 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no : 1995/4-513
Karar no : 1995/572
Tarih : 31.5.1995
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 7. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 3.2.1993 gün ve 1992/511 E 1993/32 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 10.2.1994 gün ve 1993/7176 E -1994/959 K sayılı ilamıyla; (...Dava yargı kararını yerine getirmeyen davalının kişisel kusuruna dayalı tazminat isteğine ilişkindir. Davacı, TRT Kurumunda görevli personel iken 3517 sayılı Yasa ile bu kuruma ait Radyo ve Televizyon verici istasyonlarının personeli ile birlikte PTT Genel Müdürlüğüne devredilmesi üzerine PTT Genel Müdürlüğünden çalışmaya başlamıştır. 3517 sayılı Yananın devre ilişkin maddelerinin Anayasa Mahkemesinin 18.5.1990 tarihli kararı ile iptali üzerine davacı TRT Kurumuna geri dönmek için kuruma müracaatta bulunmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. Davacı TRT Genel Müdürlüğünün bu istemin reddi şeklinde tesis ettiği işlemin iptali için idari yargıda dava açmış, Ankara 2.İdare Mahkemesinin 15.10,1991 tarihli kesinleşen. kararı ile "dava konusu işlemin iptaline, başvuru tarihinden itibaren, yoksun kaldığı tüm parasal haklarının davalı idareden yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine" karar vermiştir..:'. Davacı vekili aracılığı ile TRT Genel Müdürlüğüne bu kararın uygulanması talebi ile
16.1.1992 ve 6.11.1991 tarihlerinde dilekçe ile başvurulmuş, ancak kurun genel müdürü olan davalı K.Aydın E... davacı vekiline gönderdiği 28.1.1992 tarihli cevabi yazıda 3517 sayılı Yasanın iptalinden sonra bir Yasal boşluk olduğunu bu Yasal boşluğu dolduracak yeni bir yasanın çıkmadığını bu nedenle mahkeme kararını uygulayamayacağını bildirmiştir, Davacı da, davalı Genel Müdürün mahkeme kararını uygulamamakla kişisel kusuru olduğunu ileri sürerek 10.000.000 ;i,.maddi ve 10.000.000 IL.manevi tazminatın yanal faizi ile davalıdan tahsilini istemiştir.
2709 sayılı T.C.Ana yasası"nın 138. maddesinin son fıkrasında "Yasaca ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kadarlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mankene kararlarını biç bir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" hükmü öngörülmüş ve yine 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 20.maddesinin, birinci fıkrasının birinci cümlesinde de "Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, en geç altmış gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur" hükmüne yer vermiştir. Kararını uygulamayan Kamu görevlisinin hangi koşullarla sorumluluğu yönüne gidilecek diğer bir deyimle kişisel kusurun hangi hallerde gerçekleşeceği üzerinde durulmakta yarar vardır. Kişisel kusur "İdare ajanının Kamu görevini yerine getirirken idare fonksiyonu, kamu görev ve koşullarına aykırı ve yabancı olan, bu nedenle idareye atıf ve isnat olunamayan, doğrudan doğruya abanın şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranışı" olarak tanımlanmaktadır. İdare ajanının ızrar kastıyla, garez, kin, husumet, kıskançlık, intikam ve benzeri duyguların etkisi altında yaptığı işlem ve eylemlerde kişisel kusurun bulunduğu kuşkusuzdur. Anayasa kuralları, buyurucu ve bağlayıcı temel hukuk kurallarıdır. Mahkeme kararlarınla geciktirilmeden yerine getirilmesi zorunludur. Bir durumun genel müdürünün veya mahkeme kararını uygulama durumundu bulunan diğer görevlilerinin yukarıda açıklanan Yasal kuralları bilmedikleri ileri sürülemez. Öyle ise; açık, kesin ve emredici Yasal kurallarına bilerek aykırı davranışta kişisel kusur kabul edilmek gerekir. Bu nedenle idari mahkemece verilen iptal kararlarının yalnızca uygulanmamasının bu kararları uygulamayan Kamu görevlisinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulması için yeterli olduğu sorumluluk için ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket edip etmediğinin araştırılmasına gerek bulunmadığının kabulü gerekir.
İnceleme konusu olan bu olayda davalı genel müdür kesinleşmiş yargı kararına ve Başbakanlığın Danıştay'dan bu konuda is ticari düğünce istemesi üzerine Danıştay'ın 14.6.1991 tarihinde bu görevlilerin derhal işe başlatılmaları gerektiği yolundaki görücünün 29.7.1991 gününde TRT Kurunu Genel Müdürlüğüne bildirilmesine rağmen davacıyı altmış gün içinde göreve başlatmamıştır.
Mahkemece davalının kişisel kusurlu olduğunun kabulü gerekirken, göreve iade
konusunun hukuki boşluk ve imkansızlık nedeni ile yapılamadığı davalının bir kusur vs ihmali bulunmadığı, irade ve yetkisi dışında olan. bu istemin yerine getirilmesinden sorumlu olamayacağından bahisle davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
Mahkemece yapılacak iş, BK.41 ve 49.maddesindeki zarar unsurunun oluşup oluşmadığı araştırılarak sonucuna göre karar vermekten ibarettir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davaca vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kalıtlar okunduktan sonra gereci görüşüldü:
Dava, davalı şenel müdürün, yargı kararını yerine getirmemesi suretiyle doğan, kişisel kusuruna dayalı maddi ve manevi tazminat isteme ilişkindir.
öncelikle ve önemle belirtmek gerekir ki, kesinleşen yargı kararlarının uygulanması vs yerine getir ilce si zorunludur. Bu husus, Anayasanın 138. maddesinin son fıkrasında da "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarının hiç bir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" hükmüne yer verilmek suretiyle Anayasa buyruğu halini almıştır. Esas kural bu olmakla birlikte, ona gelen somut olayın özellikleri gözardı edilerek, sağlıklı ve hukuksal bir çözüme ulaşılamayacağı da aşikardır.
Olayda davacının işyerinin değiştirilmeni, davalı genel müdürün tasarrufu ila değil 3517 sayılı Yasa uyarınca gerçekleşmiş tir. Anılan Yasa ile TRT Kurumuna ait Radyo ve Televizyon verici istasyonlarının personeli kadrolarıyla birlikte, PTT işletmesi göne! müdürlüğüne devredilmiş, iki kurum arasında yapılan protokolü takiben davacının da aralarında bulunduğu sekiz yüzü aşkın personel PTT genel müdürlüğünde çalışmaya başlamışlardır. Daha sonra Anayasa Mahkemesince başvuru üzerine, 3517 sayılı Yasanın devre ilişkin hükümleri, Anayasaya aykırı görülerek iptal edilmiş ve iptal kararıyla, yasal düzenleme için de belirli bir süre öngörülmüştür. Ancak, öngörülen süre içerisinde konu ile ilgili bir Yasal düzenleme yapılmamıştır,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine davacı, TRT Kurumuna dönme isteğinde bulunmuş, isteğinin reddedilmesi nedeniyle açtığı dava sonucu, Ankara 6.İdare Mahkemesince TRT Kurumunun işlemi iptal edilmiş, davacının göreve başlatılması yolundaki başvurusu tarihinden itibaren yoksun kaldığı tüm parasal hakkının davacıya ödenmesine, bu süreye ilişkin, özlük haklarının tanınmasına, karar verilmiştir.
Davada tazminat istemine esas tutulan davalı genel müdürün kişisel kusuru da bu mahkeme kararının uygulanmamasıdır.
Gerçekten doktrinde kişisel kusur; Daire boama kararında da yer verildiği üzere, "idare ajanının Kamu görevini yerine getirirken idare fonksiyonu, Kamu görevi gerek ve koşullarına aykırı olan bu nedenle idareye atıfta bulunulamayan, doğrudan doğruya ajanın şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranışı olarak tanımlanmaktadır. İdare ajanının kesin nitelikteki yargı kararını uygulamaması, kişisel sorumluluğunun kabulü için yeterlidir. Ayrıca ajanın ızrar kastı ya da kin, kıskançlık gibi duygularla etkisi ile hareket ettiğinin kanıtlanmasına gerek yoktur. Ancak olayda, davacının statüsünde bulunan 894 kişi mevcuttur. 3517 sayılı Yasa uyarınca kadroları TRT Kurumundan alınarak PTT genel müdürlüğüne devredilmiştir. Yine belirtmek gerekir ki, bir Yasayı kaldıran Yasanın, Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi üzerine kalkan Yasa, kendiliğinden yürürlüğe giremez. Davalı da Anayasa Mahkemesi iptal kararında Yasal düzenleme için öngörülen süre içerisinde bunun gerçekleştirilmemesi dolayısıyla doğan durumun düzeltilmesi için müteaddit kez ilgili merciler nezdinde gerekli girişimlerde bulunarak, bu personelin yeniden TRT Kurumunda çalışmasına olanak sağlamak için gerekenin yapılması isteğinde bulunmuştur. Ancak bütün başvurularının sonuçsuz kaldığı da bir vakıadır.
Davacı ve onun durumunda olan sekiz yüzü aşkın personelin müstesebatlarına uygun olarak TRT bünyesinde, çalışmalarının sağlanmasının yeni bir Yasal düzenlemeyi gerektirdiği kuşkusuzdur. Bu kabulün doğal sonucu olarak da somut olayın özellikleri davalının kişisel sorumluluğundan söz edilemeyeceğinin kabulü gerekir. O itibarla mahkemece mevcut delillerin değerlendirilmesi suretiyle davanın reddine karar verilmesi doğrudur.
O halde, usul ve yasaya uyanın olan direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kadarının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, temyiz ilam harcının peşin alınmış olduğundan başkaca harç Salınmasına mahal olmadığına, 31.5.1995 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, yargı karanını yerine getirmeyen davalı genel müdürün, kişisel kusuruna dayalı tazminat istemine ilişkindir. Davacı, 3517 sayılı Yasanın Anayasa Mahkemesince iptali üzerine, dava dışı TRT Kurumuna geri dönmek için bu Kuruma başvuru yapmış ve fakat bu başvuruya TRT Kurumu'nca cevap verilmemiştir. Bunun üzerine davacı, idari yargıda dava açmış ve kesinleşen karar ile, "dava konusu red işleminin iptaline ve davacının göreve başlatılması yolunda başvuru tarihinden itibaren TRT' de çalışmakta olan emsallerinin aldığı aylık ve ücretlerde oluşan fark olan ücretin ve tüm özlük hakların davacıya .tazminat olarak ödenmesine" karar verilmiştir. İşte bu kararın, davalı genel müdür tarafından yerine getirilmemesi nedenine dayanılarak, işbu tazminat davası açılmış bulunmaktadır.
işbu davada.çözümlenmesi gereken husus müdürün kişisel kusurunun olup olmadığına ilişkindir. Davacının, idari yargıda açtığı davada; davalı olan TRT'nin tün savunmaları değerlendirilmiş ve davalı TRT'de kadro olsun veya olmasın, davacının TRT'de işe.başlatılması gerektiği ve devir protokolünün geçersizliği kabul edilerek, davacının TRT'de göreve başlatılması isteminin reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmiştir. Yani, idari yargı kararında, davacının TRT' de mutlaka göreve başlatılması gerektiği sonucuna varılmıştır. İdari yargıda kesinleşen bu kararın, şöyle veya böyle tartışılması yahut yeniden değerlendirilmesi ve özellikle davacı ve onun gibi başvuran diğer personel yönünden "kadro yoktur" biçimindeki gerekçeler ileri sürülerek, uygulanmasının önlenmesi olanaksızdır. Hal böyle olunca, dava dışı TRT aleyhine kesinleşen bu kararı, işbu davada, davalı olan genel müdür artık yerine getirmemezlik edemez. Yapılacak tek iş, idari yargı kararının aynen yerine getirilmesidir.
Sayın çoğunluk, somut olayın özelliğini gözönüne alarak yerel mahkeme kararını değerlendirmiş tir.. Kanımızca, işbu davada herhangi bir özellik yoktur. İdari yargıda davalı olan TRT, 3517 sayılı Yasanın iptali ile yasal boşluk oluştuğu ve davacının bu nedenle göreve başlatılmadığını savunmuştur. Bu savunma, idari, yargıda gözününe alınmış ve davalı TRT'nin savunmaları ret edilmiştir. İdari yargıda kabul edilmeyen ve geçersiz olan bu savunmaları, işbu davada davalı olan genel müdür yeniden ileri süremez. Hatta, bu savunmalar yerel mahkemede ve Yargıtay'da gözönüne alınarak, yeniden değerlendirme yapılamaz. Kaldı ki, dava dışı TRT idari yargıda sorumlu tutulmuş ve kadro olsun veya olmasın tazminat ödemek zorunda bırakılmıştır. Tazminat ödemekle sorumlu olan TRT'nin genel müdürü ise "kadro olmadığı" savunmasını ileri sürmesinin ise, uygulamada değeri kalmamıştır. Eş deyişle, kadro yokluğuna karşın, kadro varmış gibi davacının yoksun kaldığı ücreti TRT ödenekle, yükümlü kabul edilmiştir. Ayrıca, davacının yargılama aşamasında ileri sürdüğü gibi, bazı TRT personelinin ise göreve başlatıldığı ve eşitsizlik yaratıldığı iddiası üzerinde de yeterince durulmamıştır. Davalı ise, bu savunmayı inkar etmemiş ve dolaylı biçimde teyit etmiştir.
Yukarıdan beri açıklanan bu nedenlerle, yargı kararını uygulamayan ve TRT aleyhine kesinleşen hususları ileri sürmesi olanaksız bulunan davalı genel müdür kişisel olarak sorumludur. Usul ve yasaya aykırı olan yerel mahkeme kararının bozulması gerekirken, aksi yönde oluşan sayın çoğunluğun gerekçe ve kararına katılmıyorum. 31.5.1995 .
KARŞI OY YAZISI
l- İstek
Davacı vekili, müvekkilinin davalının genel müdürü olduğu TRT Kurumunda çalışırken 3517 sayılı Yasa gereği PTT'ye intikal ettirildiğini, yukarıdaki yasanın ilgili maddelerinin Anayasa Mahkemesi'nce iptali üzerine, eski kurumu olan TRT' de işe başlaması için başvurduklarını, bu isteğin reddi üzerine, istemin reddine dair idari işleminin iptali için İdare Mahkemesinden karar aldıklarını, kararın uygulanmasını kurumum ve genel müdür ile yönetim kurulu üyelerinden ayrı ayrı verdikleri dilekçelerle istediklerini, davalının hukuk dışı sebepler ileri sürerek idare mahkemesi kararını uygulamamakta direndiğini, bu nedenle bu davayı açtıklarını bildirerek, kararı uygulamamaktan doğan zararlarına karşılık 10.000.000 lira maddi tazminat ile hukuka bağlılık inancını sarsan davalının tutumundan ötürü, yargı sararına uyulmazlığın yarattığı derin acı karşılığı da 10.000.000 lira manevi tazminatın davalıdan tahsilini istemiştir.
2- Cevap:
Davalı vekili, müvekkilinin sözü geçen yasanın iptali sonucu doğan boşluk nedeni ile, ilgili makamlara "gerekli başvuruları yapmasına rağmen yeni düzenleme yapılıp hukuki boşluğun doldurulmadığını, mahkeme kararının bu nedenle uygulanmadığını, sorumluluk olması için kasıt veya ihmalin- . gerektiğini, davalının tüm özeni göstermesine rağmen sonuçları önleyemediğini, kişiyi iradesi ile önlemeyeceği bir sonuçtan sorumlu tutmanın mümkün olmadığını bildirerek davanın reddini istemiştir.
3- Yerel Mahkeme Kararı:
Yerel mahkeme yasanın iptali ile doğan boşluk döneminde davalı genel müdürün tek başına alacağı bir kararla davacıyı TRT de işe başlatmasının mümkün bulunmadığı bu nedenle davalarım şahsi kusurundan söz edilemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar vermiştir.
4- Dairemiz Bozma Kararı :
Dairemizin bozma kararının büyük bölümü önemi nedeniyle aşağıda aynen alınmıştır.
... 2709 Sayılı T.C.Anayasası'nın 138.maddesinin son fıkrasında "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" hükmü öngörülmüş, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.Maddesinin 1.Fıkrasının I.Cümlesinde de "Danıştay bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare en geç 60 gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur" hükmüne yer verilmiştir. Mahkeme kararını uygulamayan kamu görevlisinin hangi koşullarla sorumluluğu yönüne gidileceği diğer bir deyimle kişisel kusurun hangi hallerde gerçekleşeceği üzerinde durmakta yarar vardır. Kişisel kusur "idare ajanının kamu görevini yerine getirirken idare fonksiyonu, kamu görevi gerek ve koşullarına aykırı ve yabancı olan bu nedenle idareye atıf ve isnad olunamayan doğrudan doğruya ajanın şahsına isnad olunan ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranışı" olarak tanımlanmaktadır. İdare ajanının ızrar kastıyla, garaz, kin, husumet, kıskançlık, intikam ve benzeri duyguların etkisi altında yaptığı işlem ve eylemlerde kişisel kusurun bulunduğu kuşkusuzdur. Ana yasa kuralları, buyurucu ve bağlayıcı hukuk kurallarıdır. Mahkeme kararlarının geciktirilmeden yerine getirilmesi zorunludur. Bir kurumun genel müdürünün veya mahkeme kararının uygulama durumunda bulunan diğer kamu görevlilerinin yukarıda açıklanan yasal kuralları bilmedikleri ileri sürülemez, öyle ise, açık, kesin ve emredici yasa kurallarına bilerek aykırı davranışta bulunmak kişisel kusur kabul edilmelidir. Bu nedenle idare mahkemesince verilen kararların uygulanmaması, kararın gerçekleşmesi halinde kararı uygulamayan kamu görevlisinin sorumluluğu için yeterlidir. Sorumluluk için ayrıca kin, garez,husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket edip etmediğinin araştırılmasına gerek bulunmadığının kabulü gerekir.
İnceleme konusu olan bu olayca davalı genel müdür kesinleşmiş yargı kararına ve Başbakanlık' ın Danıştay' dan bu konuda istişari düşünce istemesi üzerine Danıştay'ın 14.6.1991 tarihinde bu görevlilerin derhal işe başlatılmaları gerektiği yolundaki görüşünü 29.7.1991 gününde TRT Kurumu Genel Müdürlüğü'ne bildirilmesine rağmen davacıyı 60 gün içinde işe başlatmamıştır. Mahkemece davalının kişisel kusuru olduğunun kabulü gerekirken davalının şahsi bir kusuru ve sorumluluğu bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirir.
Mahkemece yapılacak iş ; BK.41 ve 49.maddesindeki zarar unsurunun oluşup oluşmadığı araştırılarak sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir.
5- Somut Olaydaki Gelişmeler :
Konunun iyi anlaşılabilmesi için gelişmelerin hatırlatılmasında yarar vardır. Davacı TRT Kurumunda çalışırken 3517 sayılı kanunla radyo ve televizyon vericilerinin personeli ile birlikte PTT1ye intikali gerekmiş ve iki kurum 28.2.1989 tarihinde yaptıkları bir protokolle bu devir işlemini gerçekleştirmişlerdir. 3517 Sayılı Kanunun ilgili hükümleri Anayasa Mahkemesince 18.5.1990 tarihinde iptal edilmiş, bu iptal kararı 26.7.1990 tarihinde Resmi Gazetede ilan edilmiş ve altı aylık yürürlük süresi sonunda 26.1.1990 tarihinde yukarıdaki devir işlemi hükümsüz kalmıştır. Anayasa Mahkemesi'nce belirlenmiş olan altı aylık sürede yasama organınca yeni yasa yapılmadığından yasal boşluk doğmuştur. TRT ve PTT kurumlarında (özellikle parasal bakımdan olmak üzere) özlük haklarına yönelik farklılıklar olduğundan' davacı iptal sonrası eski kurumuna dönmek istemiş, bu isteği reddedilince bu red işleminin iptali için idare mahkemesine başvurmuş, idare mahkemesi davacının isteği doğrultusunda karar vermiştir. Davacı, vekili aracılığı ile 25.12.1991 günü TRT Kurumu'ndan 16.1.1992 tarihli dilekçe ile de genel müdür ve yönetim kurulu üyelerinden idare mahkemesi kararının uygulanmasını istemiştir. Makul sürede bu başvurulara olumlu cevap alınamaması nedeni ile de bu dava, davalının kişisel kusuruna dayanarak adli yargıda açılmış bulunmaktadır.
6- Uyulması Gereken Kararlar ve Kurallar :
A- Bölge idare Mahkemesi Kararı :
Davalının davacıyı işe başlatmaması nedeni ile davacının idare .mahkemesine başvurması sonucu, sözü geçen mahkeme davacının isteği doğrultusunda
karar oluşturmuştur. Bu kararın sonuç bölümü dosyadaki karardan aynen aktarılmış tır :
...Açıklanan nedenlerle, davacının TRT Kurumu Genel Müdürlüğü1nde göreve başlatılması isteminin reddine ilişkin işlemin iptaline; göreve başlatılması yolundaki başvuru tarihinden itibaren yoksun kaldığı tüm parasal haklarının davalı idarece hesaplanarak yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine bu süreye ilişkin özlük haklarının tanınmasına....
B- Danıştay Kararları :
a- Danıştay'ın İstişari Kararı :
Danıştay 1. Dairesi 14.67İ991 gün ve 1991/86-101 sayılı İstişari nitelikte bir karar almıştır. Bu kararda yasal boşluk döneminde ne yapılacağı hususunda öneriler bulunmaktadır. Bu karar çok uzun olduğundan 9. sahifesinin 2. paragrafından sonraki bölümleri konu ile ilgisi nedeni ile karardan aynen alınmıştır.
...bu hükümlere göre (3517 Sayılı Kanunun iptali, Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanunu kastedilmektedir) idare, bir idari işlemin iptaline ilişkin yargı kararına uymak zorundadır. Bu zorunluluğun, duraksama konusu yönünden idareye ne gibi yükümlülükler getirdiğinin saptanabilmesi için iptal kararlarının sonuçlarının belirlenmesi gerekli bulunmaktadır.
İdari işlemin yargısal bir kararla iptali halinde, bu iptal kararının işlemin yapıldığı sırada unsurlarında bulunan sakatlıkları saptadığı, işlemi, yapıldığı andan başlayarak ortadan kaldırdığı bu özelliğiyle geriye yürüyen sonuçlar doğurduğu başka bir anlatımla, işlemin tesis edildiği tarihten önceki hukuki durumun geçerliliğini sağladığı idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.
Yukarıda anılan Anayasa hükmü ve idare hukuku ilkesi karşısında idare, iptal kararının amaç ve anlamına göre yeni bir işlem yapmak, iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmak, işlemin hiç yapılmamış sayılması ilkesi gereği olarak önceki hukuki durumu yürürlüğe koymakla yükümlüdür.
Karar uygulanmasa bile ilgilinin zararının tazminat ödemekle giderilebileceğini düşünmek de olası değildir. Çünkü yargı kararlarının uygulanması konusunda Anayasa ve yasalarda ve ademi infaz nedeni ile açılan davalarda yargı yerlerince verilen kararlarda idareye bir seçenek tanınmamıştır. Başka bir anlatımla idarenin isterse kararı uygulaması istemezse hukuki ve fiili imkansızlıktan söz ederek tazminat ödeme yolunu seçmesi de kabul edilmemektedir.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere söz konusu personel hakkında mahkemelerce verilen iptal kararlarının uygulanması ve dava kazanan personelin TRT Kurumu'nda çalıştırılmaları gerekmektedir. Personel belli bir hizmetin yürütülmesi için çalıştırılır ve yetiştirilir. Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren PTT'nin hizmeti işletme hakkı kalmamıştır. Ancak hizmetin bekletilmesi söz konusu olamayacağına göre konu hakkındaki yasal düzenleme yapılıncaya kadar Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen esasların esprisi içinde hizmetin tesislerin ve personelin aynı kurumda birleştirilmesi yolunda gereken idari kararların alınması zorunludur. Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla dava açan ve haklarında iptal kararı verilen personele ilişkin yargı kararlarının diğer personele deÜ teşmili alınacak idari kararların dayanağını oluşturabilir.
Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi'ne iptal edilmiş bulunan 3517 Sayılı Yasanın Geçici 2.maddesi hükmüne göre TRT'den PTT' ye devredilen personelin hangi kurumda çalıştırılacağı konusunda mevcut hukuksal boşluğun doldurulması için biran önce yasal düzenleme yapılması yoluna gidilmesi, sözkonusu personelden devir işlemine karşı dava açan PTT'ye devir işleminin iptali yolunda karar alan personel hakkında verilen bu "yargı kararlarının uygulanması zorunluluğu karşısında bu personelin TRT Kurumu'nda çalıştırılması gerektiği ve yapılması gereken yasal düzenleme yürürlüğe girinceye kadar Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen esaslar ışığı altında alınacak idari kararlarla hizmetin, tesislerin ve personelin aynı kurumda birleştirilmesi gerekeceği görüşüyle dosyanın Danıştay Başkanlığı'na sunulmasına 14.6.1991 gününde oybirliğiyle karar verildi.
b- Danıştay'ın Yürütmeyi Durdurma Kararı :
Danıştay 1. Dairesi 16.7.1991 gün 1991/1276 esas sayılı kararı ile, 3517 Sayılı yasa ile tesis, personel vs.nin TRT' den PTT' ye intikalini düzenleyen 23.2.1989 tarihli protokolün yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiş bulunmaktadır.
C- İçtihadı Birleştirme Kararı
28.10.1979 gün ve 1978/7 esas, 1979/2 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı'nın eze ti de şöyledir:
Danıştay'ca verilen yürütmenin durdurulmasına ya da iptaline ilişkin
kararların uygulanmaması, kamu görevlilerinin ödence ile sorumlu tutulması için
yeterlidir. Sorumluluk için ayrıca kin, hınç düşmanlık ve benzeri duyguların
etkisi altında davrandıklarının araştırılması gerekmez.
Yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin
hukuki sorumluluğu yönüne gidilebilmesi için, ilgilinin açmış olduğu iptal davası sonucunun beklenmesine gerek yoktur.
D- Anayasanın 138.Maddesi:
Anayasa'nın 138/son maddesi şöyledir: Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
E- İdari Yargılama Usulü Kanunu :
20.1.1982 tarihinde yayımlanan 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu1 nün 23/1.maddesinin olay tarihinde yürürlükteki şeklinin olaya özgü bölümü şöyledir :
Danıştay bölge idare mahkemeleri idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare en geç altmış gün içinde işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur.
7- Yargıtay Kararları :
Yargıtay'ın hukuk bölümü kararları Dairemiz Kararında ifadesini bulan istikrarlı uygulamayı yansıttığı gibi ceza bölümü kararları da kamu görevlisinin mahkeme kararlarına uymazlığının derecesine göre TCK.nün 230, 240 ve 228.maddelerindeki suçları oluşturduğu yolunda uygulama birliği içindedir.
8- Doktrin :
İdari hukuku konusunda eser vermiş, görüş açıklamasında bulunmuş yazarların görüşleri de duraksamaya yer vermeyecek biçimde, dairemiz kararını doğrular niteliktedirler.(özet bilgi için Bak.Dr.Zehreddin Aslan, İdari Yargıda Yürütmenin Durdurulması, Shf.129 vd.)
SONUÇ:
Davacı TRT'de çalışırken PTT'ye intikalini öngören yasanın iptalinden sonra TRT'de çalıştırılması için kuruma ve ayrıca genel müdür ve yönetim kurulu üyelerine, vekili aracılığıyla dilekçe ile başvurarak, TRT'de eski görevine başlatılmasını istemiş, başvurusuna olumlu yanıt alamaması üzerine idare mahkemesine başvurmuştur. İdare mahkemesi davalının düzenleme boşluğu olduğuna dair savunmasını da değerlendirerek idari işlemin iptaline karar vermiştir. Karardan yasanın iptali nedeni ile doğan boşluğunda değerlendirildiği buna rağmen iptali kararının verildiği anlaşılmaktadır. Danıştay 1. Dairesi'nin yukarıda yazılan kararlarında da yasanın iptali sonucu doğan boşluk döneminde de mahkeme kararının mutlak uygulanması gerektiği vurgulandıktan sonra düzenleme boşluğunun nasıl doldurulacağı davacı gibi iptal davası açanların ve iptal davası açmamış olsa bile bunlardan yararlanarak öteki personelin nasıl işe başlatılacağı gösterilmiş bulunmaktadır.
Mahkeme kararlarına uymamak için hiçbir mazerete dayanılamayacağı içtihatlar ve doktrince kesin biçimde kabul edilmektedir. Dairemiz kararında açıkça ve özenle vurgulandığı gibi kamu ajanının emredici yasa kurallarına bilerek aykırı davranışı kişisel kusurunu oluşturur. Buradaki kişisel kusur kendine özgü bir kusurdur ve kin, garez vs. gibi klasik sebeplerin ayrıca araştırılmasına gerek yoktur. İdare Mahkemesince verilen kararların uygulanmaması nedeni ile zararın gerçekleşmesi halinde kararı uygulamayan kamu görevlisi kişisel kusur işlemiş olacağından bu zarardan sorumludur.
Davalı kesin mahkeme kararına, Danıştay'ın yol gösteren kararlarına rağmen hukuk dışı gerekçelerle uymamakta direnmiştir. Yerel mahkeme de düzenleme boşluğunu kişisel kusurun yokluğu sebebi saymış ve davayı reddetmiştir. Yasal düzenleme boşluğu belirlenecek tazminatın miktarında etkili olabilir. Ancak bozulan mahkeme kararında mahkemece istek tümüyle reddedilmiş olduğundan mahkemenin,takdir hakkına müdahale edilmemesi ilkesi gereği bozma kararımızda bu hususlar dile
getirilmemiştir.
Dairemiz bozma kararı doğru olduğundan mahkemenin ısrar kararını onayan
Yüce Genel Kurul'un görüşüne katılamıyorum.