 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no : 1995/9-474
Karar no : 1995/722
Tarih : 5.7.1995
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNDEKİ ÜCRET ZAMMI HÜKMÜNÜN UYGULANMAMASI ( Ekonomik Kriz Nedeniyle )
- EKONOMİK KRİZ NEDENİYLE TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ HÜKMÜNÜN UYGULANMAMASI (Ücretin Tahsili ve Faiz Talebi )
- OBJEKTİF İYİNİYET KURALI ( Toplu İş Sözleşmesindeki Zam Hükmünün Ekonomik Kriz Nedeniyle Uygulanmaması )
- ÜCRET FARKI TAHSİLİ VE FAİZ TALEBİ ( Toplu İş Sözleşmesindeki Zam Hükmünün Ekonomik Kriz Nedeniyle Askıya Alınması Nedeniyle )
2822/m.2,6
DAVA : Taraflar arasındaki "T.İ.S.'den doğan ücret alacağı farkı, prim ve fazla mesai ücretinden alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çay Asliye Hukuk ( İş ) Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 7.11.1994 gün ve 1994/270-326 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 31.1.1995 gün ve 1994/17380 E. 1995/1309 K. sayılı ilamı : ( .... Davacı; işyerinde uygulanmakta olan 1.7.1992-31.12.1994 yürürlük süreli T.İ.S.'nin 34/E maddesinde öngörülen "işyerinde çalışan işçilerin 30.6.1994 tarihindeki çıplak ücretlerine 1.7.1994 tarihinden geçerli olmak üzere D.İ.E. 1987=100 temel yılı, Kentsel Yerler Tüketici Fiyatları Türkiye Geneli İndeksinin, Haziran 1994'deki sayısının Aralık 1993 indeks sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak değişim oranında zam yapılır" hükmünün davalı işverence uygulanmadığını bildirerek fark ücret, prim ve fazla mesai alacaklarının işletme kredisi faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı idare cevap dilekçesinde özetle; toplu iş sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmasına belli süre devam edildiğini, daha sonra Türkiye genelinde büyük ekonomik gelişmeler oluştuğunu, bu nedenle Hükümetçe ekonomik tedbirler alınması gereğinin ortaya çıktığını ve 5 Nisan 1994'de alınan ekonomik tedbirler paketinin uygulamaya konulduğunu, bu tedbirler paketine tüm kamu kurum ve kuruluşlarının uymak zorunda kaldığını, müvekkili idarenin de bunlar arasında bulunduğunu, Hükümetçe dava konusu edilen dönemle ilgili olarak toplu iş sözleşmesi zamlarının ödenmesinin bir genelge ile belli bir plana bağlandığını, kendilerinin de plana uyduklarını ve "borcun edasının imkansız hale geldiğini" savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece istek doğrultusunda hüküm tesis edilmiştir.
Taraflar arasında; dava konusu edilen isteklerin toplu iş sözleşmesinde öngörüldüğü, 1994 Temmuz ayı itibariyle altı aylık zam oranının % 61,1 olarak kabul edilmesi gerektiği, davalı idarenin bu ücret zamlarını uygulamadığı, Hükümetçe alınan ekonomik tedbirler ve genelge uyarınca bu zamların bir plan dahilinde taksitlendirildiği hususlarında bir uyuşmazlık yoktur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, tarafların serbest iradeleriyle usulüne uygun biçimde, işyerinde uygulanmak üzere düzenlenmiş bulunan T.İ.S bağlayıcı niteliktedir. Bu itibarla, normal koşullarda, böyle bir T.İ.S'ne hakimin müdahalesinden söz edilemez.
T.İ.S.'nin yürürlük başlangıç ve imza tarihlerinden sonra Türkiye'nin ekonomik bir krize girdiği, normalde beklenilmeyen ve tahmin, edilmeyen durumların oluştuğu, bu ağır ekonomik bunalımdan çıkmak için Hükümetin bir dizi tedbirler almak zorunda kaldığı ve bu cümleden olarak da kamu kurum ve kuruluşlarında tasarruf tedbirlerine başvurduğu, memur ve işçi alımlarını dondurduğu, yeni vergiler ihdas ettiği, ek vergiler getirdiği yatırımları durdurduğu, birçok kamu işyerlerini kapattığı, özelleştirmeye yöneldiği bir gerçekir. Bu tedbirler sonucu, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve bu arada davalı idareye ait işyerinde uygulanmakta olan toplu sözleşme zamlarının ödenmesi durdurulmuş ve bir plan dahilinde tediyesi için tüm kuruluşlara genelge yayınlanmıştır.
Şu husus özellikle belirtilmelidir ki, her ne kadar Kamu İktisadi Teşebbüsleri, mevzuatlarına göre, özel hukuk hükümlerine bağlı birer bağımsız tüzel kişilik iseler de, bunların yıllardan beri Devletin desteği ve koruması ile ayakta kaldıkları da bir vakaadır. Bu destek sayesindedir ki, Türkiye'de işsizlik asgari düzeye indirilmiş ve ülke genelinde işyerleri pek çok yurttaşa ekmek kapısı olmuştur. Hükümetin bu korumacılığını, aşmış olduğu olağanüstü ekonomik tedbire rağmen devam ettirmek niyet ve arzusunda olduğu, toplu iş sözleşmesi zamlarını, gecikmeyle de olsa, bir plan dahilinde ve tam olarak ödenmesini kabul etmek suretiyle sürdürmek istediği, dosya içeriği ile bellidir. Devletin bu koruyucu tutumu kamu iktisadi teşebbüslerinden çekmesi ve bunların sorumluluklarıyle başbaşa bırakılmaları halinde, bu işyerlerinin ifa imkansızlığına düşeceği, birçoklarının kapanacağı, bazılarının iflas durumuna geleceği, binlerce işçinin işsiz kalacağı da, bir memleket gerçeğidir.
Bu olgular karşısında, davalı idarenin toplu iş sözleşmesi zamlarından kurtulmak istemesinden ve dolayısıyle kötü niyetinden söz etmek mümkün değildir. Gerçekten yukarıda da vurgulandığı gibi davalı işveren, hiçbir zaman borcunu inkar etmemiş, ancak Hükümet genelgesi doğrultusunda ve kendi imkanlarıyla da ödeme imkansızlığını da dikkate alarak, ücret zamlarının taksitle ödenmesini önermiştir. Bu öneri, davacı işçinin üyesi bulunduğu sendikanın bağlı olduğu işçi konfederasyonu tarafından, Hükümet yetkilileriyle düzenledikleri protokolde de aynen benimsenmiştir. Gerçi bu protokolün davacı işçiyi bağlamasından söz edilemezse de, yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan memleket gerçeğinin, işçi konfederasyonu tarafından da benimsendiğini gösterir. Ayrıca belirtmek gerekir ki; davalı işverenin taksitlendirmeye sadık kalarak, işçilerin ihtilaflı dönemle ilgili ücretlerini tamamıyla ödediği de dosya içeriği ile sabittir.
Yukarıda da değinildiği üzere serbest iradeleriyle imzaladıkları sözleşmelerin tarafları bağlaması asıl ise de, tarafların arasında mevcut olan denge şartların olağanüstü bir şekilde değişmesi sebebi ile taraflardan biri için katlanılamayacak derecede bozulabilir işte bu gibi hallerde sözleşmeye sıkı sıkıya bağlılık adalet hakkaniyet ve objektif iyiniyet kurallarıyla bağdaşamaz. Hukukta bu durum "sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması" ilkesi ile çözümlenmektedir.
Şartları olağanüstü şekilde değiştiren hallerin ortaya çıkması durumunda edimler arasındaki dengenin bozulması taraflar arasındaki sözleşme ile tesis edilen işlemin temelinin çökmesini gündeme getirir ki işte bu durumda hakim müdahale ederek sözleşmeyi değişen şartlara uyarlar.
Olayımızda işverenin T.İ.S.'ndeki ücret zammını bir ödeme, planı dahilinde ileriki bir tarihte ödeme teklifi böyle bir uyarlama önerisidir.
Değişen şartlara göre sözleşmenin tamamının geçersizliği istenebileceği gibi bir kısım hükümlerinin şartlara uygulanmasıda istenebilir.
Olayımızda sözleşmenin sadece ücret zammının vadeye yayılması istenmiş zam oranına müdahale dahi talep edilmemiştir.
Beklenmeyen şartların getirdiği yükler karşısında ülke insanının belli oranlarda da olsa fedakarlığı paylaşması gerekir. Aynı dönem için devletin diğer kamu çalışanlarına uyguladığı ücret artışı ve onları fedakarlığa ortak edişi kamu yararı ilkesiyle izah edilebilir. Aynı ilkenin T.İ.S. uygulamaları içinde geçerli olacağının gözardı edilmemesi gerekir.
Tüm bu maddi ve hukuki olgular karşısında, idarenin teklif ettiği ödeme planının uyarlama önerisi olarak kabulü ve bu önerinin değişen şartlar sebebiyle yerinde görülerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve usulün 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/2. maddesi gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, T.İ.S.'den doğan ücret alacağı farkı, prim ve fazla mesai ücretinin işletme faizi ile birlikte davalıdan tahsili isteğine ilişkindir.
Hukuk Genel Kurulu önüne direnme yoluyla gelen uyuşmazlık, yalnızca ödenen ana borçla ilgili olarak, işletme kredisi faizi istemine ilişkindir. Eksik ödenen ücret alacağının bozmadan sonra işverence, davacı işçiye ödendiği belirlenmekle, mahkemece ana alacakla ilgili olarak hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Ancak, faizle ilgili istek hakkında çözüme ulaşılabilmesi için yine de işin esası hakkında araştırma yapılması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceği de aşikardır. Olaya bu yaklaşım içinde bakıldığında;
3.2.1993 tarihinde imzalanan ve davalıya ait işyerinde 1.7.1992-31.12.1994 tarihleri arasında yürürlükte bulunan T.İ.S.'nin 34. maddesi, kapsamına giren işçilerin ücretlerine, altı aylık dönemler itibariyle zam yapılması kuralını içermektedir. Buna göre; ilk iki dönem için sırasıyla % 50 ve % 48 ve sonraki üç dönemin her biri için de enflasyon oranında ücretlere zam yapılması gerekmektedir. 1.7.1994-31.12.1994 tarihleri arasındaki son dönem ücret zamları uyuşmazlık konusu olduğu için, anılan 34. maddenin bu zamlarla ilgili ( E ) bendi üzerinde kısaca durulması yerinde olur. Bu bentte, "T.İ.S.'nin kapsamına giren işçilerin 30.6.1994 tarihindeki çıplak saat ücretlerine, 1.7.1994 tarihinden geçerli olmak üzere, D.İ.E. 1987=100 Temel Yıllık Kentsel Yerler Tüketici Fiyatları Türkiye geneli indeksinin, Haziran 1994 indeks sayısının Aralık 1993 indeks sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak değişim oranı kadar zam yapılır" denilmektedir. Devlet İstatistik Enstitüsü'nce bu dönem değişim oranı % 61,1 olarak ilan edildiğinden, işçi ücretlerine uygulanması gereken zam miktarı da, böylece sonradan belirlenmiş bulunmaktadır.
T.İ.S.'nin 1.7.1992 yürürlük başlangıç tarihinden 30.6.194'e kadar uygulandığı sürede, ücretlerin, zamlarla oluşan miktarlar üzerinden ve 1.7.1994 tarihinde başlayan son dönemde ise zamsız, yani eksik olarak ödendiği konusu da tartışmasızdır. Dava, ödenmeyen son dönem ücret zammı alacağının işletme kredisi faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemine ilişkindir.
Davalı işveren; T.İ.S.'nin yürürlük, başlangıç ve imza tarihlerinden sonra Türkiye'de ekonomik bir bunalım meydana geldiğini, buna karşı Hükümetçe olağanüstü tedbirlere başvurulduğunu, bu koşullarda bir kamu kuruluşu olarak alınan tedbirlere uymak zorunda kaldıklarını, Başbakanlık genelgesinde tesbit edildiği üzere uyuşmazlık konusu zamların 1 ila 6 aylık bir gecikme ile 15.1.1995 tarihinde işçilere ödeneceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Hemen belirtmek gerekir ki; benzer konularda Yargıtay'a intikal eden dava dosyalarından, bu döneme ilişkin ücret zamlarının kamu kurum ve kuruluşlarınca Başbakanlık genelgesinde belirtilen tarihlerde işçilere ödenmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Olayda, taraflar arasındaki uyuşmazlık; T.İ.S.'nin imzalanmasından bir süre sonra ülkede başgösteren ciddi ekonomik kriz nedeniyle, Hükümetçe alınan olağanüstü önlemler gereği, davalı kamu kurumunun, ücret zamlarını 1 ila 6 aylık gecikmeyle ödeme önerisinin kabule, değer olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Konunun aydınlığa kavuşturulabilmesi için, öncelikle özel borç ilişkilerinde temel bir kural niteliğinde olan ahde vefa, yani sözleşmeye bağlılık ilkesi üzerinde, kısa da olsa, durulmasında yarar görülmüştür. Bu ilke sayesindedir ki, tarafların serbest iradeleri ile düzenledikleri sözleşmelerin, yürürlük sürelerince güven içinde uygulanmaları sağlanmış olur. Aynı ilkenin, işyerleri ve işçi sayısı itibariyle kapsamlarının boyutu dikkate alındığı takdirde, Toplu iş sözleşmelerinde de, eyleviyetle geçerli olduğunun kabulü gerekir. Bu itibarla, presedürüne uygun biçimde düzenlenip yürürlüğe konulan bir toplu iş sözlemesinde öngörülen haklardan o sözleşmenin, kapsamına giren işçilerin yararlanmaları kadar doğal bir şey olamaz. Buna göre de; sözleşme zamlarının öngörülen tarihlerde ödenmesinin istenmesi, kural olarak her zaman mümkündür. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun 7. maddesinde, toplu iş sözleşmelerinin en az bir, en fazla üç yıl süreli olabilecekleri kuralına yer verilmiştir. Somut olayda da, 3.2.1993 tarihinde imzalanan T.İ.S. 1.7.1992-31.12.1994 tarihleri arasındaki iki buçuk yıllık bir süreyi kapsamaktadır. İşte bu sözleşmenin uygulanması sırasında Türkiye'de ciddi ve tüm ülkeyi etkileyen ekonomik bir krizin yaşandığı bilinmektedir. Gerçekten 1994 yılına ait veri ve istatistikler enflasyonun tahminlerin çok üzerinde üç haneli rakamlara ulaştığını, Türk Lirası'nın büyük değer kaybettiğini, faiz oranlarının olağanüstü biçimde yükseldiğini, ülke ekonomisine uzun yıllar önemli katkılarda bulunmuş olan bir kısım kamu işyerlerinin kapandığını, işsizliğin arttığını, ihracatın, ithalatı karşılama oranının düştüğünü açık ve seçik olarak göstermektedir. Yerli ve yabancı kaynak ve yapıtlar da bu hususları doğrulamaktadır. Bu olumsuz tablonun meydana gelmesinde, yıllardan beri devam eden, terör ve bölücülük olaylarının ve komşu ülkelerdeki gelişmelerin önemli bir rol oynadığı bugün artık bilinen bir gerçektir. Bu olağanüstü durum ve koşulların ortadan kaldırılabilmesi amacıyla 5 Nisan 1994 tarihinde Hükümetçe bir dizi istikrar tedbirleri alınmak lüzumu hissedilmiş ve bu cümleden olarak da, kamu kurum ve kuruluşlarında tasarrufa yönelinmiş, işçi ve memur alımları dondurulmuş, memurlara çok düşük oranlarda zamlar yapılmakla yetinilmiş, yeni vergiler ihdas edilmiş ve bu arada kamuya ait iş yerlerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmelerin de öngörülen ücret zamları ödemelerinin kısa sürelerle ertelenmesi yoluna gidilmiştir. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü'nce davalı işverene gönderilen genelge de, davaya konu ücret zamlarının 15 Ocak 1995 tarihinde ödenmesi öngörülmüştür. Yine belirtmek gerekir ki, Ekonomik kamu düzeni, ülkenin mevcut bunalımdan en az zararla ve en kısa sürede kurtulabilmesi için tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, mevcut durum ve koşullarının gerektirdiği önlemleri almalarını zorunlu kılar. Milletçe dayanışma içinde bulunulduğu, güçlüklere birlikte göğüs gerildiği ve fedakarlığa katlanıldığı ölçüde, ülkenin krizden daha çabuk ve daha az zararla kurtulabileceği kuşkusuzdur. Hükümet yetkilileriyle davacı işçinin üyesi bulunduğu işçi konfederasyonunun, ülkedeki olağanüstü koşulları gözönünde tutarak ücret zamlarının ertelenmesi konusunda mutabakata varmaları da, böyle bir davranışa örnek olarak gösterebilir. Her ne kadar bu mutabakatın davacı işçiyi bağlamasından söz edilemezse de, böyle bir girişim mevcut ekonomik krizin ve onun sonucu ülkede kendisini gösteren olağanüstü durumun işçi konfederasyonu tarafından da kabul edildiğini gösterir. Başbakanlıkça davalı kamu kurumuna gönderilen ve bu mutabakattan da söz eden genelgedeki, ücret zamları ödemelerinin 1 ila 6 ay süre ile ertelenmesi önemi, bu açıdan değerlendirildiği takdirde; işçi ücretlerine ve yapılan zam miktarlarına dokunulmaksızın, sadece son döneme ait zamların kısa sürelerle ertelenmesi yetkililerce uygun bulunmuştur. Yurt çapında alınan ekonomik tedbirler kapsamında böyle bir düzenleme ile; ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü duruma karşın, en iyimser yaklaşımla işçi kesiminin ekonomik bunalımdan olabildiğince az etkilenmesi için gereken duyarlılığın gösterildiği kuşkusuzdur.
Şu hususun da önemle açıklanması gerekirki, kamu iktisadi teşebbüsleri, mevzuatlarına göre özel hukuk hükümlerine bağlı bağımsız tüzel kişilikler ise de, bu kuruluşlar devletin desteği ve koruması ile ayakta kalabilmektedirler. Ekonomik kriz sonucu, devletin bu kuruluşları gereği gibi destekleme imkanı kalmamış, bu nedenle de özelleştirilmeleri için büyük çabalar sarf edilmeye başlanmıştır. Bu koşullarda davalı işverenin gerçekten müzayaka halinde bulunduğu dikkate alınmaksızın, ülkede olağanüstü bir durum yokmuş gibi, ücret zamlarının zamanında ödenmesi gerektiği görüşü benimsendiği takdirde, işyerlerinin birbiri peşi sıra kapanmalarına yol açılacağı ve bundan da işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalacak işçilerin ve giderek tüm ülkenin daha büyük zararlara uğramaları kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle Borçlar Kanunu'nun 44. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "eğer zarar kasten veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamış olduğu ve tazmini de borçluyu müzayakaya maruz bıraktığı takdirde, hakim, hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir" biçimindeki kuralın olayda uygulanması olanağı mevcuttur. Dava, kimi ücret zamlarının ödenmemesi nedeniyle bunların faiziyle birlikte tahsili isteğine ilişkin bulunduğuna ve ücret zamlarının da davadan sonra ve genelgede öngörülen tarihte ödendiğinin anlaşıldığına göre; Borçlar Kanunu'nun 44. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca müzayaka halinin kabulü ile olayların gelişme seyri de dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi, hakkaniyet ve adalet ilkelerine uygun düşer ve ekonomik kamu düzeni gereği de dikkate alınmış olur. Bu konuda belirtilmesi gereken bir husus da, ülkede ekonomik bunalımın varlığının kabulü için, Anayasa'nın 119-120. maddelerine göre olağanüstü halin ilanının şart olmadığıdır.
Öte yandan sorunun, doğruluk ve dürüstlük kuralları açısından değerlendirilmesinde de yarar vardır. Uyuşmazlığın kaynaklandığı 34. maddenin, taraf sendikalarca T.İ.S.'nin imza tarihindeki mali, ekonomik ve sosyal durumlar gözönünde tutularak ve ileriye yönelik tahminlerde bulunarak düzenlenmiş olduğu kuşkusuzdur. Bu tahmin ve hesaplar sonucundadır ki, sırasıyla % 50, % 48 ve enflasyon oranlarında zamlar yapılması kararlaştırılmıştır. Muhtemel enflasyondan işçilerin olabildiğince olumsuz etkilenmemeleri düşüncesiyle enflasyona endeksli zamların kabulü de, sosyal devlet ilkesine uygun iyi niyetli bir yaklaşımdır. Ancak, T.İ.S.'nin imzalanmasından sonra meydana gelen tüm ülke çapındaki olumsuz gelişmeler, sözleşme adaletini ve taraflarca yüklenilen edimler arasındaki dengeyi ortadan kaldırmıştır. Ekonomik bunalım ve buna karşı alınan olağanüstü önlemler ortada ve herkes tarafından bilinmekte ve milli dayanışma içinde göğüs gerilmekte iken; yaşam mücadelesi içinde bulunan işverenin, alınan ekonomik önlemler pareketinin bir gereği olarak uyuşmazlık konusu ücret zammını birkaç aylık gecikme ile ödeme önerisinin, davacı işçi tarafından kabul edilmemesi, Medeni Kanun'un 2. maddesinde öngörülen doğruluk ve dürüstlük kurallarıyla bağdaşamaz.
O halde, davacı yararına ayrıca faize hükmedilmesi doğru değildir. Bu itibarla usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ) oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı işçinin istemi, davalı işveren vekilinin cevabı ve yerel mahkemece ulaşılan sonuç ile yüksek özel dairenin bozması yukarıda özetlendiği için buradan tekrara gerek görmediğim işbu davada, direnme üzerine Yüksek Genel Kurul'ca ulaşılan sonuca aşağıdaki nedenlerle katılamıyorum. Şöyleki;
Toplu iş sözleşmelerinin tarafları bağlayacağı hususu Türk İş Hukuku'nda tartışmasız bir gerçektir ve bu gerçek özel daire bozma ilamında da aynen ".... tarafların serbest iradeleriyle usulüne uygun biçimde, işyerinde uygulanmak üzere düzenlenmiş bulunan T.İ.S. bağlayıcı niteliktedir" denilmek suretiyle açıkca vurgulanmıştır.
Sorun, böyle bir toplu sözleşmeyle kararlaştırılan özlük haklarına en kalın bir çizgiyle "ekonomik kriz" gibi bu nedenle hakimin müdahale edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle şunu hemen belirtmek gerekir ki, ülkemizin ağır bir ekonomik bunalıma girmesi halinde bunun atlatılması ve çözümü için Anayasamız 15,119 ve 121. maddelerinde özel bir düzenleme ve rejim öngörmüştür. Bu özel düzenlemenin uygulaması söz konusu olmadığına göre, toplu sözleşmeye müdahaleyi gerektiren bir fevkalade ekonomik halden ( hukuken ) söz etmek mümkün değildir. O halde davacı ile davalı arasındaki toplu sözleşmeye böyle bir gerekçeyle karışmak ve erteleme istemek düşünülemez, çünkü istemi hukuksal bir temeli yoktur.
Konuya, "sözleşmenin değişen şartlara uyarlaması" ilkesi ile çözümlenip çözümlenemeyeceği açısından bakıldığında da önce şu saptamalar gözönünde tutulmalıdır.
Evvel emirde böyle bir istemin davalı işverence açıkca ve teknik anlamda, yani usul kuralları çerçevesinde ortaya konulması gerekir. Eldeki davada işveren davalının böyle bir isteminden söz etmek olurlu değildir.
Öte yandan, yorum yoluyla davalı işverenin ifa zamanın tek yanlı olarak ertelendiğine ilişkin açıklamasının bir uyarlama önerisi olarak kabulüne de usul kuralları engeldir. O halde burada bir uygulama önerisinden de söz edilemez. Bir başka anlatımla, kuralları Anayasamızın 119. maddesinde gösterilen ve uygulaması yürütme ve yasamaya bırakılan ağır ekonomik bunalımın varlığını, yasma ve özellikle yürütme, kendi kuralları çerçevesinde bizzat kabul etmemişken, yorum yoluyla yargının bunu öngörmesi, varsayması ve buna göre çözüme girmesi hukukun temel ilkeleriyle taban tabana zıt bir uygulamadır.
Davalı işverenin; yasal dayanaktan yoksunluğu, Yüksek Özel Dairece de, "... bu mutabakatın davacı işçiyi bağlamasından söz edilemezse de "denilerek açıkca kabul edilen Türk-İş Konfederasyonuyla vaki mutabakatına dayalı olarak çıkartılan bu hükümet genelgesini dayanak yaparak ödemeyi ertelemesi hukuki temelde yoksun bir davranıştır.
Devlet, hukuk devleti olmak zorundadır. Bir hukuk devletinde de, önce devletin bizzat kendisi hukuk kurallarına uymalıdır. Yetkisi olmayan bir konfederasyonla mutabakata varması, ardından da hukuksal temelden, dayanaktan yoksun bu mutabakata dayalı olarak işverenlerin ödemelerin ertelemesini istemesi, hukuksal ve hukuk devleti kavramıyla bağdaşır bir tutum olarak değerlendirilemez ve hukuksal haklılığı sonucuna da ulaşılamaz.
Yerel Mahkemenin direnme kararını, bu açıkladığım nedenlerle ve benimsediğim gerekçesiyle usul ve kanuna uygun bulduğumdan, sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum.