 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 1998/13-353
Karar No: 1999/929
Tarih: 10.11.1999
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TAZMİNAT DAVASI
- TEMERRÜT FAİZİ
- MUNZAM (EK) ZARAR
KARAR ÖZETİ: Davacı, munzam (ek) zararım istediğine göre; öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zarar miktarım; zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını kanıtlamalıdır. Eğer davacı normal durumlar ve Fiili karineler ile maruf ve meşhur olaylara dayanıyorsa bunun isbatı istenmemelidir. Bilakis davalı (borçlu) sorumluluktan kurtulmak istiyorsa; ya alacaklının (davacının) bir zarara uğratmadığını yada borcunu zamanında ifa etmiş olsa dahi; değeri düşmeyecek bir yatırım yapamayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulur.
O halde; ekonomik nedenlerle; para değerindeki düşme, alım gücündeki azalmada gözönüne alınarak toplanan delillere göre; Ek. 42 ve 43. maddesi çerçevesinde munzam zarara hükmedilmesi gerekir.
(743 s. MK. m. 6, 7, 29)
(818 s. BK. m. 42, 43/2, 103, 105)
(7129 s. BAK. m. 37)
(1211 s. MBK. m. 4, 40)
(2004 s. İİK. m. 8/son)
(1086 s. HUMK. m. 76, 238/2)
Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen 25.2.1997 gün ve 1996/111-1997/53 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesinin 30.6.1997 gün ve 1997/5666-5936 sayılı ilamı ile; (...Davacı, davalı aleyhine açtığı, tazminat davasında verilen 455.200.000 liranın tahsiline dair kararın kesinleştiğini, 20.7.1995 tarihinde ödendiğini, talep tarihi olan 10.5.1993 ile, ödeme tarihi olan 20.7.1995 tarihleri arasında geçen sürede, munzam zararının oluştuğunu öne sürerek, 1.306.787.964 liranın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağının geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı, temerrüt faizi ile karşılanmayan zararım ve miktarım, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki, uygun illiyet bağını, ispat etmekle yükümlüdür.
Ülkemizde seyreden reel enflasyonun yıllık hızı, ortalama %30 - %90 oranında, hatta daha fazla olmak üzere, seyir takip ettiği bilinen gerçektir. Böyle bir ortamda, alacağını zamanında elde eden alacaklının, bunu bir an önce, paranın alım gücü kaybım önleyici, mal veya hizmet yatırımlarına yöneltmesi, banka mevduat faizine, devlet tahviline yatırması veya dövize dönüştürmesi, yaşanan hayat gerçeklerine uygun bir davranış olarak benimsenmelidir. Enflasyon olgusu, belirli düzeylerde devam ettiği müddetçe, buna bağlı olarak para değerinin düşmesi, alım gücünün azalmasından, alacağını geç tahsil eden alacaklının zarar gördüğü, %30 oranlarındaki temerrüt faizinin, bu zararı karşılamaya yetmeyeceği, tartışmasız bir gerçektir. O nedenle hukukumuzda, para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması şeklinde ortaya çıkan zarar istemlerinin, BK.nun 105. maddesi kapsamında yorumlanması kaçınılmazdır. Hal böyle olunca, bu ekonomik olgular, davacının ayrıca zararım ispat yönünden, kanıt getirmesini ortadan kaldırır, normal durumlar ve fiili karineler niteliğinde olduğunun kabulü zorunlu olmaktadır. Davalı bunların aksini ve kusursuzluğunu kanıtlayamamıştır.
Olayımızda davacı, Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1990/111 esas sayılı dosyası ile açtığı davada, satışı yapılan taşınmazların, tapuda devredilmemesi nedeniyle, taşınmazların değeri olan 525.000.000 liranın, faiziyle tahsilini, 10.5.1993 tarihli dilekçesi ile istemiştir. Mahkemece 455.200.000 liranın, 10.5.1993 tarihinden itibaren, %30 faizle tahsiline dair verilen karar, 27.6.1995 tarihinde kesinleşmiştir.
Davacı daha sonra iş bu davayı açarak, temerrüt tarihi olan 10.5.1993 ile, ödeme tarihi olan 20.7.1995 arasında geçen zaman zarfında, enflasyonun etkisi ile, para değerinin düşmesi, alım gücünün azalmasıyla oluşan, munzam zararının ödetilmesini istediği anlaşılmaktadır.
Davalının, 10.5.1993 tarihinde ödemesi gereken asıl borcu ödemeyerek, temerrüde düştüğü, kesinleşen hükümle çok açıktır. Bu durumda mahkemece yapılacak iş; 10.5.1993 temerrüt tarihinden, 20.7.1995 ödeme tarihine kadar geçen zaman zarfında, her yıl itibariyle gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranım, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumunu, mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranlarım, TL. karşısında döviz kurlarım gösteren listeyi, davacıdan istemek, gerektiğinde ilgili resmi kurul ve kuruluşlardan araştırmak, konusunda uzman bilirkişi düşüncesinden de yararlanmak suretiyle, bu süre içinde para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması nedeniyle, ortalama davacı alacaklının maruz kaldığı zarar miktarım, BK.nun 43/2. maddesi hükmü de dikkate alınmak suretiyle tespit etmek, sonra bulunan zarar miktarından davacının icrada tahsil ettiği temerrüt faizini mahsup ederek, bakiyesine davacının munzam zararı olarak hükmetmekten ibarettir.
Mahkemece, belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapılmadan, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir,...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı Vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Bir davada öne sürülen maddi olgulara uygulanacak yasa maddeleri bulmak ve uygulamak ve davanın hukuki nitelendirilmesini belirlemek hakimin doğrudan görevidir (HUMK. md. 76).
Dava hukuksal nitelikçe BK. 105 den kaynaklanan "munzam zarar" istemine ilişkindir.
Anılan yasa maddesine göre "alacaklının duçar .olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini isbat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir".
Munzam zarar sorumluluğu kusura dayanan temerrüdün hukuki bir sonucudur ve borçlunun zararının faizi aşan bölümüdür.
Borçlu para borcunu vadesinde ödemediğinde (temerrüdü oluştuğunda) sözleşme veya yasada belirlenen "gecikme faizi" ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK. 103 uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı isbat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun, kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır.
Bunun dışında, alacaklının uğradığı zarar temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise davada uygulanması gereken BK. 105 gündeme gelir.
Öncelikle, "munzam zarar"ın hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Munzam zarar borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir.
BK. 105, kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekaletsiz iş görme olabilir.
Bu bağlamda hemen belirtelim ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır.
O nedenle, borçlunun munzam zararı, tazmin yükümlülüğü (BK. md. 105), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi (BK. md. 105/2) takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hal böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazi kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zamanaşımı süresi içinde her zaman istenmesi mümkündür.
Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. BK. 105 kusur karinesini benimsemiştir.
Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burda zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz.
Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır.
Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararım, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını isbat etmekle yükümlüdür. Alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir.
Sırası gelmişken belirtelim ki, munzam zarar davalarında alacaklının (davacının) isbat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı genel ispat yöntemlerinde olduğu gibi her olayın kendi yapışı ve özelliği içinde değerlendirmeye tutulmalıdır. Örneğin, yaşayan hayatın gerçekleri ve deneyimlerinin zorunlu kıldığı herkesçe bilinen normal durumlar ile fiili karineler, diğer bir anlatımla MK. 6 da anlamım bulan genel kuralın istisnaları şeklinde ispat yükümünü ortadan kaldıran olgular, ispat hukuku açısından alacaklı yararına değerlendirilmeli, bunların aksini iddia eden borçluya ispat yükünün düştüğü kabul edilmeli en önemlisi hükmedilecek zarar miktarı ve kapsamının tesbitinde B K. 43/2 hükmünden yararlanılmalıdır.
Ülkemizde süregelen hiperenflasyonun yüzde yüzlerde seyrettiği, vadeli mevduatların en az bu oranlarda gelir getirdiği, yabancı para değerinin (kurların) her zaman temerrüt faiz oranlarım aştığı, banka kredilerinin yüzde iki yüze kavuştuğu, paranın iç alım (satım) alma değerinin büyük ölçüde azaldığı tartışmasız, yaşanan bir gerçek olduğu çok açıktır.
Böyle bir enflasyonist ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması örneğin en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesi, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur.
Gerçekte de, anlatılan enflasyonist ortamda yaşayan makul, normal bir kişinin parasını atıl biçimde elde tutmayacağı, gelir getirici bir yatırıma dönüştüreceği, insan yapısının ve menfaatlerim koruma içgüdüsünün de tabii bir sonucudur.
Hal böyle olunca, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu taktirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerinde bifgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir. Yasal deyimi ile "MARUF VE MEŞHUR" vakıalardır ve bunların isbatına gerek yoktur (HUMK. md. 238/2).
Yine Bankalar Kanununun 37. maddesiyle, 1211 sayılı Merkez Bankası Kanununun 4 ve 40 maddeleri gereğince, Hükümet ve Merkez Bankasınca ilan edilen vadeli mevduat faizleri ile Resmi Gazetede yeralan "T.C. Merkez Bankasınca Belirlenen Döviz Kurları ve Devlet İç Borçlanma Senetlerinin Günlük Değerleri" şeklinde gösterilen ve tüm günlük gazetelerde T.R.T. ile özel televizyonlarda da tekrarlanan ilanlar; hukuki güvenlik nedeni ile gerçeği aksettirdiği ve aksi sabit oluncaya kadar yazılı delil oluşturacağı da göz ardı edilemeyecek bir realitedir (MK. md. 7, 29, İİK. md.8/son f).
Bunların yanında, 20.10.1989 T. K.3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında "para her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır" şeklindeki kabulde az yukarıda açıklanan hukuki tesbit ve bulguları doğrulamaktadır. Şu durum karşısında, alacaklının davasında dayandığı maddi olgulara uygulan-ması zorunlu görülen HUMK. md.238/2 ve MK.7 anlamında belirlenen delillerle alacaklı zararının kanıtlandığına ilişkin karinenin vücut bulduğu ve böylece davacının zararım isbat yükümünü ifa ettiği açıktır. Bu aşamadan sonra subut bulan karinenin aksini kanıtlayarak, sorumluluktan kurtulmak isteyen borçlunun; somut olayın özellikleri nedeni ile ya alacaklının bir zarara uğramadığını, yada borcunu zamanında ifa etmiş olsa idi dahi alacaklının borç konuşu miktarı değeri düşmeyecek bir biçimde değerlendiremeyeceğini ispat etmesi gündeme gelebilir.
Az yukarda açıklananların ışığında, mahkemece özel dairenin bozma kararında tesbit edilen yöntem ve araştırmalar eksiksiz yerine getirilmeli BK.42 ve 43/2. maddeleri hükümleri de dikkate alınmak suretiyle toplanan deliller değerlendirilmeli ve hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde belirlenecek munzam zarara hükmedilmelidir.
O nedenle isbat hukuku açısından hatalı gerekçelere dayalı yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince(BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 10.11.1999 gününde, yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.