Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no : 1995/375
Karar no : 1995/477
Tarih : 03.05.1995

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
    DAVA : Taraflar arasındaki "alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir İş Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 22.11.1994 gün ve 1084-324 sayılı kararın incelenmesi davalı Avukatı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 6.2.1995 gün ve 17694-2554 sayılı ilamıyla; (...Davacı, işyerinde uygulanmakta olan 1.3.1993-28.2.1995 yürürlük süreli Toplu İş Sözleşmesinin 143/2-b maddesinde öngörülen işyerinde çalışan işçilerin 31.8.1994 tarihindeki çıplak ücretlerine 1.9.1994 tarihinden geçerli olmak üzere D.İ.E. 1987=100 Temel Yılı, Kentsel Yerler Tüketici Fiyatları Türkiye Geneli İndeksinin, Şubat 1994'deki sayısının Ağustos 1993 İndeks sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak değişim oranı kadar zam yapılması şeklindeki hüküm davalı işverence uygulanmadığını bildirererk fark ücret ve ikramiye alacaklılarının işletme kredisi faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Davalı idare cevap dilekçesinde özetle, toplu iş sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmasına belli süre devam edildiğini daha sonra Türkiye genelinde büyük ekonomik gelişmeler oluştuğunu, bu nedenle hükümetçe ekonomik tedbirler alınması gereğinin ortaya çıktığını ve 5 Nisan 1994'de alınan ekonomik tedbirler alınması gereğinin ortaya çıktığını ve 5 Nisan 1994'de alınan ekonomik tedbirler pakemtinin uygulamaya konulduğunu bu tedbirler paketine tüm kamu kurum ve kuruluşlarının uymak zorunda kaldığını, müvekkili idarenin de bunlar arasında bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece istek doğrultusunda hüküm tesis edilmiştir.
    Taraflar arasında, dava konusu edilen isteklerin toplu iş sözleşmesinde öngörüldüğü, 1994 Ağustos ayı itibariyle altı aylık zam oranının % 51.1 olarak kabul edilmesi gerektiği, davalı idarenin bu ücret zamlarını uygulamadığı, hususlarında bir uyuşmazlık yoktur.
    Öncelikle belirtmek gerekir ki, tarafların serbest iradeleriyle usulüne uygun biçimde, işyerinde uygulanmak üzere düzenlenmiş bulunan TİS. bağlayıcı niteliktedir. Bu itibarla, normal koşullarda, böyle bir TİS.'ne hakimin müdahalesinden söz edilemez.
    Toplu İş Sözleşmesinin yürürlük başlangıç ve imza tarihlerinde sonra, Türkiye'nin ekonomik bir krize gördiği, normalde beklenilmeyen ve tahmin edilmeyen durumların oluştuğu, bu ağır ekonomik bunalımdan çıkmak için hükümetin bir dizi tedbirler almak zorunda kaldığı ve bu cümleden olarak da kamu kurum ve kuruluşlarında tasarruf tedbirlerine başvurduğu, memur ve işçi alımlarını dondurduğu, yeni vergiler ihdas ettiği, ek vergiler getirdiği, yatırımları durdurduğu, birçok kamu işyerlerine kapattığı, özelleştirmeye yöneldiği bir gerçektir. Bu tedbirler sonucu, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve bu arada davalı idareye ait işyerinde uygulanmakta olan toplu sözleşme zamlarını ödenmesi durdurulmuş ve bir plan dahilinde tediyesi için tüm kuruluşlara genelge yayınlanmıştır.
    Bu olgular karşısında, davalı idarenin toplu iş sözleşmesi zamlarından kurtulmak istemesinden ve dolayısıyla kötü niyetinden söz etmek mümkün değildir. Gerçekten yukarıda vurgulandığı gibi davalı işveren, hiçbir zaman borcunu inkar etmemiş, ancak hükümet genelgesi doğurultusunda ve kendi imkanlarıyla da ödeme imkansızlığını da dikkate alarak, ücret zamlarının taksitle ödenmesini önermiştir. Bu öneri, davacı işçinin üyesi bulunduğu sendikanın bağlı olduğu işçi konfederasyonu tarafından, hükümet yetkilileriyle vardıkları mutabakatta da aynen benimsenmiştir. Gerçi bu mutabakatın davacı işçiyi bağlamasından söz edilemezse de, yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan memleket gerçeğinin işçi konfederasyonu tarafından da benimsendiğini gösterir.
    Yukarıda da değinildiği üzere serbest iradeleriyle imzalandıkları sözleşmelerin tarafları bağlaması asıl ise de, taraflar arasında mevcut olan denge şartların olağanüstü bir şekilde değişmesi sebebi ile taraflardan biri için katlanamayacak derecede bozulabilir. İşte bu gibi hallerde sözleşmeyi sıkı sıkıya bağlılık adalet, hakkaniyet ve objektif iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz. Hukukta bu durum "sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması" ilkesi ile çözümlenmektedir.
    Şartları olağanüstü şekilde değiştiren hallerin ortaya çıkması durumunda edimler arasındaki dengenin bozulması taraflar arasındaki sözleşme ile tesis edilen işlemin temelinin çökmesini gündeme getirirki işte bu durumda hakim müdahale ederek sözleşmeyi değişen şartlara uyarlar.
    Olayımızda işverenin TİS.'deki ücret zammını bir ödeme planı dahilinde ileriki bir tarihte ödeme teklifi böyle bir uyarlama önerisidir.
    Değişen şartlara göre sözleşmenin tamamının geçersizliği istenebileceği gibi bir kısım hükümlerinin şartlara uygulanması da istenebilir.
    Olayımızda sözleşmenin sadece ücret zammının vadeye yayılması istenmiş zam oranına müdahale dahi talep edilmemiştir.
    Beklenmeyen şartların getirdiği yükler karşısında ülke insanının belli oranlarda da olsa fedarkarlığı paylaşması gerekir. Aynı dönem için devletin   diğer kamu çalışanlarına uyguladığı ücret artışı ve onları fedakarlığa ortak edişi kamu yararına ilkesiyle izah edilebilir. Aynı ilkenin TİS. uygulamaları için de geçerli olacağının gözardı edilmemesi gerekir.
    Tüm bu maddi ve hukuki olgular karşısında, idarenin teklif ettiği ödeme planının uyarlama önerisi olarak kabulü ve bu önerinin değişen şartlar sebebiyle yerinde görülerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
    TEMYİZ EDEN: Davalı Avukatı
    Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
 
    KARAR : Dava, eksik ödenen ikramiye ve ücret alacağının işletme kredisi faizi ile birlikte davalıdan tahsili isteğine ilişkindir.
    Davalıya ait işyerinde, Türk Harp İş Sendikası ile davalı işveren arasında akdedilen 1.3.1993-28.2.1995 süreli 14. dönem toplu iş sözleşmesinin 143/2-b maddesi "T.C. Başbakanlık Devlet İstatislik Enstitüsünün 1987=100 temel yılı kentsel yerler tüketici fiyatları Türkiye geneli endeksinin Ağustos 1994 ayının Şubat 1994 ayına göre değişim oranı, işçilerin 31.8.1994 tarihindeki ücret cetvellerine 1.9.1994 tarihinden geçerli olmak üzere ücret zammı uygulanacaktır" hükmünü içermektedir. Devlet İstatistik Enstitüsünce bu dönem değişim oranı % 51.1. olarak ilan edildiğinden işçi ücretlerine uygulanması gereken zam miktarı da bu suretle belirlenmiş bulunmaktadır.
    Davalı işveren; topli iş sözleşmesinin yürürlük, başlangıç ve imza tarihlerinden sonra Türkiye'de ekonomik bir bunalım meydana geldiğini, buna karşı hükümetçe olağanüstü tedbirlere başvurulduğunu, bu koşullarda bir kamu kuruluşu olarak alınan tedbirlere uymak zorunda kaldıklarını, Başbakanlık genelgesinde tesbit edildiği üzere uyuşmazlık konusu zamların 1 ila 6 aylık bir gecikme ile 10.2.1995 tarihinde işçilere ödeneceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Hemen belirtmek gerekir ki; benzer konulardan Yargıtay'a intikal eden dava dosyalarından, bu döneme ilişkin ücret zamlarının kamu kurum ve kuruluşlarınca Başbakanlık genelgesinde belirtilen tarihlerde işçilere ödenmiş olduğu anlaşılmaktadır.
    Olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık; toplu iş sözleşmesinin imzalanmasından bir süre sonra ülkede baş gösteren ciddi ekonomik kriz nedeniyle, Hükümetçe alınan olağanüstü önlemler gereği, davalı kamu kurumunun ücret zamlarını, 1 ila 6 aylık gecikmeyle ödeme önerisinin kabule değer olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Konunun aydınlığa kavuşturulabilmesi için, öncelikle özel borç ilişkilerinde temel bir kural niteliğinde olan ahde vefa, yani sözleşmeye bağlılık ilkesi üzerinde, kısa da olsa durulmasında yarar görülmüştür. Bu ilke sayesindedir ki, tarafların serbest iradeleri ile düzenledikleri sözleşmelerin, yürürlük sürelerince güven içinde uygulanmaları sağlanmış olur. Aynı ilkenin, işyerleri ve işçi sayısı itibariyle kapsamlarının boyutu dikkate alındığı takdirde, toplu iş sözleşmelerinde de, evleviyetle geçerli olduğunun kabulü gerekir. Bu itibarla, prosedörüne uygun biçimde düzenlenip yürürlüğe konulan bir toplu iş sözleşmesinde öngörülen haklardan o sözleşmenin, kapsamına giren işçilerin yararlanmaları kadar doğal bir şey olamaz. Buna göre de; sözleşme zamlarının öngörülen tarihlerde ödenmesinin istenmesi, kural olarak her zaman mümkündür. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun 7. maddesinde, toplu iş sözleşmelerinin, en az bir, en fazla üç yıl süreli olabilecekleri kuralına yer verilmiştir. Somut olayda da, 1.3.1993 başlangıç tarihi toplu iş sözleşmesi, 1.3.1993-28.2.1995 tarihleri arasındaki iki yıllık bir süreyi kapsamaktadır. İşte bu sözleşmenin uygulanması sırasında Türkiye'de ciddi ve tüm ülkeyi etkileyen ekonomik bir krizin yaşandığı bilinmektedir. Gerçekten 1994 yılına ait veri ve istatislikler; enflasyonun tahminlerin çok üzerinde üç haneli rakamlara ulaştığını, Türk parasının büyük değer kaybettiğini, faiz oranlarının olağanüstü biçimde yükseldiğini, ülke ekonomisine uzun yıllar önemli katkılarda bulunmuş olan bir kısım kamu işyerlerinin kapandığını, işsizliğin arttığını, ihracatın, ithalatı karşılama oranının düştüğünü açık ve seçik olarak göstermektedir. Yerli ve yabancı kaynak ve yapıtlar da bu hususları doğrulamaktadır. Bu olumsuz tablonun meydana gelmesinde, yıllardan beri devam eden, terör ve bölücülük olaylarının ve komşu ülkelerdeki gelişmelerin önemli bir rol oynadığı bugün artık bilinen bir gerçektir. Bu olağanüstü durum ve koşulların ortadan kaldırılabilmesi amacıyla 5 Nisan 1994 tarihinde Hükümetçe bir dizi ekonomik istikrar tedbirleri alınmak lüzumu hissedilmiş ve cümleden olarak da, kamu kurum ve kuruluşlarında tasarrufa yönelinmiş, işçi ve memur alımları dondurulmuş, memurlara çok düşük oranlarda zamlar yapılmakla yetinilmiş, yeni vergiler ihdas edilmiş ve bu arada kamuya ait işyerlerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmelerinde öngörülen ücret zamları ödemelerinin kısaca sürelerle ertelenmesi yoluna gidilmişir. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü'nce davalı işverene gönderilen genelgede de, davaya konu ücret zamlarının 20.02.1995 tarihinde ödenmesi gerekir ki, ekonomik kamu düzeni, ülkenin mevcut bunalımdan enaz zararla ve en kısa sürede kurtulabilmesi için tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, mevcut durum ve koşullarının gerektirdiği önlemleri almalarını zorunlu kılar. Milletçe dayanışma içinde bulunulduğu, güçlüklere birlikte gögüs gerildiği ve fedarkarlığa katlanıldığı ölçüde, ülkenin krizden daha çabuk ve daha az zararla kurtulabileceği kuşkusuzdur. Hükümet yetkilileriyle davacı işçinin bağlı olduğu sendikanında üyesi bulunduğu işçi konfederasyonunun, ülkedeki olağanüstü koşulları gözönünde tutarak ücret zamlarının ertelenmesi konusunda mutabakata varmaları da, böyle bir davranışa örnek olarak gösterilebilir. Her ne kadar bu mutabakatın davacı işçiye bağlanmasından söz edilmezse de, böyle bir girişim mevcut ekonomik krizin ve onun sonucu ülkede kendisini gösteren olağanüstü durumun işçi konfederasyonu tarafından da kabul edildiğini gösterir. Başbakanlıkça davalı kamu kurumuna gönderilen ve bu mutabakattan da söz eden genelgedeki, ücret zamları ödemelerinin 1 ila 6 ay süre ile ertelenmesi önlemi, bu açıdan değerlendirildiği takdirde; işçi ücretlerine ve yapılan zam miktarlarına dokunulmaksızın, sadece son döneme ait zamların kısa sürelerle ertelenmesi yetkililerce uygun bulunmuştur. Yurt çapında alınan ekonomik tedbirler kapsamındaki böyle bir düzenleme ile; ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü duruma karşın, en iyimser yaklaşımla işçi kesiminin ekonomik bunalımdan olabildiğince az etkilenmesi için gereken duyarlılığın gösterildiği kuşkusuzdur.
    Şu hususun da önemle açıklanması gerekirki, kamu iktisadi teşebbüsleri, mevzuatlarına göre Özel Hukuk Hükümlerine bağlı bağımsız tüzel kişilikler ise de, bu kuruluşlar devletin desteği ve korunması ile ayakta kalabilmektedirler. Ekonomik kriz sonucu, Devletin bu kuruluşları gereği gibi destekleme imkanı kalmamış, bu nedenle de özelleştirilmeleri için büyük çabalar sarf edilmeye başlanmıştır. Bu koşullarda davalı işverenin gerçekten müzayaka halinde bulunduğu dikkate alınmaksızın, ülkede olağanüstü bir durum yokmuş gibi, ücret zamlarının zamanında ödenmesi gerektiği görüşü benimsendiği takdirde, işyerlerinin birbiri peşi sıra kapanmalarına yol açılacağı ve giderek tüm ülkenin daha büyük zararlara uğramaları kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle Borçlar Kanunu'nun 44. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "eğer zarar katen veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamış olduğu hakim,hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir" biçimindeki kuralın olayda uygulanması, olanağı mevcuttur. Dava, kimi ücret zamlarının ödenmemesi nedeniyle bunların faiziyle birlikte tahsili isteğine ilişkin bulunduğuna ve ücret zamlarının da davadan sonra ve genelgede öngörülen tarihte ödendiğinin anlaşıldığına göre; Borçlar Kanunu'nun 44. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca müzayaka halinin kabulü ile olayların gelişme seyri de dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi, hakkaniyet ve adalet ilkelerine uygun düşer ve ekonomik kamu düzeni gereği de dikkate alınmış olur. Bu konda belirtilmesi gereken bir husus da, ülkede ekonomik bunalımın varlığının kabulü için, Anayasanın 119-120. maddelerine göre olağanüstü halin ilanının şart olmadığıdır. 
    Öte yandan sorunun, doğruluk ve dürüstlük kuralları açısından değerlendirilmesinde de yarar vardır. Uyuşmazlığın kaynaklandığı 143/2-b maddenin, taraf sendikalarca toplu iş sözleşmesinin imza tarihindeki mali, ekonomik ve sosyal durumlar gözönünde tutularak ve ileriye yönelik tahminlerde bulunularak düzenlenmiş olduğu kuşkusuzdur. Muhtemel enflayondan işçilerin olabildiğince olumsuz etkilenmemeleri düşüncesiyle enflasyona endeksli zamların kabulü de, sosyal devlet ilkesine uygun iyiniyetli bir yaklaşımdır. Ancak, toplu iş sözleşmesinin imzalanmasından sonra meydana gelen tüm ülke çapındaki olumsuz gelişmeler, sözleşme adaletini ve taraflarca yüklenilen edimler arasındaki dengeyi ortadan kaldırmıştır. Ekonomik bunalım ve buna karşı alınan olağanüstü önlenler ortada ve herkes tarafından bilinmekte ve milli dayanışma içinde göğüs gerilmekte iken; işverenin alınan ekonomik önlemler paketinin bir gereği olarak uyuşmazlık konusu ücret zammını bir kaç aylık geçikme ile ödeme önerisinin, davacı işiçi tarafından kabul edilmemesi, Medeni Kanunun 2. maddesinde öngörülen doğruluk ve dürüstlük kurallarıyla bağdaşmaz.
    Bu itibarla Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
    O halde usul ve yasaya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.
 
    SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 03.05.1995 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
   
   KARŞI OY YAZISI
    Dava toplu iş sözleşmesinden doğan ve ödenmeyen ücret zammı alacağının, 2822 sayılı Yasa'nın 61. maddesi uyarınca faiziyle birlikte davacıdan tahsili istemine ilişkindir.
