 |
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1998/20-731
K. 1998/807
T. 11.11.1998
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "Kadastro-Orman tahdidine itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kaş Kadastro Mahkemesince davanın kısmen kabul-kısmen reddine dair verilen 2.6.1994 gün ve 1993/114 E-1994/69 K. sayılı kararın incelenmesi Hazine-Orman yönetimi vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi'nin 20.12.1994 gün ve 1994/8982-15827 sayılı ilamiyle; ( ...Kaş Merkez mahallesi Çatal mevkiinde yer alan 44 ada 82 parsel sayılı taşınmaz ile 46 ada 1, 2, 3 sayılı parsellerin tespitine karşı, Hazine; tümünün devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden bulunduğu, Orman Yönetimi ise 44 ada 82 ve 46 ada 1 sayılı parsellerin orman olduğu iddiasıyla kadastro tespitine; gerçek kişilerden Mehmet Karahaliloğlu mirasçıları, 46 ada 1 ve 44 ada 82 sayılı parsellerin, Musa ve Mehmet Öztürk ise tapuları kapsamındaki kesimlerin orman tahdidi içerisine alınmasına karşın orman tahdidine itiraz davalarını açmışlar; GENTA A.Ş taşınmazları satın aldığı iddiasıyla davaya katılmış; mahkemece, bozmaya uyulduktan sonra, Genta A.Ş. istemi bakımından görevsizliğe, Orman Yönetimi davasının reddine, Hazine davasının kısmen kabul ve kısmen reddine, gerçek kişilerin orman tahdidine itiraza ilişkin davalarının kabulüne, orman tahdidinin iptaline, orman tahdit sınırı içerisine alınan yerlerin orman olmadığının tespitine, 46 ada 3 parselde ( C ) ve ( D ), 44 ada 82 parselde ( F ) harfi ile işaretli kesimlerin s i t alanı içerisinde kaldığını beyanlar hanesinde belirtilmesine, 46 ada l parselde 3070 metrekarelik kesimin yol olarak tapulama harici bırakılmasına, çekişmeli parsellerin yukarıda anılan kesimlerin sit alanı içinde bulunduklarına dair şerh konulmak suretiyle gerçek kişiler adına tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm Hazine ve Orman Yönetimi tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece yapılan inceleme ve araştırma yazılı biçimde hükme yeterli ve elverişli olmadığı gibi, bozmaya uyulmasına rağmen bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiş, orman sınırlandırmaların nitelik ve kapsamlarının belirlenmesinde yanılgıya düşülmüş; her davanın kendi koşulları ve dosyasının içeriğine göre çözümlenmesi, evvelce çevrede başka kesimlerle ilgili olarak geçmiş davalar ve sonuçlarının görülmekte olan dava için hiçbir zaman emsal teşkil etmeyeceği; Türk Hukuk sisteminde Yargıcın sadece İnançları Birleştirme Kararlarına uymakla zorunlu olup, diğer yargı kararları ve içtihatlarından yararlanmakla beraber, sırf olayına özgü kararların emsal kabul edilemeyeceği; ancak, kökleşmiş ve kurallaşmış uygulamaların emsal olabileceği; yargıcın, her davada, somut delilleri arayıp bulmak suretiyle gerçeğe ulaşmak; özellikle, kamu düzenini