 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no: 1999/4-983
Karar no: 1999/995
T: 24.11.1999
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TAZMİNAT DAVASINDA ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BAŞLANGICI ( Elektrik Çarpması Sonucu Uğranılan Cismani Zarar Miktarının Öğrenilmesi Tarihi )
- ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BAŞLANGICI ( Elektrik Çarpması Sonucu Uğranılan Cismani Zarar İçin Açılan Tazminat Davasında )
- ELEKTRİK ÇARPMASI SONUCU UĞRANILAN ZARAR İÇİN AÇILAN MADDİ TAZMİNAT DAVASI ( Zamanaşımı Süresinin Başlangıcı )
818/m.60
DAVA : Taraflar arasındaki "maddi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eyüp Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.4.1998 gün ve 1997/559 Esas no: 1998/209 K. Sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 10.11.1998 gün ve 1998/6613-8698 sayılı ilamı ile; (... l- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı TEDAŞ'ın tüm, davacının aşağıdaki bendin dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2- Temyiz eden belediye aleyhine usulüne uygun ve harcı ödenerek bir dava açılmadığı gibi aleyhine de bir hüküm kurulmamıştır, sadece davaya ihbar olunmuştur. Bu bakımdan temyizde hukuki yararı bulunmadığından temyiz dilekçesi reddedilmelidir.
3- a ) Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; davacı 24.1.1995 tarihinde top oynarken davalı TEDAŞ Boğaziçi'nin denetiminde bulunan trafo alanına girdiği, bu nedenle yaralandığı, bundan dolayı 2/3 oranında daimi iş gücünü kayıp ettiği, dosyadaki bilgi ve özellikle alınan çeşitli raporlarda birkaç kez ameliyat edildiği, sakatlık durumunun net bir şekilde belirlenmesi için Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, Adli Tıp Kurumunca 22.11.1995 tarihinde verilen raporda daimi iş gücünün belirlendiği anlaşılmaktadır.
Davacı uğradığı bu zarar nedeni ile önceden açtığı iki davaya ek olarak 3.10.1996 tarihinde üçüncü davayı, 26.9.1997 gününde de dördüncü davayı açtığı görülmektedir. Bunun üzerine davalı zamanaşımı def'inde bulunmuş ve mahkemede bu iki davanın zamanaşımı nedeniyle reddi yönünde hüküm kurmuştur.
Yukarıda da açıklandığı üzere davacının yaralanması sonucu geçirdiği tedavi aşamaları süresince uğradığı zararın belirli bir hale gelmediği, bu bakımdan davacının zararını öğrendiğinin kabulünün uygun olamayacağı, zararın ancak Adli Tıp Kurumunca verilen raporla 22.11.1995 tarihinde öğrenildiği, bu tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı süresinin başlamış olacağının kabulü gerekirken yazılı gerekçelerle bu dava içinde zamanaşımı nedeniyle red kararı verilmiş olması doğru görülmemiştir.
b ) Ayrıca davacı tarafından 23.1.1996 tarihinde açılan ikinci davada olay tarihinden itibaren faiz istendiği ve haksız eylemlerin niteliği itibariyle eylemin meydana geldiği günde haksız eylemde bulunanın temerrüde düştüğü kabul edilerek bu günden itibaren faize de hükmedilmek gerekirken dava tarihi esas alınarak karar verilmiş olması da bozmayı gerektirmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'unca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına dosyadaki tutanak ve kanıtlara, temyiz dilekçesinde ileri sürülen hükme etkili itirazların Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 10.11.1998 gün ve 1998/6613-8698 sayılı ilamında ayrı ayrı ele alınıp cevaplandırılmış bulunmasına ve özellikle elektrik çarpması sonucu vücudunun değişik yerlerinden yaralanan ve bu yaralanma nedeniyle hastanede değişik bölümlerde ve değişen sürelerle tedavi gören küçüğün tedavi aşamasında değişik zamanlarda önce bir kolu, sonra bir ayağının parmağı kesilmiş, bu arada karın bölgesinden aldığı yaralar yanında psikolojik tedavisi de yapılmıştır. Davacı küçüğün zarar gördüğü 24.1.1995 tarihinden ilk davanın açıldığı tarihe kadar ve hatta bu tarihten sonra zararının mahiyet ve kapsamı gördüğü tedavi aşaması içerisinde değişiklik göstermiş ve hakkında tedavisinin sonucuna ilişkin kesin kanaat bildiren bir rapor düzenlenmemiştir. Direnme kararında ve karşı oy yazısında zararın belirli hal aldığı kabul edilen 15.2.1995 tarihinde davacı tedavi gördüğü hastanenin bir kliniğinden diğer bir kliniğine sevk edilmiş, bu tarihten sonra da tedavisi sürmüştür. Nitekim dosyada bulunan 29.3.1995 tarihli raporda dahi kesin bir kanaat bulunmayıp kontrol şartı ile hastanın istirahat süresi belirlenmiştir. Bu raporda salah ile taburcu edildiğinin yazılması hastadan tamamen el çekildiği ve tedavisinin sonlandığı anlamına gelseydi kontrol şartı konulmaz ve hastanın kesin raporu düzenlenirdi. Bu rapordaki taburcu edilme tarihinin gelişen durumun bittiği ve tedavinin sonlandığı dolayısıyla da davacının zararının kesin şekilde belli olduğu tarih olarak anlaşılması da mümkün değildir. Kontrol kaydı ile taburcu edilen bir hastanın kendi durumunun ne şekilde kesinleştiğini bilmesine de olanak yoktur. Davacının gerçek anlamda zararını belirleyen rapor mahkemece alınan adli Tıp Kurumu raporudur. Bu rapor dosyada davacı hakkında kesin kanaat içeren tek rapordur ve bu raporla ancak tedavinin sağlandığı, davacının zararının tam olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. Adli Tıp Kurumuna davacının geç sevk edilmesi kurumun randevu ile çalışma sistemi nazara alındığında davacının aleyhine yorumlanamaz. Önemli olan zarar gören davacının yasanın anladığı anlamda zarar veren olayın sonuçlarını, gidişatını, kesinleşen durumunu değerlendirebilecek bilgiye sahip olmasıdır. Buna göre davacının "zarara ıttıla" diğer bir deyimle "zararı öğrenme" tarihinin bu raporun düzenlendiği 22.11.1995 tarihi olduğunu kabul etmek ve buna göre bir yıllık zamanaşımı süresini hesaplamak gerekir. Davacının 3.10.1996 tarihinde açtığı dava bir yıllık zamanaşımı süresi dolmadan açılmış olup, bu davanın da zamanaşımı nedeniyle reddi ve buna ilişkin direnme kararı yerinde değildir.
Bu nedenle Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken aksine düşüncelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ :
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.11.1999 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Karşı Oy Yazısı:
Birleştirilerek yapılan yargılama sonunda, birleştirilen davalardan biri hakkında yerel mahkemece zamanaşımı nedeniyle red kararı verilmiş, bu karar katılmadığımız gerekçe ile bozulmuş, yerel mahkemenin ısrar kararı Yüce Genel Kurul'ca uygun bulunmamıştır.
Davacının davalıya ait trafoda cereyana kapılarak yaralanması olayı 24.1.1995 tarihinde meydana gelmiş, mağdurun tedavisi ile ilgili işlemler 2.3.1995 tarihi itibariyle tamamen sonuçlanmıştır. Mağdurun açtığı ilk davanın yargılaması sırasında Adli Tıp Kurumu'ndan alınan 22.11.1995 tarihli raporda bu olay nedeniyle davacının meslekte kazanma gücünün 2/3 ünü kaybettiği tesbit edilmiş bulunmaktadır. Sırası ile 23.1.1996, 3.10.1996 ve 26.9.1997 tarihlerinde açılan ek davaları da ilk dava ile birleştirilmiş, sonuçta son iki davanın zamanaşımı nedeniyle reddine önceki davalarla ilgili isteklerin kabulüne karar verilmiştir. Bu kararın temyizi üzerine Dairemiz üçüncü davanın zamanaşımı nedeniyle reddi kararını uygun bulmamış, bu kararın uygun olduğuna dair karşı oy yazımızı da esas alan yerel mahkeme bu konudaki kararında ısrar etmiştir. Dairemizin bozma kararının gerekçesi, davacının zararını Adli Tıp Kurumu raporu tarihinde öğrenmiş olması nedeniyle dava tarihine kadar bir yılın geçmediği esasına dayanmaktadır. Karşı oy ve yerel mahkemenin kanaati ise zamanaşımı başlangıcının Adli Tıp Kurumu rapor tarihi değil mağdurun tedavisinin tamamlandığı tarih olan 2.3.1995 olacağı şeklindedir.
Olayda bir yıllık zamanaşımının uygulanacağı konusunda anlaşmazlık yoktur. Görüşler arasındaki fark, zamanaşımı başlangıcının tedavinin bittiği tarih mi? Yoksa Adli Top Kurumu raporunun tarihi mi? Olacağına dairdir.
Borçlar Kanunu'nun 60. maddesine göre zamanaşımının başlaması için zarar görenin olayı, olaydan sorumlu olanı ve zararını bilmesi gerekir. Burada üzerinde durulması gereken husus zarar görenin zararını hangi tarihte öğrendiği meselesidir. Kural olarak zamanaşımı olay tarihinden başlar. Eğer olay nedeniyle vücut bütünlüğünde kayıp sözkonusu ise, tedavi gerekiyorsa, vücut bütünlüğündeki kaybın ne olduğu ve buna bağlı olarak zararın ne olacağı tedavinin sonunda belli olacağından zamanaşımının başlaması da doğal olarak bu tedavinin bittiği tarihe kadar uzayacaktır. Tedavinin devam ettiği süre nedeniyle zamanaşımının başlamasının gecikmesine "gelişen durum" un sebep olduğu kabul edilmektedir. Ancak; gelişen durum, olaya bağlı vücut bütünlüğündeki kaybın tesbiti, tedavi gerektiriyorsa tedavi için geçecek sürenin sonunda kaybın tesbiti için zaman gerekiyorsa sözkonusu olur. Olaya bağlı tedavinin bittiği tarih itibariyle davacı kendiliğinden veya bir kurumun yönlendirmesi ile vücut bütünlüğündeki kaybı ve bu kayba dayalı zararı bilebileceğine göre, zamanaşımı başlangıcının bu tarihten sonraya götürülmesinin haklı nedeni olamaz. Aksinin kabulü hakkın kötüye kullanılması sonuncunu doğurabilir. İçtihatlar da bu doğrultudadır. Örnek Y.4.H.D. 15.19.1985 gün ve 5988-8202, 23.3.1989 gün ve 2286-2659 sayılı kararlarında "iyileşmenin gerçekleştiği tarih zamanaşımına başlangıç alınır. Gelişen durumda zamanaşımı başlangıcı ve gelişmenin son bulduğu tarihtir. Rapor tarihi esas alınmaz" denmektedir. Aslolan zararın ne olduğunun bilindiği tarih değil bilinebileceği tarihtir. Olay tarihine en yakın hangi tarihte zararın öğrenilmesi imkanı doğmuşsa zamanaşımı bu tarihte başlamalıdır.
Eldeki davada 24.1.1995 tarihinde meydana gelen olay nedeniyle mağdurun tedavisi 2.3.1995 tarihine kadar sürmüş, bu tarihten sonra tedavi ile ilgili herhangi bir işlem yapılmamıştır. Bu olayda zamanaşımı olay tarihinde başlatılamaz. Çünkü; olay tarihi ile tedavinin bittiği tarih olan 2.3.1995 arasında gelişen durum vardır. Gelişen durumun sona erdiği bu tarihten sonra zamanaşımının başlamasını engelleyen bir durum yoktur. Kararda sözü edilen Adli Tıp raporu tedavinin bittiği tarih itibariyle de aldırılabilir idi. Nitekim davacı ilk davayı da sözü edilen raporun almış tarihinden önce açmıştır.
Zamanaşımı 2.3.1995 tarihinde işlemeye başlayan bu işte 3.10.1996 tarihinde açılan dava için mahkemenin zamanaşımı nedeniyle yerdiği red kararı doğru olmuştur. Bu davada zamanaşımının rapor tarihi olan 22.11.1995 de başlamasını kabul etmenin haklı gerekçesi yoktur. Bu nedenle özel dairenin bozma kararına katılmadığım gibi Yüce Genel Kurul'un bozma kararına da katılamıyorum.
Salim ÖZTUNA 4. Hukuk Dairesi Üyesi