 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no: 2000/4-1071
Karar no: 2000/1140
Tarih: 20.9.2000
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- ŞUFA ( Daha Önce Görülen Şufa Davasının Yargılama Aşamasında Davacı Tarafından Öne Sürülen Bedelde Muvazaa Savının Kötü Niyete Makrum Bulunmadığının Anlaşılması )
- ALACAK DAVASI ( Daha Önce Görülen Şufa Davasının Yargılama Aşamasında Davacı Tarafından Öne Sürülen Bedelde Muvazaa Savının Kötü Niyete Makrum Bulunmadığının Anlaşılması )
- DİLEKÇEDEKİ AÇIKLAMALAR ( Davacıyı Borç Altına Sokan Açık Veya Örtülü Bağlayıcı Hukuki Bir Sonuca Varma Şeklinde İrade Beyanının Varlığını Ortaya Koyar Nitelikte Yorumlanmaması )
743/m.658,659
1086/m.440,442
DAVA : Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 4. Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 03/12/1998 gün ve 1998/271 E-832 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 01/12/1999 gün ve 1999/8857-10540 sayılı Hamiyle; ( ...Davacılar, davalının kendilerine karşı açtığı şufa davasında taşınmazın alım bedelinin danışıklı olarak tapu sicilinde fazla gösterildiğini, bu yüzden şufa davasında yapılan yargılamanın uzun sürdüğünü, bunun sonucunda da, şufa bedelini geç aldıklarını belirterek uğranılan zararın giderilmesini istemişlerdir.
Mahkemece, davalının dava hakkını kullandığı, bu nedenle de o davayı açmada kötü niyetinin olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmiştir.
Davacıların temyizi üzerine, dairece karar onanmıştır. Karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden incelenmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre, davacıların davalının da paydaş bulunduğu bir taşınmazı satın aldığı, davalının ise bu satın almaya karşı şufa hakkını kullandığı, ancak bu hakkını kullanırken bedelin danışıklı olarak fazla ve 25.000.000.000 lira gösterildiğini belirterek, gerçek değerinin 10.000.000.000 lira olduğunu iddia ettiği, sonuçta ön alım hakkı sahibinin bedele ilişkin bulunan bu iddiasını kanıtlayamadığı anlaşılmıştır. O dava 08/10/1996 tarihinde açılmış olup, 06/11/1997 tarihinde kesinleşmiştir. İşte davacılar o davanın, bedelin danışıklı olduğu iddiasıyla açılması nedeniyle paralarını geç aldıklarını, bu yüzden zarara uğradıklarını belirterek tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Gerçekten ön alım hakkının kullanılmasına ilişkin olarak açılan davanın kötüniyete dayanmadığı üzerinde birleşilmiştir. Onalım davasındaki, davacının mahkemeye verdiği 17/04/1997 günlü dilekçede davacı, güvence olarak gösterdiği teminat mektuplarının paraya çevrilmesine ilişkin olan mahkemenin ara kararından vazgeçmesini, buna karşılık davalıların ( ön alım davasındaki ) parayı geç almalarından dolayı uğrayacakları zararlarına karşılık ( ki bu paranın faizi olarak değerlendirilmeli ) olarak, onalım hakkına ilişkin olan davanın kabul kararının verilmesinden, kesinleştiği güne kadar olan süre için, teminat yatırmaya hazır olduklarını belirtmiş ve mahkeme de buna karşılık olmak üzere teminat yatırılması yoluna gitmiştir. Davalının bu beyanı, ön alımla ilgili davanın kabul kararının verildiği tarih olan 14/05/1997 gününden, kesinleştiği gün olan 06/11/1997 gününe kadar, şufa bedelini geç almadan dolayı, o bedelin Ziraat Bankasının iki aylık vadeli mevduata uygulanan faiz miktarı kadar kabul ettiği sonucunu doğurur. Bu yüzden de bu tarihler arasında kalan süre ile ilgili olarak ön alım bedelinin faizi, zarar olarak belirlenerek hüküm altına alınmak gerekir. Mahkeme, davacının bu beyanı nedeniyle ön alım bedeline ilişkin bulunan teminat mektuplarını paraya çevirip, vadeli hesaba yatırılmasından vazgeçip, zararı için üçüncü bir teminat mektubu almıştır. İşte bu mektup, davacının zararı kabul eden bu beyanı nedeniyle alınmıştır. Anılan yön gözetilmeden davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirir ise de, karar onanmış olduğundan davacıların karar düzeltme istemi Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle yanlar arasında daha önce görülüp sonuçlanan şufa davasının yargılama aşamasında davacı tarafından öne sürülen bedelde muvazaa savının kötü niyete makrun bulunmadığı, çok daha önemlisi, davanın uzatılması amacına yönelik ileri sürülmediği, esasen davanın da usul hükümlerince normal hukuk düzeyinde yürütüldüğü aksinin ise kanıtlanmadığı açıktır. Dahası yerel mahkeme ile Özel Daire arasında açıklanan bulgular hakkında bir uyuşmazlıkta bulunmamaktadır.
Şu durum karşısında şufa davasındaki davacı vekilinin bu durumda davada dayanak tutulan 17/04/1997 günlü dilekçesindeki sözlerin müvekkilini borç altına sokan açık veya örtülü bağlayıcı; diğer bir anlatımla hukuki bir sonuca varma şeklinde irade beyanının varlığını ortaya koyar nitelikte yorumlanamaz. Belgenin daha çok mahkemenin teminatın kaldırılması kararına karşı zorunluluk altında ve savunma sadetinde verildiği anlaşılmaktadır. Gerçektende, az yukarıda saptanan olgulara bakıldığında sözü edilen dilekçenin bu anlamda yorumlanması kaçınılmazdır. O nedenle yerel mahkemenin direnme kararı yerindedir ve onanmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 20/09/2000 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.