 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E : 2000/13-1236
K : 2000/1578
T : 25.10.2000
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- ALACAK DAVASI
- MUNZAM ZARAR
ÖZETİ : Yasakoyucu, alacaklının borçlu temerrüdü ile oluşan zararını her zaman temerrüt faizinin karşılamayacağını gözeterek "alacaklının duçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı tazmin ile yükümlüdür." Hükmünü getirmiştir. (bk.mad.105) böyle olunca da munzam zararın borçlu temerrüde düşmeden borçunu vadesinde ödemiş olsa idi alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüde deşmeden borçunu vadesinde ödemiş olsa idi alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanamayacağı bölüme isabet eden zarar" olarak tanımlanması mümkündür.
Munzam zarar borcu borçlu temerrüdü ile oluşmaya başlayan asıl borcun tamamen ödendiği tarihe kadar artarak devam eden asıl borçtan bağımsız yeni bir borçtur. Asıl borcun kaynağı haksız fiili sebepsiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde, bu borcun kaynağı asıl borcun temerrüde uğraması gibi hukuka aykırılıktır. O nedenle asıl alacak ve faizleri hakkında icra takibi yapılması veya dava açılması sırasında istenmemiş olması veya saklı tutulmamış olması sonradan ayrıca davacı ve takiple istenmesine engel teşkil etmez.
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Edirne Asliye 1.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.2.1998 gün ve 1997/328 E- 1998/25 K.sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 4.11.1999 gün ve 1998/3846-7993 sayılı ilamı ile; (...Davacılar murisleri ile ortak olan davalının kendilerine 1/2 ortaklık payını vermemesi nedeni ile fazlasını saklı tutarak açtıkları dava sonucu mahkemece paylarına 1.987.267.000 lira düştüğünün tesbit edilip talep edilen 237.000.000 liraya hükmedildiğini icra kanalı ile 19.11.1996 tarihinde 187.000.000 lira yasal faizi ile tahsil edilip, fazlası için açılan dava sonucu 11.7.1997 tarihinde 1.749.767.000 lira asıl 1.718.600.765 lira yasal faiziyle tahsil edildiğini toplam 1.905.613.614 lira yasal faizin zararı karşılanmadığını faizi aşan oranda munzam zarar olduğunu, 1994 yılı itibariyle düşünülürse dava tarihine göre alacaklarının 15.000.000.000 lira civarında alacağını ileri sürüp fazlasını saklı tutarak 1.000.000.000 uranın ödetilmesini talep etmiştir.
Davalı zaman aşımının dolduğunu yasal yollarla davacıların alacaklarını aldıklarını yeniden munzam zarar olarak talepte bulunmayacaklarını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece zararın yasal faiz oranı ile sınırlandığı ve zararın doğmasında borçlunun kusurunun olmadığı gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemenin de kabulünde olduğu gibi taraflar arasındaki uyuşmazlık ilama dayalı alacağını icra takibi sonucu tahsil etmiş olan alacaklının bu alacağını geç alması nedeniyle uğramış olduğu zararlardan dolayı borçlularından başka alacak hakkı bulunup bulunmadığında toplanmaktadır. Bu nitelikteki bir uyuşmazlığın sağlıklı çözümü öncelikle "munzam zarar" temerrüt faizi ile "karşılanmayan zarar" veya "temerrüt faizini aşan zarar" kavramlarının hukuki niteliği ve koşullarının açıklanmasına bağlıdır.
Borçlunun temerrüdü sonucu bir para borcunun vadesinden sonra ödenmesi veya hiç ödenmemesi olgusundan alacaklının zararı gördüğü veya göreceği inkar edilemez. Nitekim yasa koyucu bu gerçeği kabul ederek alacaklının bu yolla oluşacak zararının kural olarak temerrüt faizi ile karşılanabileceğini BK.nun 103. maddesiyle hükme bağlanmıştır. Yine yasa koyucu kuralı böyle koymakta birlikte alacaklının borçlu temerrüdü ile oluşan zararını her zaman temerrüt faizinin karşılamayacağını da gözeterek "alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı tanzim ile yükümlüdür." Hükmünü getirmiştir. (BK. Madde 105 ).Anılan yasa maddesinde, geçmiş günler faizini aşan zarardan söz edilmiş, zararın türü ve niteliği konusunda bir açıklama yapılmamış ise de; buradaki zararın hukukumuzdaki müsbet (olumlu) zarar tanımlamasıyla eşdeğer bir zarar olduğunda duraksanmamalıdır. Böyle olunca da munzam zararın "borçlu temerrüde düşmeden borcunu vadesinde ödemiş olsa idi, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanamayan bölüme isabet eden zarar" olarak tanımlanması mümkündür.
Munzam zarar borcu, borçlu temerrüdü ile oluşmaya başlayan asıl borcun tamamen ödendiği
tarihe kadar artarak devam eden asıl borçtan bağımsız yeni bir borçtur. Asıl borcun kaynağı haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde bu borcun kaynağı asıl borcun temerrüde uğraması gibi hukuka aykırılıktır. O nedenle asıl alacak ve faizleri hakkında icra takibi yapılması veya dava açılması sırasında istenmemiş olması veya saklı tutulmamış olması sonradan ayrıca dava ve takiple istenmesine engel teşkil etmez.
Munzam zarar alacaklısı ana para alacağının varlığını, bu alacağın ödenmesindeki borçlu temerrüdünü temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını ve miktarını, zararla borçlu temerrüdü arasındaki illiyet bağını kanıtlamakla yükümlüdür.(MK. madde 6) Borçlu ise alacaklının munzam zararını ödeme yükümlülüğünden ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamakla kurtulabilir.
Alacaklının munzam zararını ve miktarını ispat yükümlülüğü, yıllık temerrüt faizi oranının, yıllık enflasyon oranında veya üzerinde tespit edilmiş olduğu durumlarda mutlak olarak uygulanabilir. Oysaki ülkemizde, her yıl düşürüleceği vaat edilmesine karşın yıllık enflasyonun ortalama %80-90 hatta bazı yıllar çok daha yüksek oranlarda seyretmesine rağmen, temerrüt faizlerinin bunun altında %30-50 oranlarında muhafaza edildiği bilinen ve yaşanan bir gerçektir. Para; mal ve hizmet alımında kullanılan bir vasıtadır. Aldığı mal veya hizmet tutarına göre kendisine değer izafe edilir. Enflasyonun paranın alım gücünü azalttığı da yadsınamaz. Temerrüt faizi oranından yüksek oranda seyreden enflasyon ortamında ; paranın zaman içinde yitirdiği alım gücünün temerrüt faizi ile karşılanacağının kabulü mümkün değildir. Değişik bir anlatımla böyle bir ortamda aynı miktar parayla bir yıl önce alınan mal veya hizmetin bugün F için alınması olanağı yoktur. Yine böyle bir-ortamda bir yıl önce ödemesi gereken bir para borcunu bugün temerrüt faizi ile birlikte ödeyen borçlunun, paranın bir yıl önceki alım gücünü tam olarak ödediği söylenemez. Hal böyle olunca, BK.nun 103. maddesinde ifadesini bulan alacaklı zararının temerrüt faizi ile karşılanacağı varsayımı ile aynı yasanın 105. maddesinde düzenlenen munzam zararını alacaklının MK.nun 6. maddesi uyarınca ispat etmesi gerektiğine dair kuralın temerrüt faizi oranının yıllık enflasyon oranı üzerinde hiç değilse aynı oranda saptanması halinde değerlendirilmesi gerekli bir kural olduğunun kabulü gerekir. Ancak, temerrüt faiz oranı yıllardır yaşanan enflasyon oranının altında seyrettiği için, bu hal alacaklının oluşacak zararını temerrüt faizi ile karşılamadığı , bunu aşan oranda zarar gördüğü gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. O nedenledir ki, bu gibi durumlarda alacaklının temerrüt faizini aşan zararının varlığı kabul edilmelidir. Hemen belirtelim ki bu bağlamda alacaklı zararının kapsamı konusu önem kazanmaktadır. Enflasyon oranının yüksek olduğu bir ortamda alacağını zamanında elde eden makul orta düşünceli bir alacaklı enflasyon nedeniyle paranın alım gücünün düşmesini önlemek için bunu bir an önce mal ve hizmet alımlarına yöneltir veya en azından banka mevduat faizine devlet tahviline, altına yatırır ve yahut ta dövize dönüştürür.
Böyle bir kabul yaşanan hayat gerçeklerine de uygun düşer. Kaldı ki, açıklanan ve bilinen bu olgular alacaklı lehine fiili bir karine oluşturur. Bu karinenin aksini savunan borçlu ise bu savunmasını ispat etmelidir.
Hemen belirtelim ki, alacaklı alacağını zamanında almış olsaydı, mal veya hizmet alımına mevduat faizine, devlet tahviline, altına veya dövize değil de daha çok gelir getiren başka yatırım alanlarına yatırıp, gelir elde edeceğini öne sürerek çok daha fazla zarara uğradığını iddia ediyorsa bu iddiasını genel kural uyarınca somut delillerle kanıtlamalıdır.
Somut olayda mahkemece zararın faiz oranı ile sınırlandığı ve zararın doğmasında borçlunun kusurunun olmadığı gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş ve munzam zarar ile ilgili değerlendirmede hataya düşülmüştür. Davacılar murislerinin ölümünden sonra almaları gereken ortaklık kar payını geç almaları nedeniyle faizi aşan oranda zararları olduğunu iddia etmektedirler. Mahkemece yapılacak iş ortalık kar payının faizi ile birlikte ödendiği 19.11.1996 ve 10.07.1997 tarihleri itibarı ile asıl alacağın ödenmesi gereken tarih arasındaki davacıların uğradığı zararı saptamak ve bu yolla bulunacak zarardan ayrı tarihler arası davalıdan icradan tahsil etmiş olduğu temerrüt faizleri tutarını mahsup ettikten sonra davacılar munzam zararını belirlemek ve istemle bağlı kalınarak sonucuna uygun bir karar vermekten ibarettir.
Mahkemenin açıklanan hususları göz ardı ederek yazılı gerekçe ile verdiği dosya içeriğine uygun düşmeyen karan usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDENLER : Davacılar
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır, Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 25.10.2000 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARSI OY YAZISI
Edirne Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 1994/184 esasında kayıtlı davada, yanlar arasında ortak 283 koyundan davacı payına düşenlerin aynen verilmesi, olmadığı takdirde fazlaya dair hak saklı tutularak bedelinin tahsili istenilmiştir. Bu dava 1.4.1994'de, saklı tutulan hak için ikinci dava ise 15.11.1996 tarihinde açılmıştır. Eldeki dava, hükmedilen koyun bedellerinin geç tahsili nedeniyle uğranılan zarara dairdir. Davacı bu zararını enflasyon olgusuna bağlamış, banka mevduat faiziyle yasal faiz arasındaki farta baz alarak hesaplamıştır. Çoğunlukça benimsenen Daire bozma karan da bu doğrultudadır.
Oysa, aynı bozma kararında munzam zarar, üzerinde ittifak edilen sekliyle " .. borçlu temerrüde düşmeden borcunu vadesinde ödemiş olsa idi, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucu oluşan durum arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanmayan bölümüne isabet eden zarar.... " diye tarif edilmiştir.
Bu tarife bağlı kalınıldığında davacı zararının gerçek tutarının hesabı olayımızda olanaklıdır. Şöyle ki: istem öncelikle koyunların aynen teslimine ilişkin ve davacıya kaç koyun isabet ettiği de belli olduğuna göre, alacağın tahsil edildiği tarihte davacının tahsil ettiği parayla kaç koyun alınabileceğinin saptanması, bu sayıda koyunla davacıya aynen verilmesi gereken koyun adedi arasında ki farkın bulunması, bu farkla tahsil tarihinde bir koyunu rayiç bedelinin çarpılması suretiyle zararın hesaplanması gerçekçi olanıdır. Hakim, dava dilekçesinde H.U.M.K.nun 74.maddesi hükmünce istem miktarıyla bağlı olup, davacının zarar hesabı için benimsediği ölçüyle bağlı değildir. Gerçek zararın ispatının olanaklı olduğu hallerde, maruf olan sadece .enflasyonun varlığı iken- davacının zararının enflasyona eşit kabulüyle sonuca gidilmesi kabul edilemez.
Y.İçt.Bir. B.G. Kurulu 8.10.1999 gün ve 2/1 sayılı ve munzam zarar konusunda içtihadı birleştirmeye gerek bulunmadığına ilişkin kararın "...... hakim önüne gelen somut olayların kendine özgü durum ve koşullarıyla ilgili olduğu ... kaynağını değişik ve çok türlü olgulardan alan zararların kanıtlanması işleminin içtihatları birleştirilmesi yolu ile tek ispat vasıtasına bağlanmasının ..... doğru olmayacağı ..... " gerekçesine dayandırmıştır. Çoğunluğun benimsediği Daire karan bu gerekçeyle çeliştiği gibi, içtihatları birleştirmenin de ötesinde ve kaynağı ne olursa olsun, her olayda adeta munzam zarar eşittir yasal faiz ile mevduat faizi arasındaki farktır" şeklinde bir kuralın varlığını, B.K.nun 105 maddesi hükmünün bu şekilde değiştirilmesi sonucunu doğurur. Açıklanan bu nedenlerle her türlü munzam zarar isteminde ve ayrım yapılmaksızın uygulanması benimsenen hesap şekline karşı olduğumuzdan, ısrar kararının değişik gerekçeyle bozulması gerektiği oyundayız.