    Dosya içeriğine göre; yürürlükteki toplu iş sözleşmesinde, ücretlere belli bir oranda zam yapılmasının kararlaştırıldığı, davalı işverenin, borcun varlığını kabul etmekle beraber ekonomik ve mali sıkıntıdan söz ederek,toplu sözleşme hükmünü uygulamadığı, ödemeyi geciktirdiği ve bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
    Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Hemen belirtelim ki, toplu iş sözleşmelerinde kararlaştırılan belli bir orana veya enflasyon ölçütüne bağlı ücret zamlarının amacı, işçinin ücretini para değerindeki sürekli düşmelere karşı korumak, ona kendisini ve ailesini geçindirecek düzeyde adil bir ücret sağlamak ve böylece enflasyonun olumsuz etkisiyle geçim sıkıntısı içine düşmesini önlemektir. Başka bir deyişle, işçinin reel ücretini ve satınalma gücünü enflasyonla ortaya çıkan erozyondan korunmaktır. Kuşkusuz, enflasyon olgusu işletmeleri de olumsuz yönde etkilemektedir. Ancak, üretilen mal ve hizmetlere sürekli olarak yapılan zamlarla bu yükün hafifletilmesine ve bir denge sağlanmasına çalışıldığı da unutulmamalıdır. Böyle olunca, kararlaştırılan ücret zammının, işçi-işveren ilişkilerinde edimler arasındaki dengeleri aşırı ölçüde bozduğunu savunmak güçtür.
    Ülkemizin, ötedenberi ekonomik ve mali sıkıntılar içinde bulunduğu, enflasyonun frenlenemediği ve sürekli olarak tahminlerin çok üstünde gerçektiği, para değerinin hızla düştüğü yıllardır yaşanan ve bilinen olgulardır. Bu nedenle, yüksek enflasyon, ekonomik ve mali sıkıntı, beklenmeyen ve öngörülmesi mümkün olmayan bir olay olarak da kabul edilemez.
    Bu durum karşısında, davcı işçinin, toplu sözleşmeden doğan hakkını istemesinin, dürüstlük kurallarına aykırı düştüğünü savunmak mümkün değildir.Ü Kaldı ki, uzun süreli sözleşmelerde, önceden görülmesi mümkün olmayan olaylardan dolayı, taraflardan birinin ediminin diğerininkine nazaran fevkalede ağırlaşmış olması ve böyle bir ifayı talebin doğruluk kurallarına aykırı bulunması (MK. 2) halinde kabul edilebilen ve uygulamada "uyarlama davası" adı verilen istisnai dava türü, toplu iş sözleşmelerinde söz konusu olamaz. Zira toplu iş sözleşmeleri, kollektif iş ilişkilerini düzenleyen ve özel bir Yasa olan 2822 sayılı TSGLK'da öngörülen koşullarda, belli bir süreç izleyerek, tüm barışçı yollar denendikten sonra, gerektiğinde şartlarına uygun olarak grev ve lokavt hakları kullanılmak suretiyle oluşan, kendine özgü işlevi ve nitelikleri bulunan sözleşmelerdir. Aksi görüş, çalışma barışının ve giderek sosyal barışın zedelenmesine, özgür ve özerk toplu sözleşme düzeninin bir kaosa sürüklenmesine yol açar. Esasen, ortada böyle bir dava da yoktur. Gerçekten, asıl borcun varlığı değil, ifa zamanının tek yanlı olarak ertelenip ertelenmeyeceği tartışma konusudur.
    Diğer taraftan, Ülkemizde yaşanan ekonomik ve mali sıkıntıların giderek ağırlaştığı, bunun birlikte göğüslenmesi gerektiği, 1994 yılının Nisan ayında bir dizi istikrar önlemlerine başvurulduğu ve çıkarılan Yasalarla ek vergi ve yükümlülükler getirildiği, birçoğu zarar eden ve Devletin desteği  ile faaliyetlerini sürdüren KİT.'lerin ve bağlu kuruluşların özelleştirme işlemlerine hız verildiği bilinen gerçeklerdir.
    Ancak, bütün bunlar, enflasyondan en çok etkilenen sadece bir kısım çalışanın, Anayasa'da ve katıldığım İLO. sözleşmelerinde güvence altına alınana toplu iş sözleşmesi hakkı ve özerkliği çerçevesinde, serbets toplu pazarlık sonucu bağıtlanan toplu sözleşmede kararlaştırılıp, ödeme zamanı gelmiş olan ücret zamlarının, Hükümetinde emir ve genelgesi doğrultusunda, tek taraflı olarak askıya alınmasının hukuka uygun ve haklı gerekçesi olamazb Böyle bir genelge ile davacının 2822 sayılı Yasanın 61. maddesi hükmünden kaynaklanan dava hakkının ortadan kaldırılması hukuken mümkün değildir. Olayda Anayasa'nın 15, 119 ve 121. maddeleri uyarınca temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını gerektirecek ölçüde olağanüstü bir durumun ve ağır ekonomik bunalım halinin ortaya çıkardığı bir uygulama da söz konusu değildir. 
    Ayrıca belirtmek gerekir ki, dava KİT. ve müesseselerinin sermayelerinin tamamı Devlet ait olmakla beraber, bunlar tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi ve ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulmuş, sorumlulukları semayeleri ile sınırlı kuruluşlardır. (233 s. KHK. hükümleri).
    Hukukumuzda, borçlu ödeme (ifa) zamanı gelen para borcunu, tek yanlı irade açıklaması ile bir başka tarihe ertelemek hak ve yetkisine sahip bulunmamaktadır. Sözleşmelerde, özellikle toplu sözleşme düzeninde, kurala olarak, sözleşme özgürlüğü ve sözleşmeye bağlılık, titizlikle uyulması gereken temel ilkelerdir.
    Bundan başka, borçlunun para sıkıntısı ve ödeme güçlüğü içinde bulunması, BK.nun m. 96 anlamında bir imkansızlık yaratmaz. Borçlunun kusuru olmasızın mali sıkıntı içine düşmesi ve para borcunu ödeyememesi halinde de (BK. 117) durum aynıdır. Çünkü, para borçlarında ifa imkansızlığı söz konusu olamaz. Borçlu başkalarından kredi (borç) almak suretiyle para borcunu ödeme olanağına sahiptir. Yasa koyucu, borcun ifası konusunda kamu kurum ve kuruluşları ile özel kesim arasında bir ayırım da yapmamıştır (BK. 74 vd).
    İşçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren, toplu iş sözleşmesine, Anayasa'nın tanıdığı hak ve özerklik çerçevesinde, Devletten bağımsız olarak, ücret ve sosyal haklara ilişkin konularda Yasa hükümleri gibi bağlayıcı kurallar koyma yetkisine sahiptirler. Bu kurallar objektif hukuk kuralları niteliğinde olup, sözleşmenin taraflarını ve üçüncü kişileri bağlar. Toplu sözleşme sisteminin sosyal yönü ve özellikle çalışma barışını sağlayıcı işlevi ve özgün nitelikleri dolayısıyla da, toplu sözleşme hakkı ve özerkliğinin çeşitli dış müdahalelerden uzak kalması gerekir. Bu itibarla, yürürlükteki bir toplu iş sözleşmesinde yer alan hükümler, ancak sözleşmeye taraf olanların kendi aralarında anlaşmaları ile değiştirilebilir. O halde, uyuşmazlık konusu toplu iş sözleşmesine taraf olmayan Hükümet ile Türk İş temsilcileri arasında sağlandığı öne sürülen mutabakat ile sözleşmede öngörülen ücret zamlarının ödenmemesinin ilerideki bir tarihe ertelenmesi de hukuken geçerli sayılamaz. Esasen, Konfederasyonlar toplu iş sözleşmesine taraf olamazlar.
    Yukarıda açıklanan nedenlerle, davanın kabulüne ilişkin yerel mahkeme kararı usul ve Yasaya uygun bulunduğundan, Onanması gerektiğini görüşüyle çoğunluğu bozma kararına katılmıyorum.
   
   
   KARŞI OY YAZISI
    Davacı, davalı işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin ilgili hükümlerine göre, fark ücret ve ikramiye alacağının faizle birlikte ödetilmesini istemiştir. Davacı, işbu davada, TİS.'ne dayanmıştır. Anayasa'nın 53. maddesinde, işçi ve işverenlere toplu iş sözleşmesi yapma hakkı tanınmıştır. Anayasanın öngördüğü bu sözleşmeye, özel hukuk kuralları çerçevesinde tarafların aynen uyması gerekir. Aksi halde, bu sözleşmenin sosyal barışı koruma amacı ortadan kalkar ve sözleşme bir biçimde ibaret kalır.
    Davalı savunmasında, 5 Nisan 1994'de Bakanlar Kurulu'nca alınan ekomomik kararlara dayanarak, borcun belirlenen tarihte ödenemeyeceğini ileri sürmüştür. 5 Nisan 1994 kararları ekonomi dünyasında tartışılmış ve tartışmaya da devam edilmektedir. Eğer bir ekonomik kriz söz konusu ise, bu husus karşılıklı olarak işçi ve işveren örgütlerinin katılımı ile çözümlenmelidir. Beklenmeyen koşulların çözümü karşılıklı fedakarlığın paylaşımı ile karara bağlanmalıdır. Tek yanlı olarak açıklanan ve siyasal ağırlık taşıyan ekonomik önlemler ile borçların ertelenmesi söz konusu değildir. Bu konuda Anayasanın öngördüğü çerçevede ve eşitlik ilkesi göz-önüne alınarak ve Yasa çıkarılmak suretiyle tüm borçların ertelenme olanağı var iken, idari kararlarla sadece TİS.'den doğan borçların ödenmesinin durdurulması ve böylece davalıya ayrıcalık tanınması, Hukuk Devleti'nde söz konusu olamaz.
    Açıklanan bu durum karşısında, "Toplu İş Sözleşmesi Özerkliği", "Sözleşme özgürlüğü ve Sözleşmeye Bağlılık" ile "Hukuk Devleti" ilkelerine tümüyle uygun yerel mahkeme kararının onanması gerektiğinden, sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan gerekçe ve kararına katılmıyorum.
 
   
 
   KARŞI OY YAZISI
    Davacı, Toplu İş Sözleşmesi ile üzerinde anlaşılan ücret zammınun işveren tarafından ödenmemesi nedeniyle, alacağın hüküm altına alınmasını istemiştir.
    Davalı, istemin reddini savunmuştur. Mahkemece talep kabul edilmiş, kararın temyizi üzerine özel dairece yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Yerel mahkemenin direnmesi üzerine dosya Hukuk Genel Kurulu'nca incelenmiş ve özel dairenin çoğunluğu doğrultusunda yerel mahkeme kararının bozulması sonucuna varılmıştır.
    Dosyadaki iddia, savunma ile delil ve belgelere göre taraflar arasında bir (TİS)'sinin  yapıldığı, anılan sözleşmenin tarafları bağladığı tartışmasızdır. Tartışmalı yön, uyuşmazlık kosunu olan ve 1.7.1994 tarihinde yürürlüğe girecek bulunan sözleşmenin, 5 Nisan 1994 tarihli harcamaların sınırlandırılmasına ilişkin karar ödemeden kaçınıp kaçınmayacağı noktasında toplanmaktıdır.
    Davalı savunmasında;
    - Sermayesinin tamamı Devlete ait İktisadi Devlet Teşekkülü olması nedeniyle hükümetin emirlerine uymak zorunda olduğunu, bu nedenle ödeme yapamadığını,
    - Kaldı ki ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum itibariyle, sözleşme konusu edimin ifasının imkansız hale geldiğini,
    - Açılan davanın niteliği itibariyle alacak için bankalarca uygulanan en yüksek işletme kredisi faizininde istenemeyeceğini belirtmiştir.
    Dairenin ve Hukuk Genel Kurulu'nun da katıldığı bozma kararında ise özetle;
    - Tarafların serbest iradeleri ile yaptıkları sözleşme kuralalrına bağılı kalmaları yasal bir zorunluluk ise de, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle davacının ücret zamlarını süresinde ödememesinin hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığını ve dolayısıyla davalı kurumunda kötü niyetli olduğunun düşünülemeyeceğini, asıl kötü niyetli olanın davacı olduğunu,
    - Bilinen ekonomik olaylar nedeniyle sözleşmenin temelinden çöktüğünü, bundan dolayı da mahkemelerin (TİS)'sine müdahele edip, sözleşmeyi değişen koşullara uyarlayabileceğini, bozma ile bunu amaçladıklarını,
    - Koşulların değişmesi nedeniyle, borçlunun sözleşmenin geçersizliğini isteyebileceği gibi mevcut koşullarda da uyarlanmasının istenebileceğini davalı yanın isteminin sadece ödemenin belli bir süre, ertelenmesine ilişkin bulunduğunu, bundan da haklı olduğunu, belirtmiştir.
    Açıklanan bu bozma gerekçelere katılamamaktadır.
    Şöyle ki;
    1- Yukarıda da açıklandığı üzere uyuşmazlık, davalı işveren ile davacı işçinin üyesi olduğu sendika arasında yapılan TİS. sözleşmesinin uygulanabilip uygulanamayacağından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere, bir sözleşmenin tarafları, sözleşmede öngörülen edimleri ifa etmekle yükümlüdürler. Bu sözleşmeye bağlılık (Pacta Sund Servanda) ilkesinin doğal bir sonucudur. Sözleşme kurallarına aynen bağlı kalmanın hukuka aykırı sayılmaması için sözleşmenin yapılmasından sonra yeni koşulların ortaya çıkması ve özellikle borçlunun sözleşme kuralları ile aynen bağlı olmaması gerektiğini ve değiştirilmesini önermesidir. Buna da Clasuda Rebun Sic Stantibus ilkesi adı verilmektedir.
    İşte davaya konu olan olayda davalı yan, bu son ilkeye dayanarak, ödemenin ertelenmesinde haklı olduğunu savunmaktadır.
    Bir sözleşmenin yeri duruma uyarlanabilmesi için şu koşulların bulunması gerekir.
    a) Beklenilmeyen ve öngörülmeyen bir durumun bulunması;
    Bir durumun veya sonucun olacağı önceden mümkün görülmesine ve tahmin edilmesine rağmen, yinede sözleşme yapılmışsa, artık beklenilmeyen ve öngörülmeyen  bir durumun ortaya çıktığı iddia edilemez. Sözleşme konusu edimin ifa edilmesi son derece güçlük yaratmış olsa bile sonuç aynıdır.
    Uygulanması ertelenen sözleşmenin kabul edildiği tarih itibariyle enflasyon oranlarının var olduğu, yıllardır ekonomik ve mali tahminlerin üstünde çıktığı bilinen bir gerçektir. Kaldi ki bu olayda işveren olarak davalı her türlü tahmin ve değerlendirmeleri yapabilecek bir kadro ve bilgiye de sahip bulunmaktadır.
    b) Borcun ifası katlanma sınırlarını ve karşılıklı edimler arasındaki dengeyi önemli ölçüde bozmalıdır.
    Tarafların sözleşme ile yükümlendikleri edimleri ifa etmeleri, bir taraf için aşırı derecede güçlük arzetmeli ve edimler arasında da önemli ölçüde bir oransızlık doğurmalıdır. Buna rağmen alacağın ödenmemesinin istenmesi, MK.nun 2. maddesinde öngörülen ilke ile bağdaşmamalıdır.
    Davaya konu olan sözleşme, bir TİS.dir. Bu sözleşme ile emeğin karşlığı olan ücretin miktarı belirlenmiştir. Bu ücret miktarı saptanırken, enflasyona endeksli bir ücret zammı öngörülmüştür. Diğer bir anlatımla işçinin ücretini para değerindeki düşmelere karşı korumak, reel ücretini ve satın olma gücünün düşmesini önlemektir. Olayda işveren üretilen mallara yapılan zamlarla, bu düşüşü karşılayabilme yetki ve hakkına sahip iken, işçinin tek dayanağı TİS.'dir. Bu dayanakta, ortadan kaldırıldığı takdirde, orada artık işçi haklarından, sözleşmeden ve emeğin değerinden söz edilemez. Anılan söleşmenin yapıldığı tarihte ücretlinin bir alım gücü esas alınmıştır. İleriki yıllarda bu gücün enflasyon nedeniyle azalacağı yapılan hesap ve değerlendirmeler sonucu korunması öngörülmüştür. Gerçekleşen düşüşe karşın, ücreti ödenemezse, o dönem işçinin yoksulluğa düşmesi demektir. Çünkü işçinin salt gelir kaynağı a0ldığı ücrettir. Bundan dolayıdır ki, gerek somut olayın özelliği ve gerekse TİS.nin niteliği itibariyle Clasula teorisinin uygulanması yoluna gidilemez. Nitekim 1977 yılında çıkarılan ve kamu kesiminde çalışan işçilerin ücretine sınır koyan Bütçe Kanunu'nun 12. maddesi Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmiştir. Tüm bu ilkeler gözönünde tutulduğundan, ücretinin kararlaştırılan
tarihte ödenmesini, isteyen işçinin kötü niyetli olduğu ileri sürülemez ve bu sav kabul edilemez.
    Diğer bir yönde, işverenin borcunu ödemekle aşırı ölçüde güçlüğe düşeceği savıdır. Davalının savunmasında böyle bir iddia yoktur. Davalı yan, Bakanlıkça gönderilen bir genelgeye dayanarak, ödenmemezlik def'inde bulunmuştur. Bu genelgede, Danıştay 10. Dairesinin 27.12.1994 gün ve 1994/5552 sayılı kararı ile ve yürütmenin durdurulması yolu ile uygulanamamıştır. Aslında bu genelge, işveren ile yürütme organı arasındaki iç ilişkisi olup, davacının hakkını engelleyemez. Buna rağmen anılan genelgenin iptali ile de davalının savunmasına gerekçe yaptığı dayanakta ortadan kalkmıştır.
    c) Ortaya Çıkan İfa Güçlüğüne Tarafların Kusurlarının Neden Olmaması:
    Ortaya çıkan ifa güçlüğü; taraflardan birinin özensizliği sonucu meydana gelmişse, uyarlama kuralının uygulanması yoluna gidilemez. Çünkü hiç kimseye kusurundan dolayı bir hak verilemez. Somut olayda davalı, Ticaret Kanunu hükümlerine göre yönetilen ve faaliyet gösteren iktisadi bir kamu kurumudur. Bu özelliği itibariyle bir tacir sayılır. Dosyada, gerçek yöneticilerinin ve gerekse bağlı olduğu ve siyasi netilek taşıyan bakanlığın kusurlarının olup olmadığı üzerinde durulmamıştır. Bu yön incelenmeden ücret ödemelerinden gecikme yoluyla uyarlama yapılması hukuka uygun düşmemektedir. Kaldı ki, işletmenin ödeme güçlüğü içinde bulunduğu iddia ve kanıtlanmışta değildir. Aslında ödeme güçlüğü de söz konusu değildir. 
    Davaya konu olan ödemelerin ertelenmesine ilişkin olan tasarruf salt siyasi nitelikte bir tasarruftur. Siyasi iktidar yönetimi ve kendi başarısı için böyle bir yol izlemeyi uygun görmüştür. Özel hukuk alanı içinde kalan bir sorunun, siyasi iktidar tarafından ve salt siyasi bir kararla çözümlenmesi yoluna gidilmesi ve özel hukuk alanında da buna geçit verilmesi, hukuktaki uygulama alanlarının birbirine karıştırılması olup böyle bir sonuç siyasi iktidarın yargıya kendi siyasi tercihine ortak etemesi anlamına gelir. Halbuki olması lazım gelen siyasi iktidarın kendi siyasi tercihleri ile başbaşa bırakılıp, başarısının seçmenlerce siyasi alanda değerlendirilmesidir. Yargının bu tür tercihlere geçit vermesi, iktidarın siyasi tercihini desteklemesi soncunucu doğururki, bu yargının tarafsız ve bağımsızlığı ile uyum teşkil etmez.
    d) İmkansızlık-Uyarlama Sorunu:
    Davaya konu olan olayda davalı yan, uyarlama savunmasında bulunmayıp, borcun ödenmesinin imkansız hale geldiğini savunmuştur. Özel Daire ve Genel Kurul uyarlama hukuki nedenine dayanarak yerel mahkeme kararını bozmuştur.
    Kısaca ifade edildiği üzere, davalı yanın bir uyarlama talebi yoktur. Diğer bir anlatımla davalı, ödeme güçlüğü içinde olduğu için, ödememezlik veya indirim savunmasında bulunmamıştır. Ödemenin imkansız hale geldiğini böylece söleşme konusunun ortadan kalktığını ifade ile BK.nun 117. maddesinde dayanmıştır.
    Bu iki hukuki uygulama birbirinden ayrı şeylerdir. Hukukdaki yargılama kurallarına göre hakim tarafların iddia ve savunmaları lie bağlıdır. Olayımızdaki iddası TİS. ile kararlaştırılan ücret kalemlelerinin ödenmesine ilişkindir. Davalı yanda, ödemenin imkasız hale geldiğini, böylece borcun ortadan kalktığını savunmuştur. Ancak Özel Daire tarafların sürmediği başka bir hukuki nedene dayanarak sorunu çözme yoluna gitmiştir. Bu sonuç yargılamanın ilkeleri le bağdaşmamaktadır.
    SONUÇ : Hukuk, bütün güçleri elinde tutan Devlete uygulandığı kadar, insanlara da uygulanmaktadır. Çünkü hukuk kavram olarak hem devletten önce ortaya çıkmıştır, hem de devletin üstünde bir kavramdır. Hukuka bağlı bir devlet ancak, hukuk kurallarını formüle etmekte, onları yazılı hale getirmekte ve yaptırımlarla donatmakta, fertleri, toplumu bu kurallara uymaya uymaya zorunlu kılmakta ve aynı zamanda kendiside uymaktadır. Çünkü devletin kendiside bir hukuki kavramdır. Hukukun üstünde değil, onun içinde ve ona bağlı olmak zorundadır. Bunları şunun için belirtiyorum. Genel Kululdaki bazı üyeler, "Devleti korumalıyız" biçimindeki sözleri ve değerlendirmeleri için yazıyorum. Korunacak, yaşatılacak, güzelleştirilecek ve etkinleştirilecek hukuktur. Devlet değildir. Çünkü hukuk var oldukça Devlet güçlenecek etkinleşecek ve saygınlaşacaktır. Devleti yönetenler veya devlete ait bir kurumun devlet adını yönetenlerin, kişilerle yaptıkları bir sözleşmede, asli varlık olan devletin bu sözleşme ile bağlı olması gerektiğini savunmak, devletin saygınlığının bir gereğidir. Devletin sözleşme ile bağlı olmayacağını savunmak, herkesin bağlı olmayacağı anlamına gelirki, artık orada haktan söz edilemez. Bundan dolayıdır ki, davaya konu olan bu olayın içine devletin sokulmasını yerinde bir saptama olarak göremiyorum. Bu devletin zaafı sonucunu doğurur ve devlet yararına olduğu düşünülen bu sonuç onu zarar uğratmış olur. Devletle, siyasi iktidar kavramlarının ve kurumlarının birbirine karıştırılmaması gerekir.  
    Davaya konu olan olay, Deletin değil, siyasi iktidarın ekonomik alandaki bir siyasi kararının ve tercihinin hukuka uygun olup-olmamasından doğmuştur. Siyasi güç davacı ile sözleşme yaparken, onun ekonomik haklarını koruyacağına dair siyasi bir taahhütte bulunmuştur. Bu taahhüdü sonucu oy almıştır. Ondan sonra, ya basiretsizliğinin, ya özensizliğinin veya ileriyi görememenin bir sonucu olarak, taahhüdünde yanıldığını ileri sürerek bunun yok sayılmasını isteyemez. Sürerse ve bu uyuşmazlık olarak yargı önüne gelirse, yargı bu siyasi tercihe haklılık tanımalıdır. Çünkü herkes taahhüdü ile bağlıdır. Hele bu siyasi içerik taşıyan bir taahhütse bununla evleviyetle bağlı olmalıdır.
    Tüm bu açıklamalar nedeniyle, siyasi otoritenin TİS.ne müdahale hakkının bulunmadığını hatta böyle bir ortamında mevcut olmadığını, bu tür bir müdahalenin hukuka ve hatta yazılı hukuk kurallarınada uygun bulunmadığını düşünüyorum. Bu nedenlede çoğunluğun bozma gerekçesine katılmadığımdan, yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşündeyim.
 
 
  KARŞI OY YAZISI
    Davacı işçinin istemi, davalı işveren vekilinin cevabı ve yerel mahkemece ulaşılan sonuç ile Yüksek Özel Dairenin bozması yukarda özetlendiği için burada tekrara gerek görmediğimden işbu davada, direnme üzerine Yüksek Genel Kurulca ulaşılan sonuca aşağıdaki nedenlerle katılamıyorum. Şöyleki;
    Toplu iş sözleşmelerinin tarafları bağlayıcı hususu Türk İş Hukukunda tartışmasız bir gerçektir ve bu gerçek Özel Daire bozma ilamında da aynen "...tarafların serbest iradeleriyle usulüne uygun biçimde, işyerinde uygulanmak üzere düzenlenmiş bulunan TİS. bağlayıcı neteliktedir" denilmek suretiyle açıkça vurgulanmıştır.
    Sorun, böyle bir toplu sözleşmeyle kararlaştırılan özlük haklarına en kalın bur çizgiyle "ekonomik kriz" gibi bu nedenle hakimin müdahale edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
    Öncelikle şunu hemen belirtmek gerekir ki, Ülkemizin ağır bir ekonomik bunalıma girmesi halinde bunun atlatılması ve çözümü için Anayasamız 15, 119 ve 121. maddelerinde özel bir düzenleme ve rejim öngörülmüştür. Bu özel düzenlemenin uygulanması söz konusu olmadığına göre, toplu sözleşmeye müdahaleyi gerektiren bir fevkalade ekonomik (hukuken) söz etmek mümkün değildir. O halde davacı ile davalı arasındaki toplu sözleşmeye böyle bir gerekçeyle karışmak ve erteleme istemek düşünülemez, çünkü istemin hukuksal bir temeli yoktur.
    Konuya, "sözleşmenin değişen şartlara uyarlaması" ilkesi ile çözümlenip çözümlenemeyeceği bakıldığında da önce şu satamalar gözönünde tutulmalıdır.
    Evvelemirde böyle bir istemin davlı işverence açıkça ve teknik anlamda, yani usul kuralları çevçevesinde ortaya konulması gerekir. Eldeki davada işveren davalının böyle bir isteminden söz etmek olurlu değildir.
    Öte yandan, yorum yoluyla davalı işverenin ifa zamanının Tek yanlı olarak ertelendiğine ilişkin açıklamasının bir uyarlama önerisi olarak kabulüne de usul kuralları engeldir. O halde burada bir uygulama önerisinden de söz edilemez. Bir başka anlatımla, kuralları Anayasamızın 119. maddesinde gösterilen ve uygulaması yürütme ve yasamaya bırakılan ağır ekonomik bunalımın varlığını, yasama ve özellikle yürütme, kendi kuralları çerçevesinde bizzat kabul etmemişken, yorum yoluyla yargının bunu öngörmesi, varsayıma ve buna göre çözüme gitmesi hukukun temel ilkeleriyle taban tabana zıt bir uygulamadır.
    Davalı işverenin; yasal dayanaktan yoksunluğu, Yüksek Özel Dairece de,  "...bu mutabakatın davacı işçiye bağlanmasından söz edilmezse de" denilerek açıkça kabul edilen Türk-İş Konfederasyonuyla vaki mutabakatına dayalı olarak çıkartılan bu hükümet genelgesini dayanak yaparak ödemeyi ertelemesi hukuki temelden yoksun bir davranıştır.
    Devlek, hukuk devleti olmak zorundadır. Bir hukuk devletinde de, önce devletin bizzat kendisi hukuk kurallarına uymalıdır. Yetkisi olmayan bir konfederasyonla mutabakata varması, ardından da hukuksal temelden, dayanaktan yoksun bu mutabakata dayalı olarak işverenlerin ödemelerin ertelenmesini istemesi, hukukla ve hukuk devleti kavramıyla bağdaşır bir tutum olarak değerlendirilemez ve hukuksal haklılığı sonucuna da ulaşılamaz.
    Yerel Mahkemenin direnme kararını, bu açıkladığım nedenlerle ve benimsediğim gerekçesiyle usul ve kanuna uygun bulduğumdan, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini