 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E. 1996/2-990
K. 1997/362
T. 30.4.1997
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
YETKİ İTİRAZI
GIYAPTA İNCELENEN YETKİ İTİRAZININ TEBLİĞİ
KARAR ÖZETİ : Yetki itirazı, mahkemeye gelmeden yazılı olarak ileri sürülebileceğinden, davalının, itirazın incelendiği oturumda hazır bulunma zorunluluğu yoktur. Bu nedenle, itiraz üzerine verilen karar davalıya tebliğ edilmeden ve böylece esasa ilişkin yargılamanın yapılacağı oturuma davet edilmiş olmadan hüküm verilmemelidir.
(1086 s. HUMK. m. 190-196, 223, 224/II, 225)
Taraflar arasındaki "Boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Çayıralan Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair verilen 30.10.1995 gün ve 1995/114-279 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 3.4.1996 gün ve 1996/2609-3612 sayılı ilamı ile (...Mahkemelerin yetkisine yönelik itirazlar ilk itirazlardan olup (HUMK. 187/2) bu husus mahkemece öncelikle ve esasa girilmeden, hadise şeklinde incelenerek sonuçlandırılır (HUMK. 190-196). Hakim, hadise hakkındaki kararını derhal verir ve iki tarafa bildirir (HUMK. 225). Görüldüğü gibi yetki itirazı hakkında verilen ara kararının ilgilisine tebliğinde yasal zorunluluk bulunmaktadır. Belirtilen yasal kurala uyulmadan davalının yokluğunda hüküm kurulması savunmayı ve davanın sonucunu etkileyen önemli bir usul hatasıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davalı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Yetki itirazı ilk itirazlardan olup, "hadise" prosedürü içinde incelenir. Buna göre, yetki itirazı mahkemeye gelmeden yazılı olarak ileri sürülebileceğinden, davalının yetki itirazının incelendiği oturumda bulunmak zorunluluğu yoktur (HUMK. m. 224/II). Mahkeme, davalı gelmese dahi yetki itirazını öncelikle ve esasa girişilmeden önce inceleyip sonuçlandırır (HUMK. m. 190-196). Yetki itirazının reddine karar verilmiş ise, bu kararın oturumda bulunmayan davalıya tebliği gerekir (HUMK. m. 225). Bu suretle mahkeme, hem yetki itirazına ilişkin kararını davalıya bildirmiş, hemde esasa ilişkin yargılamanın yapılacağı oturuma davalıyı davet etmiş olur.
Olayda, yetki itirazının reddine ilişkin karar oturumda bulunmayan davalı vekiline tebliğ edilmeden, mahkemece yargılamaya devam edilerek davanın esası hakkında karar verilmesi savunma hakkını kısıtlayıcı ve hükmün sonucuna etkili olabilecek nitelikte bir usul hatası olduğundan Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 30.4.1997 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Öncelikle belirtelimki, davalının; davanın başında usuli itirazlarda bulunup, bunların karara bağlanmasından sonra diğer itirazlarını ileri sürebilme hakkı; gıyap müessesesi ve davalının cevap dilekçesinde hertürlü esası ve usule ilişkin itirazların birlikte ileri sürme zorunluğunda olmaması, diğer bir anlatımla ilk itiraz hakkında bir karar verilmeden önce, esasa cevap vermek mecburiyeti bulunmaması gibi usul kuralları günümüzün toplumsal ihtiyaçları karşısında çok geride kalmıştır. O nedenle yasa koyucu, Anayasamızın davaların enaz giderlerle ve mümkün olan suretle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten buyurucu hükmünden (Bkz. Anayasa md. 141/IV, HUMK. md. 77) hareketle Usul Yasasında değişiklikler yapma zorunda kalmış ve 3156 ve 2494 sayılı Yasa değişiklikleri ile davaların uzatılmasını önlemeyi; günün ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamıştır. Bu cümleden olarak, HUMK. md. 213'de, 3156 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle hakimin, tahkikata gelmeyen tarafın yokluğunda ve taraf teşkiline gerek kalmaksızın yargılamaya devam edebilmesine imkan tanınmıştır. Ayrıca gıyap müessesesi yürürlükten kaldırılmış, yerine 213/2.maddesi kabul edilmiştir. Böylece, davalı, davanın başında meşruhatlı davetiye ile duruşmaya çağrılmakta ve davalı buna rağmen gelmezse, artık kendisine yeni bir davetiye gönderilmeden yokluğunda yargılamaya devam edilebilmektedir. Keza HUMK. md. 377/1 'de aynı doğrultuda düzenlenmiştir. Yine HUMK. 195 ve 1 96'da 2494 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle davaların uzatılması önlenmiştir.
Hal böyle olunca, yorum yapılırken, evleviyetle yasa koyucunun getirdiği açıklanan yenilikçi, tutumunu ve amacını gözardı etmemek zorunlu olmaktadır. Bu noktadan yola çıkıldığında, az yukarda anlatılan değişiklik hükümleriyle uyumlu olmayan, HUMK. md. 225'in artık hükmünü sürdüremiyeceğinin kabulü gerekir. Diğer bir söyleyişle; yasakoyucu 225. maddeyi örtülü bir şekilde kaldırdığı belirgindir. Öte yandan, yetki itirazının reddine ilişkin kararın hukuki tanımı ve sonuçları üzerindede durulduğunda; çoğunluk görüşüyle varılması istenilen, yararın önemini kaybettiği rahatlıkla söylenebilir gerçektede; yetki itirazının reddine ilişkin karar, bir ara kararıdır ve bu nitelikteki bir yargı kararı, yalnız başına temyiz edilemez, ancak nihai karar (Hüküm) ile birlikte temyiz edilebilir. Bu kararın tebliği, özellikle, Yargıtay'ın denetiminden geçirmek isteyen, tarafın menfaati bakımından önemlidir.
Nitekim, mahkeme yetki itirazını kabul edip "Yetkisizlik Kararı" verdiğinde bu karar, nihai karar olduğundan temyizi kabildir ve temyiz hakkının kullanılabilmesi için, yargılama yokluğunda sürdürülen tarafda dahil taraflara tebliğ edilir. Buna karşın, yetki itirazının reddedilmesi durumunda; bu karar bir ara kararı olup ve temyizi kabil bir karar olmadığından, mahkeme yargılamaya devam edecektir. O nedenle böyle bir kararın, tarafların yüzlerine veya bunlardan birinin yokluğunda verilmesi yönünden, yargılama hukuku bakımından bir fark olmayacağı çok açıktır. Kaldıki, her iki taraf hazır bulunsalar dahi, bu ara kararına karşı temyiz yolu kapalı olduğundan henüz her iki tarafın başvuracağı bir yasal yol bulunmamaktadır. Sırası gelmişken işaret edelimki; burada, ara kararından rücu edilmesine ilişkin bir talep hakkının varlığı da çok önem arzetmemektedir. Bu yüzden denilebilirki, böyle bir kararın verilmesi aşamasında yetki itirazında bulunan davalının mahkemede bulunması veya bulunmaması olgusu hakkın kaybolmasına yol açacak şekilde farklı sonuçlar yaratacağından söz edilemez. Uygulamada yetki itirazları daha çok usulüne uygun olarak dermeyan edilmemektedir. Örneğin; yetkili mahkeme, yasaya uygun bir biçimde gösterilmeyip, "Mahkememiz yetkisizdir" denilerek veya yetkili mahkeme yanlış olarak, dahası, hiç gösterilmeden ileri sürüldüğü, Yargıtay'ın yetkiye yönelik kararlarının çok büyük bölümünde izlenmektedir. O nedenle; yaptığı itirazın yasaya uygun biçimde sürüp takip etmeyen davalıya bir kez daha tebligat yapmak suretiyle hukuki himaye tanımak, davadaki hukuki menfaat dengesiyle bağdaşmaz. Yine uygulamada çok defa görülen; tebligatlara rağmen uzun zaman muhatabın arandığı; böylece işlerin ve davaların uzadığı kötü niyetli tarafların bundan yararlandığı gerçeği gözardı edilmemelidir. Açıklanan nedenlerle, davalının yokluğunda verilen yetki itirazının reddine ilişkin karar, bir ara kararı olup müstakilen temyiz olanağı bulunmaması davaların ekonomik yollarla ve süratle neticelendirmesine ilişkin, yasa koyucunun yaptığı yasa değişikliklerindeki, amacı karşısında bu kararın, dava yokluğunda yürüyen davalıya tebliğine, gerek olmadığı görüşündeyim. O nedenle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
A. İsmet ARSLAN
1. Başkanvekili