 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1992/347
K: 1992/394
T: 24.06.1992
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "men'i müdahale" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Hafik Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 16.7.1991 gün ve 1990/152-1991/85 sayılı kararın inncelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 28.2.1992 günn ve 1819-2429 sayılı ilamı ile; (..Hükmüne uyulan bozma ilamında, öncelikle yetki durumunun incelenmesi, sonra da yetkili Mahkemece derdestlik itirazının nazara alınması gerektiğine değinilmiştir.
Hafik Asliye Hukuk Mahkemesi'nin yetkili olduğu saptandıktan sonra derdestlik itirazının kabulüyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
HUMK.nun 187. maddesinde ifadesini bulan derdestlik ile kesin hüküm arasında ayniyet bulunmaktadır. Aralarındaki tek fark, derdestlikte davanın devam etmesine karşın kesin hükümde, davanın sonuçlanmış olmasıdır. Her ikisinde de, unsurlar tarafların, hukuki sebebin ve müdeabihin aynı olmasıdır. Ancak, Koyulhisar Asliye Hukuk Mahkemesi'ndeki dava ile temyize konu davanın taraflarında aynı olmadığı gibi, hukuki sebebi de değişiktir. Bu durumda, derdestlik itirazının reddiyle işin esasına bakılması gerekirken, Mahkemece, yanılgılı değerlendirme sonucu davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğru değildir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki ararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacılar vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi arasındaki uyuşmazlığın, tarafların karşılıklı olarak açtıkları davalardan ötürü derdestlik itirazı koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği; diğer bir deyişle derdestli yönünden süresinde yapılan itirazın, eldeki davalar için hukuki sonuç doğurup doğuramıyacağı noktasında toplantığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, davacı yada davacıların dava haklarına sahip olmaları yeterli değildir. Bundan başka, davanın açılmasında hukuki bir yararın bulunması da gerekir. Buna hukuki korunma himaye ihtiyacı da denir (Rechtsechutzbedürfniz). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır. Derdestlik itirazının yasaya konuluş nedeni kesin hükümde olduğu gibi aynı davanın yeniden açılıp görülmesinde davacı veya davacıların hiçbir hukuki yararlarının bulunmamasıdır. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: 1, Sh: 885). Gerçekten HUMK.nun 187. maddesinde ifade edilen derdestlik ile kesin hüküm arasında ayniyet bulunmaktadır. Aralarındaki tek fark, derdestlikte davanın devam etmesine karşın, kesin hükümde davanın sonuçlanmış olmasıdır. Öğretide bazı yazarlar, yabancı hukuk sistemlerinin (İsviçre, Almanya ve Avusturya'nın) Yasal düzenlemelerine değinerek, HUMK.muzda ilk itiraz niteliğiyle yer alan derdestliğin, kesin hükümde olduğu gibi olumsuz dava şartı olarak kabul edilmesinde kaçınılmaz bir zorunluluk bulunduğunu bildirmektedirler (B. Kuru, age., Cilt: 1, Sh:886).
Öte yandan, BK.nun 618. maddesinde deyimini bulan mülkiyet hakkı, sahibine iki türlü dava açabilme olanağı vermektedir. Bunlardan biri, mülkiyet hakkı sahibinin, malını hukuki bir sebebe dayanmadan elinde bulundurandan istemesine imkan veren davadır. Bu dava, zilyetliğin kurulmasını sağlar. Mülkiyet hakkı son bulmadıkça malikin malının kendisine verilmesine dair dava hakkı sürüp gider. Buna tatbikatta, Medeni Kanunun metninde de yazılı olduğu gibi, istihkak davası actio rei vindicatio adı verilir. Mülkiyet hakkının hakimiyet kurma yetkisini kullanan malike tanıdığı ikinci dava ise, zilyetliğini hukuki sebep olmadan bozan herkese karşı böyle bir hareketi durdurmak; gidermek ve önlemek için açtığı ve tatbikatta müdahale veya tecavüzün önlenmesi davası olarak adlandırılan ve öğretide actio negatarie denen davadır. Bu dava hakkı, zilyetliğini kaybetmemiş olan malike verilmiştir. Davacı mala zilyet değilse, anılan davanın konusu olamaz ve bunun yerine istihkak davasının açılması gerekir. Her ne suretle olursa olsun, mal kullanılırken haklı bir sebebe dayanmayan rahatsız edici hallerin giderilmesini sağlamak için müdahelenin önlenmesi actio negatoria davasını açmak zarureti doğabilir. Müdahalenin mutlaka yararlanmaya intifaa mani olma şeklinde ortaya çıkması da gerekmez. Tasarruf hakkının derecesine itiraz dahi müdahelinin önlenmesi davasını haklı kılabilir. (Bkz. Dr. Suad Bertan, Ayni Haklar, Cilt: 1, Sh: 279 vd.).
Somut olayda davalardan ilki, Gökdere Köyü Tüzel Kişiliğince davalı gerçek kişilerin yaylanın bir kısmını sürüp ekerek tecavüzde bulundukları iddiası ile açılmıştır. İlk davaya tapu kaydı ile karşı koyan ve o davanın reddini savunan davalı kişiler sonradan açtıkları ikinci davada, tapulu taşınmazlarına önceki davayı açan köyün müdahalesinin önlenmesini istemişlerdir.
Herne kadar, Özel Daire bozma kararında taraflar yönünden de ayniyet bulunmadığı şeklindeki bir ibareye yer verilmiş ise de, her iki davanın taraflarının aynı olduğu sonucuna varılmaktadır. Esasen, Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşmeler sırasında bu konu taraflarda ayniyet bakımından farklı bir görüş ifade edilmiş de değildir.
Ancak, yukarıda yapılan açıklamalar karşısında görülmekte olan davalardan ilkinde verilebilecek kararın, ikinci davada verilebilecek kararı gereksiz hale getireceği yada ikinci davada verilebilecek kararla aynı sonuçları sağlıyabileceği söylenemez. Kuşkusuz ilk davadan dolayı verilebilecek karar, çekişmeli yerin davalılara ait tapu kaydının kapsamında olduğunu belli edebilecektir. Ne varki, sonuç olarak davanın reddi ile yetinilecektir. Oysa ikinci davadan ötürü verilebilecek karar, davayı açan davacıların yerine getirilmesini isteyebilmelerine imkan sağlıyacak ve mülkiyet hakkı ile zilyetlik üzerinde yaratılan yararlanmayı engelleyici davranışı "muarazayı" önleyecek nitelikte (lazımul dava) bir hüküm sonucunu da taşıyacaktır. Bu itibarla, ikinci davanın yasıl dayanağı bulunduğu gibi, açılmasını haklı kılan hukuki yarar da vardır. Var olan dava hakkı ve hukuki yarara karşın, derdestlik itirazı koşullarının gerçekleştiğini kabul etmek mümkün değildir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu'nca da değinilen gerekçelerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve Yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.6.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi.