 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no: 1999/1-114
Karar no: 1999/116
T: 24.2.1999
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TAPU İPTALİ TESCİL VEYA TENKİS DAVASI ( Bakım Alacaklısının Akit Tarihinde Bakım Gereksinimi İçinde Bulunmasının Zorunlu Olmaması )
- ÖLÜNCEYE KADAR BAKMA AKDİ ( Bakım Alacaklısının Akit Tarihinde Bakım Gereksinimi İçinde Bulunmasının Zorunlu Olmaması )
- ÖZEL GEREKSİNİM ( Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Geçerliliği İçin Bakım Alacaklısının Akit Tarihinde Bakım Gereksinimi İçinde Bulunmasının Zorunlu Olmaması )
- MUVAZAA ( Ölünceye Kadar Bakma Akitlerinde Muvazaa İddiası Karşısında Tarafların Gerçek İrade ve Amaçlarının Saptanmasının Gerekmesi )
818/m.18,511
DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptali, tescil veya tenkis" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tekirdağ Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 26.1.1998 tarih ve 1992/348 E., 1998/22 K. sayılı kararın incelenmesi, davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 22.4.1998 tarih ve 1998/4517-5035 sayılı ilamı ile; ( ... Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre temlike konu taşınmazlardan kadastroca davalı adına tespit ve tescil edilen 1823 sayılı parselin kadastro tutanağında miras bırakanın muvafakat beyanı bulunduğundan, bu parsel hakkında muvazaa iddiasının dinlenme olanağı yoktur. Anılan taşınmaz yönünden davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, davacıların bu parsele ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine; ancak, ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile temlik edilen parsellere yönelik temyiz itirazlarına gelince; bilindiği üzere ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır ( BK mad.511 ). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer ( BK mad.514 ). Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması, ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikinde muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. en sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, aslolan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır ( BK mad.18 ). Şayet, bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse ( örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise ), bu takdirde akdin ivazlı ( bedel karşılığı ) olduğundan söz edilemez, akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İnançlan Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fıziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Somut olayda ise, toplanan deliller yukarıda açıklanan ilkelere göre değerlendirildiğinde ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile devredilen 2802, 2839, 3072 sayılı parsellerin mirastan mal kaçırma amacına yönelik olarak muvazaalı şekilde devredildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Hal böyle olunca bu parseller yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacılar vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.2.1999 tarihinde, oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Tarafların babalarının 1956 yılında ölümünden sonra anneleri ve miras bırakanları Faika'nın davalıya sığındığı, sağlık durumunun iyi olmadığı, kalp ameliyatı geçirdiği, tek başına yaşamını sürdüremeyecek kadar hasta olduğu davalının 20-25 seneden beri annesini yanına alarak her nevi bakımını üstlendiği kasabaya gidemeyecek durumda olduğundan, tedavisi ile ilgilinen doktorun zaman zaman köye getirtilip tedavisinin davalı tarafından yapıldığı, tedavi giderlerinin davalı tarafından karşılandığı, tedaviyi yapan doktor, tarafların kardeşi R., enişteleri H. ve diğer tarafsız tanıklarca ifade edilmiştir. Tanık H., davacıların zaman zaman annelerinin ölümü için dua ettiklerine tanık olduğunu belirtmiştir. Davacıların anneleri ile ilgilenmediği, yine tanık sözlerinden anlaşılmaktadır. Ölünceye kadar bakma sözleşmesine konu olan üç parça tarlanın 1992 yılındaki toplam değeri 150.000.000.-TL taşınmazlar, köyde ve tarla vasfındadır. 1991 olan ölüm tarihinde temlikin yapıldığı 1985 tarihinde taşınmazların değerinin çok daha düşük olacağı kuşkusuzdur. Bir kimsenin tüm mal varlığını satış gibi göstererek aslında bağışlaması kural olarak danışıklı işlem olarak değerlendirilir. Ancak bu kural kesin değildir. Kökleşen yargı kararları ile kurala belirli koşulların varlığı halinde ayrıcalık ( istisna ) tanınmıştır.
Ayrıcalı durumun ne olabileceğinin açıklanmasından önce Borçlar Kanunu'nun 511. ve sonraki maddeleriyle düzenlenen ölünceye kadar bakma sözleşmesinin tanımının yapılması gerekir. Öğretide bakım sözleşmesi; iki yanlı, karşılıklı edimleri içeren karma nitelikli talih ve tesadüfe bağlı bir sözleşme olarak tanımlanmaktadır. Sözleşmenin nesnel koşullara göre önemli ögelerinden biri, edimler arasındaki dengedir. Bakım alacaklısının edimi belirlidir. Bakım borçlusunun edimi ise belirli değildir. Hayatın olağan akışı içinde bakım borçlusunun bakım süresi, bakımm ağırlığı, şekli konusunda nelerle karşılaşacağı zamanla belirlenir hale gelecektir.
Bu nedenle doktrinde bu gibi sözleşmelere talih ve tesadüf sözleşmeleri denilmektedir. Sözleşmenin geçerliği için bakım alacaklısının sözleşme tarihinde bakıma muhtaç olması zorunluluğu da bulunmamaktadır. Bu konu uygulamada hakim görüş olarak benimsenmiş olan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 16.3.1988 tarih ve 2406-4030 sayılı karan ile açıklığa kavuşturmuş ve Hukuk Genel Kurulu'nda benimsenmiş olduğundan, metin kısaltılarak aynen alınmıştır.
"Murisin yaptığı ölünceye kadar bakma akitleri ivazlı tasarruflardan olup, tenkisi istenemez. Ölünceye kadar bakma akdi, niteliği itibariyle güvence sağlayan bir akittir. Bakıp gözetme borcunun kapsamı ne akdin başında ne de devamı sırasında belli olmayıp, bakım alacaklısının hayatı boyunca oluşacak şartları tayin eder. Esasen ölünceye kadar bakma akdini hizmet akdinden ayıran unsurda bu yöndür.
* Borçlar Kanunu'nun 511. maddesi, bakım alacaklısı yönünden gerçek kişi olması dışında özel bir nitelik öngörmemiştir. Bakım alacaklılarının akit anında özel bakıma muhtaç durumda olmasını aramak kanunda bulunmayan bir unsur ilave etmek olur. Aksi kararlaştırılmadıkça akdin, bakım alacaklısına sağladığı menfaatler sosyal duruma uygun ikamet, beslenme ve giyinme, görüp gözetme gibi ihtiyaçlarının karşılanmasıdır [BK. mad.514]. Bu ihtiyaçların karşılanmasını sağlayacak maddi desteğin ve alacağını önceden kestirmek mümkün olamaz. Hayatın idamesi için gerekli asgari şartları sağlayacak nafakaya borçlu olabilecek kimse ile ölünceye kadar bakma akdi yapmayı engelleyen bir kanun hükmü yoktur.
* Kaldı ki bu akdin hedefi nafaka veya ahlaki görevleri kadar bir maddi destek elde etmek değil, tarafların bilhassa bakım alacaklısının sosyal durumuna uygun bir bakım elde etmektir. Bu sebeplerle mirasçı olabilecek kimselerle yapılmış olan ölünceye kadar bakma akdinin in'ikadı sırasında özel bakıma muhtaç bulunmamak veya akitten sonra çok kısa yaşamak, bu akdin mahfuz hisse kurallarını bertaraf maksadına matuf olduğunu kabule yeterli değildir. Sözleşmesinin mahfuz hisse kurallarını bertarafa yönelik olduğu yönünde başka bir delil yokken, tenkise karar verilmesi doğru bulunmamıştır ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.3.1998 tarihli ve 814/247 sayılı karan ve ayrıca aynı doğrultuda Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 25.2.1993 tarih ve 2285-2771 sayılı kararları ).
Görüldüğü gibi benimsenen ilke alacaklının kişisel durumuna, sağlığına uygun olacak bir bakımın sağlanmasıdır ( Belirtilen yukandaki karar tüm mal varlığının temlikini kapsamaktadır ). Yaşlandıkça hayatla olan mücadelede güçsüzleşen insanın, kendisine yardım edecek, yalnızlığını paylaşacak, sevincine, tasasına ortak olabilecek birilerine gereksinme duyması doğal içgüdü gereğidir.
Bakım sözleşmesinin yasallaştırılmasında ve kişilerin bu sözleşmeye başvurma gereksinimi duymasında amil olan gerçek amaç budur.
Bu amaçladır ki; özellikle miras bırakan ile yararına sicil oluşturulan arasında düşünce ve işbirliği olarak ifade edilebilecek gerçek amacın gizlendiğine
dair irade birliğinin danışık ( muvazaa ) işlem için var olup olmaması önem taşımaktadır ( Hukuk Genel Kurulu 28.1.1990 tarih ve 440-595 sayılı kararı ).
Bakım alacaklısı mirasçıları arasında, mirasçılar arasında bulunmamışsa, yakınlan arasından üçüncü kişilerden kendisine gereği gibi bakıp gözetecek kimseyi yaşam boyu; edindiği deneyimlerle o güne kadarki tutum ve davranışları, ahlaki değeri kendisine karşı gösterilen ilgiyi, ilgilinin niteliğine, samimiyetini değerlendirerek yapacağı sözleşme ile ortaya koyar.
Sözleşmenin danışıklı olup olmadığının değerlendirilmesinde bu koşulların ayrı ayrı tartışılması sonucuna uygun yorum yapılmış olmasını gerektirir. Yukarıda açıklandığı gibi, karşı edinimin niteliği, azlığı, çokluğu, yükleyeceği külfeti önceden belirli olmadığından, karşılıklar ( ivazlar ) arasında açık farklılığın bulunması, miras bırakanın tüm mal varlığına bakım karşılığı olarak vermiş olması ( nesnel koşul ) danışıklı işlem olarak kabul için yeterli değildir. Nesnel koşulun öznel ( subjektif ) koşullarla da doğrulanması gerekir.
Somut olayda: Miras bırakan 1323 doğumludur. Davalının yardımı ile kalp ameliyatı geçirmiştir. 1956 yılında kocasını kaybetmiş davalıya sığınmıştır. Dinlenen tanıklar bakım alacaklısı miras bırakanın tek başına yardım edilmeden yaşantısını sürdüremediğini 25 yıldır, bakımının davalı tarafından sağladığını, yanında barındırıp tüm tedavilerini yaptırdığını belirtmişlerdir. Tedavi ile ilgilenen doktor maddi olguyu doğrulamış, hastanın kasabaya gelemeyecek durumda olması nedeniyle zaman zaman tedavi için köye gittiğini, tedavi giderlerinin davalı tarafından karşılandığını açıklamıştır. Davalının savını doğrulayan tanıklardan biri tarafların kardeşi, diğeri enişteleridir.
Bu durum davacı tanıklarınca da yalanlanmamıştır. O halde davalının bakım görevini en iyi şekilde yaptığının kabulü gerekir.
Bakım alacaklısının ortaya koyduğu ve tüm mal varlığını oluşturan 3 adet tarlasının 1992 yılındaki toplam değeri 150.000.000 TL civarındadır ( bilirkişi tespiti ). Ortaya konan karşılık kalp ameliyatını dahi karşılamaktan yoksundur. Hal böyle olunca, edinimler arasında dengesizlikten söz edilemez. Tanıklarda taşınmazların gerçek anlamda bakıma karşılık olduğunu doğrulamışlardır. Bu durumda soyut olarak genel bir ilkeden hareketle tüm mal varlığının bakım karşılığı olarak temlikinin danışık olarak değerlendirilmesi adalet duygularıyla bağdaşmaz. 7.4.1993 tarih, 1-780-146 Sayılı Hukuk Genel Kurulu Karan'nda: ( ... Asıl saptanması gereken temlikte bağış iradesinin üstün tutulup tutulmadığının belirlenmesidir. Bunun saptanması için de akit tarihinde murisin yaşı, iıziki ve genel sağlık durumu, elinde bulunan malların mevcudu, aile koşulları, temlik edilen malın miktarının birlikte değerlendirilerek sözleşme konusu malın tüm mal varlığını içerisinde temlikin hoşgörü ile karşılanabilecek bir sınır içerisinde kalıp kalmadığının araştırılmasından yararlanılacağı kuşkusuzdur... )
Hukuk Genel Kurulu bu kararıyla işlemin özel koşullara göre değerlendirilmesini öngörmüştür.
1963 tarihinden murisin ölümü olan 1991 yılına kadar bakım görevini özenle yerine getiren davalının, bakım görevini gereği gibi özenle yerine getirileceği inancında olan miras bırakanın iradelerinin bağış konusunda birleşebileceği, görünüşteki ( Ö.K. B.S. ) bakım sözleşmesinin gerçek amacı gizlemeye yönelik olacağının kabulü hayatın olağan akışı içindeki, olağan insan davranışları ile bağdaştırılması olası değildir.
Hal böyle olunca; hükmün belirtilen olguların değerlendirilmesi, edimler arasındaki dengelerin karşılaştırılması, gerekçelendirilmesi yönünde değişik bir bozma yapılması gerektiğini düşündüğümüzden yalın olarak değeri ne olursa olsun, karşı edimle denge sağlansın sağlanmasın tüm mal varlığının bakıma karşılık gösterilmesinin mirasçılardan mal kaçırma amacı taşıdığını sözleşmenin bu nedenlerle danışık olarak kabul edilmesi şeklinde belirlenen sayın çoğunluk görüşlerine katılmıyoruz.
Erbay Taylan Nedim Turhan 19 H.D. 2. H.D.