 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 1997/588
Karar No : 1997/857
Tarih : 22.10.1997
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "alacak ve tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri İş Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.12.1996 gün ve 1996/306 E., 463 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 28.4.1997 gün ve 1997/117-3024 sayılı ilamı ile; (... Davacı Kurum, davalının Federal Almanya'daki çalışmalarını 3201 sayılı yasa uyarınca borçlandırıldığını, bilahare yapılan inceleme sonucunda yurda kesin dönüş yapmadığının anlaşılması üzerine hem borçlanmasının, hem de aylık bağlama işleminin iptal edildiğini öne sürmüş, fuzulen ödenen aylıkların tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı ve karşılık davacı ise kesin dönüş yaptığının gerçke olduğunu Almanya'da oturan çocuklarını ziyaret için giriş-çıkış yaptığını iddia etmiş ve iptal edilen aylığın yeniden bağlanmasını istemiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre kurumun borçlanma ve aylığı iptal etme nedeni, davalının Almanya'da işsizlik sigortası ile hastalık sigortasından yardım görmesidir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık kesin dönüş tarihini de kapsayacak şekilde Almanya'daki işsizlik sigortası aylığı alan kimsenin, kesin dönüş yapmış sayılabilip sayılamayacağı, gerçekten davalının yurda kesin dönüş yapıp yapmadığı noktası üzerinde toplanmaktadır.
Öncelikle kesin dönüşün saptanması bakımından davacının pasaportunun aslı celbedilerek incelenmeli, pasaport üzerinden yurda giriş ve çıkış tarihleri tespit edilip irdelenmeli, gerektiğinde yurda giriş-çıkış tarihleri giriş yapılan gümrük kapılarından sorulmalı, davacının işsizlik sigortası aylığı almasına rağmen, kesin dönüş iddiasının dayanakları araştırılıp açıklığa kavuşturulmalı, ancak Alman mevzuatına göre işsizlik sigortasından yararlanabilmek için o yerde oturma zorunluluğu bulunduğundan, bu gerçeğin aksinin ne şekilde gerçekleştiği inandırıcı delillerle ispat edilmeli ve deliller hep birlikte değerlendirilip, varılacak sonuç uyarınca karar verilmelidir. Öte yandan; işsizlik sigortasından aylık almak her zaman sigortalının yurda kesin dönüş yapmadığı anlamına gelmediği gibi seyahat amacıyla yurtdışına çıkmak da borçlanmanın iptalini gerektirmez.
Kuşkusuz sonuca gidilirken şu husus üzerinde önemle durulmalıdır. Bilindiği gibi 3201 sayılı yasanın 3. maddesine göre yurtdışında geçen çalışmaların borçlanılabilmesi için yurda kesin dönüş yapmak şarttır. Yapılacak araştırma ve inceleme sonucunda davacının şayet borçlanma tarihinde yurda kesin dönüş yaptığı sonucuna varıldığı takdirde asıl dava reddedilecek, karşılık dava kabul edilecektir. Kesin dönüş yapmadığı anlaşıldığı takdirde, 2147 sayılı kanun uyarınca yapılan borçlanma aylık bağlamaya yettiğinden şimdiki gibi karar verilmesi gerekecektir.
Mahkemece açıklanan bu madde ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik araştırma ve incelemeyla karar verilmiş olması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde tarafların bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Taraf vekilleri.
HUKUK GENEL KURUL KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Yerel mahkeme, Federal Almanya Devleti Sosyal Güvenlik Kuruluşu'ndan işsizlik sigortası yardımının alınması halinde davacı sigortalının anılan yasanın 3. maddesinin öngördüğü anlamda kesin dönüş yapmış kabul edilemeyeceğine, o nedenle Sosyal Sigortalar Kurumu'na borçlanmasınında geçersiz olacağına karar vermiştir. yargıta 10. Hukuk Dairesi'nin bozma kararında, Federal Alman Devleti'nden davacının işsizlik sigortası alması olgusunun her zaman sigortalının yurda kesin dönüş yapmadığı anlamına gelmeyeceğine ve diğer yönlerin araştırılması gerektiğine işaret edilmiştir.
Görüldüğü üzere, yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; 8.5.1986 günlü ve 3201 sayılı, yurtdışında bulunan Türk vatandaşlarının, yurtdışında geçen sürelerinin, sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilmesi hakkındaki kanunun 3. maddesinde borçlanabilme koşulu olarak vurgulanan "yurda kesin dönüş" kavramının hukuki amaç ve kapsamı ile sonuçlarının belirlenmesinde toplanmaktadır. İlk olarak şu noktaların anlatılmasında yarar vardır. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun sistemi, temelde, hizmet aktine göre, yurtiçinde çalışan Türk vatandaşlarının sosyal güvenliğini sağlamayı amaç edinmiştir. Buna göre, ancak belirli günlerde fiili prim ödeme koşulu ile sigortalılık süresini gerçekleştiren sigortalılar, yaşlılık sigortasından yararlanabilmektedirler. "Primli rejim" olarak adlandırılarak bu sistemde, çalışan ve işverenlerin katkılarıyla oluşturulan finansman, sonuçta sigortalıların sosyal güvenliklerine sağlamaktadır. Farklı bir anlatımla, çalışanlar (=aktif sigortalılar); çalışmayanları (=pasif sigortalıları) finanse etmekte, uzayan zaman içinde adeta dengeli bir "paylaşım" modeli uygulanmaktadır. En önemlisi, bu sistemde toplanan belirli miktar paranın, önceden ve defaten ödenmesi yoluyla sosyal güvencenin sağlanması öngörülmemiştir. Gerçekten aksinin kabulü, sosyal güvenlik sisteminin sağlıklı işlemesini engelleyeceği gibi kuruluşu da çalışmaz hale getireceğinde duraksama olmamalıdır. Zira, bir defada verilen belirli bir para, bir yıl veya daha kısa zamanda ödeyen kişiye aylık olarak geri verilmekle, kurum ağır bir ekonomik yük altına girmektedir. Oysa Sosyal Sigortalar külfet-nimet dengesi üzerine kurulan kurumlar olmasına rağmen, külfeti kaldıran uygulamalar söz konusu olmuştur. Borçlanma düzenlemeleri de bunların başında gelenlerindendir.
Yine bu yol ile pasif sigortalıların çoğaltılması, aktif sigortalıların mali yükünü artırmakta ve pasif sigortalılara düşen payları azalmaktadır. Böylece Sosyal Güvenlik ile arzulanan amaç yerine gelmemekte ve sistem önemli bir mali kriz içine itilmektedir. Daha sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan politik müdahalelerin ve sigortacılık anlayışından uzak uygulamaların, kurumların aktuaryal dengesini bozması ve yüksek prim oranları ile tüm yükün çalışan ve çalıştırılan üzerine kalması; sistemi etkinlikten uzaklaştırmış ve sağlıklı şekilde işlemez hale getirmiştir.
SSK; özellikle 1985 yılından sonra alınan politik kararlar neticesinde önemli bir mali kriz içine girmiştir. Kısa süreli olarak belli kesimlere imtiyaz tanıyan ama uzun vadede, tüm kesimleri sıkıntıya sokan politik kararlar, kurumun gelmiş olduğu noktanın öncelikli ve ağırlıklı sebebini oluşturmaktadır. Örneğin borçlanma, itibari hizmet zammı gibi; belirli kişilere imtiyazlı durum sağlayıcı, işçi ve işverenlerin primleri ile oluşan kurum kaynaklarının, bu kaynakların oluşmasında hiçbir fonksiyonu olmayan kişilere devredilmesi anlamına gelen uygulamaları önleyici hukuk düzenlemelere gidilmesi zorunlu hale gelmiştir (Bkz. Sosyal Sigortalar Kurumu Bülteni, yıl 12, sayı 61, 1997, s. 23, SSK 44. Genel Kurulu TEŞKİLAT ve MEVZUAT RAPORU). Bu bağlamda denilebilir ki, az yukarıda açıklanan sosyal güvenlik kuruluşlarının yetersiz hizmetleri ve sistemin önemli bir krizin tehlikesi altında kalması olguları uyuşmazlığın çözümünde ve yasa maddelerinin yorumunda gözden kaçırılmamalı, kuumun aktuaryal dengesini daha bozacak yorumlara başvurulmamasına özen gösterilmelidir.
Yasa koyucu, yurtdışında çalışan ve çalıştığı ülkenin sosyal güvenlik yardımlarından yararlanmak istemeyen Türk vatandaşlarının, zorunlu durumlarda, sosyal güvenliklerini sağlamak amacıyla, istisnai bir uygulama ile borçlanma yasaları çıkarmıştır. Sağlanan bu imkanla, Türk vatandaşları yurtdışındaki hizmetlerini belgelemek ve karşılıklarını döviz olarak sosyal güvenlik kuruluşlarına yatırmak suretiyle çalışanlar gibi sosyal güvenliğe kavuşturulmuşlardır.
Bunlardan ilki, 30.5.1978 tarih, 2147 sayılı olanıdır. Daha sonra bunu 8.5.1986 tarihinde yürürlükten kaldıran 3201 sayılı Borçlanma Yasası takip etmiştir. Yurtdışında çalışanların, yurtiçi sosyal güvnelik kurumlarına borçlanma yoluyla, Türkiye'de sosyal güvenliklerinin sağlanmasına yönelik 2147 sayılı yasada, borçlanma koşulu yönünden borçlanacak kişinin yurda kesin dönüşü biçiminde açık bir kural bulunmamasına karşılık, yurda kesin dönüş koşulu, yönetmenlikle kabul edilmiştir. Bu şekilde yasa ile yönetmenlik arasında hasıl olan çelişki büyük sorunları da beraberinde getirmiş, bunun yasal yolla düzeltilmesi için 8.5.1985 günlü 3201 sayılı yasa kabul edilmiş ve getirilen 3. madde ile sorun çözülmüştür. Buna göre; yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının ancak yurda "kesin dönüş" yapma koşuluyla borçlanabileceği ve buna bağlı kendilerine aylık tahsis edilebileceği kural olarak kabul edilmiştir. O nedenle uyuşmazlık çözümlenirken öncelikle "yurda kesin dönüş yapma" olgusunun anlam ve kapsamı üzerinde durulması kaçınılmazdır.
"Yurda kesin dönüş yapma" yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının çalışma hayatına yönelik tüm ilişkilerini, gerek çalıştığı işyerleri ve gerekse ilgili olduğu tüm sosyal güvenlik kuruluşları yönünden sona erdirerek, yerleşmek ve sosyal güvenliklerini de burada sağlamak üzere, anavatana dönüş yaptıını ifade eder. Yurtdışındaki işçi sıfatıyla, çalışma hayatıyla ilgili tüm bağlarını ve ilişkisini bitirmeden geçici sürelerle yurda giriş yapmak yasanın amacına uygun kesin dönüş olarak nitelendirilemez. Ayrıca yurtdışı iş hayatı ile ilgili gerçek dışı bilgiler temin edilip Türk makamlarına kesin dönüş yapıldığını bildiren tek taraflı beyanda geçerli kabul edilip itibar edilemez. Olayımızda davacı sigortalının yurda kesin dönüş yaptığı gerekçesiyle 3201 sayılı yasa hükümlerince borçlandığı, ancak borçlanma sonunda Alman sosyal güvenlik kuruluşlarından "İŞSİZLİK SİGORTASI YARDIMI" aldığı tartışmasızdır. Uyuşmazlık, belirtilen türden yurtdışında yardım alan kişinin anılan yasanın aradığı amaca uygun yurda kesin dönüş yapmış kabul edilip edilmeyeceğinin belirlenmesinde toplanmaktadır. Diğer bir anlatımla yurtdışındaki işçinin, "İŞSİZLİK SİGORTA YARDIMI" almaya devam etmesi durumunde 3201 sayılı yasanın 3. maddesindeki kesin dönüş koşulunun varlığından söz edilebilecek midir sorusunu yanıtlamak gerekmektedir.
Gerçekten, Alman sistemine göre, işsizlik yardımı, kendine özgü bir sosyal yardım olarak öngörülmüştür. Belirli koşulların mevcut olması durumunda, Federal Almanya Cumhuriyeti işsiz kalanlara iş ve işçi bulma kurumu aracılığı ile işsizlik parası ödemektedir. Bu tür bir yardımdan yararlanabilmek için ilgilinin işsiz kaldığını şahsen bildirmesi ve bunu yazılı bir dilekçe ile yapma zorunluluğu bulunmaktadır. Ayrıca, başvurudan önceki yedi yıllık çalışma sürelerini gösteren, işveren tarafından düzenlenen bir belge ile, Almanya'da ikamet edildiğini kanıtlayan ikamet kayıt belgesi, ücret vergi kartı ve sigorta kimlik kartının ibrazı zorunludur. İşsizlikyardımı alabilmek için öngörülen koşullardan birisi de; Almanya Cumhuriyeti'nde çalışma hakkı veren geçerli bir çalışma iznine sahip olunmasıdır. Bu koşulları taşıyan ve yardıma hak kazanan kimsenin yükümlülüklerine gelince; bu kimseler yardım süresince, İş ve İşçi Bulma Kurumu tarafından kendilerine teklif edilen işleri kabul ve işe başlama zorunda oldukları gibi, bu süre zarfında; yaşamlarında meydana gelen değişiklikleri de ilgili makamlara bildirmek zorundadırlar. Yurda dönme istemi, Almanya'da adres değişiklikleri, yeni işe başlama durumu, Federal Almanya Cumhuriyeti Yasal Rant Sigortası'ndan rant aylığı veya anavatandan alınan sigorta aylığı gibi durumları derhal ilgili makamlara bildirmek zorunluluğu bulunmaktadır. Kısaca, belirtilen nedenler sonucu; Alman işsizlik yardımından yararlanan bir kişinin, Almanya'da ikamet ettiği ve iş ilişkisinin devam edegeldiğinin kabulü zorunludur.
Hal böyle olunca, Almanya'da işsizlik sigortasından yardım görmek, kişinin Almanya'da oturduğuna ve yurda kesin dönüş yapmadığına kuvvetli bir delil ve karine oluşturur. Ancak bu karinenin aksi belirecek somut olayın özellikleri de göz önünde tutularak aynı güçte delillerle kanıtlanabilir.
Dava konusu olayda; davacı sigortalının 3201 sayılı yasa uyarınca borçlanmasını yaptığı sırada, Alman Cumhuriyeti'nden işsizlik yardımı aldığı, dosyadaki belgelerden açıkça ortaya çıktığına ve bu durumda bulunan kişinin yurda kesin dönüş yapmış sayılamayacağına ve aksine, başkaca bu karineyi çürütücü kanıtlar getirilememesine göre; sözü edilen yasanın 3. maddesi uyarınca borçlanma koşulları gerçekleşmediğinden Sosyal Sigortalar Kurumu'nun bu borçlanmaya yönelik işlemi iptal etmesi ve bu iptal durumunu onaylayan mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunmaktadır.
SONUÇ : Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı (2.020.000) lira bakiye temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 4792 sayılı SSK Kanunu'nun 2868 sayılı yasa ile değişik 24/c maddesi uyarınca kurumdan harç alınmasına mahal olmadığına, 22.10.1997 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1- Yüksek Hukuk Genel Kurulu kararında, konuya genel bir açıklamayla girilmiş ve bu arada, sosyal güvenlik kuruluşlarına politik müdahaleler yapıldığı ve politik kararlar alındığı belirtilmiştir. Bu saptamalar, Sosyal Sigortalar Kurumu 44. Genel Kurul Toplantısı'na sunulan birkomisyon raporundan alınarak Yüksek Hukuk Genel Kurulu Kararı'na aktarılmıştır. Mevzuatı geliştirme ve iyileştirmeyi amaçlayan bir raporda, bu konular tartışılabilir. Ancak Yargıtay kararına alınması yanlış anlamalara yol açabilecektir. Özellikle raporda, politik kararların başlangıcı olarak 1990 yılı gösterildiği halde, kararda bu tarihin 1985 yılına indirgenmesi dikkat çekicidir. Zira, 3201 sayılı kanun 22.5.1985 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yargıtay'ın görevi, kanunu politik açıdan değerlendirmek değil, onu özüyle, sözüyle uygulamaktadır. Bu bakımdan öncelikle kararın yazılış biçimine katılamıyorum.
2- 3201 sayılı kanunun, yurtdışında çalışanların, hizmetlerini Türkiye'de sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesini yurda kesin dönüş yaptıktan ve kendisine yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra Almanya'da işsizlik sigorta yardımı almasını, ilgilinin yurda kesin dönüş yapmamış olduğunun göstergesi olarak kabul etmiştir. Oysa 3201 sayılı kanun, yurda kesin dönüş yapıldığının kanıtlanması koşulunu getirmemiştir. Uygulamada ilgilinin yurda geldikten sonra, kesin dönüş yaptığı iradesini açıklaması yeterli görülmektedir. Kanunun 6. maddesinin B bendinde, "bu kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurtdışında çalışmaya başlayanların... aylıkları kesilir" hükmü yer almaktadır. Bu davaya konu olan olayda kurum yaşlılık aylığını kesmekle yetinmemiş, hem borçlanmayı, hem de yaşlılık aylığını iptal etmiştir. Bu işlem kanun hükümlerini aşan bir uygulama demektir. Bu nedenle, yerel mahkemenin, dairemizin aldığı bozma kararına karşı direnmesinin onanmasına da katılamıyorum.
3- Yüce Kurul'un kararında, "bir defada verilen belirli bir para, bir yıl veya daha kısa bir zamanda, ödeyen kişiye aylık olarak geri verilmektedir" denilmiştir. Böyle bir savlama, bilimsel verilere dayandırılmadığı için soyut düzeyde ve dayanıksız kalmaktadır. Kaldı ki, Bakanlar Kurulu 16.1.1967 günlü kararıyla, sosyal güvenlik kuruluşlarınca döviz ile değerlendirilebilecek sürelerin her bir günü için tahakkuk ettirilecek prim, kesenek ve karşılık borcu tutarının 2,5 dolara yükseltilmesi kararlaştırılmıştır. Bu demektir ki, külfet-nimet dengesi gözden uzak tutulmamaktadır.
Yukarıda açıkladığım nedenlerle Yüce Kurul'un onama kararına katılamıyorum.