 |
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1992/14-545
K. 1992/697
T. 18.11.1992 Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki "ferağa icbar suretiyle tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Küçükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 4.6.1990 gün ve 1989/1253 E 1990/655 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin 4.11.1991 gün ve 1991/67159156 sayılı ilâmı:
( ... Davacılar 21.12.1984 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayanarak davalı tarafın satışını vaadettiği taşınmazın tapusunun iptalini ve adlarına tescilini istemişlerdir. Yerel Mahkemenin verdiği kabul kararı dairemizce onanmıştır. Ancak dosyada yer alan 22.5.1989 tarihli davalı vekiline ait dilekçede, davacıların gazete ilanı ile, faizle para verdikleri ileri sürülmüştür. Bu sav, davalı tarafdan, bu savunmayı kanıtlayabilecek ilânı içeren gazete nüshasının istenmesi ve incelenmesi gerekir.
Değinilen ilânın verildiği gazetenin ibrazı halinde, ileri sürüldüğü gibi davacıların faizle para verdiği yolunda bir ilân mevcut ise, yine savunmada yer alan diğer kanıtlarla birlikte incelenip değerlendirilmesi gerekir.
Bu yön gözetilm eden davanın kabulü doğru görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kara rının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U. M.K.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/son fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanan, tescil istemine ilişkindir. İddiaya dayanak yapılan satış vaadi sözleşmesi, davacılar ile, davalının satışa yetkili kıldığı vekili, dava dışı eşi arasında, noterlikte düzenlenmiştir. İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerden olan satış vaadinde, kural olarak satış vaadi alacaklısı vaad konusu taşınmazın bedelini, satış vaadi borçlusuna ödeme, vaad borçlusu da, taşınmazın mülkiyetini alacaklıya geçirme yükümlülüğü altına girer. Normal şartlar altında da asıl olan yükümlülüğün yerine getirilmesi halinde temliken tescilin istenmesidir. Sözleşmeye aynı etkinlik kazandırılmasının istenilmesi durumunda da tapuya şerh verilebileceği tabidir.
Somut olayda davalı, davaya cevap dilekçesinden itibaren tüm muhakeme aşamasında, ısrarla, vekili eşi ile davacılar arasındaki gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin gerçek bir satış vaadi olmayıp vekili olarak hareket eden eşinin davacılardan aldığı borç paranın teminatı olarak düzenlediğini savunmuştur. Gerçekten dav acıların iddialarına dayanak yaptıkları satış vaadi sözleşmesinde, taşınmazın satış bedeli için tarafların üzerinde anlaştıkları 3.500.000 liranın vaad borçlusu tarafından tamamen alındığı belirtilmiş, ancak sözleşmenin 21.12.1984 tarihinde düzenlenmiş olm asına karşın, bu yerin ferağının 21.6.1985 tarihinde verilmesi öngörülmüştür. Sözleşme tarihi ile ferağ için öngörülen altı aylık süre içerisinde ise, 100.000 TL, 26.000 TL. ve 30.000 TL. bedelli çek tutarları davacı tarafından bankadan tahsil edilmiş, bun lardan 5.3.1985 tarihli ve 100.000 TL bedelli çeke ilişkin banka dekontunda ise açıkça bu paranın davalının eşi Mehmet Mumcuoğlu tarafından, davacılardan Güngör Ünsal adına yatırıldığı belirtilmiştir. Taraflar arasında başkaca bir hukuki ilişkinin varlığı da kanıtlanabilmiş değildir. Vaad borçlusunun vaad konusu taşınmazın bedelinin tamamını aldığını sözleşmede açıkça belirttikten sonra, vaad alacaklısına aralarında başkaca bir hukuki ilişkinin bulunduğu da kanıtlanamadığına göre, çeklerle para ödemesinin t arafların satış vaadi sözleşmesinde güttükleri amacı belirlemeye etkili ve çok dikkat çekici olduğu kuşkusuzdur.
Yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen ilk kararın Özel Daire tarafından ileri sürülen delillerin bir yazılı beyyine başlangıcı olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine ilişkin bozmasına, mahkeme uyulmuş ve ödenen çek suretleri, banka dekontlan, satış vaadi sözleşmesi içeriği, beyyine başlangıcı olarak kabul edilerek tanık dahil yan deliller toplanmıştır. Özel Daire'ce yerel mahkemen in beyyine başlangıcı kabulüne ilişkin değerlendirilmesine, aynı doğrultuda verilen ikinci kararın temyiz incelemesinde dokunulmamış ve bu yön dairece de benimsenerek ilgilileri yönünden usuli kazanılmış hak doğmuştur.
Yukarıda açıklandığı üzere, satış vaadi sözleşmesinde kararlaştırılan bedelin tamamının alınmasına rağmen hiç bir engel bulunmadığı halde, ferağ için altı aylık bir süre öngörülmesi ve bu süre içerisinde aralarında başkaca bir hukuki ilişkinin bulunduğu kanıtlanamamasına rağmen, vaad borçlusu nun davacılara banka marifetiyle müteaddit ödemelerde bulunduğunu doğrulayan banka dekontları, tanık beyanları, bunları tamamlayan çözümü yapılmış teyp bandı münderecatı, birlikte değerlendirildiğinde, iddiaya dayanak yapılan satış vaadi sözleşmesinin gerç ek bir vaad sözleşmesi olmayıp, vaad alacaklılarından alınan borcun teminatı olarak düzenlendiği, duraksanmayacak biçimde anlaşılmaktadır. Aksinin kabulünün hayatın olağan akışına aykırı düşeceği çok açık bir olgudur.
Bu ıtibarla, davanın reddine karar verilmek gerekirken, kabul edilmesi doğru değildir.
0 halde usul ve Yasa'ya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), yapılan ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığı için, yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi
KARŞI OY YAZISI
Davacı, Noterde düzenlenen 21.12.1984 günlü satış vaadi sözleşmesiyle davalıya ait taşınmazı satın aldığını ileri sürerek hükmen tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, taşınmaz satışının söz konusu olmadığını, kocasına verilen ödünç para karşılığının güvencesi olarak satış vaadi sözleşmesinin muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, muvazaa iddiasını yazılı kanıt bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Yargıtay denetimi sonunda verilen kararda "... davacının kocası tarafından davacılara yapılan ödemelerle ilgili belgeler bulunduğu ileri sürüldüğüne... bu belgelerin incelenerek ... beyyine başlangıcı olarak bir belgenin elde edilmesi durumunda davalı tarafın tanık dinletebileceği..." gerekçeleri ile mahkeme kararı bozulmuştur. Mahkeme, bozma kararına uyarak muvazaayı ortaya koyacak bir kanıt bulunmadığından 2. kez davanın reddine karar vermiştir.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi Mahkeme Kararını "... davaya dayanak yapılan satış vaadi sözleşmesinin hüküm doğuran akit olması ve Yasada öngörülen koşulları taşıması nedeniyle Hukuken geçerli olduğuna, bu sözleşmenin karz ( ödünç ) akdinin teminatı olarak düzenlenip muvazaaya müstenit olduğu ispat edilememesine ve kaset tek başına delil niteliğini haiz olmadığına ve diğer delillerle münderecatı doğrulanmadığına, delillerin takdiri hâkime ait olup takdirde bir isabetsizlik bulunmaması" gerekçesiyle 19 .3.1991 gününde onanmıştır.
Ancak davalının karar düzeltme isteği üzerine yapılan İnceleme sonunda "... dosyada yer alan davalı vekiline ait 22.5.1989 günlü dilekçede, davacıların gazete ilânı ile faizle para verdikleri ileri sürülmüştür. Bu sav, davalı tarafın savunması içinde yer alır, tarafların ilişkisinin niteliğinin belirlenmesi yönünden araştırılması gereken bir husus olarak görülmüştür. İlanın verildiği gazetenin ibrazı halinde, ileri sürüldüğü gibi davacılara faizle para verdiği yolunda bir ilan me vcut ise yine savunmada yer alan diğer kanıtlarla birlikte incelenip değerlendirilmesi gerekir..." gerekçesiyle davanın reddine dair Mahkeme kararı bozulmuştur.
Yerel Mahkemenin direnmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu "... Muvazaanın kanıtlandığını kabul ederek..." direnme kararının herhangi bir araştırmaya gerek olmadan kesin olarak bozmuştur.
1 Davaya konu yapılan satış vaadi sözleşmesi Noterde düzenlenmiş yazılı bir belgedir; "gerçek olmayıp ödünç sözleşmesinin güvencesi olarak danışıklı ( muvazaalı ) olarak düzenlendiğinin kanıtlanması ancak yazılı bir belgeyi gerektirir." Davalılar bu konuda yazılı bir belgeye dayanmamışlardır.
2 Davalıların, savundukları muvazaanın ( danışık ) kanıtlanması yolunda yazılı bir kanıtları bulunmadığı anlaşılmasına göre, bu hukuki işlemin tanıkla kanıtlanma olanağı bulunmamaktadır.
Ne var ki; H.U.M.K.nun 292. maddesi "yazılı bir kanıt" başlangıcı bulunması, durumunda tanık dinlenme olanağını sağlamıştır. Bir somut olayda yazılı kanıt başlangıcından söz edebilmek için iki koşulu ( maddi unsur ) bulunmaktadır; "senet düzey ve kuvvetinde olmayan ancak senede benzeyen bir belgenin bulunması" ve "yazılı kanıt başlangıcının karşı taraftan kaynaklanması"dır.
Olayımızda davalılar hiç bir zaman bu nitelikte belgeye dayanmamıştır. Bu olay nedeniyle verilen ve çeşitli bozmalara neden olan üç mahkeme kararının hiç birinde açıkça olayda "yazılı delil başlangıcı bulunduğu" ortaya konmamıştır. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 13.10.1987 günlü bozma kararında ise "davalının kocası M. Muncu oğlu tarafından davacılara yapılan ödemelere ilişkin belgenin" yazılı kanıt başlangıcı olup olamayacağının" araştırılması istenmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşmeler sırasında ( karara da geçtiği gibi ) davalının kocası tarafından satış vaadi sözleşmesinin yerine getirileceği altı aylık sûre içinde "davacıya çekle yapılan 100.00026.00030.000 liralık ödemelere açıkça yazılı kanıt başlangıcı olup olmadığı tartışılmadan" bu işlemler satış vaadinden güdülen amacı gösteren bir kanıt olarak kabul edilm iştir.
Yinelenerek söylenmelidir ki, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da olayda yazılı kanıt başlangıcı olduğunu açıklayamamıştır. Ancak yukarıda değinilen 100.00026.00030.000 liralık çeklerle davacıya yapılan ödemelerin "başka bir ilişkiye ait olduğu kanıtlanamamıştır" gerekçesinden hareketle; Noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmesinin "başka amaçla yapıldığını belirleyen dikkat çekici kanıt olduğu" açıklanmakla yetinilmiştir. 0 halde ortada bir yazılı kanıt başlangıcı yoktur; var olan belgeler davalının koca sı tarafından düzenlenmiş üç adet çekten ibarettir. Bunlar H.U.M.K.nun 292. maddesinde düzenlenen yazılı kanıt başlangıcının koşullarını taşımamaktadır; çünkü "davacının elinden çıkmamıştır." Kaldı ki bu çeklerden 26.000 ve 30.000 TL. olanları ile davacıla ra değil üçüncü kişilere ödeme yapılmıştır. Burada üzerinde durulması gereken bir noktada satış bedelinin bu çeklerin toplamının çek üstünden 3.500.000 lira olmasıdır.
Diğer taraftan Hukuk Genel Kurulu kararında "çeklerle yapılan ödemeler nedeniyle başka bir Hukuki ilişkinin varlığı kanıtlanmamıştır." gerekçeye katılmak olanağı yoktur. Çek bir ödeme aracıdır bunun ne amaçla yapıldığını kanıtlamak bu ileri sürene yani davalıya aittir. Davacının böyle bir yükümlülüğü yoktur. 3 Olayda yazılı kanıt başlangıcı a çısından davalılar yararına bir usulü kazanılmış hak da söz konusu değildir. Çünkü Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin 13.10.1987 günlü ilk bozması "yazılı kanıt başlangıcı açısından belgelerin araştırılmasına ilişkindir. Mahkeme bozmaya uyduktan sonra araştırm asını yapmış ancak "yazılı kanıt başlangıcından" hiç söz etmemiştir.
4 Usulü kazanılmış hak davacılar açısından oluşmuştur. Çünkü daire karar düzeltmeyi kabul ederek yaptığı bozmada "muvazaanın varlığını kesin olarak ortaya koymamış" mahkemeyi araştırmaya sevk etmiştir. Bununla davalının "olayda kesin muvazaa vardır" savunması Yargıtay denetimi dışında kalmıştır. İşte Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin araştırmaya ilişkin bozması davacılar açısından kazanılmış hak oluşturmuştur. Bir bozma yapılacaksa, araştırmay a ilişkin olmasından" ileriye gidilemez. Bu nedenle Genel Kurulun çoğunluğun kabul ettiği "olayda muvazaa vardır" kanıtlanmıştır şeklindeki kesin bozması davacıların usulü kazanılmış hakkını ortadan kaldırmıştır.
Tüm bu nedenlerle sayın çoğunluğun oluşturduğu karara katılmıyorum.
4. Hukuk Dairesi üyesi
Çetin Aşçıoğlu
|