ilgilendiren ve kamu mallarının niteliğini belirleyen hususlarda, kararını objektif delillere dayandırmak zorunda bulunduğu; eldeki dava bakımından gerçeği yansıtmayan ve olayına has olan bir kararın Yargıtayca onanmış olmasının yargıcı, gerçeği arayıp bulma zorunluluğundan kurtaramayacağı; Dairemizin kuruluşu tarihinden itibaren, mahkemenin karar tarihine kadar, bu yolda verilmiş bir kararına rastlanmadığı gibi, gerek bozmada işaret edilen hususların ve gerekse, artık, kökleşmiş ve kurallaşmış içtihadının da bu yolda olmadığı nazara alınmamış; yanlış gerekçe ile sonuca gidilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki; 6831 Sayılı Orman Kanunun 2896 sayılı Yasa ile değişik 7/1 maddesi uyarınca, evvelce sınırlandırılması yapılmış olup da, herhangi bir nedenle orman sınırlaması dışında kalmış ormanların kadastrosunun yapılması görevi de kadastro komisyonlarına verildiğine göre, bu gibi yerlerde yeniden sınırlandırma yapılmasının yasal dayanağı vardır ve mahkemenin aksi yöndeki görüşü, eldeki davanın konusu itibariyle hukuki dayanaktan yoksundur. Kaldı ki; mahkemenin, 1947 yılında yapıldığı belirtilen orman tahdit çalışması sırasında, çekişmeli taşınmazların bulunduğu yöreyi çalışma kapsamına alınmasına rağmen, orman sınırı dışarısında bıraktığına dair belirlemesi de toplanan delillere aykırıdır. Şöyle ki; çekişmeli taşınmazlar, Kaş-Merkez mahallesi sınırları içerisinde olup, getirtilen 1947 çalışmalarının ilanına ilişkin tutanaklara göre; mazbatalar, Çukurbağ ve Ağullu köylerinde askıya çıkarılmıştır. Ayrıca, yerinde yapılan keşif sırasında uygulanan 1947 yılı orman tahdit mazbata ve haritasına göre, parseller bu tahdidin en yakın sınırına kilometrelerce uzakta bulunmaktadır. 1947'de belirlenen orman sınırının çekişmeli taşınmazların bulunduğu Çukurbağ yarımadasının coğrafi sınırından geçirilmiş olması, bu yarımadanın incelemeye tabi tutulmakla beraber, orman sayılan yerlerden bulunmadığı için dışarıda bırakıldığını göstermez. Dosyada mevcut mazbatalarda bu yolda bir açıklama bulunmamasına rağmen, bilirkişilerin görevlerini aşarak bildirdikleri varsayıma dayalı görüşleri bilimsel ve hukuki kabul edilemez. Uzman bilirkişilerin görevinin, kendilerine verilen teknik ve bilimsel incelemeyi gerektiren konularda inceleme yaparak düşünce bildirmekten ibaret olduğu gözardı edilerek, hiçbir delile dayalı olmayan görüşlerinin başka davalarda da benimsendiğinden bahsile, hükme dayanak alınmasının hiçbir hukuki yanı yoktur. Eldeki davada toplanan deliller, 1947 yılında çekişmeli taşınmazların bulunduğu yörenin inceleme kapsamına alınarak, dışarıda bırakıldığının kabulüne elverişli değildir. Bu itibarla; gerek yukarıda anılan yasal düzenleme ve gerekse mevcut deliller bakımından, 19.08.1987 günü ilan edilen tahdit çalışmalarını ilkn sınırlandırma niteliğinde bulunduğu kabul edilmek gerekir.
Orman Yönetiminin kadastro tespitine itiraz davası ile gerçek kişilerin Yönetim aleyhinde açtıkları orman tahdidine itirazda davaları 44 ada, 82 parsel ile 46 ada parsele yöneliktir. Bu parseller içerisinde orman sınırı içerisine alınan kesimleri kapsamaktadır. Yapılan uygulamada anılan parsellerin 11.11.1986 gün ve 3 sayılı tutanaklarla orman sınırı içerisine alındığı; bitki örtüsü itibariyle zeytin, genista, keçi boynuzu, sakız ve diğer otsu ve odunsu bitkilerle kaplı olup, toprak yapısı itibariyle ana kalker tabaka arasında toprak bulunduğu, meylin %10 ve bazı kesimlerde daha fazla olduğu, memleket haritasında, yapraklı ağaçlar bölümünde görüldüğü, amenajman planında bozuk baltalık ve makilik alanda işaret edildiği belirtildikten sonra, 3573 sayılı yasadan vesaireden bahsile ve saptanan toprak yapısıyla bitki örtüsüne ve konumuna ters düşecek biçimde orman sayılmayan yerlerden bulunduğu biçiminde rapor verilmiş ve mahkemece bu rapor aynen benimsenmek ve evvelce yapılan sınırlandırmada taşınmazın dışarıda bırakılmasının 3573 Sayılı Yasadan kaynaklandığından bahsedilmek suretiyle sonuca gidilmiştir. Gerçek kişilerin dayandığı tapu kaydı, 4 dönümlük tarla cinsli yere aittir. Bu kayda dayanılarak çekişmeli yerin 6831 sayılı Orman Kanununun 2896 sayılı Yasa ile değişik 1/1 maddesinde yazılı sahipli arazideki aşılı ve aşısız zeytinlik olarak kabulü mümkün bulunmadığı gibi, 3573 sayılı Zeytinliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki Yasa hükümleri uyarınca, tahsis, tevzi ve ıslah edilmiş yerlerden de değildir. Bu sebeple, anılan yasadan bahsile ve kıyas yoluyla taşınmazın orman istisnası kabulüne olanak yoktur. Çekişmeli taşınmazların uzman bilirkişiler tarafından saptanan konumu, toprak yapısı ve bitki örtüsü itibariyle öncesi ve halihazır durumları bakımından orman sayılan yerlerden bulunduklarını göstermesine rağmen aksine düşüncelerle orman sayılmayan yerlerden bulundukları sonucuna varılmasında bilimsel ve hukuksal açıdan isabet yoktur. Esasen, uzman bilirkişilerin görevi, kendilerine tevdi edilen konuda teknik, maddi ve idari konularda inceleme yapıp bilimsel verilere uygun rapor vermekten ibaret olup, buna göre işin hukuki yanını tayin yargıcın görevidir. Mahkemece, bu husus gözardı edilerek, görevleri dışına çıkmak suretiyle yapılan hukuki değerlendirmeye yanlış gerekçe ile katılmak suretiyle, 82 ve l parsel sayılı taşınmazların orman niteliği ile orman sınırı içerisine alınan kesimlerine ait Orman Yönetimi davasının kabulü ile bu kesimlerin orman niteliği ile Hazine adına tescili yolunda hüküm kurulması gerekirken, aksine düşüncelerle Yönetimin davasının reddine, gerçek kişilerin istemlerinin kabulüne karar verilmesinde isabet yoktur. Orman Yönetiminin bu kesimlere yönelik temyiz itirazları yerindedir.
Çekişmeli parsellerin mümeyyiz Hazine ile olan uyuşmazlık bakımından ise, yapılan inceleme ve araştırma yeterli görülmemiştir.
Davacı tarafın dayandığı kayıt uygulamasında, ince Boğaz sınırının karada bulunduğu ifade edildiğine ve bunun bucak denizi ile Akdeniz arasındaki boğaz olduğundan söz edildiğine göre, sabit sınır olarak kabulü ve temyiz kapsamının öteki tarafındaki kişi arazilerine kadar götürülmesine yasal olanak yoktur. Tapu kaydı miktarıyla geçerlidir. Kapsamı Hocaoğlu tarlası ile kuzey ve güneyi sabit sınır kabul edilmek suretiyle dört dönümlük bir yere ait kabul edilerek kapsamı tayin edilmelidir.
Kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde. Belediye Meclisince düzenlenmiş krokiye değer verilmesinde de isabet yoktur. Deniz sınırının saptanabilmesi için, bozmada değinildiği üzere, 3621 sayılı Kıyı Yasası ve bu Yasanın 4. ve 5. maddelerini değiştiren 3830 sayılı Yasa uyarınca kıyı şeridinin belirlenmiş olup olmadığı, belirlenmiş ise bu şeridin, aynı yasanın 9. maddesine göre, Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onanmış ve bu işlemin kesinleşmiş olup olmadığı, anılan Bakanlık ve Valilikten sorulmalı; varsa, haritası getirilip, uygulanmalı; anılan biçimde yapılmış bir işleme dayalı belirleme yoksa, bu konuda yetkili ve görevli olmayan belediyece düzenlenen haritaya göre, belirleme yapılamayacağı; bu takdirde, gene bozmada değinildiği şekilde 13.03.1972 gün ve 970/7 Esas-972/4 K. sayılı inançları Birleştirme kararı uyarınca, kıyı şeridi, mahkemece, belirlenmelidir.
Mahkemece, getirtilen belgelere göre, çekişmeli parseller kısmen doğal sit alanı içerisine alınmış; ancak mahkemece, taşınmazlar üzerinde görsel kalıntı bulunmadığından bahsile, bu olguya değer verilmeyerek sonuca gidilmiştir. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasasının "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını düzenleyen ikinci bölümünde, bunların belirlenmesi, bununla ilgili karar alma yetkisine sahip organlar, edinme, kullanma ve devri gibi hususlarda kültür varlıklarıyla tabiat varlıkları arasında bir ayrım yapmamış; anılan yasanın 5. maddesi ile bunlar devlet malı sayılmıştır. Bu sebeple, tabiat varlığı olarak korumaya alınan kesimlerle ilgili işlemlerin kesinleşmiş bulunması sebebiyle mahkemece, niteliklerinin ve statülerinin tartışılamayacağı; tapu kapsamı dışarısında kalan kesimlerinin aynı yasanın 11/ilk maddesinin son tümcesi uyarınca zilyetlikle edinilemeyeceği ancak, tapu kapsamı içerisinde bulunduğu saptanan kesimlerin korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı olduğu belirtilmek suretiyle maliklerine bırakılabileceği dikkate alınmamıştır.
Getirtilen belgelere göre, çekişmeli taşınmazların bulunduğu yörenin 1976 yılında Kaş Belediyesi mülki sınırı içerisine alındığı bildirilmiştir. Mahkemece, çekişmeli taşınmazların tümüyle tapu kapsamı içerisinde kaldığından söz edilmiş ise de, yukarıda değinildiği gibi kayıt 4 dönümlük bir kesime ait olup, bu kayıt ile orman kıyı çizgisi ve sit alanı dışında kalan kesimlerin, taşınmazın öncesi itibariyle ancak imar ve ihya yoluyla edinilebilir yerlerden bulunduğunun anlaşılması ve 3402 sayılı Kadastro Yasasının 17/son maddesi uyarınca, taşınmazların bu kesimlerinin belediye imar planı içerisine alınmasından sonra bu yolla edinilmesi mümkün bulunmadığından, imar ve ihya yoluyla edinme koşullarının hangi tarihte gerçekleştiği de araştırılmamıştır.
O halde Hazine ile olan uyuşmazlık bakımından yapılacak iş, tapu kaydının değişken sınırlı bulunduğu dikkate alınmak suretiyle, kapsamı belirlendikten sonra, yukarıda değinildiği biçimde zilyetlikle edinme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti ve varılacak sonuç dairesinde bir karar verilmesinden ibarettir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TFMYİZ EDENLER : Hazine ve Orman Yönetimi vekilleri
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara,mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özel delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ : Hazine ve Orman Yönetimi vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA , 11.11.1998 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY AÇIKLAMASI : Orman idaresi ile ihtilaflı olan dava konusu taşınmazların orman sayılan yerlerden olmadığı ve haziran 929 gün ve 4 sayılı, 4 dönüm miktarlı ve tarla nitelikli taşınmaza ait tapu kaydının, aynı zamanda 1938 yılında oluşan 1 tahrir sayılı ve taşlık niteliğindeki taşınmaza ait olduğu cinsi hanesin de yazılı bulunan vergi kaydının kapsamında kaldığı gerekçe gösterilerek hüküm oluşturulmuş ise de aşağıdaki nedenlerle bu görüşlere katılmıyoruz.
1- Taşınmazların 1947 yılında yapılan orman tahdidi sırasında tahdid dışında bırakıldığı, dosya içeriği ile anlaşılmaktadır. Nevarki, Yargıtay bozma kararından önceki 3.11.1990 günlü Necdet Genç tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda taşınmazlar üzerindeki bitki örtüsünün %60 oranında delicelikten aşılanmış zeytin, %15'inin aşısız zeytin, %10'nunun harnup, %10'nun da maki florasından oluştuğu ve taşınmazların meyil durumunun %40'a ulaştığı, ortalama %20 olduğu görüşlerine yer verilmiş iken, bozma kararından sonraki 29.7.1993 havale tarihli bilirkişi kurulu raporunda taşınmazların eğiminin bazı kısımlarda %10, bazı kısımlarda ise daha dik olarak belirlendiği açıklanmış ancak; genel eğim durumu konusunda net bir şey söylenmemiştir. Aynı raporda; taşınmazların 1947 yılında yapılan orman kadastrosu sırasında orman sınırları dışında bırakılması nedeni olarak 3573 sayılı Kanunun uygulanması gösterilmiş ancak taşınmazların bulunduğu yerde 3573 sayılı Kanunun uygulanmadığı dosya içeriği ile anlaşılmıştır. 3573 sayılı Kanunun 2. maddesinde; orman içinde bulunan ve aşılı hale getirilecek olan bütün yabani zeytinliklerin ziraat vekaletince tespit ve ilan olunacağı belirtilmiş ve 4. maddesinde de bu gibi taşınmazların isteklilerine tevzi edileceği, ondan sonra gelen maddelerinde kendilerine orman içindeki yabani zeytinliklerin aşılanması ve ıslahı için arazi tevzi edilen kişilerin taşınmazları ıslah etmesinden sonra onlara tahsis ve temlik yapılacağı öngörülmüştür.
Uyuşmazlık konusu olayda taşınmazlarda hak iddia eden tapu kaydı ve zilyetliğe dayanan kişilerin bu yasa çerçevesinde başvuruda bulunmadıkları ve kendilerine belirtilen yasa hükmüne göre tahsis ve temlik yapılmadığı açıkça dosya içeriği ile bilirkişi raporlarından anlaşılmaktadır. Bu durumda taşınmazların 3573 sayılı Yasa gereğince orman niteliğini yitirdiği görüşü gerçeğe aykırıdır, öte yandan aynı bilirkişi kurulu taşınmazların askeri haritalarda ve orman amenajman haritasında yapraklı ağaçlık ve bozuk baltalık olarak gösterildiğini açıklamışlardır. Bütün bu durumlar karşısında taşınmazların 1947 yılında yapılan ve ilçenin başka bölgelerindeki ormanlık alanla ilgili orman tahdidi sırasında tahdidinin yapılmamış olması çekişmeli taşınmazların orman olmadığının kabulü için yeterli değildir. Açıklanan bilirkişi raporlarından taşınmazların ortalama eğiminin %20 civarında olduğu belirlendiğine göre tümünün maki florası ile kaplı olduğu kabul edilse bile toprak muhafaza karakteri taşıdıkları bir gerçektir. Çünkü taşınmazların ana yapı olarak zemininin kayalık olduğu ve üzerindeki toprağın bu maki florası ile korunduğu, belirtilen 29.7.1993 havale tarihli bilirkişi raporunun dikkatli şekilde incelenmesinden anlaşılmaktadır.
