 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1991/76
K: 1991/199
T: 10.04.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "ortaklığın giderilmesi" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda KAYSERİ Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 6.6.1989 gün ve 1982/375-1989/500 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 27.2.1990 gün ve 1989/6403-1990/1447 sayılı ilamıyla; (...Taraflar arasındaki uyuşmazlık adi ortaklık ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Davalının imzası ile teyit ettiği 21.4.1983 tarihli zabıttaki beyanına göre, Adana'da 1964 yılında alınan 1 dükkan, İstanbul'da 1966 tarihinde alınan 1 parsel, yine İstanbul'da 1967 tarihinde alınan 2. parsel ve Mart 1972'de alınan 3. parsel taşınmazların ortak alındığı anlaşılmaktadır. Öte yandan davalı vekili 7.5.1987 tarihli dilekçesinde anılan parsellerden birinin, İstanbul'daki Modahan olup, o zaman bu taşınmazın ahşap bir bina olduğunu, sonradan yıktırılıp yeniden inşa edildiğini beyan etmiştir. Dinlenen tanıklar da bu taşınmazların davalı ile davacı murisinin ortak geliri ile alındığını haber vermişlerdir. Böylece bu taşınmazların ortaklığa ait olduğunun kabulü gerekir. Davalı ortaklığı inkar ettiğine göre, güvene dayanan bu adi ortaklığın devamına imkan kalmamıştır. O halde mahkemece bu ortaklığın feshi ile B.K.nun 535 ve onu izleyen maddeleri gereğince ortaklığın tasfiyesine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddi usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacılar Vekilleri
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacıların miras bırakanı ile davalı kardeş olup 1955 yılında bakliyat ticareti üzerine adi ortaklık kurdukları ve 1964 yılında İstanbul'da bir şube açtıkları, davalının istanbul'daki şubeyi yönettiği, davacıların mirasbırakanının oraya mal gönderdiği, bu ortaklıktan elde edilen gelirlerle İstanbul'da 1966, 1967 ve 1972 yıllarında üç parça yer satın alınarak üzerine Modahan denilen hanın yapıldığı, tapusunun İstanbul Mahmutpaşa Yeşildirek, Tarakçı Caferağa Sokakta 135 parfta 314 ada ve 50 parselde 1/2 hissesinin davalı adına kaydedildiği ve gene Adana'da 1964 yılında ortaklık adına satın alınan Kocavezir Mahallesi'nde 85 pafta, 1327 ada ve 4 parseldeki arsanın da davacıların murisi İsmail D. adına kayıtlı olduğu, davalının 21.4.1983 tarihli oturumda duruşma tutanağına geçirilen ve imzası ile onayladığı beyanı ve davacıların dinlettikleri tanıkları ifadeleri ile sabit olmuştur. Davalı tanıkları ise ortaklık bulunup bulunmadığı konusunda açık ve kesin bir bilgileri olmadığını bildirmişlerdir. Mevcut deliller ve davalının duruşmadaki beyanı karşısında, taraflar arasında adi ortaklık bulunduğu ve yukarıda sözü edilen taşınmazların ortaklık geliri ile satın alındığının kabulü gerekir.
Her ne kadar bozma kararında, ortaklığın murisin ölümünden sonra da davacı mirasçılarla davalı arasında devam ettiği ve davalı inkar ettiği için güvene dayanan ortaklığın bu nedenle mahkemece feshine karar verilmesi gereğince işaret edilmiş ise de; davacıların miras bırakanının 1981 yılında ölümü ile, aksi kararlaştırılmadığından, Borçlar Kanunu'nun 535/2. maddesi gereğince ortaklığın sona erdiği ve mirasçıların 1982 yılında bu fesih ve tasfiye davasının açtıkları anlaşıldığından, ortaklığın haklı nedenlerle ayrıca feshine karar verilmesine gerek kalmadan tasfiyesine karar verilmesi gerekir. Ortaklık ölümle sona ermiş ise de; gerek murisin ölümünden önce, gerek ölümünden sonra ortaklığın taraflar arasında tasfiye edilmediği anlaşıldığından mahkemece tasfiyeye karar verilmelidir.
Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmelerde; taraflar arasında adi ortaklığın mevcut olduğu, ortaklığın ölümle sona erdiği, söz konusu taşınmazların ortaklık geliri ile satın alındığı ve ortaklığın tasfiyesine karar verilmesi gerektiği konularında herhangi bir görüş ayrılığı belirmemiştir. Ancak görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; davalı ortağın ortaklık gerilirini paylaştırması gerekirken kendi adına taşınmazlar satın alıp, üzerine tescil ettirmesini haksız fiil sayılacağı, bu nedenle davacıların haksız fiil tarihinde doğan zararın ödenmesini isteyebilecekleri, davalı üzerine tescil edilen taşınmazın mülkiyet hakkı davalıya ait olduğu için ve davacılarla davalı arasında tescil hakkı doğuracak resmi bir sözleşme bulunmadığından taşınmazların ortaklığın malı sayılamayacağı, bu nedenle taşınmazların bedelinin tasfiyeye tabi tutulamayacağı görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunluk tarafından bu görüş şu gerekçelerle benimsenmemiştir.
Herhangi bir konuda yasada özel bir düzenleme varsa, genel hükümlerden önce o konudaki özel hükümlerin uygulanması gerektiği bilinen temel bir hukuk kuralıdır. Borçlar Kanunu'nun haksız fiil hükümlerinden önce, adi ortaklıkla ilgili hükümlerin uygulanması ve sorunun buna göre çözümlenmesi hukuksal bir zorunluluktur. Borçlar Kanunu'nun 522. maddesinde, ortaklığın ortaklığa ait bütün kazançları aralarında taksim etmekle yükümlü oldukları, 526. madesinde ortaklardan hiç birisinin kendi hesabına ortaklığın amacına aykırı ve zararlı işler yapamıyacağı, 528. maddesinde ortaklardan her birinin ortaklık işlerinde mutat olarak gösterdiği dikkat ve özeni göstermeye mecbur olduğu ve diğer ortaklara karşı kendi kusur ile sebebiyet verdiği zararları, ortaklığa diğer işlerde sağladığı yararları ile mahsup ettirmeye hakkı olmaksızın, tazmin ile yükümlü olduğu, şirket işlerini ücretle idare eden ortağan tıpkı bir vekil gibi sorumlu olduğu hükme bağlanmıştır. Görülüyor ki adi ortaklık sözleşmelerinde ortaklar, öteki sözleşmelerden tamamen farklı olarak, emeklerini ve sermayelerini ortak bir amaç için birleştirdiklerinden, aralarında sıkı bir işbirliği kurulmakla ve güvene dayanan bu işbirliği ilişkisi nedeniyle ortaklar birbirlerinin vekili gibi, ortaklık işlerinden dolayı özenle hareket etmek, ortakları zarara uğratmamakla yükümlü tutulmuşlardır. Adi ortaklığın tüzel kişiliği yoktur. Sözleşme veya karar ile yönetim yetkisi ortaklardan birisine bırakılmamışsa ortaklık işlerinin yönetimi bütün ortaklara aittir. Bu durumda ortaklardan her biri, diğer ortakların iştiraki olmaksızın mumamele yapabilir. Ancak; olağan işlerin üstündeki önemli tasarrufların yapılması için bütün ortakların oybirliği gerekir.
Bir ortağın ortaklık geliri ile taşınmaz satın alması, önemli tasarruflardan olduğu için öteki ortakların da muvafakatı lazımdır. Fakat bir ortak, diğer ortakların muvafakatı olmadan kendi namına ve ortaklık hesabına veya kendi nam ve hesabına ortaklık geliri ile bir taşınmaz satın alarak kendisi adına tapuya tescil ettirirse, öteki ortakların bu taşınmaz üzerindeki hakları ne olacaktır? Yukarıda açıklandığı üzere ortaklar arasında kanundan doğan bir güven ve vekalet ilişkisi bulunduğundan, burada haksız fiil hükümleri değil, yetkisini aşan bir vekil söz konusu olmakta ve vekaletsiz tasarruf hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Nitekim Borçlar Kanunu'nun 530. maddesinde de konu bu doğrultuda düzenlenmiş ve ortaklığı idare eden bir ortak ile diğer ortaklar arasındaki ilişkinin vekalet hükümlerine tabi olduğu, ortaklardan biri yönetim hakkına sahip olmadığı halde ortaklık hesabına hareket eder yahut ortaklığı yöneten ortak yetkisini aşarsa vekaleti olmadan başkası namına tasarruf edenler hakkındaki hükümlerin uygulanacağı açıklanmıştır. Ortaklık geliri henüz taksim edilmeden onun üzerinde bütün ortakların iştirak halinde mülkiyet hakları vardır. Bir ortak ortaklık gelirini paylaştırmadan kendi namına ve ehesabına, yani kendi yararına bir taşınmaz satın almış olsa bile Borçlar Kanunu'nun 530. maddesi gereğince vekaleti olmadan diğer ortaklar namına tasarrufta bulunmuş sayılır ve Borçlar Kanunu'nun 414. maddesi gereğince diğer ortaklar yapılan işten hasıl olan faydaları temellük hakkına sahiptirler. Dava konusu olayda davacılar, davalı ortağın ve keza kendi murislerinin ortaklık geliri ile satın aldıkları taşınmazların tasfiyesini istemek suretiyle bu tasarruflara icazet vermiş sayılırlar. Taşınmazlar ortaklar adına satın alınmış sayılır. Adi ortaklıkla ilgili bu özel hükümler karşısında artık olayın haksız fiil olarak nitelendirilmesine ve resmi şekil şartının aranmasına gerek bulunmamaktadır. Resmi şekil şartı ancak tapulu bir taşınmazın mülkiyetinin sermaye olarak ortaklığa konulması için aranır. Dava konusu olayda ise, ortaklara ait olan ortaklık geliri ile satın alınan taşınmazın mülkiyetinin kime ait olacağı meselesi söz konusudur. Yukarıda açıklanan nedenlerle taşınmaz ortakların malı sayılır. Öyle ise ortaklık malları nasıl tasfiye edilecekse yukarıda sözü edilen ve tapuda davacıların murisi ile davalı üzerinde kayıtlı bulunan taşınmazların da aynı şekilde tasfiye edilmesi gerekir. Adi ortaklıkta tasfiyenin nasıl yapılacağı Borçlar Kanunu'nun 538. ve izleyen maddelerinde gösterilmiştir. Mahkemece bu esaslar çerçevesinde ortaklığın tasfiyesine ve tarafların hak ve alacaklarının hüküm altına alınmasına karar verilmelidir.
Bu nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan ve özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,istek halinde peşin harcının iadesine,bozmada oybirliğiyle sebebinde oyçokluğuyla 10.4.1991 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Uyuşmazlık, baklagiller ticaretiyle uğraşan bir adi ortaklıkta, ortaklardan birinin ortaklık geliriyle satın aldığı taşınmaz malı tapuda kendi adına kaydettirmesinden ve ölümle ortaklığın bozulmasından sonra bu malın, adi ortaklık malı olarak tasfiyeye alınıp alınmamasına ilişkindir.
Bir anonim ortaklık, tüzel kişilik kazanmadığı evrede adi ortaklık hükmüne tabidir. TTK.nun 285/2. maddesi uyarınca katılma payı olarak konulan taşınmaz mallar, tüzel kişilik kazanmakla tapuya tescil olanağı doğar (HGK.nun 10.4.1991 gün ve E. 1991/15-80 sayılı kararı). Öyleyse tesçilsiz mülkiyet söz konusu olamaz. Evleviyet ilkesi gereğince adi ortaklık için konulan tapulu taşınmaz katılma payı ya da sermaye artırımı için konulan bu tür mal için MK.nun 634. maddesi uyarınca ortaklık ilişkisinden söz edilerek ve ortakların adları belirtilerek tapu nakli yapılmadıkça tüm ortakların malı sayılarak tasfiyeye alınamaz. Davalı, ancak zimmete geçirme işleminin sonuçlarıyla sorumlu olur. O nedenle yüce çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz.