 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas no : 1994/34
Karar no : 1994/251
Tarih : 20.04.1994
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziantep 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 7.7.1991 gün ve 1991/24-401 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 2.12.1991 gün ve 1991/16246-16489 sayılı ilamı:
(... Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi hükmüne göre sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi hükmüne göre zilyetliğin bu kanunda yazılı belgelerden birisi ile isbatı yoluna gidilemeyen hallerde zilyedin kazanabileceği miktar sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönümü geçemiyecektir. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren açılan davalar sonunda davacılar adına 28.12.1988 tarih 415/1020, 17.5.1990 tarih, 871/353, 2.11.1989 tarih, 1/755 sayılı Asliye Mahkemesince verilen hükümlerle toplam 94890 metrekare yüzölçümlü taşınmazların tescil edildiği ilgili karar örneklerinden ve 5.3.1990 tarih, 1 ve 2, 5.10.1990 tarih, 1, 2 ve 3 numaralı tapu kayıt örneklerinin incelenmesi ile tesbit edilmiştir. Evvelce tescil davası sonucu kayıtlanan taşınmazlar ile bu davada tesciline karar verilen taşınmazlar aynı çalışma alanı (aynı köy sınırları içinde) bulunmaktadır. Davacıların bir belgeye dayanmadıkları dikkate alınarak evvelce tesciline karar verilen taşınmaz miktarlarını 100 dönüme tamamlayan miktarda davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, bu miktarı aşacak şekilde tescile karar verilmesi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşülüdü:
KARAR : Dava, M.K.nun 639. maddesinden kaynaklanan harici satın-alma ve eklemeli zilyedliğe dayalı tescil istemine ilişkindir.
Dava konusu 3 parça ve toplam 41.172 metrekare yüzölçümünde bulunan taşınmazlarda, davacılar yararına kazandırıcı zamanaşımı zilyedliği yoluyla iktisap koşullarının gerçekleştiği tartışmasızdır.
Yine; ilam örnekleri getirilip belgelenmiş olmakla, tarafların kabulünde bulanan bir hususda davacıların başka şahıslardan haricen satın-alma'ya dayalı olarak, zilyedlik nedeni ile açtıkları, önce görülüp kesinleşen tescil davalarında, -aynı paylar ile- 94.890 metrekare toplam yüzölçümündeki taşınmazların adlarına tapuya tescil edilmiş olmasıdır.
Bilindiği üzere, 3402 sayılı Kadastro Yasası'nın 14. maddesinde; aynı çalışma alanı içerisinde bulunan ve toplam yüzölçümü, sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan bir veya birden fazla taşınmaz malın, bir belgeye dayanmaksızın kazandırıcı zamanaşımı zilyedliği yoluyla iktisap edilebileceği hükme bağlanmıştır.
Önce görülen davalarda tescil ile sonuçlanan taşınmazlar ile, temyize konu davada dava konusu taşınmazlar aynı çalışma alanı (köy sınırları) içerisinde bulunmaktadır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, 3402 sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile bir belgeye dayanmaksızın zilyedlikle kazanılabilecek taşınmaz malda getirilen sınırlamanın, paylı mülkiyet halinde nasıl belirleneceği noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki; belgesizden taşınmaz mal iktisabında getirilen bu sınırlamalar, kural olarak arzın asıl sahibi bulunan Hazine'nin taşınmaz mallarının yasanın aradığı zilyedlik koşullarını haiz olmayan kimselerin ellerinde kalmamasının temini ve diğer taraftan da zilyedliği hukuken korunmaya layık kimselerin zilyedliğinin sağladığı iktisap sebeplerinden faydalanmalarının gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Her ne kadar paylı mülkiyet üzere olan taşınmaz mallarda taksim yapılıp paydaşların payları karşılığı intifalarına özgülenen yerlerinin bağımsız olarak adlarına bırakılmamış olması durumunda, her paydaşın taşınmazın tamamında hakkı mevcut ise de, bu yerin her zaman taksime konu olabileceği, paydaşlara da ancak payları karşılığı belli bağımsız yerlerin kalabileceği kuşkusuzdur.
Yüzölçümü 100 dönüm veya buna yakın ve çok fazla paydaş arasında paylı mülkiyet üzere olan bir taşınmaz malda, paylı mülkiyetin kendine özgü kullanma hakkına ilişkin kuraldan hareket edilmesi ve bütünün tamamında her paydaşın hakkı bulunduğu kabul edilerek, taşınmaz malda belgesizden iktisap koşullarına göre getirilen sınırlamanın bu esas çerçevesinde değerlendirmesinin amaçtan uzaklaşma yanında, hiç de adil sayılamayacak sonuçlar doğuracağı açık bir olgudur.
Somut olayda, sözü edilen dava dışı toplam 94.890 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz mallarda davacılar, 2/5, 2/5 ve 1/75 pay sahibi bulunmaktadırlar.
Bir çalışma alanı içerisinde belgesizden iktisap edilebilecek taşınmaz mal yüzölçümünün hesaplanmasında da, bağımsız olarak tesbit ve tescil edilen taşınmazlar yüzölçümü ile paylı olarak tesbit ve tescil edilen taşınmazlarda paya isabet eden yüzölçümleri toplamları esas alınması gerekir. Bu husus yukarıda açıklanan kabulün bir yerde doğal sonucudur.
Bu itibarla, yerel mahkemece açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirme yapılarak davanın kabul edilmesi doğrudur. O halde usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ : Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), Harçlar Kanununun değişik 13. maddesinin "j" bendi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına 6.4.1994 tarihindeki ilk görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 20.4.1994 tarihinde yapılan ikinci görüşümede oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile edinilmesi MK.nun 639/1. maddesinde düzenlenmiştir. Bu tür uyuşmazlıkların çözümünde gözönünde tutulması gereken ana kural, anılan hükümdür. Bu madde hükmüne göre tapusuz bir taşınmazın tapuya tesciline karar verilebilmesi için öngörülen koşulların gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Maddenin son fıkrasında "Hususi Kanun hükümleri mahfuzdur" denilmiştir. Saklı tutulan bu hükümlerin başında Kadastro Kanunu Hükümleri yer almaktadır. 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi hükmüne göre zilyedin vergi kaydı gibi bir belgeye dayanmaksızın bir çalışma alanı içinde kazanabileceği miktar sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönümü geçemez.
Somut, olayda, davacılar vergi kaydı gibi bir belgeye dayanmaksızın müşterek mülkiyet hükümlerine göre sahip bulundukları toplam 41152 metrekare yüzölçümüne sahip 3 parça taşınmazın adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir. Kadastro Müdürlüğünün karşılık yazısında davacıların adına belgesizden 94890 metrekare yer tescil edildiği bildirilmiştir. Hal böyle olunca davacıların daha önce kazandıkları taşınmazlarla, bu dava içerisinde adlarına tescilini istedikleri taşınmazların toplamı Kadastro Kanununun 14. maddesinde belirtilen 100 dönümü aşmış olmaktadır.
Çözümlemesi gereken hukuki sorun; müşterek mülkiyet şeklinde kullanılan bir taşınmaz veya taşınmazlarda miktara ilişkin sınırlama, müşterek zilyetlerin her birine göre mi nazara alınacak, yoksa bu miktarlar bakımından müşterek zilyetler tek kişi mi sayılacak, Yerel mahkemece taşınmazların müşterek mülkiyet şeklinde kullandığı, müşterek zilyetlerin her birine göre kanunda öngörülen miktarların hesaplanması gerektiği düşüncesi ile haraket edilmiş ve kanunda gösterilen sınırlar aşılmıştır. Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nca benimsenen bu kabul şekli ve uygulama müşterek mülkiyet hükümlerine ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu ve yürürlükten kaldırılan önceki Tapulama Kanunlarının getiriliş amacına ters düşer.
Birlikte zilyetliğin bir türü olan müşterek zilyetlik, zilyetlerin o nesne üzerindeki fiili hakimiyeti beraberce kullanılmaları halidir. Müşterek zilyetlik durumunda, zilyetlerin zilyetliği taşınmazın tamamı üzerine yayılmış vaziyettedir. Eş bir anlatımla paydaşların taşınmazın her zerresi üzerinde zilyetlikleri vardır. Paylaştırmadan önce müşterek mülkiyetin mahiyetine ters düşecek şekilde paydaşların payları ayrı ayrı hesap edilemez. Toplu zilyetliğin mahiyeti ve kullanılış şekli gözönünde tutularak kanun koyucu taşınmazın toplam miktarını nazara almış paydaşlık esasının taşınmazın tümüne göre hesap edilmesini benimsemiştir.
Soruna Tapulama Kanunları açısından bakıldığı zamanda aynı durum ortaya çıkmaktadır. Tapusuz taşınmazların zilyetlik yolu ile kazanılmasını düzenleyen MK.nun 639. maddesinde gerek bu yolla kazanılacak taşınmaz miktarı ve gerekse taşınmazın büyüklüğü yönünden ispat hukuku bakımında herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. Kazanılacak miktar ve ispat hukuk yönünden ilk defa sınırlamalar 5602 sayılı Tapulama Kanununu değiştiren 6335 sayılı Kanunla getirilmiş, bu kanundan sonra yürürlüğe giren 609 ve 766 sayılı Kanunlarla devam ettirilmiştir. Bu konuda en önemli değişiklik 766 sayılı Tapulama Kanununun 33. maddesinde değişiklik yapan 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Öntedbirler Kanununun 20. maddesi ile getirilmiştir. 1617 sayılı Öntedbirler Kanununun toprak ve tarım reformuna kaynak sağlamak, adil ve eşit bir reform gerçekleştirmek amacı ile taşınmazın büyüklüğünü esas almıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi ile de bu amaç gözetilerek aynı sınırlamalar değişik biçimde yeniden getirilmiş bulunmaktadır.
Bu düzenlemeler karşısında müşterek mülkiyet şeklinde tasarruf edilen bir taşınmaza zilyet olan kişileri, Kadastro Kanununun 14. maddesi karşısında tek kişi sayan Yüksek Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma kararı işin esasanı uygun düşmektedir.
Tüm bu açıklamalar karşısında 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesindeki miktara ilişkin sınırlamaların müşterek zilyetlerin her birine göre hesaplanması gerektiği yolundaki yerel mahkemenin uygulamasını benimseyen değerli çoğunluğun düşüncelerine katılmıyorum.