 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E. 1998/10-229
K. 1998/234
T. 18.3.1998
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
ZARARLANDIRICI SİGORTA OLAYI
RÜCUAN ALACAK DAVASI
DAVA ZAMANAŞIMI
KARAR ÖZETİ: 506 sayılı Kanunun 9 ve 10. maddelerine davalı rücu davaları, on yıllık akdi zamanaşımına tabidir. Zamanaşımı süresinin başlangıcı, herbir gelir artışının, Kurumun yetkili organlarınca onaylandığı tarihtir.
(506 s. SSK. m. 9, 10, 26, 140)
(818 s. BK. m. 125)
(YİBK., 1.7.1994 gün ve E. 1992/3, K. 1994/3 s.)
Taraflar arasındaki "rücuan alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara 4. İş Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen 8.7.1997 gün ve 1994/2114 E- 1997/497 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 18.11.1997 gün ve 1997/6234-8100 sayılı ilamı ile; (... Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 9 ve 10. maddeleri olup, anılan maddelerde öngörülen. yasal koşulların varlığı önceki 1995/2007 esas sayılı rücu davasında kesinleşmiştir.
Davada uyuşmazlık konusu olan husus; zamanaşımının oluşup oluşmadığı ve 506 sayılı Kanunun madde 9-10 çevresinde işveren aleyhine açılan rücu davalarının hangi tür zamanaşımına tabi olduğudur.
506 sayılı Kanunda bu davaların hangi tür zamanaşımına tabi olduğu, süresi ve başlangıç tarihi konusunda özel bir hüküm yoktur. Giderek bu konunun genel hükümler ve özellikle Borçlar Kanununa göre çözümlenmesi zorunludur.
Öncelikle 506 sayılı Kanunun 26. maddesine dayanılarak işveren aleyhine açılan davalarda zamanaşımı süresi işveren ile sigortalı arasındaki hukuki ilişkinin sözleşmeye dayanması nedeniyle Borçlar Kanununun 125. maddesi gereğince 10 yıldır. Başka ifadeyle nasıl sigortalı işveren aleyhine on yıllık zamanaşımı süresi içinde dava açılabiliyorsa, sigortalının haklarına halef olan Kurum dahi on yıl içerisinde dava açabilir.
Öte yandan, 506 sayılı Kanun madde 9-10 da öngörülen işverenin yasal sürede bildirge verme yükümü Kanundan doğmakta isede; bunun kaynağı, sigortalı niteliğinin kazanılması giderek 506 sayılı Kanunun madde 2 çevresinde bir hizmet akdine dayanılarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılmadır. Giderek işverenin 506 sayılı Kanunun 9 ve 10. maddelerde öngörülen yükümü, sigortalı ile işveren arasındaki hizmet ilişkisi ile kazanılan sigortalılık niteliğinin sonucudur. Bu çevrede işveren, çalıştırdığı sigortalıyı kuruma bildirmemek ve primlerini ödememek suretiyle aradaki sözleşmeye aykırı hareket etmektedir. O halde sözleşmeler için kabul edilen on yıllık zamanaşımının burada da uygulanması gerekir.
Diğer yönden, 506 sayılı Kanunun 9 ve 10. maddelerinde zararlandırıcı sigorta olayının vukuunda işverenin kusuru bulunmasa bile sorumluluğuna gidilmektedir. Aynı Kanunun 26. maddesine dayanılarak açılan davalarda ise; işveren kusuru yoksa sorumlu tutulmamaktadır. Bu durumda 10. madde uyarınca açılan davalar, işveren yönünden daha ağır sonuç doğurmaktadır. 506 sayılı Kanunun madde 26 çevresinde açılan davalar on yıllık zamanaşımına tabi olduğuna göre daha ağır sorumluluğu gerektiren 10. maddeye dayanılarak açılan davaları haksız fiil zamanaşımına tabi kılmak çelişkiye yol açacaktır.
Öte yandan, Borçlar Kanunu madde 41'de tanımını bulduğu üzere haksız fiil, hukuka aykırı olarak başkasına zarar veren ve sorumluluk getiren kusurlu davranıştır. Giderek haksız fiilin unsurları eylem-hukuka aykırılık-zarar-kusur ve illiyet bağıdır. Bu çevrede işverenin işçi çalıştırdığını örneği Kurumca hazırlanacak bildirgelerle en geç 1 ay içinde Kuruma bildirmeme eyleminin, hukukça Borçlar Kanunu madde 41 kapsamında bir haksız eylem olduğundan söz edilemez. Zira, Kurumun yasada öngörülen yardımları yapmasına yol açarak Kurumu zarara uğratan olay; işverenin işe giriş bildirgesini vermemesi değil iş kazasıdır. Giderek haksız fiilin unsurlarından olan illiyet bağı unsuru yoktur. Başka ifade ile işverenin işe giriş bildirgesini vermeme hareketi ile Kurumun 506 sayılı Kanunda öngörülen yardımları yapmak suretiyle uğradığı zarar arasında illiyet bağı yoktur. İşverenin bu eyleminin 506 sayılı Kanunun madde 140 uyarınca suç sayılarak cezai yaptırıma bağlanması da, yukarıda öngörülen nedenle bu eyleme haksız fiil niteliği vermez. Giderek haksız fiile ilişkin zamanaşımının, 506 sayılı Kanunun madde 9-10 ile ilgili rücu davalarında uygulanması mümkün değildir.
Bu çevrede 506 sayılı Kanunun 9 ve 10. maddelerine dayalı rücu davaları on yıllık akdi zamanaşımına tabidir ve zamanaşımı süresinin başlangıcı her bir gelir artışının Kurumun yetkili organlarınca onaylandığı tarihtir.
Dava konusu olayda da; davaya konu gelirlerin onay tarihleri 4.9.1987 ve 31.10.1996 olup, dava tarihi 17.12.1996, itibariyle on yıllık zamanaşımı süresi geçmemiştir.
Mahkemece belirtilen maddi ve hukuki esaslar göz önünde tutulmadan yazılı gerekçelerle davanın zamanaşımı nedeniyle reddi usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili:
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava hukuksal nitelikçe, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 9 ve 10. maddelerine davalı Kurumca açılan rücu davasıdır.
Davada çözümlenmesi gereken, bu tür rücu davasında uygulanacak zamanaşımının hukuki niteliğinin belirlemekte toplanmaktadır.
Davayla doğrudan ilgili 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 9 ve 10. maddeleri şöyledir:
Çalıştırılan sigortalıları bildirme:
Madde 9-İşveren, çalıştırdığı sigortalıları, örneği Kurumca hazırlanacak bildirgelerle en geç bir ay içinde Kuruma bildirmeye mecburdur.
Bildirilmeyen sigortalılar için yapılacak işlem:
Madde 10-Sigortalı çalıştırmaya başlandığının süresi içinde Kuruma bildirilmemesi halinde bildirgenin sonradan verildiği veya sigortalı çalıştırıldığının Kurumca tespit edildiği tarihten önce meydana gelen iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık hallerinde ilgililerin sigorta yardımları Kurumca sağlanır.
Sigortalı çalıştırmaya başlandığı kuruma bildirilmiş veya bu husus kurumca tespit edilmiş olmakla beraber yeniden işe alınan sigortalılardan süresi içinde kuruma bildirilmeyenler içinde iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık hallerinde gerekli sigorta yardımları kurumca sağlanır.
Ancak, yukarıdaki fıkralarda belirtilen sigorta olayları için Kurumca yapılan ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesabı edilecek sermaye değerleri tutarı, 26. medde de yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işveren ayrıca ödettirilir.
Görüldüğü üzere anılan Yasa maddeleri hükmünce, işverenin sorumluluğunun kabul edilebilmesi için,
a) İşveren tarafından sigortalıya ait bildirgenin işe giriş tarihinden itibaren bir ay içinde Kuruma verilmemesi,
b) İş Kazası ve meslek hastalığının da bir aydan sonra ortaya çıkması koşullarının gerçekleşmesine bağlanmıştır. Olayda işverenin sorumluğunu intaç eden az yukarıda belirtilen 9 ve 10 maddelerdeki aranan koşullar sübut bulmuştur. Kaldı ki, bu yön uyuşmazlık konusu içinde de kalmamaktadır.
