 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E. 1992/2-121
K. 1992/197
T. 25.3.1992 Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
BOŞANMA VE BOŞANMANIN FER'İ SONUÇLARI
MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT
YOKSULLUK NAFAKASININ ARTIRILMASI
İŞİN ESASININ İNCELENMESİ
TEMYİZ - KISMİ TEMYİZ
BOZMA KAPSAMI DIŞINDA KALMA
DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI
ÖZET Davada taraflar, mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurabilirler. Süresi içinde temyiz edilmeyen ya da temyiz edilmesi mümkün olmayan kararlar kesin olup, Yargıtay kendiliğinden ve istek olmadan temyiz incelemesi yapamaz ve hükmü bozamaz. Dava tarafları aleyhlerine olan hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi hükmün yalnız bir kısmını temyiz edip, diğer kısmını temyiz etmeyebilirler. Bu hal kısmi temyiz olarak tanımlanır. Kısmi temyiz halinde Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen ve bu nedenle kesinleşen bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamayacağı gibi, mahalli mahkemede (temyiz edilen bölümün bozul ması üzerine yapacağı tahkikat sonunda) hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle kesinleşmiş olan) bölümü hakkında yeni bir karar veremez.
Mahkemenin boşanmaya ve boşanmanın fer 'i sonuçlarına ilişkin kararının temyizi üzerine Yargıtay'ca yalnız manevi tazminat açısından bozulmuş, başta yoksulluk nafakası olmak üzere diğer yönler (talep sonuçları) bozmanın kapsamı dışında kalarak kesinleşmiştir. Öyle ise, açılan bu dava önceki davada kesinleşen yoksulluk nafakasının artırılmasına ilişkin olup, işin esasının incelenmesi gerekirken bozmanın kapsamı dışında kalmasına rağmen önceki davanın derdest olduğundan bahisle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğru değildir.
(743 s. MK. rn. 143/1-2, 144, 137, 148/2; 145/son)
(1086 s. HUMK. m. 179/3, 388/3-4, 439/II)
Taraflar arasındaki "nafakanın arttırılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 19.11.1990 gün ve 559-655 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 16.5.1991 gün ve 5056-7968 sayılı ilamıyla; (..Önceki boşanma hükmünün yoksulluk nafakasına ilişkin bölümü temyiz edilmiş ise de bu yöne ilişkin temyiz itirazları 18.6.1990 tarihinde reddedil miş ve yoksulluk nafakası ile ilgili olarak karar düzeltme yoluna gidilmemek suretiyle boşanma hükmü ile birlikte aylık 100.000 TL. yoksulluk nafakasına dair karar 12.9.1990 tarihinde kesinleşmiştir. Öyle ise 28.9.1990 tarihinde açılan yoksulluk nafakasının arttırılmasına ilişkin bu davanın esasının incelenmesi gerekirken yazılı düşüncelerle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkem ece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili.
Hukuk Genel kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz. edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Gerekçesi açısından bugün de geçerliğini koruyan 7.2.1945 gün ve 4/19 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; dava dilekçesinin talep Sonucu bölümünde davacı,, neye karar verilmesini (başka bir ifade ile davalının neye mahkum edilmesini) istediğini açıkca yazar (HUMK. 179/3). Ku şkusuz talebin birden fazla kalemleri kapsaması halinde de davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı (fer'i) talepler olmak üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması halinde, bu durum "objektif dava birl eşmesi" olarak tanımlanır ve davacının her davaya ait talep sonucunu açıkca ve ayrı ayrı göstermesi gerekir. Davanın esasına ilişkin bu talepleri yanı sıra davacı talep sonucu bölümünde mevcutsa fer'i (yardımcı) nitelikte taleplerde de bulunabilir.
Dava d ilekçesinin, talep sonucu açısından özetlenen bu niteliklerine paralel olarak yapılan yargılama sonucu verilen kararda (hüküm fıkrasında) da, davacının talepleri asıl talep (esasa ilişkin talep) ve yardımcı (fer'i) talepler olmak üzere iki bölüm halinde de ğerlendirilir ve bu taleplerin tamamı hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerekir (HUMK. 388/3-4).
Hemen söylemek gerekir ki, boşanma hükmü çoğu kez asıl hükmün (boşanma hükmünün) yanı sıra buna bağlı yan hükümcüklerden oluşan adeta bir kombine hüküm mahiyetini haiz bulunur. Gerçekten hükmün, bozucu inşai nitelikte olan ve evlilik birliğini sona erdiren ana bölümüne bağlı ve ondan bağımsız karakteri ve işlevi bulunmayan bu hükümcüklerle, boşanma sonrası bazı ilişkiler düzenlenir. Bu yan hükümlerden bir kısmı, yine sadece ve doğrudan doğruya inşaya yönelik olabileceği gibi bir tesbite ve edime de ilişkin bulunabilir. Örneğin, boşanma nedeniyle velayet hakkının taraflar arasında taksim ve tevdiine (MK. 148/1) ya da, evlenmenin yapıldığı sıralarda dul olan kadın ın tekrar kendi aile ismini taşımasına müsaade edilmesine ilişkin tali kararlar, yine birer inşai sonuca yönelik olmaları nedeniyle boşanma hükmü kompleksinde yer alan küçük ve bağımlı inşai hükümler (fer'i inşai hüküm) olarak değerlendirileceklerdir (Doç. Dr. Ergun Önen - İnşai Dava -Ankara 1981 - 5. 66-67). Diğer taraftan örneğin, daha Önceki bir zamanda verilen ayrılık kararıyla düzenlenen velayet ilişkisinin aynen devam ettirilmesine dair boşanma hükmü içinde verilecek bir karar tesbit edici; eşler aras ındaki evlilik bağını çözen ve evlilik birliğini sona erdiren boşanma kararının asıl unsurunun yanı sıra ortaya çıkan ancak hakimin hükmü ile geçerlik kazanan yan sonuçların bir bölümünü oluşturan parasal ödemelerden maddi (MK. 143/1) ve manevi (MK. 143/2) tazminat ile yoksulluk nafakası (MK. 144) konusunda verilecek karar ise edim yükleyici bir görünüm ortaya koyacaktır. Bunlara davacının, talep sonucunda açıklamasa (istek olmasa) bile davanın açılmasıyla hükmedilmesi zorunlu eş ve çocuklar için tedbir (MK . 137) ve boşanma sonucuna bağlı olarak iştirak (MK. 148/2) nafakalarını da eklemek uygun olacaktır.
İşte olayımızda çözümlenmesi gereken husus, genelde birden fazla talep sonucunu ihtiva eden hukuk davalarında ve özelde kombine hüküm mahiyetini taşıyan boşanma davalarında taraflarca uygun görülerek temyiz edilmeyen ya da temyiz isteği reddedilen (bozmanın kapsamı dışında kalan) hususların kesinleşmiş olup olmadığıdır. Özellikle olayımızda olduğu gibi diğer temyiz itirazları reddedilerek yalnızca manevi ta zminata karar verilmesi yönünden bozulan davada manevi tazminat dışında kalan diğer talep kalemlerinin (örneğin, yoksulluk nafakasına ilişkin hükmün) kesinleşmiş sayılıp sayılmayacağının belirlenmesidir.
Bilindiği gibi dava tarafları, mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurabilme hakkına sahiptirler (HUMK. 427/1). Süresi içinde temyiz edilmeyen ya da esasen temyiz edilmesi mümkün olmayan kararlar kesin olup, Yargıtay kendiliğinden ve istek olmadan temyiz incelemesi yapamaz ve hükmü bozamaz. Diğer taraftan dava tarafları, aleyhlerine olan hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi hükmün yalnız bir kısmını temyiz edip, diğer kısmını temyiz etmeyebilirler. "Objektif dava birleşmesi" halinde verilen hüküm taleplerinden yalnızca biri ör neğin, manevi tazminatın kabul ya da reddi temyiz edilip boşanmaya ilişkin hükmün esası ile maddi tazminat, yoksulluk nafakası, velayet, iştirak nafakası ve fer'i (yardımcı) diğer sonuçlar temyiz edilemeyebilir. Bu hal doktrinde "kısmi temyiz" olarak tanım lanır ve kısmi temyiz (yani hükmün bir kısmının temyiz edilmemiş olması) halinde, hükmün temyiz edilmeyen kısmı temyiz süresinin geçmesi ile kesinleşir. Başka bir ifade ile kesin hüküm oluşur. Hükmün süresinde temyiz edilmeyerek kesinleşen kısmı yalnız başına icra edilebilir ve icraya konabilir (Prof. Dr. Saim Ustündağ - Medeni Yargılama Hukuku - Cilt 2, İstanbul 1977, 3. Bası, S. 87). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebeplen ile bağlı değilse de (HUMK. 439/II) tarafların temyizi ile bağlıdır. Ya ni kısmi temyiz halinde Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen ve bu nedenle kesinleşen bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. Kısmi temyiz halinde HUMK.nun 439/II. maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır, Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamayacağı gibi, mahalli mahkemede (temyiz edilen bölümün bozulması üzerine yapacağı tahkikat sonunda) hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle kesinleşmiş olan) bölümü hakkında yeni bir karar veremez (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü -Cilt 4- 4. Baskı, 1984 - S. 3354-3355).
Diğer taraftan kısmi temyiz sebebiyle hükmün bir bölümünün (talep sonuçlarından bazılarının) temyiz edilmemek suretiyle kesinleşmesi ile, temyiz edilip onanmak suretiyle kesinleşmesi (bozmanın kapsamı dışında kalması) arasında kesin hükmün bağlayıcılığı, müstakilen infaz kabiliyeti bulunması, mevcut uyuşmazlığı yeniden ele alınması mümkün olmayacak biçimde çözümlenmesi yönlerinden herhangi bir fark mevcut d eğildir. Nitekim, 9.5.1960 tarihli ve 2119 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da, doktrinde bu şekilde yorumlanarak, mevcut uygulamanın Yargıtay'ın bozma dışında kalan kısımları da hukuksal denetime tabi tutarak bu kısımlara artık yeniden geri dönülmesini engellemek istediği ve bunu da bozmanın kapsamı dışında kalan yönlerin (talep sonuçlarının) kesinleştiğini kabul etmek suretiyle sağladığı biçimde değerlendirilmiştir (Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Usulü - Cilt 2- İstanbul 1977-3. Baskı - S. 90).
Bütün bu genel açıklamalardan sonra olayımıza gelecek olursak, mahkemenin boşanmaya ve boşanmanın fer'i .sonuçlarına ilişkin kararının temyizi üzerine Yargıtay'ca yalnızca manevi tazminat açısından bozulmuş, başta yoksulluk nafakası olmak üzere diğer yönler (talep sonuçları) bozmanın kapsamı dışında kalarak kesinleşmiştir. Öyle ise açılan bu dava, önceki davada kesinleşen yoksulluk nafakasının artırılmasına (MK. 145/son) ilişkin olup, işin esasının incelenmesi gerekirken bozmanın kapsamı dışında kalmasına rağmen önceki davanın derdest olduğundan bahisle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
İşte bütün bu nedenlerle mevcut uygulama ile yasanın özüne ve sözüne uygun özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek istemin reddi yönüne gidilmesi doğru değildir. O halde usul ve kanuna uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan özel Daire bozma ilamındaki nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi uyarınca BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 25.3.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Karar, iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşmadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep ile hüküm sonucunu ve kanun yollarını açıklar (HUMK. 388/3-4). Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddü t uyandırılmayacak şekilde gösterilmesi gerekir (HUMK. 388/son). Mahkeme talep olmasa bile yargılama masraflarına ve bu meyanda vekalet Ücretine re'sen hükmetmekle mükelleftir (HUMK.nun 426 ve Yargıtay'ın 29.5.1957 gün ve 4-16 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı). Hüküm davayı esasından halleder. Taraflar arasındaki uyuşmazlığı sona erdiren, yazılıp hakim ve tutanak katibi tarafından imzalanan kararlardır (HUMK. 389-390). Daha değişik bir anlatımla hüküm, delillerin tahlili ile dava ve savunmaya hakim tarafından verilen cevaplarla; taraflara yüklenen borç ve tanınan haklarla dava masrafı ve vekalet ücretini gösteren yazılı ve imzalı bir bütünü ifade etmektedir.
Nihai kararlara (hükümlere) karşı temyiz yoluna gitme imkanının bulunması halinde temyiz incelemesinin ne surette yapılacağı HUMK.nun 427 ve müteakip maddeleri ile 2797 sayılı Yargıtay Kanununda gösterilmiştir. Yargıtay Kanununun uygulanmasında yanlışlık bulunması halinde HÜKMÜ BOZAR (HUMK. 428). Bozmayı gerektiren yanılgı yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyecek nitelikte ise Yargıtay hükmü değiştirerek ve düzelterek onayabilir (HUMK. 438/7). Kanuna aykırılık yoksa hüküm onanır (HUMK. 422/A). Kuşkusuz Yargıtay kararlarında HUMK.nun 388 ve takip eden maddelerinde açıklandığı biçimde hiçbir tereddüt yaratmayacak nitelikte olmalıdır. Şu halde bir hükmün tamamının veya bir kısmının zımnen onandığı veya zımnen kesinleştiği yönünde bir kabul açıklık ve netlik prensibi ile bağdaşmaz.
Nitekim, HUMK.nun 388 ve müteakip maddelerine benzer hükümleri muhtev i olan CMUK.nun 268/4. maddesini uygulayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2.2.1976 gün ve 22-25 sayılı kararında "bozulan karar geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirmiştir. Hüküm bütün unsurları ile yeniden kurulması gerekir". 24.1.1983 günlü ve 4 86-6 sayılı kararında" verilen hükmün, kesinleşmesi için özel dairece sarahatan onama tabirinin kullanılması yasa gereğidir ". Yargıtay 5. Ceza Dairesi "bozma, önceki hükmü ortadan kaldırmış bulunmasına göre (...) gerekçe gösterilmek suretiyle yeniden hüküm kurulmalı" denmek suretiyle hükmün bir bütün olup, bozma ile tümden ortadan kalktığı açık bir şekilde kabul edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 19.6.1991 tarihli ve 1991/2-323-391 sayılı kararında aynı görüşü açıklamıştır.
Yüksek Yargıtay 4 .2 .1 959 günlü ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında:
"Bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şumulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür. O konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemenin uymuş olması, tarafların birinin yararına usuli müktesep hak meydana getirir". 9.5.1960 tarihli ve 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da Usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli de bazı konuların Yargıtay dairesinin bozma kararının şumulü dışında kalarak kesinleşmesi ile meydana gelir" denmek suretiyle açık bir şekilde hükmün bir bütün olduğuna, Yargıtay kararının dışında kalan bölümlerin kesin hüküm değildir usuli kazanılmış hak olacağına işaret edilmiştir. Bu görüş Yüksek Yargıtay 11. Hukuk (Ticaret) Dairesi'nin 28.2 .1 958 günlü ve 542-558 sayılı kararında da benimsenmiştir. Anılan Daire "... sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir. Her ne kadar sair temyiz itirazlarının reddedilmiş olmasıyla tahsiline karar verilen (...) alacak iddiası kesinleşmiş ise de bozma ilamı ile tahsile ait hüküm tasdik edilmiş olmadığından ilamın infazına imkan yoktur. Binaenaleyh kesinleşen iddianın taalluk ettiği (....) liranın davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken bu hususun ilamda meskut bırakılmış olması yolsuz" olup bozma sebebidir demektedir. Kararda temyiz edilmeyen veya Yargıtay bozması kapsamında olmayan bölümlerin kesin hüküm olamayacağına bilimsel görüşlerde de yer verilmiştir (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 1984, Cilt: 4, Sh. 3424-3431 ve devamı; Prof. Dr. İlhan Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku Dersleri, 1975, Sh. 763 ve devamı; Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, 1977, Sh. 87 ve devamı).
Temyiz veya bozma kapsamı dışında kalan ilamın bölümlerinin kesin hüküm oluşturduğunun kabulü uygulamaya bazı zorluklar da getirecektir. Temyiz dilekçeleri çok defa karmaşıktır. Hangi hususların temyiz davasına konu olduğu, hangilerinin temyiz dışında tutulduğu anlaşılmamaktadır. İlama kısmî kesinleşme şerhi yazmak zorunda bırakılacak yerel mahkeme ile Yargıtay'ın yorumunun farklı olduğu haller ortaya çıkacak yerel mahkemenin, kesinleştiği yargısı ile şerh verdiği ilâm kısımları infaz edilecek ve muhtemelen Yargıtay'ın farklı yorumu sonucu o konuda bozma yapılacaktır. İşte bu hal birçok karmaşık hukuki sonuçların doğmasına yol açacaktır. Örneğin; temyiz isteğini tazminatla sınırlı kabul eden mahkeme boşanmaya yönelik ilam bölümüne kesinleşme şerhi verdiğinde bu ilam infazı kabil hale gelecektir (HUMK. 443). Kararın boşanma bölümüne ilişkin temyiz isteğini var kabul eden Yargıtay'ın o bölümü de bozduğunda evlenmenin feshi, nesep ve mirasla ilgi li problemler doğabilecektir.
4.2.1959 günlü ve 13-5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kaide olarak usulü müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağı hükmünü getirmiş, 9.5.1960 günlü ve 21-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da sonradan çıkan İçtihadı Birleştirme kararının Temyiz Mahkemesi'nin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnai olarak henüz mahkemede veya temyiz mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğunu ön-görmüştür. Her iki tevhidi içtihat kararı gerekçesinde usuli kazanılmış hakkın tarifi yapılmıştır. Açık ve seçik bir biçimde davayı sonuçlandıran mahkemenin nihai kararının temyiz edilmeyen bölümünün veya temyiz edilen cihetleri hakkındaki temyiz itirazlarının dairece ret edilmiş olması yada temyiz dairesinin bozma kararının şumulü dışında kalarak kesinleşen kısımlarının usulü müktesep hak oluşturduğunu vurgulamıştır. Her iki İçtihadı Birleştirme kararında birleşen gerekçe, mahkeme kararının temyiz edilmeyen yönündedir. Ay nen bozmaya uymak suretiyle oluşan usuli kazanılmış hak gibi, temyiz dairesinin bozma kararı kapsamı dışında kalmak suretiyle oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı olan bir İçtihadı Birleştirme kararı çıkınca Temyiz Daireleri İçtihadı Birleştirmeye aykırı o lan usulü müktesep hakkı doğacaktır.
Yüksek Yargıtay Büyük Genel Kurulu 9.5.1960 tarihli ve 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında "usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli de bazı konuların temyiz Dairesinin bozma kararının şumulü dışında kalarak kesinleşmesi ile meydana gelen şeklidir (...), bu içtihadı Birleştirme ile kabul edilen hukuki esasın bu şekil müktesep hakların varlığı halinde de tatbiki ileri sürülebilecektir" biçimindeki tesbitinden sonra; "sonradan çıkan İçtihadı Birleştirme kararının (...) henüz mahkemede veya temyiz mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğunu" açıklamıştır. Bu karar bütün mahkemeleri, bu meyanda Yargıtay'ı da bağlar. Yeni içtihadı Birleştirme kararının uygulanması (tesir husule getirmesi) bakımından bozma kapsamı dışında kalan hüküm bölümlerine ilişkin işi derdest iş kabul etmek, diğer yandan da bu bölüme kesin hüküm demek elbette mümkün değildir.
Konular objektif olarak biri eştirilerek dava açıldığı hallerde her isteğin bağımsız dava niteliğinde olduğu bunların ayrı davalarmış gibi kabulü mümkün değildir. Zira, buna Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuzun sistemi engeldir. Söz konusu Kanunun 3/1. maddesinde müddeabihlerin toplamının dikkate alınması gerektiği hükme bağlandığı gibi, gerek vekalet ücretinin takdir ve hesabında, gerekse harcın tayininde hüküm altına almanın tamamını dikkate alma zorunluluğu bulunduğu gözetilirse ilamı bölmenin mümkün olmadığı açıkca ortaya çıkacaktır.
Bütün bu açıklamalar da gösteriyor ki; hüküm bir bütündür. Hükme bağlanan taraflara yüklenen borçlar ile tanınan hakların bir bölümünün temyiz edilmemesi veya temyiz edilip de ancak bir bölümünün bozma sebebi yapılması halinde temyiz edilmeyen veya bozma kapsamı dışında kalan kısımlar (konular) lehine olan taraf için ancak usuli bir kazanılmış hak oluşturur. Dava tümü ile derdesttir. Temyiz konusu olmayan veya bozma kapsamı dışında kalan kısımlar (konular) hakkındaki bölümünün kesin hüküm teşkil ettiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Medeni. Kanunun 144. maddesine da yanan yoksulluk nafakası ancak boşanmanın kesinleşmesi ile hüküm ifade eder ve diğer şartları varsa (MK. 145/4) boşanma hükmünün kesin hüküm halini almasından sonra artırılabilir. Davanın reddi bu itibarla doğrudur.
Tahir ALP Şevki Duran KABUKÇUOĞLU Mehmet Handan SURLU
|