 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kumlu
E. 1991/2-465
K. 1991/493
T. 16.10.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
ÖZET : Medeni Kanunun 134/3. maddesi uyarınca oluşan boşanma kararları kesinleşinceye kadar davacının, davadan feragat yetkisi bulunduğu kabul edilmelidir.
(743 s. MK. m. 134/3)
(1086 s. HUMK. m. 91)
Taraflar arasındaki "boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (Adana Asliye 6. Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 27.6.1990 gün ve 1990/1033-555 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 20.12.1990 gün ve 9457-13599 sayılı ilamı ile; (...Mahkemece dava kabul edilerek boşanmaya karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyiz dilekçesi davadan feragat niteliğindedir. Vekilin feragat yetkisinin olduğu da anlaşılmıştır. Davanın her safhasında feragat mümkündür. Böyle olunca ferafat sebebiyle dava red edilmek üzere kararın bozulması gerekli görülmüştür...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkeme önceki kararda direnmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi arasındaki uyuşmazlık, boşanma konusunda taraf iradeleri birleştikten ve boşanmaya hüküm verildikten sonra davacının, davasından feragat edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
"Evlilik en az bir yıl sürmüşse, eşlerin birlikte başvurması yada bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin, bizzat tarafları dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır (MK. m. 134/3).
Yazılı usule tabi dava, dilekçe ile açılır (HUMK. 178 ve müteakip maddeleri). (Feragat iki taraftan birinin neticei talebinden vazgeçmesidir) (HUMK. 91). "Kabul iki taraftan birinin diğerinin neticei talebine muvafakat etmesidir" (HUMK. 92). "Kanunen sarahat olmadıkça hiç kimse kendi lehine olan davayı ikameye veya hakkını talebe icbar olunamaz" (HUMK. 79).
Kuralların hep birlikte değerlendirilmesinden açıkça anlaşıldığı üzere, boşanma davası, HUMK.nun 92. maddesinde yer alan kuralın istisnasını oluşturmaktadır. Davanın kabul edilmesi, tek başına kesin hükmün sonuçlarını doğurmaz. Bu nedenledir ki gerek hakim ve gerekse Yargıtay, Kanunda gösterilen unsurların varlığını resen gözetmek durumundadırlar. Şu halde dava karar kesinleşinceye kadar her hali ile derdesttir. Gerek, maddi anlamda kesin hüküm ve gerekse, şekli anlamda kesin hüküm kuralları bir davadan feragata engel oluşturmaz.
Kanunları, Anayasa kuralları çerçevesinde yorumlamak zorunludur. "Aile Türk Toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refah ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır teşkilatı kurar" (Anayasa 41).
Kanun vazıı, 3444 sayılı Kanunu tedvin ederken de, bu Anayasa kuralını gözetmiş, ailede huzur ile birlikte ananın ve çocukların korunmalarına özen göstermiştir. Bu sebepledir ki boşanmaya, akti bir ilişki olarak bakılmamış, Devletin düzenleme fonksiyonu ön planda tutulmuştur. Çok önemli bir sosyal ilişki olan evliliğin ani arzular, hevesler, nefret veya kızgınlık duyguları ile kolayca kaldırılması benimsenemez. Aksi düşünce toplumun temel taşı niteliğindeki aileyi kolayca yuvarlanıp parçalanan bir duruma sokar. Bu düşünce Medeni Kanunun 134/1. maddesinde dile getirildiği gibi, Yargıtay'ca da, hiç kusursuz eşe karşı, tam kusurlu eşin açtığı davanın kabul edilemeyeceği benimsenmiştir (Y. 2. HD.nin 3.7.1991 günlü, 7334-9832 sayılı ve 29.1.1990 günlü, 10120-476 sayılı kararları). Ailenin temelinden sarsıldığı gerek toplanan delillerle, gerekse tarafların samimi ve hür davranışlarıyla ortaya çıkmadıkça boşanmayı kabul etmek aileyi koruma prensipleri ile de bağdaşamaz.
Davacının, davadan feragatı açıkça ortaya koymaktadır ki, dava samimi bir iradenin mahsulü değildir. Şu halde hakime MK. 134/3. madde de yüklenen görevin tam ve kamil anlamda yerine getirilmediği kesin bir biçimde ortaya çıkmış durumdadır. Mahkemenin kararında yer alan belirlemeyi yalanlayan, bu fiili durumun, Yargıtay'ca dikkate alınmamasını gerektirir bir Kanun hükmü bulunmamaktadır.
Davalının, bir karşılık davası söz konusu olmadığına göre tarafların birlikte başvurduklarını kabul etmek mümkün değildir. Dava 21.6.1990 günü açılmış, normal prosedür takip edilmeden tarafların birlikte başvurduklarından söz edilerek 27.6.1990 günü duruşma açılmıştır. Tarafların birlikte başvurmalarını yazılı usule tabi yargılamada, birlikte dava olarak nitelemek ve davalının, davacı sıfatını kabul etmek usul hükümleri ile bağdaşmaz. Öte yandan davacı, duruşmadan hemen sonra aynı gün mahkemeye başvurup tehditle mahkemeye sokulduğunu, boşanmayı kabul etmek zorunda kaldığını bildirmiştir. Davalarda izlenen olağan yollardan ayrılınarak yapılan bu işlem şüpheleri davet edecek nitelikte olup hakimin de kanunla kendisine yüklenen araştırma görevini özenle yapmadan boşanma kararı verildiğini göstermektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda tüm bu olgular dikkate alındığında Medeni Kanunun 134/3. maddesi uyarınca oluşan boşanma kararları kesinleşinceye kadar davacının davadan feragat yetkisi bulunduğu kabul edilmiştir. Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. O halde direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 16.10.1991 gününde oyçokluğu ile karar verildi.