Bu bağlamda; 506 sayılı Kanunun 26. maddesindeki rücu davası ile 10. maddedeki rücu davası arasındaki hukuki farklılığın belirtilmesinde yarar vardır.
506 sayılı Kanunun 26. maddesi uyarınca işverenin veya üçüncü kişinin rücu alacağından sorumlu tutulabilmeleri için, anılan maddede sayılan olgulardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi en önemlisi kusurlu eylemin ortaya çıkması şarttır. Diğer bir anlatımla, kusurlu eylemin varlığı halinde kurumun rücu hakkı mesmu kabul edilecektir. Oysa 10. maddeye davalı açılan rücu davalarında, madde metninde "26. maddedeki sorumluluk halleri aramaksızın" şeklindeki vurgulama ile açıkça kabul edildiği üzere; işveren kusurlu olmasa dahi sorumluluğunun kabul edilmesi mümkündür.
Bu açıklamalardan sonra 10. maddeye dayandırılan rucü davalarında zamanaşımının hukuki tanımının belirlenmesine sıra gelmiştir.
506 sayılı Yasanın 26. maddesi uyarınca açılan rücu davalarında işverenle sigortalı arasındaki hukuki ilişki, sözleşmeye (hizmet aktine) dayandığından Borçlar Kanununun 125. maddesindeki zamanaşımı uygulanır ve zamanaşımı "gelirlerin onayı" tarihinden itibaren işlemeye başlar (Bkz. Yargıtay içtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1.7.1994 T., ve 1992/3 E., 1994/3 K. sayılı kararı), gerçekte de, bu Tevhidi İçtihatta da kabul edildiği gibi, 506 sayılı Kanunun 26/1. maddesinden doğan ve içeriğinde geri alma hakkı bulunan davalarda kendine özgü nitelikteki "Haleflik" unsuru davanın temelini oluşturmaktadır. Nitekim, 506 sayılı Yasanın 9 ve 10. maddelerine dayanılarak açılan rücu davalarında da temelde sözleşme ilişkisinin varlığı izlenir şöyle ki; Her ne kadar işverenin çalıştırdığı sigortalıları Kuruma bildirme yükümlülüğü 506 sayılı Yasanın 9 ve 10. maddelerinden kaynaklanmakta isede, esasen yükümlülük işverenle sigortalı arasında kurulan 'hizmet aktinin zorunlu bir sonucu olarak kendisini gösterir. Anılan maddelerdeki yasal bildirim yükümlülüğü kaynak ve kuvvetini bizatihi hizmet akdinden almaktadır. Nitekim, hizmet aktinin kurulması anındaki sigortalının örtülü iradesinde aynı zamanda sigorta ettirilmesi de mündemiçtir. 0 nedenle, hizmet aktinin in'ikadında işçi ile işveren iradelerinin sigorta ettirilme yönünde birleştiği böylece işverenin akit koşulu işçisini Sigorta ettirme yükümü altına girdiğinin kabulünde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Hal böyle olunca, işverenin çalıştırdığı sigortalıya Yasadaki süre ve koşullara uygun biçimde bildirmemesi sözleşmeye aykırı bir davranış teşkil edeceği açıktır.
Sözleşmeye aykırı davranıştan kaynaklanan uyuşmazlıklarda zamanaşımı süresi BK. 125 gereği on yıldır. Bu durumda, 506 sayılı Yasanın 10. maddesine dayanılarak açılan davalarında on yıllık zamanaşımına bağlı olduğunun kabulü gerekir.
Öte yandan, 10. madde uyarınca açılan davalarda işverenin sorumluluğunun 26. madde çerçevesinde açılan davalara nazaran daha ağır sonuçlar doğurduğu çok açıktır. O halde, 26. madde söz konusu edildiğinde zamanaşımını on yıl, 9 ve 10. maddelerin uygulanmasında ise zamanaşımını bir ve on yıllık süreye tabi tutmak hukuki çelişkilere yol açar ki, yasa koyucunun böyle bir çelişkiyi üstün gördüğü düşünülemez.
Diğer taraftan, zararlandırıcı sosyal sigorta olayının ortaya çıkmasında işverenin kusuru tespit edilmese dahi koşulların oluşması halinde 10. madde uyarınca rücu alacağından sorumlu tutulduğuna göre, olayı haksız fiil olarak nitelendirmekte mümkün değildir. Esasen aynı olayda işverenin kusuru tespit edilmiş ise; Kurum isterse 10. maddeye isterse 26. maddeye, dilerse hem 9,10; hem de her iki maddeye göre talepte bulunulabilir. Bu davada salt 10. maddeye dayanılmıştır. Yine işverenin sigortalıyı Kurum'a bildirmemesinin 506 sayılı Yasanın 140. maddesince suç sayılması sigorta olayının haksız fiilden doğduğunu göstermez. Zira, 'Kurumun yasalarda öngörülen yardımları yapmasına yol açarak ve kurumu zarara uğratan olay işverenin sigortalıyı Kuruma bildirmemesi olgusu değil kazanın oluşmasını sağlayan maddi olguları içeren eylem ve hareketlerdir. 0 nedenle, zararın ortaya çıkmasıyla bildirgenin verilmemiş olması arasında uygun neden-sonuç bağının varlığından söz edilemez. Oysa haksız fiilin koşullarından birisi de uygun neden-sonuç bağıdır. Böyle olunca, haksız fiilerde uygulanan bir ve on yıllık zamanaşımı süresinin 10. maddeye göre açılan rücu davalarında uygulanmasının gereği hukuki dayanaktan yoksun kaldığı kaçınılmazdır. Sonuç olarak söylenirse, olayda akti zamanaşımı süresi uygulanmalıdır ve zamanaşımının başlangıcı bağlanan gelirlerin onay tarihidir.
Davada, gelirlerin onay tarihleri 4.9.1987 ve 31.10.1996 olup dava 17.12.1996 tarihinde açıldığına göre, on yıllık zamanaşımının süresi dolmamıştır. Açıklanan nedenler altında yerinde görülmeyen yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 18.3.1998 gününde, oy çokluğuyla tarar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Borçların kaynağı haksız eylem (haksız eylemin bir türü olan kusursuz sorumluluk) sözleşme ve TTK.nun 1301 ve 2828 sayılı Yasanın 18/1. maddelerinde olduğu gibi özel yasa ya da yasalardaki özel hükümlerdir.
Dava konusu olayda haksız eylemin unsurlarının olmadığı açıktır. Sözleşmeye gelince; böyle bir ilişkiye ancak sözleşmenin tarafları yada onların halefleri dayana bilirler. Sosyal Sigortalar Kurumu ile işveren arasında sözleşme yoktur. Sosyal Sigorta Kurumu, ancak işçinin halefi olarak hareket edebilir. Yalnız bu halefiyet 17.1.1972 gün ve 2/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde de açıklandığı üzere 506 sayılı Yasanın 9,10 ve 26. maddeleriyle sınırlıdır. Başka bir söyleyişle borcun kaynağıyasal düzenleme ile halefiyet yoluyla dayanılan sözleşme hukuku kurallarının bir arada değerlendirilmesi zorunludur.
Belirtilen içtihadı Birleştirme Kararıyla benimsenen kurala göre, zarar görenin,zarar verene karşı açacağı davadaki zamanaşımı süresi, halefin açtığı davada da uygulanır.
Şu durum karşısında her bir gelir artışında, on yıllık zamanaşımı süresi, artışlardan değil işçinin zarara uğradığı günden başlaması gerekir.
Açıklanan nedenlerle yüce kurulun ulaştığı sonuca katılamıyorum. 18.3.1998.
Erbay TAYLAN
4. Hukuk Dairesi Üyesi