 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1992/336
K: 1992/415
T: 24.06.1992
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "elatmanın önlenmesi-tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesince elatmanın önlenmesi davasının reddine, karşılık cebri tescil davasının kabulüne dair verilen 12.2.1990 gün ve 1989/327-1990/998 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 3.6.1991 gün ve 1991/3800-7322 sayılı ilamı; (..Mahkemece önceden verilen, elatmanın önlenmesi davasının reddine karşılık iptal ve tescil davasının kabulüne ilişkin karar, Dairenin 18.3.1986 gün 1986-3108 sayılı kararıyla" tapulu taşınmazlarda mülkiyet devreden sözleşmenin yazılı yapılması gerektiği..." vurgulanarak bozulmuştur. Direnme üzerine hukuk Genel Kurulu "davalının varsa faydalı ve zorunlu giderler için ayrıca dava hakkı saklı ise de ödenen bedel konusunda sözü edilen hapis hakkı bulunduğu, Mahkemece alınarak Özel Daire bozma kararına uyulmak" gerektiğine işaret ederek direnme kararını bozmuştur. Mahkemece bozmaya uyulmuştur. Bozmaya uyulmakla kurul olarak yanlar yararına usuli kazanılmış haklar oluşmuştur. Olayda, 30.9.1988 gün 2/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulanma olanağıda yoktur. O halde, davalının yaptığı faydalı giderler ve ödenen bedel için davalı yararına hapis hakkı tanınmak suretiyle elatmanın önlenmesi davasının kabulü gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava konusu 839 ada 2 parsel üzerinde bulunan binanın 4 nolu bağımsız bölümünün kayden maliki bulunan davacılar, tapulu yerlerine davalı tarafından elattığını ileri sürerek önlenmesini istemişlerdir. Davalı taraf da, kullanımında bulunan daireyi davacı taraftan haricen satın aldığını ileri sürerek, çekişmeli yere ait tapunun iptali ve adına tescili isteği ile dava açmış, davalar birlikte yürütülmüştür.
Mahkemece, Özel Daire bozma kararına uyulmayarak esas elatmanın önlenmesi davasının reddine, karşılık tescil davasının kabulüne dair verilen direnme kararı Hukuk Genel Kurulunca, davalı ve karşılık davacının, taşınmazda yaptığını ileri sürdüğü faydalı ve zaruri giderler için dava hakkının saklı olduğu, ödemiş olduğu bedel yönünden de hapis hakkının bulunduğu vurgulanmak suretiyle, esas kayda dayalı elatmanın önlenmesi davasının kabulü harici senede dayalı karşılık tescil davasının reddi gerektiğine işaret eden Özel Daire bozma kararı aynen benimsenerek bozulmuştur. Hukuk Genel kurulunun verdiği kararlara mahkemelerce uyulmasının zorunlu olduğu ise H.U.M.K.nun 429. maddesinin son fıkrası hükmü gereğidir. Hemen belirtmek icabeder ki, hükmüne uyulan Yargıtay bozma kararından sonra elde olan davalardaki uyuşmazlıklara ilişkin düzenleme getiren yeni bir Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı çıkması halinde, bu kararın, görülmekte olan davaya da uygulanması usul hukukunun vazgeçilmez temel ilkelerinden bulunan ve titizlikle korunması gereken usuli kazanılmış hakkın 1960 tarihli Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bir istisnasıdır.
Ne varki, Hukuk Genel Kurulu Kararı, Mahkemenin direnme kararına dayanak yaptığı 30.9.1988 gün 2/2 sayılı İnançları Birleştirme kararından yaklaşık üç ay sonra 28.12.1988 gününde verilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca kararın verildiği tarih itibariyle belirtilen Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının bilindiği ve değerlendirildiği kuşkusuzdur. Kaldı ki 30.9.1988 gün 2/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının özü itibariyle de somut olaya uygulama olanağı bulunmadığı aşikardır.
Bu itibarla Hukuk Genel kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
O halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA bozmada oybirliği sebebinde 24.6.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davalı ve karşılık davacı yararına hapis hakkı tanınması görüşüne biz de katılmaktayız. Ancak hapis hakkının ödenen bedel üzerinden tanınması dava ekonomisine ve hakkaniyet ölçülerine ters düşer.
Bilindiği gibi Yargıtay uygulamasında yakın zamana kadar şekil bakımından geçersiz taşınmaz satışlarında; alıcının hakkı ödediği satış bedeli ile sınırlandırılmıştır. Ancak son senelerde özellikle ağır enflasyon nedeniyle alıcının satış bedeli dışında ödediği bedel dışında özellikle enflasyondan doğan bir tazminat hakkı olduğu bazı koşullarla kabul edilmektedir.
Dava konusu olayda, davalıya şekil bakımından geçersiz senetle satılan daire teslim edilmiş ve davalı alıcı bu yerde dava tarihine göre iki senedir oturmaktadır. Diğer taraftan 1.200.000 lira olan satış bedelinin 900.000 lirası davalı tarafından ödenmiştir; geri kalan 300.000 liranın ödenmemesini de aynı dairenin birden fazla kişilere satılmış olmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Hatta davacı, davalı müteahhidi dolandırıldığı inancıyla sıkıyönetim makamlarına da şikayet etmiştir. Bu nedenle davalının doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı davrandığı kabul edilerek; hapis hakkınını taşınmazın hüküm tarihindeki değeri esas alınarak davalının ödediği, satış bedeli oranına göre bulanacak değer üzerinden tanınması gerekir. Aksi halde iyiniyetli olmadığı kanıtlanan davacı müteahhidin yargı kararıyla zenginleştirilmesi hakkaniyete uygun düşmez.
Diğer taraftan davalı hapis hakkından vazgeçerek; davacının, kötüniyetle oluşturduğu durumdan doğan menfi (bir görüşe göre müsket) zararın dava yoluyla isteyebileceğine ve olayın gelişme tarzı davalıya bu hakkı verecek koşulları oluşturduğuna göre bu davada çözümlenecek sorunun başka davaya bırakılması "dava ekonomisi" kurallına da aykırıdır.
Ayrıca bu gibi durumlarda 10.7.1940 T. ve 2/27 sayılı İçtihadı Birleştirme kararındaki (aldığı parayı iade etmeyen) şeklindeki sözcükleri de "içtihadın konusu ile sınırlı tutup" hapis hakkının kapsamına uygulamamak gerekir.
Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.