Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no: 2000/18-118
Karar no: 2000/1300
Tarih: 18.10.2000

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
  • MUNZAM ZARAR ( Davacının Kamulaştırma Parasına Uygulanan Faizin Enflasyonun Çok Altında Kalması Sonucu Uygulanan Zararın Tahsili Talebi )
  • KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN ARTIRILMASI ( Arttırılan Bedel Üzerinden Temerrüt Faizi Ödenmesi )
  • TEMERRÜT FAİZİ ( Kamulaştırma Bedelinin Artırılmasına Dair Davalarda Arttırılan Bedel Üzerinden Temerrüt Faizi Ödenmesi )
  • FERAĞ TARİHİ ( Temerrüt Faizinin Başlangıcının Kamulaştırmanın İdari Yönden Kesinleştiği veya Tapuda Yazılı Ferağ Tarihinden Başlaması )
  • KUSUR ( Munzam Zarar Talebinde Borçlunun Temerrüde Düşmesinde Bir Kusurunun Olmadığını İspat Etmesi-Munzam Zarardan Sorumlu Tutulamaması )
  • ZARAR ( Alacaklının Duçar Olduğu Zararın Geçmiş Günler Faizinden Fazla Olması Durumunda Bu Zararı Borçludan İsteyebilmesi )
  • İSPAT YÜKÜ ( Munzam Zarar Taleplerinde Borçlunun Kusurunun Arandığı Gibi Alacaklının da Uğradığı Zararı İspat Etmesinin Gerekmesi )
 
      2942/m.11,10
      818/m.105,103
 
DAVA : Taraflar arasındaki "munzam zarar" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Dörtyol Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25/10/1999 gün ve 1998/582 E- 1999/528 K. sayılı kararın incelenmesi davalı kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 25/01/2000 gün ve 1999/16084-2000/782 sayılı ilamı ile; ( ...Davacı, kamulaştırılan taşınmaza, Kamulaştırma Kanununun 11. maddesi uyarınca oluşturulan takdir komisyonunun takdir ettiği 100.312.500 TL nin 02/11/1992 tarihinde açtığı bedel artırımı davası sonunda 133.750.000 TL daha arttırıldığını, 22.6.1998 tarihinde bu bedeli %30 temerrüt faizi ile birlikte tahsil ettiğini, bu faizin üzerinde zararının bulunduğunu, çünkü mahkemece %30 faiz uygulandığını, enflasyonun ise %80 oranında gerçekleştiğini, aradaki %50 enflasyon farkından dolayı 1.785.000.000 TL ve yasal olarak paranın geç ödenmesinden dolayı ödenecek faiz ile birlikte 2.000.000.000 TL munzam zararın olduğunu, tüm bunlara karşılık 405.000.000 TL kamulaştırma bedeli aldığını ileri sürerek BK. nun 105. maddesine göre bu zararın devletin kendi alacaklarına uygulamakta olduğu en yüksek faizi ile birlikte tahsilini istemiştir.
Mahkemece, dava kabul edilerek istenen meblağın yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiştir.
Kamulaştırma bedelinin arttırılmasına ilişkin davalarda, arttırılan bedel üzerinden temerrüt faizi ödeneceği, İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 20/10/1989 gün ve 4/3 sayılı kararı gereğidir. Bu faiz başlangıcının da, kamulaştırmanın idari yönden kesinleştiği veya tapuda yazılı ferağ tarihinden başlayacağı kabul edilmiştir.
Davacı, bedel artırım davası sonunda hükmolunan bu faizi, arttırılan bedelin ödendiği tarihe kadar geçen süre için tahakkuk ettirip tahsil ettirmiştir.
Borçlar Kanunun 105. maddesi, alacaklının duçar olduğu zararın 103. maddede öngörülen geçmiş günler faizinden fazla olduğu takdirde bu zararı borçludan isteyebileceğini öngörmüştür. Ancak, 103. maddeye göre gecikme faizi ödenmesi için borçlunun kusurlu olmasına gerek olmamasına karşın, 105. maddeye göre munzam zarar söz konusu olduğunda borçlu, temerrüde düşmeden, diğer bir deyimle istenen alacağı hemen ödememesinde bir kusuru bulunmadığını kanıtladığı takdirde zararı tazmin yükümlülüğünden kurtulabilir. O halde munzam zararın ödenmesi söz konusu olduğunda kusur, bir unsur olarak yer almaktadır.
Ayrıca, alacaklı uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır. Mücerret, enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin, temerrüt faizinden yüksek oranda olması munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Örneğin alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü, başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını; alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde gerçekleşen bu fark sebebiyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını kanıtlamak durumundadır. Dava dilekçesinde ileri sürüldüğü gibi alacağın %50 enflasyon farkından kaynaklanan gelirden mahrum kaldığına dair genel, afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen, genel ekonomik konjonktürel olgular BK.nun 105. maddesinde sözü edilen "munzam zarar" tazminatını gerektirmez.
Yukarıda da açıklandığı üzere davalı idarenin, davacının ekonomik konjonktür sebebiyle ya da temerrüt faizinin yasayla belirlenmiş oranından fazla bir zarara uğramış olmasında bir kusuru da bulunmamaktadır. Gerçekten Anayasa ve Yasaların verdiği yetkiye dayanarak kamulaştırma kararı veren idare, kamulaştırılmasına karar verdiği taşınmazın değerini, diğer bir deyimle taşınmaz malikine ödenecek bedelini kendisi takdir etmediği için, daha sonra açılan bedel artırım davası sonunda mahkemece tespit edilen artan bedelin dava sonuçlanıncaya kadar geçen süre içerisinde mahrum kalınan banka faizi ya da, başka bir biçimde elde edilebilecek gelirinden sorumlu tutulamaz. Bilindiği gibi, Kamulaştırma Kanununun 10. maddesi uyarınca kıymet takdiri yapacak bilirkişi kurulları, yasada nitelikleri öngörülen uzman kişiler arasından, kamulaştıran idarenin dışında seçilmekte ve hakim önünde yemin ettirildikten sonra göreve başlamakta olup, bu bilirkişilerin kıymet takdirini nasıl yapacakları da 11. maddede ayrıntılı biçimde yer alan hükümlere tabidir. Bu tarafsız komisyonun belirlediği değere taşınmaz maliki kadar kamulaştıran idare dahi itiraz edebilir ve taşınmaz malikinin bedel artırım davası açma hakkına karşılık bedel indirim davası açma hakkına sahip bulunmaktadır. Bu yasal durum karşısında idare, daha sonra açılan bedel artırım davasında takdir edilen bedelden fazla bir bedel belirlenmesi sebebiyle arada oluşan farkın, kamulaştırma tarihi yerine bedel artırım davasının sonuçlanmasından sonra ödenmesinden doğan munzam zarardan sorumlu tutulamaz. Arttırılan bedele kamulaştırma işleminin kesinleşmesinden başlayarak temerrüt faizinin ödenmesine, alacaklının zararı ya da borçlunun kusuru olup olmadığı etkili olmamasına karşın munzam zarar istenmesi söz konusu olduğunda hem alacaklının zararı hem de borçlunun kusurunun kanıtlanması gerekir. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere davada her iki yasal koşul gerçekleşmemiştir. Davalı idarenin, yasa hükümlerine uygun olarak kendi dışında yeminli bilirkişi kurulunun ( takdir komisyonu ) belirlediği kamulaştırma bedelini az bulup bedel artırım davası açan davacı alacaklının bu davasına karşı çıkması yasal hakkı olduğu ve takdir komisyonunca belirlenen bedelin yargılama sonunda mahkemece saptanan bedelin altında olmasında herhangi bir rolü ve etkisi bulunmadığı cihetle, aradaki farkın da davadan öncesinde ödemesi gerektiği varsayımına dayanılarak davacı alacaklının bu farkın işletilmesinden ve enflasyon farkından doğacak kazanç mahrumiyetinden sorumlu tutulamayacağından, davanın reddi gerekirken yazılı olduğu şekilde davanın kabulü doğru görülmemiştir.
Yukarıda açıklanan bozma nedenlerine göre munzam zarar hesaplanmasındaki yöntem ve zararın oluşmasında esas alınan geç ödeme süresinin incelenmesine gerek görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 18.10.2000 gününde oyçokluğu karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ:
Davacı gerek icra takibinde ve gerekse mahkeme ilamı ile tayin olunan kamulaştırma bedelinin ödenmesi sırasında davacı fazlaya dair hak ve alacaklarını saklı tutmamıştır. Borçlar Kanunun 113. maddesi uyarınca fer'i hak niteliğinde olan ve aynı kanunun 105. maddesinde tarif edilen munzam zarar isteme hakkı düşmüştür. Karar bu sebeple bozulmalıdır.
Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılmıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Davacının 8/16 hissesine malik olduğu Dörtyol, Karakese Beldesi, Pafta, 036-a3, parsel 82 de kayıtlı 13.375 m2 lik taşınmazının tamamının kamulaştırılması işlemi için 05/10/1991 tarihinde takdiri kıymet yapılmış, 22/10/1992 de kamulaştırma işleri tamamlanmış ve aynı tarihte davacı tarafından kamulaştırılan taşınmaz, kamulaştırmayı yapan davalı Karayolları Genel Müdürlüğü'ne tapuda ferağ verilmiştir.
Takdir komisyonu davacı payına 100.312.500 TL değer takdir etmiş ve davacı bu bedeli 22/10/1992 tarihinde tahsil etmiş, bu bedelin arttırılması için Dörtyol Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 1992/623 esasında kayıtlı davayı açmış bu davanın kısmen kabulü ile artan ( 133.750.000 ) TL nın 07/12/1991 tarihinden itibaren yasal ( %30 ) faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmiş ve bu hüküm Yargıtay'dan onanmak suretiyle kesinleşmiş ve davacı bu parayı faizi ile birlikte ( 405.000.000 ) TL olarak 22/06/1998 tarihinde tahsil etmiştir. Böylece davacı ilk takdir edilen bedel ile birlikte 505.312.500 TL tahsil etmiştir.
Davacı eldeki bu dava ile eline geçen tüm kamulaştırma bedeliyle ancak 100 m2 taşınmaz alabileceğini, hükmedilen faizin zararının bir kısmını bile karşılamadığını, davalı bir kamu kurumu olması nedeniyle mallarına haciz konamadığını, borçlunun, davacıya ödemekle yükümlü olduğu temerrüd ( %30 ) faizinin enflasyon nedeniyle para değerindeki kayıpları karşılamadığını, devletin kendi alacakları için enflasyon olgusunu kabul edip normal temerrüt faizi ile yetinmeyip, enflasyonu oranının üzerinde temerrüt faiz oranları kabul edip uygularken, bu tür alacaklarda enflasyon karşılamayan temerrüt faizi ile yetinmesinin doğru olmadığını bu durumda faiz ile karşılanmayan munzam zararlarının doğduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 2.000.000.000 TL munzam zararlarının faizi ile tahsilini istemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Yargıtay 18 nci Hukuk Dairesi'nin bozma kararı üzerine, mahkeme eski kararında direnmiş, Yüksek Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu 19/06/1996 gün ve Esas no: 1996/5-144 Karar no: 1996/503 sayılı kararda yazıldığı gerekçelerle "..Borçlar Kanunun 105 maddesinde karşılanması öngörülen faizi geçen zararın, ülkede varlığı kabul edilen genel ekonomik olumsuzlukların malûm ve meşhur olgular olarak kabulü ile değil, bunlar dışında davacının durumuna özgü, somut vakıalarla kanıtlanması gerekir. Olayda somut vakıalara dayanılarak bir zararın gerçekleştiği ileri sürülüp kanıtlanmış bulunmadığı cihetle BK. 105. maddesi hükmünce tazminata hükmedilemeyeceği kuşkusuzdur". Gerekçesi ile direnme kararının daire görüşü doğrultusunda bozulmasına karar verilmiştir.
