 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E : 2001/15-123
K : 2001/181
T : 21.02.2001
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TAZMİNAT
- MUNZAM ZARAR BK.105
- MAHKEME KARARI-TELHİM
- DİRENME KARARI
ÖZETİ : Direnme kararı ile mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirir. Direnme kararı temyizi mümkün nihai kararlardandır.
Direnme kararından rücu (dönme) mümkün değildir.
Son duruşma tutanağına hükmün mahiyeti geçirilerek tefhim edilmişse artık ortada hukuken bağlayıcı bir hükmün varlığının kabulü gerekir.
Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 16.Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 8.7.1999 gün ve 1999/279-300 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 2.12.1999 gün ve 1999/3415-4437 sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmiş, mahkemece kısa kararda hüküm fıkrası oluşturulmadan direnme karan verilip, hüküm davalı vekilinin temyizi üzerin Hukuk Genel Kurulunca 21.6.2000 gün ve 2000/15-1062 esas- 1077 karar sayılı kararıyla usulden bozulmuştur. Bu kez yeniden yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Borçlar Kanununun 108.maddesine dayanılarak açılmış munzam zararın giderilmesi isteğine ilişkindir.
Ön sorun olarak öncelikle incelenmesi kararlaştırılan temyiz incelemesinin Yargıtay 15.Hukuk Dairesi tarafından mı yoksa Hukuk Genel Kurulu'nca mı yapılması gerektiği görüşülmüş, Hukuk Gene! Kurulu'nca incelenmesi gerekeceğine oyçokluğu ile karar verilmiştir.
Dava, B.K. nün 105. maddesine dayanılarak açılmış munzam zarann giderilmesi isteğine ilişkindir.
Ankara Asliye 16.Hukuk Mahkemesi 08.07.1999 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Yüksek Özel Daire davanın reddi gerektiğini ifadeyle hükmü oyçokluğu ile bozmuştur.
Mahkeme 18.04.2000 tarihinde "mahkememiz kararında ısrara dair karar açıkça ve usulen okunup anlatıldı." şeklinde kısa kararı tefhim etmiştir.
Gerekçeli kararında ise " bozma ilamına uyulmayarak davanın kabulü ile 98.033.507.000 TL.nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak, davacıya verilmesine" karar vermiştir.
Davacı vekilinin direnme kararını temyizi üzerine, Hukuk Genel Kurulu'nca (Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK.nun 389.maddesinde de tekrarlanmıştır. Keza HUMK. nün 381.maddesi (kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur). B biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki,dava içinden davalar doğar,Hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Öte yandan Yargıtay'ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulu'nun 19.6.1991 gün 323/391 sayılı ve 10.9.1991 gün 281-415 sayılı 25.9.1991 gün 355-440 sayılı kararları).
Ceza Genel Kurulu'nca da CUMK. nün benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden "önceki hükümde direnilmesine" denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir. (Ceza Genel Kurulu'nun 2.2.1976 gün 22-25 sayılı kararı).
Somut olayda da aslolan kısa ve gerekçeli kararda,hüküm fıkrası oluşturulmamış; yalnızca "önceki kararda direnilmesine" denilmekle yetinilmiştir.
O itibarla mahkemece HUMK.nun 388.maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Direnme karan bu nedenle bozulmalıdır.) gerekçesiyle hükmü USUL YÖNÜNDEN bozmuş, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermiştir.
Mahkemece Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra Yargıtay 15.Hukuk Dairesi'nin bozma kararında belirtildiği şekilde ancak Hukuk Genel Kurulu'nun bozması dışına çıkılarak kısa kararda hükmedilen direnme kararının tam aksine davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı vekili bu kararı (yerel mahkemenin "davanın kabulüne " ilişkin verdiği önceki kararın Özel Dairece bozulması üzerine mahkemece ISRAR KARARI verildiğini ancak bu kararın Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca usul yönünden bozulduğunu, mahkemenin bundan sonra inceleme yaparak ve usulü kazanılmış hakları nazara almadan davanın reddine karar vermesinin doğru olmadığını) beyanla duruşma istemli olarak temyiz etmiştir.
Az yukarda açıklanan yargılama aşamalarında görüldüğü üzere "usul hukuku" ile ilgili ortaya çıkan sorunun çözümü; yerel mahkemenin "önceki kararda direnilmesine" şeklinde oluşturduğu kısa kararın Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca, usulün 381 ve 388 maddelerine aykırı görüp bozmasından sonra, mahkemece bozma doğrultusunda hüküm oluşturulması gerekirken yeniden topladığı kanıt ve araştırmalara dayanarak direnme kararında kabul ve tefhim ettiği hukuki sonucun aksine bir karar vermesinin hukuken mümkün olup olmadığının belirlenmesinde toplanmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, yerel mahkemelerin direnme kararları (H.U.M.K.md.429/11). Bir davayı sona erdiren (Niha-i) temyizi mümkün olan son kararlardandır. Direnme kararı ile mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı direnme doğrultusunda mahkemenin yazmasından ibarettir. Bu bakımdan direnme kararından dönme (Rücu) mümkün değildir. Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması Kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardandır. Nitekim bu kurala Yasa koyucu H.U.M.K.Md.381. ve 388.maddeleriyle hayatiyet kazandırmıştır.
Gerçektende, HUMK.nun 381. ve 388.maddeleri emredici hükümlerden olup Kamu düzeni amacı ile vazedilmişlerdir. Bu maddeler hükmünce kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Davanın tamamen reddine veya kabulüne dair karar tefhim edildikten sonra bundan dönülerek yeni bir hüküm kurulamaz. Aksinin kabulü mahkemelere güveni sarsacağı için hiç bir suretle üstün görülemez.
Ön sorun görüşmelerinde bir kısım üyeler Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E; ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü tevhidi içtihadının olaya uygulanması suretiyle sorunun çözümlenmesi gerektiğini savunmuşlar, özellikle usulün 381. ve 388.maddelerinin öngördüğü unsurları içermediği için bir karar bozulduğunda, artık hukuken varlığından söz edilebilecek bir mahkeme kararı kalmadığından mahkemece önceki kısa kararla bağlı olmaksızın vicdani kanaatına göre yeni bir karar verebileceğine dayanmışlardır. Çoğunluk bu görüşe katılmamıştır.
Bu bağlamda hemen belirtelim ki, anılan Tevhidi İçtihat usulün 381. ve 388.maddelerindeki emredici hükümlerinin ihmalini önerir bir sonucu kabul etmemiş, tersine aynen 'T.C.Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icabedecektir." gerekçesini getirerek anılan Yasa maddelerinin vazgeçilmez önemini oybirliği ile kabul etmiştir.
Öte yandan Mahkemeler ve Yargıtay ancak, İçtihadı Birleştirme Kararından sonra el koydukları benzer işlerde (Hukuki Konularda) İçtihadı Birleştirme Kararı ile bağlıdır (Yargıtay Kanunu Md.45).
10.4.1992 günlü tevhidi içtihat; münhasıran kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması, kısa karara aykırı düşen gerekçeli kararın yazılması konusu ile bağlı ve sınırlı olarak kabul edilmiştir. Olayımızda ise kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmamaktadır. Nitekim, kısa kararda, ilk karar doğrultusunda direnmeye karar verilmiş, gerekçeli kararda da direnme doğrultusunda aynı karar kurulmuş, böylece kısa karar ile gerekçeli karar arasında uygunluk bozulmayarak sürdürülmüştür. O nedenle Tevhidi İçtihadın konusunu oluşturan kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması haline ilişkin temel konu olayımızda bulunmadığı açıktır.
Bunlardan ayrı kıyaslama yoluyla Tevhidi İçtihadların uygulama alanını genişletmek hukuken mümkün değildir. Aksinin kabulü halinde, anılan Tevhidi İçtihatta 381. ve 388.maddelerinin yürürlüğünü koruyan ve önemini yineleyen oybirliği ile alınmış az yukarda açıklanan kabule aykırılık oluşturulacağı gibi, belirtilen Yasa maddeleri işlemez hale getirilmiş olur ki, yargı yetkisinin aşılmasına yol açan bu yön kabul edilemez. Yine, usulün 381. ve 388.maddeleri emredici kurallardan olmalarına rağmen hükmün yokluğunu ortaya koyacak esaslı kaidelerden değillerdir. Bu maddelerin bir mahkemenin kararını geçersiz kıldığına dair usul hukukunda bir hüküm mevcut değildir. Bu durumda sadece temyiz sebeplerinin varlığından söz edilecektir. Hükmün yok sayılabilmesi için taraflara tebliğ edilen hükmün mahiyeti, son duruşma zaptında belirtilmemiş olmalıdır. Son duruşma tutanağına hükmün mahiyeti geçirilerek tefhim edilmişse artık ortada hukuken bağlayıcı bir hükmün varlığının kabulünde duraksama olmamalıdır.
Açıklanan nedenler altında Hukuk Genel Kurulunun bozması doğrultusunda işlem yapılarak özellikle Usulün 381.-388.maddelerine uygun karar yazılması gereği yerine getirilmek üzere yerel mahkemenin 18.10.2000 gün ve 2000/560-632 sayılı kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Hukuk Genel Kurulu'nun 21.06.2000 gün ve 2000/15-1062-1077 sayılı bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 21.02.2001 gününde, ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.