Medeni Hukuk Dersleri, İstanbul 1990 Sh. 80-81 ). O nedenle Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun çoğunluğu, açıklanan esaslar altında davadaki hukuki boşluğu doldurmak için, öncelikle dava konusu tip olaylara uygulanabilecek genel ve soyut nitelikte bir kural koymayı daha sonra bulduğu bu kuralı olaya uygulamak suretiyle davayı neticelendirmeyi benimsemiş; özellikle olayın subjektif değerlendirmesini yaparak bir kural getirmekter kaçınmaya özen göstermiştir. HGK. 10.12.1997 gün 1997/19-665 - 1997/1018 K. ).
Olayımızda yerel mahkeme, tescili istenilen "ilk toplantıda toplantı yeter sayısı sağlanamazsa aynı gün bir saat sonra katılan mütevellilerle ikinci toplantının yapılması" esasını benimsemiş ise de bu hüküm, yüksek özel daire bozma kararında da açıklandığı üzere yerinde değildir.
Şöyle ki;
Hukukumuzda, dernek, meslek kuruluşu, şirket ve benzeri kurum ve kuruluşların karar organları birçok kişiden oluşturulmakta ve çoğunlukla "genel kurul" olarak adlandırılan bu organların toplantı usul ve esasları yasalarda düzenlenmekte ve uygulama ayrıntıları da tüzük veya yönetmeliklere bırakılmaktadır.
Bu kuruluşların karar organlarının çok sayıda kişiden oluşturulması ile ulaşılmak istenilen amaç, tek kişinin alacağı kararlarda yanılgı olasılığı çeşitli nedenlerle yüksek olduğundan, bu oranı asgariye indirip, kuruluş yararına daha sağlıklı, doğru ve ciddi kararların alınmasını sağlamak olmalıdır. Genel kurulu oluşturan üyelerin tamamının toplantıya katılması, bu konuda en ideal nisap ise de, bunun sağlanması çoğu kez mümkün olmadığından, ilgili yasa, tüzük veya kuruluşun statüsünde, en azından ilk toplantıya üye tam sayısının salt çoğunluğunun katılması koşulu getirilmektedir.
Bu konuda en çarpıcı örnek, 2908 Sayılı Dernekler Yasası'nın, dernek genel kurul toplantılarının çağrı usulünü düzenleyen 21'nci maddesinin ilk fıkrasında yer alan ve üyelere yapılacak çağrıda, "çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı günü ile ikinci toplantı arasında bırakılacak zaman bir haftadan az olamaz" hükmü olup, bu hükümle, dernek genel kurul toplantılarına ve bu toplantılarda alınacak kararlara, mümkün olduğunca çok sayıda üyenin katılımı ve dolayısıyla derneğin daha demokratik ve sağlıklı kararlara dayanılarak yönetilmesi sağlanmak istenildiği ve özellikle, toplantının en az bir hafta sonraya bırakılacağı hükmünün ilk toplantıya katılamayan üyelerin mazeretlerinin ortadan kalkıp, ikinci toplantıya katılabilecekleri ve bu suretle çoğunluğun sağlanabileceği yolundaki haklı beklenti nedeniyle yasaya konulduğu kuşkusuzdur.
Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olan Barolar ve Türkiye Barolar Birliği'nin genel kurullarının toplantılarıyla ilgili olarak Avukatlık Kanunu'nun 87'nci ve 116'ncı maddeleriyle Türkiye Noterler Birliği Genel Kurulu toplantıları hakkında Noterlik Kanununun 177'nci maddesinde yer alan ve ilk toplantıda çoğunluk sağlanamaması durumunda ikinci toplantının bir hafta sonraya ve 15 gün veya bir ayı geçmemek üzere başka bir güne bırakılacağına dair hükümler de aynı amaca yöneliktir.
Açıklanan hükümlerin, özellikle Dernekler Yasası'ndaki kuralların yasaya konuluş nedenleri, benzeri nitelikteki vakıfların, ( mütevelli heyeti, kurucular kurulu, genel kurul, kongre gibi değişik isimler altında anılan ) üst düzeydeki karar organlarının toplantıları için de aynen geçerlidir ve gereklidir. Bu bakımdan ilgili yasalarda ve tüzükte yer almamakla birlikte vakıfların senetlerine, genel kurulun ilk toplantısında çoğunluğun sağlanamaması durumunda ikinci toplantının en az bir hafta sonra yapılmasını öngören bir kuralın konulması yerinde olacaktır.
Uygulamada, ilk toplantının başlamasının veya çoğunluğun sağlanamaması nedenine dayalı olarak ertelenmesinin, çoğu kez, imza karşılığı yoklama yapılması, çoğunluğun sağlanabileceği olasılığına dayalı bekleme gibi nedenlerle bir saate varan gecikmeler ile gerçekleşebildiği dikkate alındığında da, ikinci toplantının bir saat sonra yapılmasının bir anlamının olmadığı ortadadır.
Yerel mahkemece direnme kararına dayanak alınan bazı vakıf resmi senetlerinde, ikinci toplantının aynı gün bir saat sonra yapılacağı yolunda hükümlerin var olması da, bu kuralın yanlışlığını ortadan kaldırmaz. Hangi nedenle olursa olsun söz konusu vakıf senetlerindeki bu düzenlemeler emsal alınarak yanlış sürdürülemez. "Kötü örnek, emsal olamaz."
Ayrıca, maddi yanılgı sonucu, direnme kararında Beşiktaş 9. Noterliğinin vakıf senedindeki değişiklikle ilgili 18.11.1999 tarih ve 58756 yevmiye sayılı ve İstanbul Beşiktaş 9. Noterliği'nin 21.12.1999 tarih ve 63025 sayılı işlemi yerine, İstanbul 1. Noterliğinin 3.11.1999 tarih ve 23286 yevmiye sayılı işlemine konu vekaletnamenin tasdik ve tesciline yer verilmesi şeklindeki yanılgının da düzeltilmesi gerekir. O nedenle kararda vakıf senedi ile ilgili değişikliğe ilişkin Sağlık ve Eğitim Vakfının resmi senedindeki düzeltme beyanının 18.11.1999 tarih ve 58756 yevmiye sayılı ve İstanbul - Beşiktaş 9. Noterliği'nin 21.12.1999 tarih ve 63025 yevmiye sayılı düzenleme şeklinde düzeltme beyanlarının maddi yanılgı sonucu bu şekilde yazıldığı anlaşıldığından maddi hatanın düzeltilmesi gerekir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : 1- Maddi hata sonucu kararda vakıf senedi ile ilgili değişikliğe ilişkin Sağlık ve Eğitim Vakfının resmi senedindeki düzeltme beyanının 18.11.1999 gün ve 58756 yevmiye sayılı ve İstanbul-Beşiktaş 9. Noterliği'nin 21.12.1999 gün ve 63025 yevmiye sayılı düzenleme şeklinde düzeltilmesine oybirliğiyle,
2- Vakıflar Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının, yukarıda açıklanan ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine,
26.12.2001 gününde oyçokluğuyla karar verildi.