 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 1996/1-440
Karar No : 1996/638
Tarih : 25.9.1996
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA VE KARAR :Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil, tenkis" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karşıyaka Asliye 4. Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 28.2.1995 gün ve 1994/245 Esas - 1995/130 Karar sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 13.6.1995 gün ve 1995/6459 - 8763 sayılı ilamı;
( ... Uygulamada ve doktrinde muris muvazaası olarak tanımlanan muvazaa türü, niteliği itibariyle Borçlar Kanunun 18. maddesinde düzenlenen bir nisbi ( mevsuf, vasıflı ) muvazaadır. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini, genellikle görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Ülke ve yörenin gelenek ve göreneklerinin, toplumsal eğilimlerin, hatta hayatın bazı gerçeklerinin etkisi ve zorlaması ile muvazaalı sözleşme yapan miras bırakanın asıl amacı mirasçıları aldatmak, onları miras haklarından yoksun bırakmaktadır. Miras bırakan sözleşmeyi, mirasçılardan biri veya birkaçı ile yapmışsa diğer mirasçıları, mirasçı olmayan kişi veya kişilerle yapmışsa tüm mirasçıları, aldatmak ve zararlandırmak amacıyla hareket etmiş sayılır. Esasen nisbi taraf muvazaası ile muris muvazaası arasındaki kasıt yönünden tek fark, birinde üçüncü kişileri, diğerinde ise, mirasçıları aldatmak ve zararlandırmak kastının bulunmasıdır.
O halde, miras bırakanın yaptığı muvazaalı sözleşme ile zarar gören bir veya birkaç mirasçı değil, tüm mirasçılar, diğer bir söyleyişle terekedir. Bu itibarla belirli bir mirasçıdan değil, tüm mirasçılardan ( terekeden ) mal kaçırmak söz konusudur. Bu nedenle uygulamada miras bırakanın hangi mirasçıdan mal kaçırmak amacı taşıdığı değil mirastan ( terekeden ) mal kaçırmak kastıyla hareket edip etmediği araştırılmaktadır. Nitekim bu görüşten hareketle 1.4.1974 tarih 1 - 2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında; bir kimse mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışladığı tapulu taşınmazını tapu sicil memurluğunda yaptığı resmi sözleşmeye satış gibi göstermek suretiyle devir ve temlik etmişse, saklı pay sahibi olsun veya olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünüşteki satış aktinin muvazaalı ( danışıklı ) olduğunu gizli bağış sözleşmesinin ise, yasada öngörülen biçim koşulunu taşımadığını ileri sürerek dava açabileceği vurgulanmıştır.
Öte yandan mirasçılık, miras bırakanın ölüm tarihine göre belirlenir. Medeni Kanunun 522. maddesinde "mirasçı olabilmek için murisin vefatında mirasçılığa ehil olarak sağ olmak lazımdır", hükmü konmuş, 517. maddesinde mirasın ölümle açılacağı 539. maddesinde ise mirasın açılması halinde, mirasçıların onun tamamına sahip olacağı belirtilmiştir. Miras bırakanın terekesi, bütün mal varlığı, alacak ve borçları ile bir bütün olup, ölüm tarihindeki tüm mirasçıları terekeye ortaktır. Medeni Kanunun değinilen ve bunları tamamlayan açık hükümlerine göre, miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçılık sıfatı taşıyan her kişinin aslında kendisinin de ortak olduğu terekeye dahil iken, muvazaalı olması nedeniyle geçersiz bir sözleşme ile şeklen bir başkasına devredilen taşınmazın tapusunun iptali için dava açmakta hem hukuki yararı, hemde hakkı vardır. Miras bırakanın ölüm tarihinde ( terekenin açılış tarihinde ) mirasçı olan bir kişinin ortağı bulunduğu terekeye dahil iken geçersiz bir sözleşmeyle başka bir kişi üzerine yazılan bir taşınmaz hakkında dava açması kadar yasal ve doğal bir hak düşünülemez.
Her ne kadar, muvazaalı sözleşme yapıldığı sırada miras bırakanın sözleşme dışında kalan bir mirasçısının bulunmaması halinde mirasçıdan mal kaçırma kastının varlığından söz edilemezse de, başka bir mirasçının veya mirasçıların bulunması, mal kaçırma kastını oluşturacağından muvazaalı sözleşmenin yapıldığı tarihte mirasçı durumunda olmayan ancak sonradan mirasçılık hakkını kazanan herkesin muris muvazaasına dayanarak sözleşmenin geçersizliğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil davası açabilme hakkı bulunduğunun kabulü gerekir. Kuşkusuz başka bir mirasçının muvazaa nedeni ile açtığı iptal ve tescil davası sonunda, miras bırakan adına döndürülen taşınmazdan, sözleşme tarihinde mirasçı olmayıpta, miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçılık sıfatını kazanan kişi pay alabilmektedir. Başka bir mirasçının açtığı dava sonunda terekeye döndürülen bir taşınmazdan pay alan kişiye muvazaalı sözleşmenin yapıldığı sırada mirasçı bulunmadığından daha sonra mirasçılık sıfatını kazandığından sözedilerek dava hakkı tanınmaması bu yöndeki uygulamaya, muvazaa kurallarına ve Medeni Kanunun mirasçılığa ilişkin buyurucu nitelikteki hükümlerine ters düşer. Bunun yanında uygulamada bir kişinin muhtemel mirasçısından mal kaçırmak kastıyla muvazaalı sözleşme yaptığı sıkça rastlanan bir husustur. Önemli olan davacının sözleşme tarihinde değil, mirasın açılma tarihinde mirasçı olmasıdır.
Somut olayda davacı taşınmazın davalıya temliki tarihinde mirasçı değilsede, daha sonra miras bırakanın evlat edinmesi ile mirasçı durumuna gelmiş, ölüm tarihinde mirasçılık sıfatını yitirmemiştir. Miras bırakanın sözleşme tarihinde kendilerinden mal kaçırmak istediği başka mirasçıları da bulunmaktadır.
Hal böyle olunca, açıklanan ilkelere göre, davacının muris muvazaasına dayanarak dava açma hakkı bulunduğundan, işin esasına girilmesi, tarafların temlikin muvazaalı yapılıp yapılmadığı yönünde, tüm delillerinin toplanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile sözleşmenin yapıldığı sırada, davacının mirasçı bulunmadığından söz edilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, davaya konu temliki işlemin yapıldığı tarihte başkaca mirasçıların varlığına karşın; o tarih itibariyle mirasçı sıfatını henüz kazanmayan, ancak murisin ölüm gününde mirasçı olan kişi yönünden 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararının uygulama yeri bulup bulamayacağı ve o kişi ( davacı ) tarafından işlemin iptali davasının açılıp açılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığı doğuran İnançları Birleştirme kararında ( bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malını gerçekte bağışlamak istediği halde, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıkladığının gerçekleşmesi durumunda, saklı pay sahibi olsun yada olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ve gizlenen bağış sözleşmesinde biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri; bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için düzenlenen M.K.nun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olamayacağı ) öngörülmüştür. Gerek kararın gerekçesinden, gerekse bağlayıcı olan sonuç bölümünden böyle bir davanın yalnızca temliki işlemin yapıldığı tarihte mirasçılık sıfatını taşıyanların açabileceğini kabul edebilmek olanağı yoktur. Aksine, "miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar" denerek o tarihte ( temlik tarihinde ) mevcut ve sonradan ortaya çıkabilecek mirasçılar bakımından ayrım yapılmış değildir. Kararın "bir kimsenin mirasçısını" sözcükleriyle başlatılması "mal kaçırma amacını" ortaya koymak içindir.
Hemen belirtilmelidir ki, BK.nun 18. maddesinde deyimini bulan muvazaa ( ...tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır... ) şeklinde tanımlanabilir. Bilindiği gibi, muvazaa iki türlü olabilir; taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı ( oluşturmayı ) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; yada taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla başka bir işlemin kurulduğu görünümünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar ( Hukuk Genel Kurulu 4.5.1960 gün ve 2/24 E. - 24 K.; Hukuk Genel Kurulu 3.6.1964 gün ve 2/422 E. - 398 K.; Hukuk Genel Kurulu aynı gün 2/335 E. - 397 K.; Hukuk Genel Kurulu 4.5.1966 gün ve2/406 E. - 132 K.; Hukuk Genel Kurulu 22.12.1982 gün ve 13/1905 E. - 966 K. ). Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar; görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından ötürü herhangi bir sonuç doğurmadığı gibi, gizli işlem ( bağış ) dahi şekle aykırılıktan dolayı geçersizdir. ( MK.Md.634, BK.Md.213, 2613 sayılı Kanun Md.26 ). Müeyyidesi mutlak butlan olan ve başlangıcından itibaren hükümsüzlük ifade eden işlem icazet ( onay ) ile yada zaman geçmekle geçerlilik kazanamayacağına göre, işlemden sonra mirasçılık sıfatını alan kişiler için geçerli hale gelemez. Bu tür işlemlerde temlike konu tapulu taşınmaz yada taşınmazların mülkiyeti yasasına temyik yapılana şeklen nakledilmiş gözüksede, gerçekte miras bırakanın mal varlığından ( terekesinden ) çıkmış sayılamaz. Diğer bir anlatımla, 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararının uygulanmasını zorunlu kılan işlemlerde miras bırakanla gerçekte kendisine bağış yapılan kişi, öğretide "kollusion" denilen hileli anlaşma yoluna başvurmakta, bağışı satış gibi göstermektedirler. Bütün hukuk sistemlerinin benimsediği temel ilke uyarınca, hiç kimse kendi yaptığı hileli anlaşmadan ve haksızlıktan kısmende olsa kendisine çıkar sağlayamaz (Nullus Commodum Capere Potest ex sus İnsuria propria). Öte yandan, mirasçılık sıfatı ölümle doğar ( MK.Md.522 ). Miras açılınca mirasçılar onun tamamına sahip olurlar ( MK.Md.539 ). Evlatlık ve füruu, kendisine evlat edilen kimseye; nesebi sahih füruu gibi mirasçı olurlar. ( MK.Md.447 ). Öyle ise, olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulabileceği ve davacının da değinilen karara dayanarak dava açabileceği kabul edilmeli; işin esasının araştırılması suretiyle sonucu doğrultusunda bir hüküm kurulmalıdır.
Hernekadar, davaya konu taşınmazlardan biri için "tenkis" isteğinde bulunulmuş isede; uyuşmazlığın "iptal" isteğine hasren ortaya çıkmasından ötürü Hukuk Genel Kurulu'nca yapılan görüşmeler sırasında tenkis isteği hakkında incelemeye girilmemiş; tenkise ilişkin değerlendirme bozma kapsamı dışında bırakılmıştır. Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI:
Dava, Borçlar Kanunu'nun 18. maddesinden kaynaklanan ve dayanağını 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararından alan, "Muris Muvazaası" hukuksal nedenine dayalı tapu iptali, tescil ve tenkis isteklerine dairdir.
Davacı, babasını evlat edinen M. Kemal Dülger'in eşi davalı Leman'a satış suretiyle yaptığı temliki işlemlerin muvazaalı olduğunu ileri sürmüş, davalı Leman'ın çekişmeli taşınmazlardan ikisini kızı diğer davalı Nazan'a geçirmesini kendisinden mal kaçırma amaçlı bulunduğundan bahisle tapularının iptali, diğer iki parçasının da üçüncü kişilere satışında saklı payının ihlal edildiğini beyanla tenkisi talebinde bulunmuştur.
Mahkemece dava, hükümde yazılı gerekçelerle reddedilmiştir.
Kısaca, "irade ve beyan arasında, üçüncü kişileri yanıltmak amacıyla bilerek, isteyerek yaratılan aykırılık hali" olarak da tarif edilen "muvazaa" hukuksal kurumunu düzenleyen Borçlar Kanunu'nun 18. maddesinde, akitte aktin taraflarının gerçek ve müşterek amaçlarının araştırılması gereğine değinilerek şekil koşuluna uygun olmayan, görünüşe uymayan irade açıklamasının muvazaa ile illetli olacağı zımnen ifade edilmiştir.
Bu genel kuraldan hareketle "muris muvazaası" hukuksal kurumuna açıklık getiren 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde "bir kimsenin, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekde bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında Tapu Sicil Memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, ... görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu..."na değinilerek geçersizliği dile getirilmiştir.
Gerek Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine, gerekse belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararına göre, akitte muvazaa halinin, akte taraf olanın gerçek irade ve amacının belirlenmesi ile saptanacağında kuşku yoktur. Şu halde, muris muvazaasından söz edebilmek için, miras bırakanın gerçek irade ve amacının yani temliki tasarrufu yaparken murisin, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek düşüncesini taşıyıp taşımadığının açıklıkla ortaya konması lüzumu tartışmasızdır. Böyle bir amaç saptanamadığı takdirde İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanma olanağı kalmaz.
Somut olayda, davacının muristen hak talebi babası Murat ile muris arasında 28.11.1988 tarihinde kurulan evlatlık ilişkisine dayanmaktadır. Miras bırakanın davaya konu edilen temliki tasarrufları ise, evlatlık ilişkisi kurulmadan önceki zamanlara rastlamaktadır. Bu durumda, murisin henüz evlatlık ilişkisi kurulmayan akdi mirasçısından bu akit öncesinde yaptığı tasarrufları ile mal kaçırma amacını taşıdığını söylemek mümkün değildir. Aksi düşünce tarzının, kişilerin irade serbestisine, tasarruf ehliyetine aşırı müdahale olacağı kuşkusuzdur.
Öte yandan birçok Daire ve Genel Kurul Kararında murisin temliki tasarrufu ile mirasçılarından birini tercihinin, diğer mirasçılar bakımından haksız eylem teşkil ettiğine değinilmiştir. Temlik tarihinde henüz mirasçı olmayan kişiye karşı haksız eylemde bulunmanın söz konusu edilemeyeceği dikkate alındığında da, murisin akitteki gerçek amacının mirasçıdan mal kaçırma olduğu sonucuna varmak olanaksızdır.
Burada üzerinde önemle durulması gereken bir husus da Yargıtay İnançları Birleştirme kararlarının niteliğidir. Bilindiği üzere İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı,sonuçlarıyla da bağlayıcıdır. Bu bakımdan bağlayıcı bulunan sonuç bölümü dikkate alınarak olaylara uygulanmasına özen gösterilmeli, kapsamının genişletilmesinden kaçınılmalıdır. Şu halde, "mirasçıdan mal kaçırma" halini geçersizlik sebebi sayan İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç kısmındaki ifade ve amacı, "terekeden mal kaçırma" biçiminde yorumlayan sayın çoğunluk görüşüne katılma olanağı yoktur.
Nitekim, "gizli bağış", "elden bağış" olarak nitelendirilen, miras bırakanın temliki işlemde taraf olmaksızın, parasını ödemek suretiyle mirasçılarından birine malettiği taşınmazlar bakımından açılan davalarda, Yüksek Hukuk Genel Kurulu, "... temliki işlemde üçüncü şahıs durumundaki murisin yorum yoluyla, akitte taraf durumuna getirilmesi suretiyle olaya 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanması olanağı yoktur..." ( 30.12.1992 gün 1992/1 - 1986, 1992/782 sayılı k. ) gerekçesiyle yukarda değinilen ilke üzerindeki duyarlılığını dile getirmiştir.
Açıklanan nedenlerle, akde dayalı olarak kurulan mirasçılık ilişkilerinde, miras bırakanın akit öncesi yaptığı temliki tasarruflarda henüz olmayan mirasçısından mal kaçırma irade ve amacını taşıdığını söyleme olanağı yoktur. Hal böyle olunca bu tür olaylara 1.4.1974 gün ve 1/2 İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağını düşünerek, doğru bulduğumuz Yerel Mahkeme kararının Onanması gerektiği inancıyla sayın çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Orhan Uzgören 14. Hukuk Dairesi Üyesi
M. Handan Surlu 1. Hukuk Dairesi Üyesi