 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 1997/19-797
Karar No : 1997/1044
Tarih : 10.12.1997
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
"AYNEN ÖDEME" KOŞULU İÇERMEYEN YABANCI PARA
BORCU
YASANIN UYGULAMA KOŞULU
KARAR ÖZETİ : 23.11.1990 tarihinde yürürlüğe giren 3678 saydı Yasanın 29.maddesi ile Borçlar Kanunu'nun 83. maddesine bir fıkra eklenerek, yabancı para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde alacaklının, bu borcun vade veya fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini isteyebileceği kabul edilmiştir. Aynı Yasanın geçici 1. maddesine göre bu Kanunun 29. ve 30. maddesi, yürürlük tarihinden önceki tarihli ilişkilerden doğan ve halen görülmekte olan davalarda uygulanamaz.
(818 s.BK.3678 s. Yasa İle değişik m.83)
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara Asliye 6. Ticaret Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 9.10.1996 gün ve 1994/965 E- 1996/520 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi'nin 14.4.1997 gün ve 1996/9996-1997/3971 sayılı ilamiyle; (... Davacı vekili,.davalı G.... inş. ve Tic. A.Ş.nin müvekkiline yirmi adet kamyonu 2.480.000.000. TL. bedelle satmayı ve bedelinin ödenmesi halinde 15 gün içinde kamyonları teslim etmeyi 10.9.1990 tarihli yazı ile teklif ettiğini, bu teklifi kabul eden müvekkili ile davalı arasında 12.9.1990 tarihli "Satış vaadi, sözleşme ve taahhütname" başlıklı belgenin düzenlendiğini, bu belgede davalının satış bedelini nakden ve tamamen aldığının belirtildiğini, kamyonların süresinde teslim edilmemesi halinde 2.480.000.000. TL.yi %10 faiziyle ödenmesinin ve 13.9.1990 tarihli ek sözleşme ile de ödemenin 1.433.500 DM. (Alman Markı) olarak istenebileceğinin kararlaştırıldığını, sözleşmenin düzenlenmesinden kısa bir süre sonra İran'a giden müvekkili şirket temsilcisi Hüseyin'in (3,5 yıl) İran'da tutuklu kaldığını, bu nedenle sözleşme ile ilgili işlem yapamadığını ileri sürerek 1.433.500 DM.nin tahsil tarihindeki Türk parası karşılığının faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili cevabında, 1990 yılında iki buçuk milyona varan bir ticari iş için proforma fatura denilen belge üzerinde sözleşme düzenlenmesinin normal sayılamayacağını, Proforma faturaların davalı şirketin dış ilişkilerinde kullanıldığını, bu faturaya yazılan yazıların konumunun da sonradan doldurulduğunu gösterdiğini, tarafların 28.9.1989 tarihinde ortak iş yapmak için sözleşme imzaladıklarını, yapılan iş sonucu müvekkilinin 97.920.000. TL. bakiye alacağı kaldığını, bu parayı ödemek için davacı şirket temsilcisi Hüseyin'in iki teklif yaptığını ilk teklifinde başka bir firmaya yirmi kamyon için aracılık ettiğini belirterek teklif, mektubu aldığını, ikinci teklifinde ise İran'dan bir kaç firmadan diş ve diş hammaddeleri için akreditif göndereceğini, bu nedenle boş proforma fatura istediğini ve kendisine 6-7 takım imzalı boş proforma fatura verildiğini, davacının boş proforma faturaları doldurarak sözleşme haline getirdiğini, inancı kötüye kullanmak suretiyle düzenlenen bu belgelerin geçersiz olduğunu, davacı tarafın o tarihte belgede yazılı olanı gerçekleştirecek nakit varlığa sahip bulunmadığını, müvekkillerinin kamyon acentası olmadıklarını ve kamyon alım-satım işi ile de ilgilenmediklerini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme iddia, savunma, toplanan delillere göre, 12.9.1990 ve 13.9.1990 tarihli belgeleri davalı şirketi temsilen ve kendi adına asaleten Mehmet'in imzalamış olduğu, belgeler altındaki imzalara davalıların bir itirazı bulunmadığı, söz konusu belgelerin başka bir işte kullanılmak üzere boş olarak davacıya verildiği ve davacının anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğunu davalıların usulen kanıtlayamadığı, sözleşmenin davalı şirketin antetli proforma faturası üzerine yazılmış olmasının, sözleşmeyi salt bu nedenle geçersiz kılmayacağı, davacının defterlerinde bu alacağın kayıtlı bulunmamasının davalıdan alacaklı olmadığı anlamına gelmeyeceği, sözleşme ve taahhütnameye göre davalıların kamyonları teslim edememesi halinde 1.433.500 DM ödemeyi kabul etmiş bulundukları gerekçesiyle bu miktarın ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası karşılığının davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiş, hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve özellikle, bedeli dava konusu olan kamyonların satışıyla ilgili olarak davalı şirket tarafından düzenlenen 10.9.1990 tarihli teklif mektubu içeriği de gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmektedir.
2- Taraflar arasında düzenlenen 12.9.1990 tarihli belgede borç ilişkisi Türk Lirası üzerinden kurulmuş olmasına karşın, 13.9.1990 tarihli "Ek Taahhütname" başlıklı belgede, kamyonların tesliminin gecikmesi halinde 2.480.000.000 TL.nın karşılığı olarak belirlenen 1.433.500 DM.nin tahsil tarihindeki Türk Lirası karşılığının davacı ... A.Ş. tarafından istenebileceği öngörülmüştür. Ancak, söz konusu belgenin, Borçlar Kanununun 83. maddesinde 22.11.1990 tarihinde 3678 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten önce düzenlenmiş olduğu ve "aynen ödeme" koşulunu içermediği gözetilerek, davadaki istemin Türk Lirası olarak hüküm altına alınması gerekirken, bu yön gözardı edilerek yazılı şekilde karar tesisinde isabet görülmemiştir.
Yukarıda (1) sayılı bentte açıklanan nedenle diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) sayılı bentte belirtilen sebeple hükmün (BOZULMASINA...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalılar vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/Il. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Özel Daire ile mahkeme arasındaki uyuşmazlık sözleşmede kararlaştırılan "Markın" aynen iadesi gerekip -gerekmediğinin belirlenmesinde toplanmaktadır. Taraflar arasındaki 12.9.1990 günlü "Satış Vaadi Sözleşme ve Taahhütnamedir" Başlıklı Sözleşmeye ek olarak düzenlenen 13.9.1990 tarihli Sözleşmenin "Ek Madde" bölümünde, aynen "Kamyonları süresinde teslim edemediğim takdirde, Hüseyin ister ve tek taraflı olarak, nakten almış olduğum iki milyar dörtyüzseksen milyon TL'nı kur üzerinden (karşılıklı olarak 1 DM yaklaşık 1730 TL. kabul edildi) tutarı olan 1.433.500 DM'yi isteyebilir) sözlerine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, sözleşmenin bu hükmü ile yabancı para borcu ile ödeme yapılacağının kararlaştırıldığı çok açıktır. Borçlar Kanunu'nun 83. maddesinin 2. fıkrasında" "akit; tediye mahallinde kanuni rayici olmayan bir para üzerine varit olmuş ise aktin harfiyen icrası "aynen ödemek" kelimeleri veya buna muadil sair tabirat ile şart adilmiş olmadıkça borç vadenin hululü günündeki rayiç üzerinden memleket parasıyla ödenebilir" denilmiştir. 1983 yılında kabul edilen 28 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve ondan sonraki kararnamelerle, dövizle tasarruf serbest bırakıldığından., sözleşmede öngörülen aynen iade koşulu geçerli olup davalıları bağlar. Borçlar Kanunu'nun 83. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, sözleşmede aynen ödemek veya bu anlama gelen diğer sözler ile şart edilmemişse, yabancı para borcu, vade günündeki kur üzerinden Türk parası ile ödenebilir. İşte aynen ödeme koşulu bulunmayan sözleşmelerde, yabancı para borcunun vade günündeki kur üzerinden Türk parası ile ödenmesine imkan veren bu hükmün, uygulamada, yabancı para alacaklıları aleyhinde sonuçlar doğurduğu görüldüğünden, 23.11.1990 tarihinde yürürlüğe giren 3678 sayılı Kanunun 29. maddesi ile Borçlar Kanunu'nun 83. maddesine bir fıkra eklenerek; yabancı para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde alacaklının, bu borcun vade veya fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini isteyebileceği, kabul edilmiştir. Hemen belirtelim ki bu hüküm, yabancı para borcunun aynen ödenmesi şart edilmeyen sözleşmeler hakkında getirilmiş bir hükümdür. Aynı Yasanın geçici 1. maddesinde "bu Kanunun 29 ve 30 ncu maddesi hükümleri, yürürlük tarihinden önceki ilişkilerden doğan ve halen görülmekte olan yabancı para ve faiz alacaklarına ilişkin davalar hakkında uygulanmaz. Ancak, alacaklıların bu Kanuna ve Borçlar Kanunun 105. maddesine göre munzam zarar talep etme hakları saklıdır" denilmektedir. Yasanın özü ve sözünden de açıkça anlaşıldığı üzere, Yasanın uygulanabilirliğinin imkansız olması için iki koşulun birlikte oluşması gerekmektedir. Bunlardan biri Hukuki ilişkinin Yasanın yürürlüğe girdiği 23.11.1990 tarihinden önce vücut bulması; diğeri ise, anılan yürürlük tarihinden önce davanın açılmış olmasıdır. Kanun metnindeki "halen görülmekte olan yabancı para ve faiz alacaklarına ilişkin davalar" sözü bu kabulü ifade etmektedir (Ayrıca Bkz. TBMM. 3678 sayılı Kanun Tasarısı Adalet Komisyonu Gerekçeleri; TBMM. 18. Dönem 31.11.1989 T. Sh. 398). 0 nedenle 23.11.1990 tarihinden önce hukuki ilişki doğmuş fakat dava açılmamış ise, 3678 sayılı Yasanın anılan ek 1. maddesinden hak sahiplerinin yararlandığında, kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. 23.11.1990 tarihinden önce, doğan hukuki ilişkilere dayanılarak, yine 23.11.1990'dan önce dava açan alacaklılar ise anılan maddeden yararlanamayacakları için Yasa koyucu bunların zararlarının giderimini BK. nunun 105. maddesince ayrı bir hukuksal yol ile karşılanmasını amaçlamıştır. Gerçekte de Yasa koyucu bu tarz kabulü ile tarafların hak ve borçlarını bir anlamda dengelemek istemiştir. Az yukarıda açıklanan yasal kural altında davaya bakıldığında uyuşmazlık taraflarca düzenlenen 13.9.1990 günlü sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Yine, bu dava 4.11.1994'de açılmış olup, 23.11.1990 gününden önce aynı konuda ikame edilmiş bir davada bulunmamaktadır. Hal böyle olunca; davacı alacaklının., yabancı para alacağının ödenmesinde temerrüdü oluşan davalı Borçlulardan, yabancı paranın vade veya fiili ödeme günündeki kur üzerinden Türk parası olarak isteme yetkisine sahip olduğunun kabulü zorunludur. Öyleyse; yerel mahkeme kararı açıklanan yasal nedenlere uygun olduğundan onanmalıdır.
S o n u ç Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA) ve (918.884.000) lira bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 10.12.1997 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı vekilince 12.9.1990 tarihli taahhütname ve 13.9.1990 tarihli ek taahhütnameye dayanarak 1.433.500 DM'ın tahsil İçin açılan davanın kabulüne ilişkin olarak kurulan hükmün, Dairemizce ilamda yazılı gerekçelerle bozulması üzerine mahkemece "BK.nun 83/son fıkrası hükmünün hukuki ilişki, 3678 sayılı Yasanın yürürlüğünden önce doğmuş olsa bile dava yürürlükten sonra açıldığından yabancı para alacağının fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden tahsiline karar verileceği" gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Uyuşmazlık 3678 sayılı Kanunun 29. maddesi ile BK.nun 83. maddesine eklenen son fıkranın, 3678 sayılı Yasanın yürürlüğünden önce doğmuş hukuki ilişki hakkında Yasanın yürürlüğünden sonra dava açılması halinde uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Davacının alacakla ilgili dayandığı belgeler 12.9.1990 tarihli taahhütname ve 13.9.1990 tarihli ek taahhütnamedir. Proforma invoice başlıklı kağıda düzenlenen 12.9.1990 tarihli sözleşmede, davalının davacıya 20 adet kamyon sattığı ve 27.9.1990 tarihinde teslim edeceği, davacının da mal bedeli olarak 2.480.000.000 TL. ödeme yaptığı belirtilmiştir. 13.9.1990 tarihli ek taahhütnamede ise kamyonun 27.9.1990 tarihinde teslim edilmemesi halinde, 12.9.1990 tarihli sözleşmede ödendiği belirtilen 2.480.000.000 TL.nın Batı Alman Markı karşılığı olan 1.433.500 DM'ın aylık %2 faiziyle iade edileceği taahhüt olunmuştur. Davacı bu taahhütnamelere dayanarak 4.11.1994 tarihinde açtığı davada 1.433.500 DM'ın tahsilini talep etmiştir.
Anılan taahhütnamelerde aynen ödeme kaydı bulunmadığından B.K. nun 83. maddesinin 2. fıkrası uyarınca yabancı paranın aynen ödenmesi talep edilemez. BK.nun 83. maddesine 3678 sayılı Yasa ile eklenen son fıkra hükmünün de olayda uygulanması mümkün değildir. BK.nun 83. maddesine eklenen son fıkrada "yabancı para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde alacaklının, bu borcun vade veya fiili ödeme günündeki rayice göre Türk Parası ile ödenmesini isteyebileceği" hükme bağlanmıştır. Bu hükmün uygulanabileceği durumları gösteren 3678 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde Kanunun yürürlük tarihinden önceki ilişkilerden doğan ve halen görülmekte olan yabancı para ve faiz alacaklarına ilişkin davalar hakkında uygulanmayacağı belirtilmiştir.
Kanun metninin gereği gibi yorumlanması isabetli hukuk uygulamasının temel şartlarındandır. Bu nedenle; bir Kanun hükmü yorumlanırken çeşitli yorum metotlarından faydalanılır. Kanunun hazırlık çalışması niteliğinde olan Kanun tasarısı, gerekçesi, komisyon müzakereleri konunun yorumunda birer yardımcı unsur olarak kabul edilebilirse de, bu hazırlık malzemesine mutlak olarak bağlı kalmamak gerekir. 3678 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinin gerekçesinde "bu madde hükümlerinin Kanunun yürürlüğünden önceki ilişkilerden doğup da Kanunun yürürlüğünden sonra açılacak davalarda uygulayacağı" belirtilmiştir. Esasen Kanun metninde bulunmayan böyle bir gerekçenin Kanun hükmü gibi dikkate alınıp uygulanması mümkün değildir. Zira bir Kanun hükmünün özel durumları düzenlemeyip belli nitelikte bulunan bütün olayları aynı hukuki sonuca bağlanması, yani objektif nitelikte ve genel kurallar koyması gerekir. Ayrıca bir Kanun hükmü, aynı nitelik veya durumdaki kişiler hakkında eşit bir surette uygulanmak üzere çıkarılmalıdır. 3678 sayılı Kanunun yürürlüğünden önceki hukuki ilişkiden. doğan uyuşmazlıklar için Kanunun yürürlüğünden önce dava açana, yürürlüğünden sonra dava açanlar arasında farklılık yaratılması Kanunun yukarıda belirtilen genellik ve eşitlik ilkesine aykırıdır. Dairemizin 3678 sayılı Kanunla değişik BK.nun 83/son maddesi hükmünün olayda uygulanmayacağı, taahhütnamelerinin aynen ödeme kaydını içermediği, bu nedenle davadaki istemin Türk Lirası olarak hüküm altına alınması gerektiğine ilişkin görüş ve kabulü isabetlidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının Dairemizin bozma kararı doğrultusunda bozulması gerekirken, sayın çoğunluğun onama yönünde oluşan kanaat ve görüşüne katılamıyorum.
Y. Mete GUNEL
19. Hukuk Dairesi Başkanı