Bilirkişiler; taşınmazların içindeki toprak alanın kayaların arasında cep şeklinde olduğunu ve bu toprağın kalker kayalarca korunduğunu açıklamışlardır. Bu taşınmazların içinde sürülebilen toprak zeminli ve kültür arazisi olarak kullanılabilecek alanın cep biçiminde küçük parçalardan oluştuğu, esasen bu kesimlerde tarım aletleri kullanılarak değil, kazma ve kürekle kazılarak nohut, mercimek, soğan gibi ürünlerin yetiştirildiği ziraatçi ve orman uzmanı bilirkişi raporlarıyla sabittir. Cep şeklindeki kültür arazisi olarak kullanılabilen kesimlerin dışında kalan geniş arazi ise kalker kayalarının üzerinde tarih boyuncu oluşmuş toprak tabakasıda barındırıp beslediği, üzerindeki yabani zeytin, harnup ve diğer ağaç ve ağaççıklar ile maki florasından oluşan bitki örtüsü tarafından korunmaktadır. Bu bitki örtüsünün kaldırılması halinde ana kayaların üzerindeki toprağın yer yer %40 varan eğim nedeni ile denize akıp gideceği açıktır. Bilirkişiler toprak koruma karakterinin olmamasını toprağın küçük parçalardan oluşan cep şeklinde bulunması ve meyilinde az olmasına bağlamaktadır. Oysa meyilin O ila %40 arasında olduğu iki ormancı bilirkişi raporunun birlikte incelenmesi ve dosyada bulunan münhalili haritaların tetkiki ile ortaya çıkmaktadır.
Hal böyle iken bilirkişi kurulu kayalar arasında mevcut bulunan küçük toprak parçalarının üzerindeki bitki örtüsü tarafından değil, etrafını çevreleyen kayalarca korunduğunu açıklamış, ancak ana gövdeyi oluşturan kayalığın üzerindeki toprak tabakasının bitki örtüsünce korunduğu gerçeğini gözardı etmiştir. Bu durumda taşınmazların bulunduğu yerde 3573 sayılı Kanun uygulanıp zilyet olduğunu ileri süren kişilere tahsis yapılmadığı gibi 1947 yılında yapılan tahdidte taşınmazların durumu incelenerek orman sınırları dışında bırakma söz konusu olmadığından ve yukarıdaki özelliklerine göre orman olduklarının kabulü zorunludur. Dosyada bulunan dava konusu taşınmazlar ile çevresine ait 13 adet fotoğraf ile kart postalda bu durumu görüntülemektedir.
2- Gerçek kişilerin tutunduğu tapu kaydı 1929 yılında mahkeme kararı ile oluşmuş 4 dönümlük tarla nitelikli taşınmaza ait tapu kaydıdır. Batısında İnceboğaz sınır olarak gösterilmiştir. Tapu kaydının doğu sınırında kişi taşınmazı kuzey ve güneyin de ise deniz sınırda gösterilmiştir. Bu durumda tapu kaydının oluşma nedeni ve taşınmazın cinsi hanesinde tarla olduğunun yazılı bulunması dikkate alındığında; tapu kaydı kapsamındaki alanın batıdaki İnceboğaz'a kadar uzanmadığı, tapu kapsamındaki taşınmazın o tarihte tarla olarak kullanılan 4 dönüm miktarındaki alandan ibaret olduğu ve tapu kaydının yüzölçümü ile geçerli kayıtlardan olduğu anlaşılmaktadır. Aynı kayıt maliklerinin dayandıkları ve 1938 yılında oluşturulan 1 tahrir sayılı vergi kaydında doğu sınır ( kendileri ) olarak gösterilmiş ve böylece tapu kaydı kapsamındaki tarla doğuda sınır olarak belirtilmiştir.
O halde tapu kaydı ile vergi kaydının aynı sınırları taşıdığı görüşü kabul edilemez. Vergi kaydının cinsi taşlıktır. Kültür arazisi olabilecek bir vasıf gösterilmemiştir. Bu durumda; tapu kaydının doğudaki kişi taşınmazına bitişik 4 dönümlük tarla için oluştuğu, vergi kaydınında bu tarladan sonra gelen ve tapu kaydı kapsamındaki taşınmazın batı sınırını oluşturan taşlık ve kayalık alan için oluşturulduğu anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, çekişmeli taşınmazların tümünün tapu kaydı kapsamında olduğunun kabulü mümkün değildir. Vergi kaydı ise mülkiyet belgesi sayılmadığından zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması zorunludur.
3- Taşınmazların zilyetlikle kazanılması ile ilgili görüşlere gelince; Taşınmazların fotoğraflarının incelenmesinde; imar ihyanın tamamlanmadığı açıkça görülmektedir. Ancak, dosyada bulunan keşif tutanaklarında yazılı bilirkişi ve tanık sözlerine göre gerçek kişilerin taşınmazlar üzerindeki yabani zeytinlerin bir kısmını aşıladıkları ve kayalar arasındaki küçük parçalardan oluşan kesimlerde de nohut, mercimek ve soğan gibi mahsul ekerek tasarruf ettikleri belirlenmiştir. Bilirkişi ve tanıklar bu kişilerin taşınmazları imar ve ihya ettiğini söylemişler, dosyada bulunan ve hükme dayanak yapılan 19.8.1993 günlü ziraatçı bilirkişi kurulu raporunda da taşınmazların imar ve ihya edildiği belirtilmiştir. 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihe kadar taşınmaz malların imar ihya yoluyla ve zilyetlikle kazanılması mümkün değildir. Ancak, 3402 sayılı Kanunun 17. maddesi ile orman sayılmayan taşlık ve çalılık gibi yerlerinde imar ihya ve zilyetlikle kazanılabileceği hükmü getirilmiştir. Ancak, aynı maddenin ikinci fıkrasında belediye imar planı içindeki taşınmazların imar ihya ile başlayan zilyetlikle kazanılması mümkün değildir. Dosya içindeki yazılardan taşınmazların bulunduğu yarımadanın 1976 yılında belediye mülki sınırları içine alındığı anlaşılmakta ise de belediye imar planı kapsamında olup olmadığı konusunda araştırma yapılmamıştır. Dosyada bulunan bilirkişi raporları ve haritalarına göre çekişmeli taşınmazların Akdenize doğru bir işaret parmağı gibi uzanan Çukurbağ yarımadasının Kaş tice merkezinden başlayan birinci boğumunu oluşturduğu ve taşınmazların doğu sınırının yerleşim yerine bitişik olduğu ve belediye binasına da 800 metre mesafede bulunduğu sabittir. Bu durumda bütün edinme koşullarının tümü gerçekleşmiş olsa bile taşınmazların belediye imar planı içinde olması durumunda kazanılmaları mümkün değildir.
Mahkemece bu yönler dikkate alınmadığı gibi 13.10.1992 günlü ve hükmüne uyulan bozma kararında değinildiği halde 3621 sayılı Kıyı Kanunu hükmü gereğince taşınmazların bulunduğu yerde yasada öngörüldüğü şekilde kıyı çizgisinin belirlenip belirlenmediği araştırılıp saptanmamış ve jeolog bilirkişi raporu ile hüküm kurulmuştur.
SONUÇ : Çekişmeli taşınmazların sonradan orman kadastrosu sınırları içine alınan kesimlerinin 6831 sayılı Orman Kanunun 1. maddesi hükmüne göre orman sayılan yerlerden olduğu bir gerçektir. Bu konudaki bilirkişi raporlarının sonuç kısımları raporların metin kısımlarıyla çelişkili olup, yukarıda açıklanan nedenlerle gerçeği yansıtmamaktadır. Vergi kaydı hükme dayanak yapılamaz. Tapu kaydı da 4 dönüm miktarlı olup, yüzölçümü ile geçerlidir. Taşınmazların tapu kaydı kapsamı dışında kalan kesimlerinin tümünün imar ihyası tamamlanmamıştır. İmar ve ihya edilen kesimleri yönünden ise 3402 sayılı Kadastro Kanunun 17/2.maddesi gereğince araştırma yapılmamış, bu yasa hükmü gözardı edilmiş olduğu gibi 3621 sayılı Kıyı Kanunu da dikkate alınıp uygulanmamıştır. Bu nedenlerle direnme kararı usul ve kanuna aykırı bulunduğundan onamaya ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.