Dava, hukuksal nitelikçe BK.nun 105.nci maddesinden kaynaklanan "munzam zarar" istemine ilişkindir. Anılan yasa maddesine göre "alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.
Munzam zararın mahiyetine gelince, munzam zararı tazmin yükümlülüğü asıl borç ve temerrüt faizi ödeme yükümlülüğünden farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Asıl borcun hukuki sebebi kural olarak haksız fiil nedensiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde, munzam zararın hukuki sebebi asıl alacağın temerrüde uğraması, borcun ödenmemesi veya zamanında ödenmemesi gibi hukuka aykırılık olup, kanundan doğan müstakil bir alacaktır. Bu vasfı dolayısıyla asıl borcun çekince konulmadan alınması munzam zararın istenmesine engel değildir. ( BK. 113 ), BK. 105 maddesinin kenar başlığında ve metninde temerrüt faizini aşan zararı ifade etmek için "munzam zarar" deyimi kullanılmıştır. Uygulama ve öğretide, mehaz kanunda dikkate alınarak faizi aşan bu zararın tazminat alacağı olduğu benimsenmiştir. ( Or.Art.106 da "Grösserer Schaden BGB.s.228 ABS.2" ) mehaz kanunda "Weiterer Schaden" deyimlerine yer verildiğini, bu terimin tazminat karşılığı olarak kullanıldığı belirtilmiştir. ( Dr. Nami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar 1992 sh. 190 ) Bundan çıkan sonuca göre BK. 98/son maddesi yollamasıyla haksız fiiller, sözleşmelere uygulanan B.K. 42, 43. md. uyarınca hakim bu tazminatın tutar ve kapsamını doğrudan doğruya araştırmak, belirlemek ve gerekirse hakkaniyet ölçüsünde indirime tabi tutmakla yükümlüdür. ( YHGK. 12/06/1996 E. 1996/11-372 K:1996/l 1-372 K:1996/485 )
Borçlu, para borcunu vadesinde ödemediğinde ( temerrüdü oluştuğunda ) sözleşme veya yasada belirlenen temerrüt faizi ödeme yükümü altına girer. Bu durumda B.K. 103 madde uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O halde alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun kusuru araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı borçlunun ödemesi zorunluluğu kabul edilmektedir.
Munzam zarar sorumluluğunun, kusur sorumluluğuna dayalı, kanundan doğan bir borç olduğu açıktır. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüd faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını isbat etmekle yükümlüdür. Alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir. Munzam zarar davalarında alacaklının ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanamaz. Yaşanan hayatın gerçekleri ve deneyimlerinin zorunlu kıldığı, herkesçe bilinen normal durumlar ile fiili karineler MK.nun 6 ncı madde kapsamında ve onun istisnaları olarak alacaklı yararına değerlendirilmelidir. Davanın açıldığı tarihte ülkemizde süregelen enflasyonun %80 lerde seyrettiği, vadeli mevduatların bu miktar üzerinden gelir getirdiği, yabancı para kurlarının her zaman temerrüt faiz oranlarını aştığı, banka borç kredilerinin %120 ye ulaştığı, paranın alım satım değerinin büyük ölçüde azaldığı tartışmasız ve yaşanan bir gerçektir. Böyle enflasyonist ortamda yurttaşların parasını zamanında tahsil etmesi halinde işletmesinde değerlendirip yüksek oranda kar el,de etmesi, parasını taşınmaza yatırarak, parasının değerinin düşmesini önleyebileceği, vadeli mevduata yatırması, kurları hergün yükselen döviz yatırımlarına yönelip değerlendirilmesi, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen fiili bir karine olduğu tartışmasızdır. Bu enflasyonist ortamda yaşayan normal bir kişinin parasını hiçbir şekilde değerlendirmeyeceğini, elde tutacağını ileri sürmenin insan yapısına ve menfaatlerini koruma içgüdüsüne aykırı olacağı tabidir. Yukarıda yazılı hususların böyle olmadığını ileri sürmenin mümkün olmadığı açık bir gerçektir. Kamunun bildiği, mahkemelerin bilgisi altında bulunan ve Merkez Bankasınca ilan edilen döviz kurları, iç borçlanma senetlerinin getirileri açık ve net şekilde halka duyurulurken, bu olguların alacaklı tarafından mutlaka kanıtlanmasının istenmesi maruf ve meşhur vakıaların ispatına gerek yoktur. ( HUMK. 238/2 ) kuralına açıkça aykırı olacaktır. 20/10/1989 tarih ve 3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında" para her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır şeklindeki kural da yukarıdaki tesbitleri doğrulamaktadır.
Enflasyonun sıfır ve %3 arasında bulunan İsviçre'de de "İsviçre Borçlar Hukuku Genel Hükümleri" isimli kitabın yazarı Prof. Dr. Gauch, borçlu temerrüt haline düştükten sonra para değerinde vukua gelecek bilcümle değişikliklerden dolayı sorumlu olacağını ifade etmektedir. Bu değerli ilim adamına göre temerrüt aslında başlı başına bir akdin ihlali halidir. Borçlu, borcunu vadesinde ödemezse ondan sonra para değerindeki değişmelerin riski borçluya ait olacaktır. Borçlu, borcunu zamanında eda etseydi alacaklı ne durumda bulunacak idi ise, o duruma getirilmesini talep edebileceğini belirtmekte, böylece enflasyonun yüksek oranda seyretmesi hallerinde alacaklıya zararını ayrıca ispat etmesine gerek olmadan, enflasyon oranında tazminat talep edebileceğini kabul etmektedir.
Yargıtay'ımızdaki uygulamaya gelince; 08/10/1999 gün ve E:1997/2 Karar No: 1999/1 sayılı İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nca munzam zarar konusunda, içtihatların birleştirilmesine gerek olmadığına karar verildikten sonra, bu konudaki uyuşmazlıklar Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gelmiş, yüksek kurul 10/11/1999 gün E:1998/13-353 K:1999/929 ve 05/07/2000 E:2000/2-1072 K:2000/1124 sayılı içtihatları ile "HUMK. 238/2 ve MK. /07/ anlamında enflasyon olgusu, para değerinin düşmesi, yabancı para kur fiyatlarının artması gibi olguların maruf ve meşhur vakıalar olarak kabul edilmesi ve bu fiili karineler karşısında alacaklıya artık bu maruf ve meşhur vakıaları kanıtlamasına gerek olmadığına ve munzam zararı isteyebileceğine karar vermiş ve yüksek genel kurulun ilke bazındaki bu kararları bazı Yargıtay özel dairelerince benimsenerek munzam zarara hükmettikleri anlaşılmaktadır.
SOMUT OLAYIN İRDELENMESİ :
Yukarıda açıklandığı gibi davacının taşınmazına 05/10/1991 tarihinde takdiri kıymet yapılmış, 22/10/1992 tarihinde kamulaştırma işlemi tamamlanmış, davacı payına düşen 100.312.500 TL'yi 22/10/1992 tarihinde tahsil etmiş ve aynı tarihte taşınmaz davalı idareye geçmiştir. Davacı Kamulaştırma bedelinin arttırılması için dava açmış ve arttırılan bedeli, faiz dahil ( 405.000.000 ) TL olarak 22/06/1998 tarihinde tahsil edebilmiştir.
Burada munzam zarar bakımından davalı idarenin, borçlu temerrüdünün oluşup oluşmadığı tartışılmalıdır.
1982 tarihli Anayasa'nın 46 ncı maddesinde "özel mülkiyete konu gayrimenkullerin karşılıkları peşin ödenmek şartı ile kamulaştırılabileceği" kabul edilmiştir. 2942 sayılı Kamulaştırma Yasası'nın 3. maddesinde kamulaştırma bedelinin nakden ve peşin olarak ödeneceği, kanunun taksitle ödemeyi öngördüğü hallerde, peşin ödenmeyen kısım için devlet borçları için öngörülen en yüksek had üzerinden faiz ödeneceği kabul edilmiştir. Bu oranının somut olaydaki tarihler itibariyle aylık %12 yıllık %144 bulunduğu tesbit edilebilir. Peşin ödeneceğine işaret edilen karşılığın tam karşılık ( rayiç bedel ) olup bunun takdir edilen bedel artı arttırılan bedelin toplamı olduğu, işte bu toplam bedelin rayiç bedel olacağı benimsenmiştir. ( Bak. 20/10/1989 gün Esas no: 1988/4 Karar no: 1989/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi ) kamulaştırılan taşınmaza idarece el konulması veya malikin tapuda ferağ vermesi ile kamulaştırma bedeli mal sahibi için artık para alacağı haline dönüşmüştür. Para ise her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan paranın tam ödenmemesi halinde borçlu temerrüdü gerçekleşir. İçtihadı Birleştirme Kararı ve Anayasamızın 13/2 maddesinde yer alan "Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz" kuralı uyarınca, peşin ödeneceğine işaret edilen karşılığın tam karşılık ( rayiç bedel ) bedelinin, davacının ferağ verdiği 22/10/1992 tarihi itibariyle 100.312.500+405.000.000 toplam 505.312.500 TL olduğu anlaşılmaktadır. Oysa 22/10/1992 tarihinde davalı idare davacıya rayiç bedeli değil onun çok altında 100.312.500 TL ödediği için bu tarih itibariyle borçlu temerrüdüne düşmüştür. Munzam zarar alacaklısının 22/10/1992 tarihinde alacağı 505.312.500 TL'dır. Borçlu idare bu tarihte temerrüde düşmüştür. Borçlu temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlayamamıştır. Aksine kamulaştırma bedelinin 100.312.500 TL değil mahkemenin kesinleşen karar ile 505.312.500 TL olduğu sabit olmuştur.
Yukarıda anılan 1999 ve 2000 tarihli Hukuk Genel Kurulu Kararlarında sadece borçlunun temerrüd olgusunun munzam zarar için yeterli olduğu, enflasyon gibi paranın değer kaybetmesi olgusunun malum ve meşhur bir vakıa olduğu, bu fiili karineler karşısında alacaklının başkaca bir hususu kanıtlamasına gerek olmadan munzam zararı talep edebileceğini kabul ederken, bütün işlerinde herkesten çok yurttaşlarının haklarını korumak ve gözetmekle yükümlü kamu idarelerinin özel ve kanundan doğan ilişkilerinde borçlarını ödemekte temerrüde düşmeleri halinde sözleşme, haksız fiil ve nedensiz zenginleşme hallerinde oluşan munzam zararlarda alacaklıya tanınan İsbat olanaklarından kamulaştırma bedellerini geç alan alacaklılara mutlaka munzam zararını kanıtla demenin eşitlik ilkesine ve mülkiyet hakkının özüne dokunan bir kısıtlama getirileceği kabul edilmelidir.
Türkiye 22 Ocak 1990 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Divanının zorunlu yargı yetkisini tanımış ve ülkemiz açısından İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesi ( İHAS ) tam olarak işler hale gelmiştir.
Mevlüt Aka isimli kişinin Sinop ili Durağan İlçesi Vezirköprü Köyünde bulunan taşınmazı Eylül 1987 tarihinde baraj inşaatı yapılacağından DSİ tarafından kamulaştırılmış arsanın tapusu 04/09/1987 tarihinde DSİ adına tapuda devredilmiş ve DSİ başvurana iki arsa için 1.380.000 ve 2.990.962 TL ödemiş, Mevlüt Aka her iki taşınmazı için 2 Ekim 1987 tarihinde Kamulaştırma bedelinin arttırılması için iki ayrı dava açmış 1987/2837 sayılı dosyada 22/06/1989 tarihinde DSİ'nin kamulaştırma bedelinin 3.089.130 TL ödemesine, 1987/2828 sayılı davada 10/05/1990 tarihinde ek tazminat olarak 3.895.692 TL ödenmesine karar verilmiş ve arttırılan bedeller için 4 Eylül 1987 tarihinden itibaren %30 oranında temerrüt faizine hükmedilmiş, Yargıtay bedel arttırımına ilişkin davaları 17/09/1990 ve 6 Eylül 1991 tarihinde onamıştır. 87/2837 sayılı ek tazminat davasında 30 Ocak 1992 tarihinde faiz dahil 7.097.276 TL ödenmiş olup, bunun 4.008.114 TL sı Aralık 1991'e kadar hesaplanan gecikme faizidir. 87/2828 sayılı davada ise başvuran 7 Ocak 1993 tarihinde 10.116.692 TL almıştır. Bu miktarın 6.221.000 TL sı Aralık 1992 tarihine kadar olan gecikme faizidir.
Mevlüt Aka 15/08/1991 tarihinde komisyona başvurarak Durağan Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen ek tazminatın ve ona bağlı gecikme faizinin yeterli olmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden 1 Nolu protokolün 1 maddesi uyarınca tazminat talep etmiştir. Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi 23 Eylül 1998 gün ( 107/1997/891/1103 ) sayılı kararı ile 1 No'lu protokolün 1. maddesinde yazılı ( Her yasal yada tüzel kişi mülkiyetini dilediğince kullanma hakkına sahiptir. Kamu yararına ve kanunda veya uluslar arası hukukta öngörülen şartlara tabi olma dışında, hiç kimsenin bu hakkı elinden alınamaz. Ancak, yukarıdaki hüküm, hiçbir şekilde, devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmek ve vergilerin ödenmesi veya diğer cezaların yerine getirilmesini garanti altına almak için gerekli gördüğü durumlarda yasaları yürürlüğe sokma hakkına zarar vermez ilkesi ile sözleşmenin 50 nci maddesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Mahkemenin gerekçesinde "Kamulaştırma tazminatının ödenmesindeki normal olmayan gecikmeler, özellikle belirli ülkelerde paranın değer kaybetmesi gözönünde tutulduğunda, arsası kamulaştırılan kişiyi belirsizlik içinde bırakarak büyük oranlarda maddi kayıplara yol açmaktadır. Aynı durum söz konusu tazminatın belirlendiği idari veya adli takibatlardaki normal olmayan gecikmeler için de geçerlidir. Özellikle de arsası kamulaştırılan kişinin hak ettiği tazminatı almak için bu tür takibatlara başvurması "......" mahkeme, Sn. Aka'nın arsalarının kamulaştırıldığı tarihte kendisine verilecek tutarla, ödemenin yapıldığı zamanki tutar arasındaki farkın ki bu farkla tamamen kamulaştırma yetkilileri sebep olmuştur. Mülkiyet hakkının korunması ve genel talepler arasında olması gereken adil dengeyi alt üst ettiğinden başvuran açısından, arsanın kaybıyla da ikiye katlanan çeşitli kayıplara neden olduğu kanaatindedir" yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı 1 no'lu protokol'un 1. maddesi ihlal edildiğinden 9.557 ABD doları maddi ve 1000 ABD Doları manevi tazminatın tahsilin, 23 Eylül 1998 tarihinde karar verilmiştir. Bu munzam zarar alanında verilmiş bir ilke kararıdır.
Türkiye Avrupa Birliğinin kapısına dayanmış şartlan zorlamaktadır. Yargı yetkisini kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi kararı artık Türkiye için bağlayıcı bir mahiyet almıştır. Nitekim Danıştay 5 Dairesi, 22/05/1991 tarih Esas no: 1986/1723 Karar no: 1991/933 sayılı içtihadında Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin bireylere ( Türklere ) doğrudan uygulanabilir Hükümler taşıdığını, Anayasanın 90 ncı maddesine göre iç hukukta doğrudan hukuksal sonuçlar yaratan Uluslararası sözleşmenin yürütme ve yargı organları için bağlayıcı nitelik taşıdığını apaçık ortaya koymuştur.
SONUÇ : Yukarıda yazılı gerekçelerle mahkemenin verdiği karar ilke olarak doğru bulunduğundan, direnme uygun, Daireye düşüncesinde bulunduğumdan sayın çoğunluğun bozma yönünde oluşan görüşüne katılmıyorum.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini