Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no : 1995/960
Karar no : 1996/4
Tarih : 31.01.1996

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
    DAVA : Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul İş Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 27.1.1995 gün ve 1994/1967 - 1995/34 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
    Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 6.4.1995 gün ve 11464-12177 sayılı ilamı;
    (... Davacı; işyerinde uygulanmakta olan 37/D-b, 1.3.1993-28.2.1995 yürürlük süreli Toplu İş Sözleşmesinin 143/2-b maddesinde öngörülen "işyerinde çalışan işçilerin 31.8.1994 tarihindeki çıplak ücretlerine 1.9.1994 tarihinden geçerli olmak üzere D.İ.E. 1987-100 Temel Yıllı, Kentsel Yerler Tüketici Fiyatları Türkiye Geneli İndeksinin, Şubat 1994'deki sayısının Ağustos 1993 indeks sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak değişim oranı kadar zam yapılması şeklindeki hükmün davalı işverence uygulanmadığını bildirerek fark ücret ve ikramiye" alacaklarının işletme kredisi faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Davalı idare cevap dilekçesinde özetle; toplu iş sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmasına belli süre devam edildiğini, daha sonra Türkiye genelinde büyük ekonomik gelişmeler oluştuğunu, bu nedenle Hükümetçe ekonomik tedbirler alınması gereğinin ortaya çıktığını ve 5 Nisan 1994'de alınan ekonomik tedbirler paketinin uygulamaya konulduğunu, bu tedbirler paketine tüm Kamu Kurum ve Kuruluşlarının uymak zorunda kaldığını, müvekkili idarenin de bunlar arasında bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.Ü Mahkeme'ce istek doğrultusunda hüküm tesis edilmiştir.
    Taraflar arasında; dava konusu edilen isteklerin toplu iş sözleşmesinde öngörüldüğü, 1994 Ağustos ayı itibariyle altı aylık zam oranının % 51,1 olarak kabul edilmesi gerektiği, davalı idarenin bu ücret zamlarını uygulamadığı, hususlarında bir uyuşmazlık yoktur.
    Öncelikle belirtmek gerekir ki, tarafların serbest iradeleriyle usulüne uygun biçimde, işyerinde uygulanmak üzere düzenlenmiş bulunan TİS. bağlayıcı niteliktedir. Bu itibarla, normal koşullarda, böyle bir TİS'ne hakimin müdahelesinden söz edilemez.
    Toplu İş Sözleşmesinin yürürlük başlangıç ve imza tarihlerinden sonra, Türkiye'nin ekonomik bir krize girdiği, normalde beklenilmeyen ve tahmin edilmeyen durumların oluştuğu, bu ağır ekonomik bunalımdan çıkmak için Hükümetin bir dizi tedbirler almak zorunda kaldığı ve bu cümleden olarak da Kamu Kurum ve Kuruluşlarından tasarruf tedbirlerine başvurduğu, memur ve işçi alımlarını dondurduğu, yeni vergiler ihdas ettiği, ek vergiler getirdiği, yatırımları durdurduğu, birçok kamu işyerlerini kapattığı, özelleştirmeye yöneldiği bir gerçektir. Bu tedbirler sonucu, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve bu arada davalı idareye ait işyerinde uygulanmakta olan toplu sözleşme zamlarının ödenmesi durdurulmuş ve bir plan dahilinde tediyesi için tüm kuruluşlara genelge yayınlanmıştır.
    Bu olgular karşısında, davalı idarenin toplu iş sözleşmesi zamlarından kurtulmak istemesinden ve dolayısıyla kötü niyetinden söz etmek mümkün değildir. Gerçekten yukarıda da vurgulandığı gibi davalı işveren, hiç bir zaman borcunu inkar etmemiş, ancak Hükümet genelgesi doğrultusunda ve kendi imkanlarıyla da ödeme imkansızlığını da dikkate alarak, ücret zamlarının taksitle ödenmesini önermiştir. Bu öneri, davacı işçinin üyesi bulunduğu sendikanın bağlı olduğu işçi konfederasyonu tarafından, Hükümet yetkilileriyle vardıkları mutabakatta da aynen benimsenmiştir. Gerçi bu mutabakatın davacı işçiyi bağlamasından söz edilmezse de, yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan memleket gerçeğinin, işçi konfederasyonu tarafından da benimsendiğini gösterir.
