 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1991/6-221
K. 1991/314
T: 29.5.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- ŞUFA DAVASI ( Fiili Taksim ve Kötüniyet İddiası )
- FİİLİ TAKSİM VE KÖTÜNİYET İDDİASI ( Şufa Hakkının Kullanılmasında )
- KÖTÜNİYET İDDİASI ( Şufa Hakkının Kullanılmasında - Fiili Taksim Bulunduğu Gerekçesiyle )
743/m.658,659
DAVA : Taraflar arasındaki "şuf'a" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Üsküdar Asliye 3. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 5.7.1989 gün ve 1986/367 - 1989/625 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 11.6.1990 gün ve 4639-8400 sayılı ilamı:
( ..Şuf' alı taşınmazda 11.12.1981 tarihinden beri paydaş olan davacının 15.2.1982 tarihinde yapılan ve son olarak davalılara intikal eden pay satışı sebebiyle şuf'a hakkının doğduğu, davacının şuf'a hakkını zamanında kullandığı noktalarında bir uyuşmazlık yoktur. Dairemizin birinci ve ikinci bozma kararlarından sonra ortaya çıkan ve mevcut olan tek uyuşmazlık davacının bu hakkını kullanmakta iyiniyetli olup olmadığı noktasındadır. Mahkeme şuf'alı taşınmazın davacıya satış yapan evvelki paydaş ile davalıların murisi arasında taksim edildiğini, satış yapan paydaşların hakikatte kendilerine ait bölümü sattığını, o yerde bir hakkı bulunmayan ve hak iddia etmeyen davacının şuf'a hakkı kullanmakta iyiniyetli olmadığını kabul ederek davayı reddetmiştir.
Taşınmaz, davalılar murisi Mehmet Cemalettin Kaya ile davacının satıcısı Ahmet Civelek adlarına yarı yarıya paylı olarak tapuda kayıtlı iken Mehmet Cemalettin Kaya'nın ölümüyle yarı pay davalılar ile kardeşlerine intikal etmiş, Ahmet Civelek'in 1/2 payı da 11.2.1981 tarihinde davacıya satılmıştır. Toplanan delillere ve tüüm dosya içeriğine göre taşınmazın, geçerli olmasa dahi, haricen ve eylemli biçimde taksimi sözkonusudur. En önemli sorun buradadır. Davalılar ilk defa 2.7.1987 gününde verdikleri dilekçeleriyle bu yolda savunmada bulunmuşlardır. Dilekçede aynen "Taşınmazın 1/2 payı davacı Temel Karabulut'a 1/2 si ise murisimiz Hasan Cemalettin Kaya'ya ait idi, iki katlı olan gayrimenkulün üst katında davacı alt katında ise biz yerleşerek ve senelerce alt katı biz, üst katı da davacı kullanıp tasarruf etmek suretiyle fiilen ve özel olarak taksim edilmiş bulunmaktadır. Ne biz davacının kullandığı katta ne de davacı bizim oturduğumuz katta bir hak iddia etmemiştir" denilerek dairemiz kararında belirtilen durumun sözkonusu olduğunu bildirip davacının iyiniyetli sayılamayacağını, bu sebeple davanın reddi icap ettiğini savunmuşlardır. Görüldüğü gibi iddiada açıkça bir taksimden bahsedilmemiş, kullanma durumu ve karşılıklı ses çıkarmamanın taksim sonucu doğurduğu ifade edilmek istenmiştir. Nitekim şahitlerde taşınmaz üzerindeki üç katlı evin en üst katında davacının satıcısı Ahmet Civelek otururken onun payını satmasından sonra aynı yerde davacının oturmakta olduğu, alt katta davalıların oturduğunu, zemindeki dairenin ise her iki tarafça müştereken kiraya verilmekte olduğunu bildiklerini, birbirlerini teyiden ve tamamlar şeşkilde ifade etmişlerdir. Şahitler bu kullanma biçiminin bu taksime dayanıp dayanmadığını bilmediklerini açıkça belirtmişlerdir. Bu itibarla taşınmazın davacının satıcısıyla davalılar murisi zamanında veya onlardan sonra taksim edildiği, davacının üst katta davalıların orta katta oturmalarının bir taksime dayandığı kabul edilebilecek midir? Böyle bir durumun kabul edilebilmesi için hiç olmazsa taksimin ne zaman, kimler arasında ve nasıl yapıldığı belirmiş olmalıdır. Her nekadar fiili kullanma taksimin varlığının belirtisi olarak kabul edilmek isteniyorsa da davalıların anlatım tarzları ve şahitlerin beyanları karşısında bu belirtmenin isabetli olduğu benimsenemez. Zemin katın neden müşterek kiraya verildiği, payını satmayan M.Ali Kaya'nın yerinin nerede olduğu izahsız kalmaktadır. Alt kat müştereken kiraya verilirken bahçeden müştereken yararlanılırken davacının sadece oturduğu daireyi satın aldığı, o daire dışında hakkı bulunmadığını bildiği söylenemez. Esasen davacı 11.12.1981'de payı satın almış, hemen arkasından 15.3.1982 tarihinde izaleyi şuyu davası açılmıştır. Davalılar o zaman taksimin varlığından bunun aksini iddia eden davacının kötüniyetli olduğundan bahsetmemişler, taşınmazın taksim edilebileceğini savunmuşlar, bunun sağlanması için M.Cemalettin mirasçılarının paylarının bir arada değerlendirilerek bir daire ayrılmasına razı olduklarını 22.11.1982 tarihinde bildirmişler ve fakat hemen sonra kendi paylarını üçüncü kişi durumundaki davalıya satmışlardır. O kişi şuf'a hakkını kullanması ihtimaliyle davacıya ihtarname ile bilgi vermiş, davanın açılmasından sonra ( Ferağı vermeye hazırdık. Dava gereksiz açılmıştır ) demek suretiyle açık bir şekilde şuf'a hakkının varlığını ve bu hakkın kullanılmasında bir sakatlık olmadığını ikrar edip benimsemiştir. Bundan sonra payı geri alın satıcı davalılar dahi taksimden, davacının sadece oturduğu daireyi satın aldığından, kendilerinin sırf oturdukları daireden söz etmemişlerdir. Tüm bu aşamalardan sonra açık bir taksim dahi ileri sürülmeden ve ispatlanmadan davacının iyiniyetli olmadığını söylemek mümkün değildir. Sonradan ileri sürülen ve ilk ikrarlara uygun düşmeyen fiil kullanmanın taksime delalet ettiği ve o sebeple davacının iyiniyetli olmadığı yolundaki değişik savunma, hayatın olağan akışı karşısında gerçek durumun bu olmadığını ortaya koymaktadır. Bir kişinin 751 metrekarelik bir taşınmazdan pay alırken bir daire ile zemindeki ayrı bir dairenin yarısını satın alması olağan değildir. Bir daire satın alınabilir ama yarım daire hele bir daire ile birlikte bir dairenin yarı payının alınması olayının kabul edilebilmesi için bu durumun açık ve seçik ispat edilmiş olması gerekir. Tüm bu hususlar ve dosya içeriği karşısında davanın kötüniyetli olduğunun kabul edilmesi isabetsiz olmuştur. Davanın kabulüne karar verilmesini teminen red kararının bozulması icabederken onanması zuhule müstenittir. Bu sebeple karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), 29.5.1991 tarihinde oybirliği ile karar verildi.