Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no : 1995/367
Karar no : 1995/550
Tarih : 24.05.1995

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
    DAVA : Taraflar arasındaki "sendika faaliyetlerinin durdurulması ve kapatılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Şişli Asliye 4. Hukuk Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair verilen 15.12.1992 gün ve 1992/110 E., 1992/802 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 14.02.1994 gün ve 1993/7488 E., 1994/1016 K. sayılı ilamiyle; (...Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nın "iddianamesinde" özetle:Tüm Haberleşme ve İletişim adlı bir sendikanın kurulduğunu, kurucularının işçi ve işveren değil, kamu görevlisi bulundukları, bunların sendika kuramayacaklarını belirterek 2821 sayılı Yasa'nın 6/7 ve 54.maddeleri uyarınca kapatılması ve faaliyetlerinin durdurulması istenmiştir.
    Yerel Mahkemece, memurların sendika kurmalarına, Anayasa ve Sendikalar Yasası izin vermediğinden sendika faaliyetlerinin durdurulmasına ve yapatılmasına dair isteğe bağlı olarak karar verilmiştir.
    Davaya konu olan örgütün adında "Sendika" eklemesi bulunmaktadır. Sendika özgürlüğü ve örgütlenme ile kamu hizmetinde örgütlenme haklarının korunmasına yönelik Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinin onaylanmasından önceki bu davayla bağlantılı evrede eklentinin, kesinlikle teknik anlamdan (toplu sözleşme ve grev yapabilen) sendikayla ilgisi yoktur. Örgütün adında böyle bir eklenti olması, onu sendika durumuna getirmez.
Ü Kapatılması istenen kuruluş, bir meslek dayanışması örgütüdür. Hukuk düzenimiz, bu tür gaye (ülkü amaçlı) örgütlerin kurulmasına izin vermektedir. Örneğin, BK'nun 520/1.maddesi gereği ekonomik olmayan ülküye ulaşmak bakımından birlik oluşturmayı yasaklamış değildir. İki ya da daha çok kişi, emekleri ve paralarıyla katkıda bulunarak ortak amaç için anlaşma yapabilirler, kurulan birlik meslek sorunlarını konuşabilir ve aksayan yönlerini göderebilmek için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ve ilgili mevzuat koşullarına göre çaba gösterebilirler
    Davada, meslek dayanışması için oluşturulan birliğin, yasalara aykırı biçimde, amaç dışına çıktığı, eylemlerinde suç bulunduğu iddia edilmediğine göre,(adında bir ekleme bulunması nedenine dayanılarak)yetkisi doğmamış olan makamın kapatma isteği doğrultusunda karar verilmesi yasaya aykırıdır...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda:mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
    Temyiz eden:Davalı vekili.
Ü Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktn ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü:
 
    KARAR:16.01.1992 tarihli dilekçe ile, İstanbul Valiliği'ne (Tüm Haber-Sen)kısa adı ile (Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası)kurucu üyeleri adına başvuruda bulunan kişi:Anayasa'da engel bir hüküm bulunmadığı ve uluslararası sözleşmeler, ILO'nun 87.98.151 no.lu sözleşmelerine göre önceden izin almaksızın sendika kurmak hakları bulunduğundan bahisle, kurdukları Tüm Haber-Sen'in Ana Tüzüğü ile diğer belgelerini sunmuştur.
    Gerek başvuru yazısında ve gerekse ana tüzüğünde, sendikanın toplu iş sözleşmesi yapmak, grev kararı vermek de dahil olmak üzere tüm sendikal faaliyetlerde bulunmak ve tüzel kişiliğe haiz olmak işçi, memur, sözleşmeli personel gibi statü ayrımını kaldırma ve (çalışanlar) olarak adlandırılmak için çaba sarfetmek üzere 851 kurucu üye ile kurulduğu açıklanmış; 9 kişilik geçici yönetim kurulu üyeleri ile kurucuların tümünün mesleği (sözleşmeli Personel) olarak gösterilmiştir.
    İstanbul Valiliği'nin 20.01.1992 günlü yazısıyla; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamına giren personeli tarafından Tüm Haber-Sen adında sendika kurulduğu; kuruluşun, Anayasa'nın 51 ve 128.maddeleri ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 1;657 sayılı Kanun'un 22 ve 27.maddelerine aykırı olduğu belirtilerek, bu memur sendiksının faaliyetlerinin durdurulması ve kapatılması için Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açılması hususu Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na bildirilmiştir.
Ü Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 03.02.1992 tarihli iddianemesiyle; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tabi memurların sendika kurmak hakları bulunmadığından, anılan sendikanın 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 1.,2.,6/7.ve 54.maddeleri gereğince faaliyetinin durdurularak kapatılmasına karar verilmesi istenmiştir.
Ü Davalı vekilleri davaya verdikleri cevap dilekçelerinde; 2821 sayılı Kanun'un 6/7.maddesi gereğince bu davayı Valiliğin açabileceğini, Cumhuriyet Savcılığı'nın ancak aynı Kanun'un 58.maddesindeki koşulların varlığı halinde dava açabileceğini, davaya İş Mahkemesi'nde bakılması gerektiğini bildirerek usul yönünden; ayrıca memurların sendika kurmak haklarının yasaklanmadığı, 87 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri ile kamu çalışanlarına sendika kurma hakkı tanındığını bildirerek esas yönünden davanın reddini istemişlerdir.
Ü Mahkemece; usule ilişkin itirazlar ara kararı ile reddedilmiş ve esasları; davalı sendika kurucularının 657 sayılı Kanuna tabi memur oldukları, memurların sendika kurma haklarının 23.11.1972 günlü ve 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırıldığı, 657 sayılı Kanun'da memurların grev kararı almalarının, grev ilan etmelerinin ve bu hususla propoganda yapmalarının da yasaklandığı; 2821 sayılı Sendikalar Kanunu hükümleri gereğince sendika kurma hakkının işçi ve işverenlere tanındığı; Anayasa'da memurların sendika kurabileceklerine dair herhangi bir hüküm bulunmadığı, TBMM'nce ILO Sözleşmeleri benimsenmiş ise de, halen yürürlükte bulunan Anayasa ve Sendikalar Yasası'nın memurların sendika kurmalarına izin vermediği belirtilerek, kurulmuş bulunan Tüm Haberleşme ve İletişim Sendikası'nın 2821 sayılı Sendikalar Kanun'un 6/7. ve 54.maddeleri gereğince faaliyetlerinin durdurulmasına ve kapatılmasına 15.12.1992 tarihinde karar verilmiştir.
Ü Davalı vekilleri bu kararı usul ve esas yönlerinden temyiz etmişler; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nce usule ilişkin temyiz itirazları hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden, hüküm esasları oyçokluğu ile bozulmuş, mahkemece bozmadan sonra taraflara diyecekleri sorulmuş; Cumhuriyet Savcılığı'nca önceki hükümde ısrar edilmesi talip edilmiş; davalı; müvekkili kuruluşun sendika olarak isim kullandığını, bozma ilamındaki örgüt ve mesleki dayanışma kuruluşu şeklindeki vasıflandırmaya katılmamakla birlikte bozma kararına uyulmasını istemiştir.
Ü Mahkemece; davalıların, davanın başından beri kamu görevlileri sendikası olduklarını savundukları ve nitekim bu hususu bozma kararından sonra da vurguladıkları; memurların sendika kurmaları yönünde yasal bir düzenlemenin bulunması gerektiği, böyle bir yasal düzenlemenin henüz kabul edilmediği gerekçeleri ile önceki kararda direnmiş ve direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Ü Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında öncelikle yukarıda anılan usule ilişkin sorunlar üzerinde durulmuştur.
Ü Bu davaya İş Mahkemesi'nde mi, yoksa Asliye Hukuk Mahkemesi'nde mi bakılabileceği sorunu tartışılmış ve anılan sendika kurucularının kamu görevlisi oldukları ve kamu sendiksı kurdukları ileri sürüldüğünden, dava konusu sendikanın 2821 sayılı Sendikalar Kanunu kapsamına girmediği ve dolayısıyla davaya İş Mahkemesi'nde değil, Asliye Hukuk Mahkemesi'nde bakılabileceği sonucuna varılmıştır. Bundan sonra davanın Cumhuriyet Savcılığı'nca açılabilip açılamayacağı sorunu üzerinde durulmuştur.
Ü Gerek 2908 sayılı Dernekler Kanunu'nun 50 ve 53., gerekse 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 58/1.maddelerinde dernek veya sendikaların kapatılması veya feshi için Cumhuriyet Savcılığı'nın dava açabileceği kabul edilmiştir. Kanunla düzenlenen dernekler ve işçi ve işveren sendikalarının kapatılmaları ya da faaliyetlerine son verilmesi için Cumhuriyet Savcılığı'nca kamu adına dava açılabileceği öngörüldüğüne ve bu nedenle konu kamu düzeni ile ilgili bulunduğuna göre, kamu görevlilerinin kurdukları sendikanın kapatılması için dahi Cumhuriyet Savcılığı'na dava açabileceğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Ü Yukarıda açıklanan usul sorunları böylece çözümlendikten sonra, işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Ü Burada öncelikle şu hususun belirtilmesi gerekir ki, ülkemizde kamu görevlilerine sendika kurma hakkı tanınması gerekip gerekmediği yönü yargı organınca tartışma ve değerlendirme konusu yapılmamıştır. Çünkü bu husus, yargı organının görev ve yetkisi dışında olup, demokratik bir hukuk devletinde siyasi organın değerlendirilebileceği bir konudur. Yargı organı olarak sadece konunun yasal ve hukuksal yönü üzerinde durulmuş ve bu çerçevede inceleme ve değerlendirme yapılmıştır.
Ü Ülkemizde kamu görevlilerinin sendika kurma hakları ilk kez, 1961 Anayasası'nın 46.maddesinde düzenlenmiş ve işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinin bu alandaki haklarının Kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Bu Anayasa hükmüne dayanılarak çıkarılan 08.06.1965 günlü ve 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ile; memurların ve işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlilerinin ne şekilde sendika kurabilecekleri, kurulacak sendikanın hak ve yetkilerinin neler olacağı, nasıl ve hangi organ tarafından denetleneceği, ne şekilde son bulacağı gibi konular düzenlenmiştir. Daha sonra, Anayasa'nın 46.maddesi, 20.09.1971 günlü ve 1488 sayılı Kanunla değiştirilerek, sadece işçi ve işverenlerin,önceden izin almaksızın, sendikalar ve sendika birlikleri kurma hakları kabul edildiğiden, 624 sayılı Kamu Personeli Sendikaları Kanunu'nun uygulamasına son verilmiş ve yine bu değişikliğe paralel olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 22.meddesindeki memurların sendika kurabileceklerine dair hüküm 23.12.1972 günlü ve 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece memurlar ve işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlilerinin sendika kuma haklarının kullanılması olanağı ortadan kaldırılmıştır. 1982 Anayasası'nın 51.maddesinde, sadece işçilerin ve işverenlerin sendika kurma hakları düzenlenmiş olup, Anayasa'nın 128.maddesinde memurların ve diğer kamu görevlilerinin hakları ve yetkilerinin Kanunla düzenleneceği belirtilmiş bulunmaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda veya diğer Kanunlarda memurların ve diğer kamu görevlilerinin sendika kurabileceklerine dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 27.maddesinde memurların grev yapmaları ve greve katılmaları yasaklanmış olup, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesine Dair 22.01.1990 günlü ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 3/d ve 14.maddelerinde sözleşmeli personelin toplu iş sözleşmeleri kapsamına alınamayacağı, sendikaya üye olamayacakları ve grev yapımayacakları hükme bağlanmıştır.
Ü Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin bir kısmı, hiçbir yasal düzenlemeye gerek olmadan doğrudan doğruya kullanılabilecek nitelikteki özgürlüklerdir. Örneğin; yerleşme ve seyahat, düşünceyi açıklama, din ve vicdan özgürlükleri, önceden herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadan doğrudan doğruya kullanılabilecek hak ve özgürlüklerdir. Yasakoyucu, bu özgürlükleri, ancak Anayasa'da öngörülen nedenlerle ve hakların özüne dounmamak koşuluyla kanunla sınırlayabilir.
Ü Anayasa da yer alan dernek, sendika, siyasi parti kurmak, toplu sözleşme,grev ve lokavt gibi hak ve özgürlükler ise, yasal düzenlemeye dayanmadan, doğrudan doğruya kullanılmaları mümkün olmayan özgürlüklerdendir. Çünkü, Anayasa'nın 33,51,53 ve 54.maddelerinde, bu hakların kullanılmasının Kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa'da tanınmış olmasına rağmen henüz yasal düzenleme yapılmamışsa dernek, sendika veya siyasi partinin tüzel kişilik kazanması mümkün değildir.
Ü Öte yandan, bir kuruluşun tüzel kişilik kazanması konusunda irade serbestliği ilkesi uygulanamaz. Çünkü, gerçek kişiler, diledikleri şekilde tüzel kişilik kuramazlar. Bunun için, Kanunda hangi tüzel kişiliklerin ne şekilde kurulabileceğinin gösterilmesi gerekir. Böyle bir düzenleme yoksa, kişilerin biraraya gelip istedikleri gibi tüzel kişilik oluşturmaları mükkün değildir. Yasanın, bu konuda, irade açıklanmasına hukuki sonuç bağlamış olması gerekir. Ayrıca, yasada bu hususla irade açıklamasının ne şekilde yapılacağı, yani daha açık bir ifade ile, ne gibi belgelerin hangi yetkili makama verileceğinin ve hangi andan itibaren tüzel kişiliğin doğduğunun düzenlenmiş olması zorunludur. Örneğin;dernek,sendika,siyasi parti,ticaret şirketleri,vakıf gibi kuruluşların her birisi için yasal düzenlemeler yapılmış olduğundan, bunlar ancak o Yasalarda öngörüldüğü şekilde kuruldukları takdirde,tüzelkişilik kazanabilirler. Bunların dışında örneğin, aile birliği, miras şirketi, adi ortaklık gibi birlik ve topluluklar isteseler de, tüzelkişilik  kazanamazlar. Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere dernek, sendika ve siyasi parti kurma hakkının Anayasa'da öngörülmüş bulunması, bunların tüzelkişilik kazanması için yeterli olmayıp, yasal bir düzenlemeye dayanılması zorunludur. Aksi halde, tüzelkişilikten söz edilemez. Bu düşünce, Anayasa'daki demokratik hukuk devleti ilkesine de aykırı değildir. Çünkü, hukuk düzeni bunu zorunlu kılmaktadır. Gerçek kişilerden ayrı bir hukuki varlığı olan tüzelkişilerin Devlet tarafından kamu yarrı düşüncesiyle denetlenmesi, bütün demokratik hukuk devletlerinde kabul edilmiş temel bir ilkedir.
Ü Dava konusu sendikanın kurulduğu tarihte, henüz kamu çalışanlarının sendika kurabileceklerine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı için, yukarıdaki açıklamalar göre bu sendiknın tüzelkişilik kazanmadığının kabul edilmesi gerekir. Buna karşın, kuruluşun Dernekler Kanunu'na göre tüzelkişilik kazandığı veya tüzelkişiliği bulunmayan mesleki dayanışma örgütü yahut adi ortaklık olarak nitelenmesi ve bu nedenle kapatılmasına gerek olmadığı görüşü de, benimsenemez. Çünkü kurucular dahi, kendilerinin bu şekilde nitelendirilmelerinin mümkün olmadığını bidirdikleri gibi, fiilen kendisini sendika olarak resmi kuruluşlara, topluma ve kendi meslek mensuplarına tanıtan, tüzüğünde bu şekilde faaliyette bulunmayı, grev ve toplu sözleşme yapmayı öngören bir kuruluşun Dernekler Kanunu'na tabi bir dernek olduğu yahut sadece mesleki bir dayanışma örgütü niteliğinde kabul edilmesi ve bu nedenle faaliyetini sürdürmesine izin verilmesi yukarıda açıklanan Anayasal ve yasal ilkelere aykırı olduğu gibi, bu durumun giderek uygulamada dolaylı yoldan yasa dışı sendikalaşmaya yol açacağı için, kabul edilmesi mümkün değildir.
Ü Bu davanın açılmasından sonra ve dava devam ederken, 05.11.1992 günlü ve 3847 sayılı "Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Haklarının Korunmasına İlişkin 87 sayılı Sözleşmenin Onaylanmasına Dair Kanun"ile 3848 sayılı "Kamu Hizmetinde Örgütlenme HHaklarının Korunmasına ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin 151 sayılı Sözleşme'nin Onaylanması Hakkında Kanun",11.12.1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Ü Kısaca, İLO Sözleşmeleri olarak aılan bu sözleşmeler ile; çalışnlr ile işverenlerin ve kamu görevlilerinin sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacakları ancak, bu sözleşmelerde öngörülen güvencelerin üst düzey görevlilere veya çok gözle görevleri ifa edenlere hangi ölçüde uygulanacağı, keza Silahlı Kuvvetlere ve Polise ne ölçüde uygulanacağının ulusal yasalarla belirleneceği, her üye ülkenin ulusal koşullarına göre gerekli ve uygun önlemlerin alınacağı belirtilmiştir. Görülüyorki, TBMM'nce Kanun ile kabul edilen bu sözleşmeler, doğrudan doğruya konuyu düzenlememekte, üye ülkelere gerekli düzenlemeyi yapmak görevini yüklemektedir. Bu sözleşmelerin kabulünden sonra henüz kamu görevlileri sendiksı ile ilgilmi bir yasal düzenleme yapılmadığından, yukarıdan beri açıklanan ve varıln sonuç 151 sayılı ILO Sözleşmesi'nin kabulünden sonra da, geçerliliğini sürdürmektedir. Yargıtay Dördünce Hukuk Dairesi'nin kararında v daire sözcüsünün açıklamalarında, ILO Sözleşmesi'nin davada uygulanamayacağı, bu nedenle Dairenin bozma kararında ILO Sözleşmesi'nden önceki yasal ve hukuksal duruma göre karar verildiği, konunun ILO Sözleşmeleri'ne göre tartışılamayacağı ileri sürülmüş ise de; dava devam ederken yürürlüğe giren ve kamu düzeni ile ilgili olduğu için re'sen uygulanması gereken 151 sayılı ILO Sözleşmesi hükümlerinin de gözönüne alınarak konunun tartışılması ve değerlendirilmesi gerektiği görüşü çoğunlukça benimsenmiştir. Yukarıda açıklandığı gi.i, 151 sayılı ILO Sözleşmesi'nin kabulünden sonra da, henüz bu konudaki özel Yasa kabul edilip yürürlüğe konulmadığından, dava konusu sendikanın tüzelkişilik kazanmadığı sonucuna varılmıştır.
    Tüzelkişilik kazanmayan böyle bir kuruluşun hukuki varlığının bulunmadığının tesbiti ile yetinilmesi doğru görülmemiş, kamu düzeni ile ilgili bulunduğu için faaliyetlerine son verilmek üzere kapatılmasına karar verilmesi guerektiği görüşü benimsenmiştir. O itibarla direnme kararının açıklanan bu gerekçelerle onanması gerekmiştir.
 
    SONUÇ:Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA ve (64.500 TL) bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 24.05.1995 gününde yapılan ilk görüşmede üçte ikiyi aşan oyçokluğu ile karar verildi.
 
  KARŞI OY YAZISI
    Davalılar Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası ve kurucuları (i.) ve arkadaşları hakkında, Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca 03.02.1992 günlü iddianeme ile davalılardan, sendikanın faaliyetinin durdurulması ve yapatılması istenmiştir. Davalılar(İ.) ve sekiz arkadaşı, 16.01.1992 günlü başvuru ile Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası'nı kurduklarını ileri sürmüşlerdir. Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca düzenlenen iddianeme ile faaleyitinin durdurulması ve kapatılması istenen örgütün dosyadaki ana tüzüğüne göre, bu örgütün sendika olarak kurulmak istendiği anlaşılmıştır. Anılan sendikanın kurulması için yapılan 16.01.1992 başvuru tarihinde kamu görvlilerinin (memurların) bir sendika kurmaları söz konusu değildir. Çünkü, yasalarımızda, bu yönde olumlu bir yasal düzenleme bulunmadığı gibi, aksine sendika kurulmasına olanak vermeyen kuralların bulunduğu gözlenmiştir.
 
    Ancak, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 87 ve 151 sayılı Sözleşmelri 25.11.1992 günlü Resmi Gazete ile yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Anayasa'nın 90/5.maddesi uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler Yasa hükmündedir. Bunlar hakkında, Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anaysa Mahkemesi'ne başvurulamaz. Yani, uluslararası sözleşmeler, Anayasa derecesinde kurallardır. ILO Sözleşmeleri'nin kabulünden sonra, ülkemizde artık kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kurmaları için özel bir düzenlemeye gerek yoktur. Zira, aksi halin düşünülmesi, yasal düzenleme sayılan uluslararası sözleşmelerin inkarı olur. Böyle bir durum ise, ülkemizin yurt dışında olumsuzlukla karşılanması ve uluslararası sözleşmelerin gözardı edilmesi gibi bir sonucu doğurur. Uluslararası sözleşmeler yürürlüğe girdikten sonra, bunların uygulanmasına şöyle veya böyle bir görüşle karşı çıkılması, Hukuk Devleti kurallarının dışlnması anlamındadır. Bu düşünce ise, asla kabul edilemez ve uygulama olanağı kazanamaz.
 
    Açıklanan bu durum karşısında, sonuç olarak şunu söylemek olanaklıdır. Davalılardan anılan sendikanın kuruluş tarihinde, ILO Sözleşmeleri'nin henüz kabul edilmemiş olmasına göre, davalı sendikanın kapatılması vee= faaliyetinin durdurulması doğrudur. Ancak ILO Sözleşmeleri'nin kabulünden sonra, ülkemizde kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kurmaları olanaklıdır. Bu kuruluşlar için özel düzenlemeler çıkarılmamış olsa bile, ilgili diğer yasaların ve özelllikle 2821 sayılı Sendiklr Kanunu ile Dernekler Kanunu ve Medeni Kanun'un, kamu görevlilerinin kurduğu sendikalar ile bağdaşın hükümleri kıyasen uygulanır. Sayın çoğunluğun, işbu davada, ILO Sözleşmeleri'nin yürürlüğe girmesinden sora da, kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kuramayacakları biçiminde oluşan gerekçe ve kararına katılmıyor ve yerel mahkeme kararının değişik gerekçe ile onanması gerektiğini düşünüyorum.
 
  KARŞI OY YAZISI
    Şişli Cumhuriyet Savcılığı, "İddianame" başlıklı bir yazı ile, Tüm Haberleşme İletişim Çalışanları Sendikası üyelerinin 657 sayılı Devlet Memurları sıfatını taşımaları nedeniyle sendika kurmalarının yasal olmadığını belirterek sendikanın kapatılmasını istemiştir.
 
    Yerel mahkeme, Anayasa'da Devlet Memurlarının sendika kuracaklarına dair bir hüküm olmadığından, istemin kabulüne, sendikanın kapatılmasına karar vermiştir.
 
    Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nce bozulmuştur. Yerel Mahkemenin ilk kararında direnmesi üzerine dosya Hukuk Genel Kurulu'na gelmiş, anılan kurulca, yerel mahkeme kararının yerinde olduğu belirtilerek onanmıştır.
 
    Aşağıda belirteceğim nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nun kararına katılamıyorum.
 
    Bize göre sorun, kapatılması istenilen kuruluşun tüzel kişilik kazanıp kazanmadığından kaynaklanmaktadır.
 
    Aslında davayı açan Cumhuriyet Savcılığı da, kuruluşun tüzellek kazandığını kabul etmiş olacak ki, kapatılmasını istemiştir.
 
    Karar, iç hukukta Devlet memurları için bir düzenlemenin yapılmamış olması esasına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla, yasal bir düzenleme olmadan bir tüzel kişiliğin kazanılamayacağıdır. Halbuki, yasal bir düzenleme olmadan da, gerçek kişiler ortak bir amaca hizmet için bir araya gelmek, bu amaç uğruna çalışmak veya o amaca hizmet etmek için emek ve sermayelerini birleştirdikleri durumlarda o kuruluşun tüzel kişilik kazanacağı kabul edilmelidir. Burada önemli olan yön amacın sürekli olması ve bu amacın hukuka ve ahlaka aykırı bulunmamasıdır. Hukuk, yazılı olanın yanında yazılı olmayan hukuk kurallarını da kapsamaktadır. Demek oluyor ki, bir topluluğun tüzelkişilik kazanabilmesi için toplum yapısının belirli bir aşamaya varmış olması, sürekli amaçlara hizmet ve bu amaçlar çevresinde birleşme düşüncesinin doğması ve gerçek kişilerden bağımsız olarak hak ehliyetine sahip bulunması gerekmetedir.
 
    Özel hukuk alanında, tüzelkişilik, bir kişilik kurma hukuki işlemi ile oluşurlar. Hukuki işlemde, hukuki sonuç doğurmaya yönelik bir irade açıklamasıdır. İrade açıklaması bu amaca yönelikse, tüzelkişilik kurulmuş olur. Yeterki mevcut hukuk düzeninin bu sonuca engel olmaması ve yasaklanmamasıdır. Tüzelkişiliğin kazanılması için ilgili olduğu ileri sürülen kurumların iznine gerek yoktur. Zaten MK'.nun 45 ve 53.maddelerinde bu yön açık bir biçimde ifade edilmiştir. Kuruluşun veya topluluğun tüzelişilik kazanabilmesi için, amacının Yasaya ve ahlaka aykırı olmaması MK'nun 45/2.maddesinde belirtilmiştir. Aynı Yasa'nın 71.maddesinde de, tüzelkişiliğin amacının Yasaya veya ahlaka aykırı oması halinde fesholmayacağı hükme bağlanmıştır.
 
    Açıklanan bu ilkeler gözetildiğinde, Siyasi Partiler Yasası'nın 5.,2821 sayılı Sendikalar Yasası'nın 6.,Dernekler Yasası'nın 4.maddesinde önceden izin alınmaksızın, parti, sendika ve dernek kurulabileceği ve tüzelkişilik kazanacağı belirtilmiştir. Bugün ihtiyaç duyulan bu uruluşlar için Yasa çıkarıldığı, yarın başka kuruluşlar için ihtiyaç doğabileceği düşünülerek, onların da tüzelkişilek kazanması için mutlaka bir Yasa çıkarılması gerekmez. Zaten parti, sendika ve dernek gibi kuruluşların tüzelkişilik kazanmaları, Yasa ile değiy, onlar ve benzeri kuruluşlar belli bir amaç için birleştiklerine ilişkin bulunan irade beyanlarını içeren dilekçeyi ilgili kuruluşa vermekle tüzelkişiliği kazanmış bulunmaktadırlar. O Yasa kuruluşlara tüzelkişiliği kazandırmak için değil, o kuruluşların çalışma yöntemini belirlemek içindir. Yasada, o kuruluşun organları, hakları, ödevleri, çalışma yöntemleri gibi düzenlemeler yer almaktadır. Belli ve sürekli bir amaç uğruna birleşenlerin meydana getirdiği kuruluş, tüzelkişilik kazanmış bulunmasına karşın o kuruluşun çalışma yöntemi hakkında yasal bir düzenleme mevcut değilse, yaptığı faaliyetler yasal bir düzenlemeye dayanmıyorsa, diğer bir anlatımla yasal düzenleme yoksa, ismi ne olursa olsun o alanda ve aynı ismi taşıyanlarla aynı işi yapamayacaklardır.
 
    Somut olayda da, kapatılması istenen Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası adı verilen kuruluşun tüzelkişilik kazanması herhangi bir kurumun iznine bağlı değildir. Kuruluşa sendika adının verilmiş olması, onun da 2821 sayılı işçi sendikalrının sahip olduğu haklara sahip olması ve onun yetkilerini kullanması sonucunu doğurmaz. O halde, tartışmalar sırasında da ileri sürüldüğü üzere, böyle bir kuruluş; sendikaların sahibi olduğu hakları kullanamıyorsa, hukuk alanında varlığına da gerek yoktur. Diğer bir anlatımla, hukuki varlık da kazanamaz denmiştir. Böyle bir savı şöyle yanıtlayabiliriz. Her doğan insanınkonuşması, yürümesi ves. gerekir. Konuşamayan, yürüyemeyen bir insanın varlığına gerek yok mu diyeceğiz. Bir varlığın, bir kuruluşun var olması başka şey, bir takım haklara sahip olması ve onları kullanması başka şeydir. Her insan doğumundan itibaren medeni haklara sahiptir. Ancak ehr insan bu hakları kullanamaz. Kullanması için fiil ehliyetine sahip olması gerekir. İşte davamıza konu olan kuruluşta, belli ve sürekli bir amaç etrafında birleşenlerin bu iradelerini valiliğe bildirmekle, tüzelkişilik kazanmıştır.
 
  Bir an için, tüzelkişilik kazanılması mutlaka bir Yasanın var olmasına bağlanıyorsa, bize göre bu yasal düzenlemede mevcuttur:Şjyle ki, 04.11.1950 tarihinde imzalanan ve 10 Mart 1954 tarihinde 6366 sayılı Yasa ile onaylanarak Türkiye'nin iç hukukuna aktarılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11.maddesinde, herkesin barışçı amaçlarla çıkarlarını korumak için sendika kuracağı öngörülmüştür. Aynı hak, insan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Paris Şartı'nın 1.Bölümünün 5.maddesinde de ifade edilmiştir. Bunlardan ayrı olarak kısaca (ILO) olarak adlandırılan Uluslararası Çalışma Örgütü'ne ait 87 ve 151 sayılı sözleşmeler de 25.11.1992 tarihinde Yasa ile kabul edilmiştir. 87 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin özellikle 2,3,10 ve 11.maddeleri ile, 151 sayılı Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunmasına ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin Sözleşmenin de 1,2,3,4 ve 5.maddelerinde; çalışanların, önceden izin almadan istedikleri kuruluşları kurmak ve üye yolmak hakkına sahip oldukları ifade edildikten başka, kamu makamlarının bu hakkı sınırlayacak veya kullanılmasına engel olacak her türlü müdahaleden sakınmaları gerektiği de hükme bağlanmıştır. 151 sayılı Sözleşme'nin 3.maddesinde, "Kamu Görevlileri Örgütü" deyime, oluşumu ne olursa olsun, amacı kamu görevlilerinin çıkarlarını savunmak ve geliştirmeye yönelik örgüt anlamına geldiği de belirtilmiştir.
 
    Bu tür uluslararası sözleşmelere katılım, Yasa ile olmaktadır. Diğer bir anlatımla, sözleşmenin TBMM'nde kabul edilmesi gerekmektedir. Bu kabul sonucu, o sözleşme iç hukukumuzdaki bir Yasa gibi hukuki sonuç doğurmaktadır. Hal böyle olmasına karşın, Anayasa'nın 90/5.maddesinde bu ilke ayrıca hükme bağlanmış ve bu nitelikte olup yasalaşan sözleşmelerin Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne dahi görütürülemeyeceği belirtilmiştir.
 
    Tüm bu düzenlemeler gözönünde tutulduğunda, davaya konu edilen kuruluşun belirtilen yasal dayanak nedeniyle de tüzelkişilik kazandığı kabul edilmelidir. Tüzelkişiliğin kazanılmsı için Yasının varlığı bir koşul olarak ileri sürülmüyorsa, birden fazla Yasa'nın var olduğu ortadadır. Bu Yasalarla, adı geçen kuruluşun (Sendika adının bulunması sonuca etkili değildir) bir sendika gibi faaliyet göstermesi elbette beklenemez. O faaliyetler de grev ve toplu sözleşme yapma hakkıdır. İşte ancak bunun için bir yasal düzenleme gereklidir. Çünkü çalışma usul ve yönteminin belirlenmesi gerekir. Bu düşüncemizi güçlendiren 151 sayılı Sözleşme'nin 1.maddesinin 3no.lu bendinde, "Bu sözleşmede öngörülen güvencelerin Silahlı Kuvvetlere ve polise ne ölçüde uygulanacağı ulusal Yasalarla belirlenecektir" hükmü getirilmiştir. Burada adı geçen bu hizmet birimlerinin sözleşme dışında tutulduğu düzenlemenin Ulusal Hukuka bırakıldığı anlamışmaktadır. Bunun dışında kalan çalışanlrın sözleşme dolayısıyla Yasa kapsamına alındığı ve kurulduğu kabul edilmelidir.
 
    Kapatılması istenilen kuruluşun adında "Sendika" kelimesinin olması, o kuruluşun mutlaka 2821 sayılı İşçi Sendikalarının sahip olduğu hak ve yetkileri kullanacağı anlamına gelmez. Nitekim, 1961 Anayasası'nda, 1971 yılında yapılan değişiklikle, 119.maddenin 3.fıkrasında, işçi niteliği taşımayan çalışanlarca kurulacak örgütlere, "Sendika" sözcüğü yerine "Kuruluş" sözcüğünü koymuştur. Bunun gerekçesini de (...kamu hizmetlileri kuruluşlarının gerçek manada sendikal bir faaliyette bulunmaları mümkün değildir. Şu halde bu kuruluşların "Sendika" olarak isimlendirilmesi herşeyden önce kavram karışıklığına sebebiyet vermekte, ayrıca "Sendika" teriminin etkisiyle bu kavrama ters olduğundan başka bir anlam verilmesi eğilimini ortaya çıkarmaktdır...Bu itibarla...kamu hizmeti görevlilerinin mesleki menfaatlerini korumak ve geliştirmek amacıyla kuracakları tüzelkişiliklerin "Sendika" olarak değil, "Kuruluş" olarak isimlendirilmesi...uygun görülmüştür.)biçiminde açıklamıştır. Bu da düşüncemizi güçlendirmektedir. Zaten Dairemiz de, bu kuruluş bir sendikadır. İşçi sendikaları da dahil olmak üzere tüm sendikaların  sahip olduğu hakları kullanacağını savunmamaktadır. İddiamız, bunun bir kuruluş olarak tüzelkişilik kazandığı yönündedir. Nitekim, Tüm Belediye Memurları Sendikası adlı bir kuruluşun üyelerinden bazıları bir ilin Büyükşehir Belediyesi ile bir toplu iş sözleşmesi yaptıklarını belirterek bu sözleşmeye dayanarak alacak isteminde bulunmuşlardar. Yerel mahkemece bu istem kabul edilmişti. Ancak; Dairemizin 13.12.1994 gün ve 1994/5865-11183 sayılı kararı ile, kamu hizmetini yürüten bir memurun atanması, görevi yürüttüğü işin nitelik ve kapsamı, sahip olduğu güvenceler itibariyle, bir kamu kurumu ile arasındaki hukuki ilişki ve düzenleme, İş Yasası'na tabi olan işçi-işveren arasındaki ilişki gibi kabul edilemeyeceği ve henüz bir yasal düzenleme de olmadığı için kamu kurumu ve kuruluşları ile toplu iş sözleşmesi yapamayacağı bu nitelikteki bir sözleşme için yasal düzenlemenin zorunlu olduğu belirtilerek yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
 
    Denebilir ki, bu tür bir kuruluş, toplu sözleşme ve grev yapamayacaksa, var olduğunun bir anlamı da yoktur: Halbuki durum hiçte öyle değildir. Bugün dahi, kapatılan ve benzeri sendikalar Türk kamuoyunda ve siyasi alanda mesleki bir başka grubu olarak varlığını kanutlamış bulunmaktadılar. Aidatlar almakta, sayısız toplantılar yapmakyta hatta Türkiye'deki siyasi ve ekonomik gündemi dahi belirlemektedirler. Bu yapılanların hiçbiri de hukuk dışı ve ahlaka aykırı değildir. Hakta 1965 yılında yürürlüğe giren 624 sayılı Devlet Personel Sendikaları Kanunu'nda da, grev dolayısıyla toplu iş sözleşmesi yapması yasaklanmıştır. O Yasa'da da bu kuruluşun adı "Devlet Personeli Sendikası" idi. Yasanın 1.maddesinde de, adının "Sendika" veya "Meslek Birliği" olarak adlandırılacağı belirtilmişti.
 
    Açıkladığım bu olgular itibariyle, tüzelkişilik kazandığını kabul ettiğimiz kuruluşun adında "Sendika" kelimesinin bulunması, onun mutlaka, sendikaların sahip olduğu hakları kullanacağı anlamına gelmez, üyelerine de, bu hakları talep etme hakkını vermez.
 
    Türkiye'de, dört-beş yılı aşkın süreden bu yana, anılan kuruluşların var olduğu inkar edilmeyecek bir vakıadır. Şu aşamada bunların hukuken kurulmamış, dolayısıyla, tüzelkişilik kazanmadıklarının kabul edilmesi yukarıda ifade edildiği üzere, gerek yazılı olmayan ve gerekse yazılı olan özellikle kabul edilen sözleşmelerin kurallarına aykırı bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki, varılan soncun hukuka uygun olmadığını düşünmekteyim.
 
    Kurulduğunu kabul ettiğim bu kuruluşları, fiili bir durum olarak da nitelendiremeyiz. Bu kuruluşların her biri tüzüklerini hazırlayıp, ilgili makama sunmuşlardır. Çok yüksek miktarlara varan aidatlar toplamaktadırlar. Tüm bunlardan sonra, bu kuruluşları yok saymak, kurulmuş bir düzeni kabul etmemek sonucunu doğurur.
 
    Anayasa'nın 49.maddesinde "Devlet çalışanların hayat seviyesini yükseltme, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanlrı korumak, çalışmayı desteklemek...elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır" kuralı yer almıştır. Davaya konu olan kuruluşların varlık ve etkinlik kazanmalarını isteyenler de çalışan kamu görevlileridir. Bu nitelikteki kuruluşların, özel işyerinde çalışanlardan farklı bazı koşullara bağlı tutulmaları doğaldır. Ancak bunların hukuken var olmadığını, doğmadığını kabul etmek doğru değildir.
 
    Yukarıda açıkladığım nedenler ve tüm hukuk ilkeleri, mevcut düzenlemeler guözetildiğinde, bu kuruluşların tüzelkişilek kazandıkları ve yazılı hukuk kurallarına ve ahlaka aykırı olmadığı, özellikle yazılı olmayan hukuk ilkelerine uygun bulunduğu, kapatılması için de, hiçbir yasadışı faaliyetin mevcut ve iddia da edilmediği düşüncesi ile, çoğunluğun kapıtma gerekçesine ve sonucuna katılamıyorum. Bu nedenle, yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği kanaatindeyim.
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini