KARAR : Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 1.12.1989 gün ve 1988/480-1989/929 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin 8.3.1991 gün ve 1990/5480-1991/2376 sayılı ilâmı:
( ... Dosya münderecatına, kararın dayandığı delil ve gerekçelere göre sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak M.K.'nun 650. maddesi gereğince ödenecek tazminat sadece zeminin dava günündeki değeridir. Daha önceki harici satış nedeniyle verilen bedel, mahsup edilecek miktardır. Satış bedeli ödendiğinden bahisle ve bedelsiz olarak davacı adına tescile karar verilmesi doğru değildir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.
Dava, M.K.'nun 650. maddesinden kaynaklanan temliken tescil istemine ilişkindir.
Dava konusu taşınmazın, tapulu iken davalı tarafından 1975 yılında davacıya haricen satılıp teslim edildiği ve üzerindeki binanın da davacı tarafından yapıldığı tartışmasızdır. Gerçekten M.K.'nun 650. maddesi hükmü ile binanın kıymeti açıkça arsanın kıymetinden fazla ise iyiniyetle hareket eden levazım sahibine muhik bir tazminat mukabilinde bu yerin mülkiyetinin kendisine verilmesini isteyebilmesi imkanı tanınmıştır. Ancak görüleceği üzere bu isteğin olumlu sonuçlanabilmesi için bulunması gereken koşullardan birisi de levazım sahibinin iyiniyetli olmasıdır. Yine belirtmek gerekir ki tapulu taşınmaz malın resmi biçimde yapılmayan satışı kural olarak geçersizdir, tarafların geçersiz sözleşmeye istinaden yekdiğerinden aldıklarını iadeleri asıldır. Ancak kanunen muteber olmayan harici satışlarda dahi taşınmaz malını parasını alarak müşteriye teslim eden ve inşaatı görüp menetmeyen malikin, inşaata rıza ve muvafakatının bulunduğunun ve levazım sahibinin iyiniyetli olduğunun kabulü icap eder. Nitekim bu husus 5.7.1944 gün, 12/26 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nın da gereğidir. Zira MK.650. maddesinde aranılan iyiniyet MK.3 maddesinde yer alan subjektif iyiniyettir. Davacı çekişmeli yerde bina yapmadan önce harici satış nedeni ile bu yeri teslim almış ve tasarrufta bulunmuştur. Ödenen harici satış bedelinin, yenilik doğurucu karar almayı gerektiren temliken tescil isteklerinde Yasa'da belirtilen ve iyiniyetli levazım sahibinin binasını inşa ettiği arsa sahibine vermesi öngörülen muhik tazminatın tam karşılığı olarak kabulü mümkün değildir. O itibarla Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve Yasa'ya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ) oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, Medeni Kanun'un 650. maddesine dayanan tescil isteğidir. Yerel Mahkeme, davacının davalılara ait taşınmaz üzerine resmi olmayan satış sözleşmesine dayanarak bina yapmasına iyi niyetli olduğunu nitelendirerek ve arsa bedelinin de 1975 yılında ödendiği ( 30.800 TL. ) gerekçesiyle taşınmazın davalı adına bedelsiz olarak tesciline karar vermiştir.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin "M.K.'nun 650. maddesi gereğince ödenecek tazminat sadece zeminin dava günündeki değeridir; daha önceki harici satış nedeni ile verilen bedel mahsup edilecek miktardır" gerekçesiyle yaptığı bozma arsa sahibine ödencek tazminatın kapsamının belirlenmesini bir sorun olarak gündeme getirmiştir.
M.K.'nun 650. maddesinde iyi niyetle bina ( levazım ) sahibinin arsa sahibine "muhik bir tazminat" ödeyeceği belirtilmiştir. Muhik tazminattan amaç "her durumun özelliğine göre hakkaniyete uygun bir tazminatın verilmesidir" ( MK. m.4 ). Hakim böyle bir tazminata hükmederken durumun özelliğine göre BK.41 ve sonraki ve BK.nın 61 ve sonraki maddelerindeki hükümlerden de yararlanmalıdır ( S. Bertan Aynı Haklar Cilt 1, Sh. 623-624 ve 631 ).
Davacımızın taşınmaz 1975 yılında 30.800 liraya davalıların miras bırakanından satın aldığı ve dava tarihinde taşınmazın ( arsası ) değerinin 5.425.000 TL. olduğu tartışmasızdır. Genel Kurul tarafından da benimsenen Daire bozması kabul edildiği takdirde davacılara ödenecek tazminat 5.425.000 lira ( taşınmazın bugünkü değeri ) 30.800 ( Davacının 1975'de ödediği satış bedeli ); 5.124.200 liradır. Böyle bu işlemle davacının 1975 senesinde ödediği 30.800 lirayı özellikle enflasyonu esas almadan tazminatın belirlenmesinde olduğu gibi almak olayın özelliğine ve hakkaniyete uygun düşmez. Yangının ve yargıçların başta gelen görevi, adaleti somutlaştırarak hakkaniyete ulaşmaktır. Kuşkusuz hakkaniyete ulaşmak bir takdir ve değerlendirme ve mantık işidir. Yangıçlar bağımsızdırlar; ancak takdir hakkını kullanırken başkalarının özellikle toplumun mantığı ve değer yargılarına ters düşmemelidir. Bu nedenle somut olayımızda davacının 1975'de ödediği parayı aynen o günkü değeri ile değerlendirmeye almanın kamu vicdanındaki etkisi de gözetilmeliydi.
Genel Kurul, bizim benimsemediğimiz nitelendirmesini yaparken "ödenen satış bedeli bu kullanmanın ( 1975'ten yana ) karşılığıdır" gerekçesine dayanmıştır. İlk bakışta bu gerekçe haklı gibi görülebilir. Ancak bu sorun 10.7.1940 gün ve 2/77 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözülmüştür. ( İçtihadı Birleştirme Kararları ( Hukuk ) C.1, sh.525; Yargıtay Yayınları ) "aldığı satış bedelini iade vetmeyen iyi niyetli kişi para iade oluncaya kadar taşınmaz maldan yararlanmaya izinli sayılır; bu yönden kendisinden ecrimsil adı altında bir tazminat istenemez". O halde davacı ödediği satış bedeli kendisine ödenmediği sürece ( k iade edinmemiştir ) davalılara bir ecrimsil ( işgal tazminatı ) ödemek zorunda değildir. Bu kural dışlanarak "ödenen satış bedeli kullanmanın karşılığıdır" demek anılan İçtihadı Birleştirme Kararına ters düşer, çelişki yaratır. İyi niyetli olan davacının işgal tazminatı ödeme borcu yokken "ödenen satış bedeli bir kullanma karşılığıdır" demenin bir gerekçesi olmalıydı.
Diğer taraftan davalının 1975'de satış bedelinin bir tarafa bırakarak bugünkü değerini tazminat olarak istemesi de doğruluk dürüstlük kuralıyla ( MK. m.2 ) bağdaşmaz. Özellikle ülkemizde enflasyonun yarattığı olumsuz koşulları zayıf olanlara yüklemek, yasanın değil, uygulamanın boşluklarından yararlanmak doğruluk ve dürüstlük inançlarına ders düşer.
O halde mahkemenin taşınmazın ( arsa ) bedelinin 1975 yılında ödenmiş olduğu yolundaki gerekçesiyle arsa bedeli için tazminata hükmetmemesi hem MK. 650. maddesinin amacına ve hem de doğruluk ve dürüstlük kuralına ( MK. m.2 ) uygundur. Bu nedenle sayın çoğunluğun oluşturduğu karara katılmıyorum. MK.nin 650. maddesine göre bir tazminata mutlak hükmedilmesi zorunluluğu kabul ediliyorsa o zaman "1975'deki ödenen satış bedelinin bugünkü değeri" gözetilerek uygun bir tazminata hükmedilmeksi belki hakkaniyete daha uygun düşerdi.
Çetin Aşçıoğlu