    Yukarıda da değinildiği üzere serbest iradeleriyle imzaladıkları sözleşmelerin tarafları bağlaması asıl ise de, taraflar arasında mevcut olan denge şartların olağanüstü bir şekilde değişmesi sebebi ile taraflardan biri için katlanılamıyacak derecede bozulabilir. İşte bu gibi hallerde sözleşmeye sıkı sıkıya bağlılık adalet hakkaniyet ve objektif iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz. Hukukta bu durum "sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması" ilkesi ile çözümlenmektedir.
    Şartları olağanüstü şekilde değiştiren hallerin ortaya çıkması durumunda edimler arasındaki dengenin bozulması taraflar arasındaki sözleşme ile tesis edilen işlemin temelinin çökmesini gündeme getirir ki işte bu durumda hakim müdahale ederek sözleşmeyi değişen şartlara uyarlar.
    Olayımızda işverenin TİS'deki ücret zammını bir ödeme planı dahilinde ileriki bir tarihte ödeme teklifi böyle bir uyarlama önerisidir.
    Değişen şartlara göre sözleşmenin tamamının geçersizliği istenebileceği gibi bir kısım hükümlerinin şartlara uygulanmasıda istenebilir.
    Olayımızda sözleşmenin sadece ücret zammının vadeye yayılması istenmiş zam oranına müdahale dahi talep edilmemiştir.
    Beklenmeyen şartların getirdiği yükler karşısında ülke insanının belli oranlarda da olsa fedakarlığı paylaşması gerekir. Aynı dönem için devletin diğer kamu çalışanlarına uyguladığı ücret artışı ve onları fedakarlığa ortak edişi Kamu yararı ilkesiyle izah edilebilir. Aynı ilkenin TİS. uygulamaları için de geçerli olacağının gözardı edilmemesi gerekir.
    Tüm bu maddi ve hukuki olgular karşısında, idarenin teklif ettiği ödeme planının uyarlama önerisi olarak kabulü ve bu önerinin değişen şartlar sebebiyle yerinde görülerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkeme'ce önceki kararda direnilmiştir.
    Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
 
    KARAR : Dava, eksik ödenen ikramiye ve ücret alacağının işletme kredisi faizi ile birlikte davalıdan tahsili isteğine ilişkindir.
    Davalıya ait işyerinde, Tek Gıda İş Sendikası ile davalı işveren arasında akdedilen 1.3.1993-28.2.1995 süreli toplu iş sözleşmesinin 37. maddesi "T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsünün 1987-100 temel yılı kentsel yerler tüketici fiyatları Türkiye geneli endeksinin Ağustos 1994 ayının Şubat 1994 ayına göre değişim oranı, işçilerin 31.8.1994 tarihindeki ücret cetvellerine 1.9.1994 tarihinden geçerli olmak üzere ücret zammı uygulanacaktır" hükmünü içermektedir. Devlet İstatistik Enstitüsünce bu dönem değişim oranı % 51.1 olarak ilan edildiğinden işçi ücretlerine uygulanması gereken zam miktarı da bu suretle belirlenmiş bulunmaktadır.
    Davalı işveren; toplu iş sözleşmesinin yürürlük, başlangıç ve imza tarihlerinden sonra Türkiye'de ekonomik bir bunalım meydana geldiğini, buna karşı Hükümetçe olağanüstü tedbirlere başvurulduğunu, bu koşullarda bir Kamu kuruluşu olarak alınan tedbirlere uymak zorunda kaldıklarını, Başbakanlık genelgesinde tesbit edildiği üzere uyuşmazlık konusu zamların 1 ila 6 aylık bir gecikme ile 20.2.1995 tarihinde işçilere ödeneceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Hemen belirtmek gerekir ki; benzer konulardan Yargıtay'a intikal eden dava dosyalarından, bu döneme ilişkin ücret zamlarının Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Başbakanlık genelgesinde belirtilen tarihlerde işçilere ödenmiş olduğu anlaşılmaktadır.
    Olayda, taraflar arasındaki uyuşmazlık; toplu iş sözleşmesinin imzalanmasından bir süre sonra ülkede baş gösteren ciddi ekonomik kriz nedeniyle, Hükümetçe alınan olağanüstü önlemler gereği, davalı Kamu Kurumun ücret, zamlarını 1 ila 6 aylık gecikmeyle ödeme önerisinin kabule, değer olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Konunun aydınlığa kavuşturulabilmesi için, öncelikle özel borç ilişkilerinde temel bir kural niteliğinde olan ahde vefa, yani sözleşmeye bağlılık ilkesi üzerinde, kısa da olsa, durulmasında yarar görülmüştür. Bu ilke sayesindedir ki, tarafların serbest iradeleri ile düzenledikleri sözleşmelerin, yürürlük sürelerince güven içinde uygulanmaları sağlanmış olur. Aynı ilkenin, işyerleri ve işçi sayısı itibariyle kapsamlarının boyutu dikkate alındığı takdirde, toplu iş sözleşmelerinde de, evleviyetle geçerli olduğunun kabulü gerekir. Bu itibarla, prosedürüne uygun biçimde düzenlenip yürürlüğe konulan bir toplu iş sözleşmesinde öngörülen haklardan o sözleşmenin, kapsamına giren işçilerin yararlanmaları kadar doğal bir şey olamaz. Buna göre de; sözleşme zamlarının öngörülen tarihlerde ödenmesinin istenmesi, kural olarak her zaman mümkündür. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun 7. maddesinde, toplu iş sözleşmelerinin, en az bir, en fazla üç yıl süreli olabilecekleri kuralına yer verilmiştir. Somut olayda da, 1.3.1993 başlangıç tarihli toplu iş sözleşmesi, 1.3.1993-29.2.1995 tarihleri arasındaki iki yıllık bir süreyi kapsamaktadır. İşte bu sözleşmenin uygulanması sırasında Türkiye'de ciddi ve tüm ülkeyi etkileyen ekonomik bir krizin yaşandığı bilinmektedir. Gerçekten 1994 yılına ait veri ve istatistikleri; enflasyonun tahminlerin çok üzerinde üç haneli rakamlara ulaştığını, Türk parasının büyük değer kaybettiğini, faiz oranlarının olağanüstü biçimde yükseldiğini, ülke ekonomisine uzun yıllar önemli katkılarda bulunmuş olan bir kısım Kamu işyerlerinin kapandığını, işsizliğin arttığını, ihracatın, ithalatı karşılama oranının düştüğünü açık ve seçik olarak göstermektedir. Yerli ve yabancı kaynak ve yapıtlar da bu hususları doğrulamaktadır. Bu olumsuz tablonun meydana gelmesinde, yıllardan beri devam eden, terör ve bölücülük olaylarının ve komşu ülkelerdeki gelişmelerin önemli bir rol oynadığı bugün artık bilinen bir gerçektir. Bu olağanüstü durum ve koşulların ortadan kaldırılabilmesi amacıyla 5 Nisan 1994 tarihinde Hükümetçe bir dizi ekonomik istikrar tedbirleri alınmak lüzumu hissedilmiş ve bu cümleden olarak da, Kamu kurum ve kuruluşlarında tasarrufa yönelinmiş, işçi ve memur alımları dondurulmuş, memurlara çok düşük oranlarda zamlar yapılmakla yetinilmiş, yeni vergiler ihdas edilmiş ve bu arada kamuya ait işyerlerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmelerinde öngörülen ücret zamları ödemelerinin kısa sürelerle ertelenmesi yoluna gidilmiştir. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü'nce davalı işverene gönderilen genelgede de, davaya konu ücret zamlarının 20.2.1995 tarihinde ödenmesi öngörülmüştür. Yine belirtmek gerekir ki, ekonomik Kamu düzeni, ülkenin mevcut bunalımdan en az zararla ve en kısa sürede kurtulabilmesi için tüm Kamu Kurum ve Kuruluşlarının, mevcut durum ve koşullarının gerektirdiği önlemleri almalarını zorunlu kılar. Milletçe dayanışma içinde bulunulduğu, güçlüklere birlikte göğüs gerildiği ve fedakarlığa katlanıldığı ölçüde, ülkenin krizden daha çabuk ve daha az zararla kurtulabileceği kuşkusuzdur. Hükümet yetkilileriyle davacı işçinin bağlı olduğu sendikanında üyesi bulunduğu işçi konfederasyonunun, ülkedeki olağanüstü koşulları gözönünde tutarak ücret zamlarının ertelenmesi konusunda mutabakata varmaları da, böyle bir davranışa örnek olarak gösterilebilir. Her ne kadar bu mutabakatın davacı işçiyi bağlamasından söz edilemezse de, böyle bir girişim mevcut ekonomik krizin ve onun sonucu ülkede kendisini gösteren olağanüstü durumun işçi konfederasyonu tarafından da kabul edildiğini gösterir. Başbakanlıkça davalı Kamu Kurumuna gönderilen ve bu mutabakattan da söz eden genelgedeki, ücret zamları ödemelerinin 1 ila 6 ay süre ile ertelenmesi önlemi, bu açıdan değerlendirildiği takdirde; işçi ücretlerine ve yapılan zam miktarlarına dokunulmaksızın, sadece son döneme ait zamların kısa sürelerle ertelenmesi yetkililerce uygun bulunmuştur. Yurt çapında alınan ekonomik tedbirler kapsamındaki böyle bir düzenleme ile; ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü duruma karşın, en iyimser yaklaşımla işçi kesiminin ekonomik bunalımdan olabildiğince az etkilenmesi için gereken duyarlılığın gösterildiği kuşkusuzdur.
    Şu hususun da önemle açıklanması gerekir ki, Kamu iktisadi teşebbüsleri, mevzuatlarına göre Özel Hukuk Hükümlerine bağlı bağımsız tüzel kişilikler ise de, bu kuruluşlar devletin desteği ve korunması ile ayakta kalabilmektedirler. Ekonomik kriz sonucu, Devletin bu kuruluşları gereği gibi destekleme imkanı kalmamış, bu nedenle de özelleştirilmeleri için büyük çabalar sarf edilmeye başlanmıştır. Bu koşullarda davalı işverenin gerçekten müzayaka halinde bulunduğu dikkate alınmaksızın, ülkede olağanüstü bir durum yokmuş gibi, ücret zamlarının zamanında ödenmesi gerektiği görüşü benimsendiği takdirde, işyerlerinin birbiri peşi sıra kapanmalarına yol açılacağı ve bundan da işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalacak işçilerin ve giderek tüm ülkenin daha büyük zararlara uğramaları kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle Borçlar Kanunu'nun 44. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "eğer zarar kasten veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikte yapılmamış olduğu ve tazmini de borçluyu müzayakaya maruz bıraktığı takdirde, hakim, hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir" biçimindeki kuralın olayda uygulanması, olanağı mevcuttur. Dava, kimi ücret zamlarının ödenmemesi nedeniyle bunların faiziye birlikte tahsili isteğine ilişkin bulunduğuna ve ücret zamlarının da davadan sonra ve genelgede öngörülen tarihte ödendiğinin anlaşıldığına göre; Borçlar Kanunu'nun 44. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca müzayaka halinin kabulü ile olayların gelişme seyri de dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi, hakkaniyet ve adalet ilkelerine uygun düşer ve ekonomik Kamu düzeni gereği de dikkate alınmış olur. Bu konuda belirtilmesi gereken bir husus da, ülkede ekonomik bunalımın varlığının kabulü için, Anayasa'nın 119-120. maddelerine göre olağanüstü halin ilanının şart olmadığıdır.
    Öte yandan sorunun, doğruluk ve dürüstlük kuralları açısından değerlendirilmesinde de yarar vardır. Uyuşmazlığın kaynaklandığı 37. maddenin, taraf sendikalarca toplu iş sözleşmesinin imza tarihindeki mali, ekonomik ve sosyal durumlar gözönünde tutularak ve ileriye yönelik tahminlerde bulunularak düzenlenmiş olduğu kuşkusuzdur. Muhtemel enflasyondan işçilerin olabildiğince olumsuz etkilenmemeleri düşüncesiyle enflasyona endeksli zamların kabulü de, sosyal devlet ilkesine uygun iyiniyetli bir yaklaşımdır. Ancak, toplu iş sözleşmesinin imzalanmasından sonra meydana gelen tüm ülke çapındaki olumsuz gelişmeler, sözleşme adaletini ve taraflarca yüklenilen edimler arasındaki dengeyi ortadan kaldırmıştır. Ekonomik bunalım ve buna karşı alınan olağanüstü önlemler ortada ve herkes tarafından bilinmekte ve milli dayanışma içinde göğüs gerilmekte iken; işverenin alınan ekonomik önlemler paketinin bir gereği olarak uyuşmazlık konusu ücret zammını birkaç aylık gecikme ile ödeme önerisinin, davacı işçi tarafından kabul edilmemesi, Medeni Kanunun 2. maddesinde öngörülen doğruluk ve dürüstlük kurallarıyla bağdaşmaz.
    Bu itibarla Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
    O halde usul ve Yasa'ya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.
 
    SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı (BOZULMASINA), 31.1.1996 tarihinde oyçokluğuya karar verildi.
 
  KARŞI OY YAZISI
    Davacı işçinin istemi, davalı işveren vekilinin cevabı ve yerel mahkeme'ce ulaşılan sonuç ile Yüksek Özel Dairenin bozması yukarda özetlendiği için burada tekrara gerek görmediğim işbu davada, direnme üzerine Yüksek Genel Kurulca ulaşılan sonuca aşağıdaki nedenlerle katılamıyorum.
    Şöyleki;
    Toplu iş sözleşmelerinin tarafları bağlayacağı hususu Türk İş Hukukunda tartışmasız bir gerçektir ve bu gerçek Özel Daire bozma ilamında da aynen ".. tarafların serbest iradeleriyle usulüne uygun içimde, işyerinde uygulanmak üzere düzenlenmiş bulunan TİS bağlayıcı niteliktedir" denilmek suretiyle açıkça vurgulanmıştır.
    Sorun, böyle bir toplu sözleşmeyle kararlaştırılan özlük haklarına en kalın bir çizgiyle "ekonomik kriz" gibi bu nedenle hakimin müdahale edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
    Öncelikle şunu hemen belirtmek gerekir ki, Ülkemizin ağır bir ekonomik bunalıma girmesi halinde bunun atlatılması ve çözümü için Anayasamız 15, 119 ve 121. maddelerinde özel bir düzenleme ve rejim öngörmüştür. Bu özel düzenlemenin uygulaması söz konusu olmadığına göre, toplu sözleşmeye müdahaleyi gerektiren bir fevkalade ekonomik halden (hukuken) söz etmek mümkün değildir. O halde davacı ile davalı arasındaki toplu sözleşmeye böyle bir gerekçeyle karışmak ve erteleme istemek düşünülemez, çünkü istemin hukuksal bir temeli yoktur.
    Konuya, "sözleşmenin değişen şartlara uyarlaması" ilkesi ile çözümlenip çözümlenemiyeceği açısından bakıldığına da önce şu saptamalar gözönünde tutulmalıdır.
    Evvelemirde böyle bir istemin davalı işverence açıkça ve teknik anlamda, yani usul kuralları çerçevesinde ortaya konulması gerekir. Eldeki davada işveren davalının böyle bir isteminden söz etmek olurlu değildir.
    Öte yandan, yorum yoluyla davalı işverenin ifa zamanın tek yanı olarak ertelendiğine ilişkin açıklamasının bir uyarlama önerisi olarak kabulüne de usul kuralları engeldir. O halde burada bir uygulama önerisinden de söz edilemez. Bir başka anlatımla, kuralları Anayasamızın 119. maddesinde gösterilen ve uygulaması yürütme ve yasamaya bırakılan ağır ekonomik bunalımın varlığını, yasama ve özellikle, yürütme, kendi kuralları çerçevesinde bizzat kabul etmemişken, yorum yoluyla yargının bunu öngörmesi, varsayması ve buna göre çözüme gitmesi hukukun temel ilkeleriyle taban tabana zıt bir uygulamadır.
    Davalı işverenin; yasal dayanaktan yoksunluğu, Yüksek Özel Dairece'de, ".. bu mutabakatın davacı işçiyi bağlamasından söz edilemezse de" denilerek açıkça kabul edilen Türk-İş Konfederasyonuyla vaki mutabakatına dayalı olarak çıkartılan bu hükümet genelgesini dayanak yaparak ödemeyi ertelemesi hukuki temelden yoksun bir davranıştır.
    Devlet, hukuk devleti olmak zorundadır. Bir hukuk devletinde de, önce devletin bizzat kendisi hukuk kurallarına uymalıdır. Yetkisi olmayan bir konfederasyonla mutabakata varması, ardında da hukuksal temelden, dayanaktan yoksun bu mutabakata dayalı olarak işverenlerin ödemelerin ertelemesini istemesi, hukukla ve hukuk devleti kavramıyla bağdaşır bir tutum olarak değerlendirilemez ve hukuksal haklılığı sonucuna da ulaşılamaz.
    Yerel Mahkemenin direnme kararını, bu açıkladığım nedenlerle ve benimsediğim gerekçesiyle usul ve kanuna uygun bulduğumdan, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini