Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1991/2-283
K: 1991/403
T: 03.07.1991

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
  • BOŞANMA
  • EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI
  • M ÜŞTEREK HAYATIN YENİDEN KURULAMAMASI
ÖZET: Mevcut  fiili  ayrılık  ister  3444 sayılı Kanundan önce, isterse sonra  gerçekleşsin  Medeni  Kanunun 134/son maddesinin yasal unsur ve şartlarının  varlığı halinde boşanmaya karar verilmesi gerekir. Fiili ayrılık sebebiyle  boşanmada  asıl  hüküm  geçmişe  yönelik  Medeni  Kanunun  134/son  maddesidir. 3444 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi 134/son  maddenin  uygulanmasının  sözkonusu  olmadığı  hallerde  ve  şartları varsa,  başvurulacak daha kapsamlı bir atıfet olanağıdır.
(743 s. MK. m. 134/son, geçici m. 1)
 
Taraflar  arasındaki  "boşanma"  davasından  dolayı  yapılan  yargılama  sonunda;  (İzmir Asliye  9.  Hukuk  Mahkemesi)nce  davanın  reddine  dair  verilen 21.12.1989 gün ve 429-1108  sayılı  kararın  incelenmesi  davacı  vekili  tarafından  istenilmesi  üzerine,  Yargıtay (kinci Hukuk Dairesi'nin 18.9.1990 gün ve  2914-8446  sayılı  ilamıyla;  (...Davacının mahkemeye  arz  ettiği  olaylar  MK.nun 3444 sayılı Kanunla değişik 134/4. maddesine uygun düşecek  niteliktedir.  Olayların  yanlış  yorumu  ile  MK.nun  3444  sayılı  Kanunla eklenen geçici  1.  maddesine  göre  dava  açıldığından  ve hak düşürücü süreye uyulmadığından söz edilerek  davanın  reddi  doğru  görülmemiştir)  gerekçesiyle  bozularak,  dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek  direnme  kararının  süresinde  temyiz  edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, gerek  dava  dilekçesinde  ve  gerekse  davacı  vekilinin  dosyada  mevcut  yazılı açıklamalarında  belirtildiği  üzere  Medeni  Kanunun  3444 sayılı Kanunla değişik 134/son maddesinden  kaynaklanan  boşanma  istemine  ilişkindir.  Bilindiği  üzere  fiili ayrılık maddi olgusuna  dayalı  boşanma sebebi, ilk kez 3444 sayılı Kanunla kabul edilmiş Medeni Kanunun 134.  maddesine eklenen son bir fıkra ile, evvelce "boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan  davanın  reddine  karar  verilmesi  ve  bu  kararın  kesinleştiği  tarihten itibaren  üç  yıl  geçmesi  halinde,  her  ne  sebeple olursa olsun müşterek hayat yeniden kurulmamışsa", eşlerden birinin talebi  üzerine  boşanmaya  karar  verileceği  hükme bağlanmıştır.  Yerel  Mahkeme  ile Yargıtay Özel Dairesi arasındaki uyuşmazlık, söz konusu Yasa  hükmünün  yorumunda  toplanmaktadır.  Direnme kararında da açıkca belirtildiği üzere yerel  mahkemece,  boşanmaya  karar  verilebilmesi  için  üç  yıllık  fiili  ayrılığın  3444 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra meydana gelmesi (geçmesi) zorunlu görülmekte ve 3444 sayılı  Kanunun  yürürlüğe  girmesinden önceki  fiili ayrılıklara boşanmayı sağlayıcı hukuksal nitelik ve sonuç tanınmamaktadır.
Kuşkusuz  yasa  hükümleri yorumlanırken öncelikle yasaların sevk amacını, genel ve özel madde  gerekçelerini  ve daha sonra da, yasa koyucunun kabul gerekçesini dikkate ve önemle gözönünde  tutmak  gerekmektedir. Ancak bu takdirde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilir ve yasa koyucunun gerçek  amacı  belirlenebilir.  Bilindiği  gibi  3444  sayılı  Kanun,  eşlerin  uzun süredir ayrı yaşamalarının, olayın tüm  şartları  dikkate  alındığında  evlilik  birliğinin devamında yarar kalmadığını gösteren en önemli unsurlardan bir olduğu düşüncesinden, (3444 sayılı Kanun "hükümet tasarısı genel gerekçesi") hareket ederek ve ayrıca toplumumuzda beş hatta on  yıl  ve  daha  fazla  bir  süre  ayrı  yaşamakta  olan  karı  kocalara  rastlandığı gerçeğini  kabul  ederek  Medeni  Kanunun  134. maddesinin  son bir fıkra ilavesini uygun bulmuştur. (3444 sayılı kanun "hükümet tasarısı 4. madde gerekçesi"). Çünkü boşanma davası açan  tarafın  davası  reddolunduğunda,  o  taraf  müşterek  hayata geri dönmek istemediği takdirde  kanuni  müeyyideler  hiçbir  zaman  onu bu hayata geri dönmeye zorlayamayacaktır (3444  sayılı  Kanun  "hükümet  tasarısı  4.  madde  gerekçesi").  Diğer  taraftan evlilik birliği bitmiş  ve  çökmüş aileleri bir ömür boyu davalı halde bekletmenin lüzumu olmadığı (Adalet Bakanının Türkiye Büyük Millet  Meclisi'nin  4.5.1988  tarihli  64.  birleşiminde  tasarı  ile ilgili  sunuş  konuşması)  ve  hiç  kimseye bir fayda sağlamadığı düşünceleri de böyle bir değişikliğin önemli unsurlarını oluşturmuştur. Görülmektedir ki, fiili  ayrılığın  bir boşanma  sebebi  olarak  kabul edilmesinin tek ve önemli amacı geçmişe yöneliktir. Eşlerin bir  araya  gelmedikleri  ve  bir  daha  da  bir  araya  gelmeyi  istemedikleri  evlilikleri  yasal olarak  sona  erdirmeye  dayalıdır. Bu nedenle yerel mahkemenin direnmeye konu yorumu 3444 sayılı  Kanunun  sevk  amacına  ve açıklanan gerekçelerine tamamen ters düşmektedir. Diğer taraftan,  yasanın  açıklanan  amacına  ve  kaleme  alınan  gerekçelerine  rağmen, ileride uygulamada ortaya  çıkabilecek  her  türlü  tereddütlerin  ortadan  kaldırılması  için,  tasarıya bir  geçici  madde ilave edilmiş ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 134. maddesinin son fıkrası  hükmünün bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar hakkında da  uygulanacağı  hükme  bağlanmıştır.  Türkiye  Büyük  Millet  Meclisi  Adalet  Komisyonu tarafından  da  aynen  benimsenen  söz konusu geçici 1. madde ile ilgili hükümet tasarısı, madde gerekçesinde aynen "Bu geçici madde ile bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılıp reddedilmiş boşanma davası açılabilmesine olanak  sağlanmıştır.  Yani  bu  Kanunun yürürlüğünden  önce,  boşanma  davası  açılıp  reddedilmiş  ve  red kararının kesinleşmesi tarihinden  beş  yıl  geçtiği  halde  müşterek  hayat  yeniden  kurulmamış  ise, taraflardan birinin  müracaatı  üzerine mahkemece boşanmaya karar verileceği gibi bu Kanunun yürürlüğe girmesinden  önce  dava  açılmış  olup  da, o davanın reddolunması halinde beş yıllık süre geçmemiş  olanlar  bu  Kanunun  yürürlüğünden sonraki bakiye süre hitamında boşanmak için mahkemeye başvurabileceklerdir. Bu maddenin bu Kanunun yürürlüğünden önce açılmış bulunan boşanma  davalarında  uygulanacağı  da  açıktır  "denilmek suretiyle 3444 sayılı Kanundan önceki  fiili  ayrılık  sürelerinin  de  Medeni  Kanunun 134/son maddesinin uygulanmasında gözönünde tutulacağı açık ve kesin bir şekilde vurgulanmıştır.
Hemen  söylemek gerekir ki, 3444 sayılı Yasanın hükümetçe öngörülen sevk amacı, Türkiye Büyük  Millet  Meclisi'nde  (yani  yasa koyucu tarafından) tamamen benimsenmekle birlikte, Yasama organı hükümetten daha önde ve daha istekli olarak Yasanın (dolayısıyla boşanmanın) kapsam  ve  sınırlarının  genişletilmesi  için  çok  ciddi bir çaba içinde görülmüştür. Nitekim, beş yıllık fiili ayrılığı öngören hükümet tasarısı  daha  Türkiye  Büyük  Millet  Meclisi Adalet  Komisyonu'nun  10.3.1989  tarihli  oturumda  beş  yıllık süre "fazla bulunarak üç yıla indirilmiştir.  Diğer  taraftan  söz  konusu  134/son  maddenin  unsurlarını oluşturan "evvelce boşanma  davası  açılması", "açılan davanın redle sonuçlanması", "kesinleşmeden başlayarak üç yıllık süre ile  müşterek  hayatın  yeniden  kurulamaması"  şartları,  milletvekillerince, ağır bulunarak bunlardan bir  veya  bir  kaçının  yokluğunda  dahi  boşanmaya  karar verilebilmesinin  sağlanması için hükümetçe de benimsenen bir değişiklik önergesi verilmiş ve  geçici  1.  madde ile  belli  bir  süreyle  sınırlanan  ek bir olanak sağlanarak tasarı bu şekilde kanunlaşmıştır.
İşte  yerel  mahkemenin,  en  büyük yanılgısı 3444 sayılı Kanunun geçici 1 . maddesi ile MK.nun  134/son  maddesini  aynı  doğrultuda  benzer  hükümler olarak yorumlamasıdır. Oysa TBMM.'de  verilen  bir önerge sonucu yasalaşan ve hükümet tasarısında bulunmayan geçici 1. madde,  Medeni Kanunun 134/son maddesinden tamamen farklı unsur ve şartları taşıyan, fiili ayrılık sebebiyle boşanmayı belli bir  süre  içinde  daha  da  kolaylaştıran  bir  tasfiye hükmüdür.  Bu  hüküm,  geçmişe  yönelik olarak Medeni Kanunun 134/son maddesinin varlığını ortadan kaldırmayan bir uygulamadır. Tasarının geçmişe yönelik amacını, daha da genişleten ve boşanmada daha fazla kolaylık sağlamayı amaçlayan yasama organının ifadesinin daraltıcı bir  yorumla  değerlendirilmesi  ve Geçici 1. maddenin yasalaşmış biçiminin Medeni Kanunun 134/son  maddesinin  geçmiş  süreleri  kapsayacağına  ilişkin  geçici  maddenin,  ilk sevk biçiminden vazgeçildiğini gösterdiğinin düşünülmesi doğru değildir.
Bütün  bu  düşüncelerin  ışığında  mevcut  fiili  ayrılık  ister  3444  sayılı  Kanundan  önce, isterse  sonra  gerçekleşsin  Medeni Kanunun 134/son maddesinin yasal unsur ve şartlarının varlığı  halinde boşanmaya karar verilmesinin gerekeceğinin kabulü zorunlu bulunmaktadır. Ne varki  üç  yılık  fiili ayrılığın  varlığına  rağmen MK.nun 134/son maddesinin diğer unsur ve  şartları  oluşmamış  ise;  örneğin evvelce hiç dava açılmamış, ya da açılmasına rağmen henüz  sonuçlanmamış,  yahut  reddedilmesine  rağmen  red kararı kesinleşmemiş ve nihayet kesinleşmeden itibaren üç yıl geçmemiş olanlar, davanın süresinde açılması halinde boşanma için ek bir hukuksal olanağa sahip  olabileceklerdir.  Öyle  ise  fiili  ayrılık  sebebiyle boşanmada asıl hüküm geçmişe yönelik Medeni Kanunun söz konusu 134/son maddesidir. 3444 sayılı  Kanunun Geçici 1. maddesi ise, 134/son maddenin uygulanmasının söz konusu olmadığı hallerde ve şartları varsa başvurulabilecek daha geniş kapsamlı bir atıfet olanağıdır.
İşte  bütün  bu  nedenlerle  Yasanın  özüne  ve  sözüne uygun Özel Daire bozma kararına uyulması  gerekirken  Yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek istemin reddi yönüne gidilmesi  doğru  değildir.  O  halde  usul ve  yasaya  aydan  bulunmayan  direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı vekilinin  temyiz  itirazlarının  kabulü  ile,  direnme  kararının yukarıda  açıklanan,  Özel Daire bozma ilamındaki nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi uyarınca  (BOZULMASINA),  istek  halinde  temyiz peşin harcının geri verilmesine, 3.7.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Hukuk  uygulama  ve anlayışına hakim olan eğilim her olayın kendi döneminde yürürlükte bulunan yasal kurala tabi  olmasıdır.  Buradan hareketle yasaların yürürlüğe girmesinden önceki olaylara ulgulanamayacağı gerçeğine varılır.  Hukuka  olan  güven  duygusu  hukukçuları bu kuralı ortaya atmaya zorlamıştır (Prof. Ş. Şakir Ansoy, HUMK.  1950,  S. 5; Prof. Y. Postacıoğlu, M. Hukuk Dersleri, 1966, Sh. 12; Prof. Bülent Köprülü, Medeni Hukuk, 1974,  Sh.  92).  Yürürlükte  bulunan hukuk normlarına göre ayarlanan davranış biçimleri ile kazanılan hakları yeni  bir  yasal  düzenleme  ile zedelenmesine göz yummak belirtilen güven duygusunu ortadan kaldırır. Hayatın geleceğine olan iyi duyguları yok eder.
Yasal kuralların yürürlüklerinden öncesine ait  olay  ve  ilişkilere  hangi  koşullarla  uygulanacağını belirleyen  genel  bir düzenleme bulunmamaktadır. Genel kural gereği yasalar Resmi Gazete'de yayınlandığı veya yayınlandığından  belirli  bir  süre  sonra  veya  25.5.1928  gün, 1332 s. (Kanunların Sureti Neşir ve İlam ve Mer'iyet  Tarihleri  Hakkındaki)  Yasanın  3. maddesi uyarınca yayımı takib eden 45 gün sonra yürürlüğe girer. Genel  kural  bu  olmakla  beraber,  her  yasa  ayrıca  yürürlüğe  gireceği  günü  ve kendinden önceki olay ve ilişkilerden  hangilerini  etkileyeceğini  de  belirleyebilir. Yasada böyle bir hüküm yer almamış ise bu boşluğun MK.nun  1.  maddesiyle  öngörülen ilkeler doğrultusunda hakim tarafından doldurulması gerekir. Hakim öncelikle konuya  yasa  yapıcı  gibi düşünerek çözüm getirmeye çalışacaktır. Yasa koyucunun bu konuya ışık tutacak irade açıklaması varsa hakim bundan yararlanacak, kıyas metoduyla olaya yaklaşacaktır.
Yasa  koyucu  864  sayılı  (Kanunu  Medenin  Sureti  Mer'iyet  ve  Şekli Tatbiki Hakkında Kanun) Yasanın 2. maddesiyle  bu  konudaki düşüncesini açıklamış ve bunu bugüne dek değiştirme gereği duymamıştır (864 s.Y. mad. 1: Kanunu Medeninin meri olmaya başladığı tarihten önceki hadiselerin hükümleri mezkur hadiseler hangi kanun meri  iken  vaki  olmuş  ise  yine  o  kanuna  tabi kalır....). Yasa 2-3 ve 4. maddeleriyle kuralın istisnalarını (ayrıcalıklarını)  düzenlemiştir.  Bunlar  kamu  düzeni,  genel  ahlak  ve  adabı  düzenleyen hükümlerle taraf iradelerinin dikkate alınmayacağı durumlardır. Ancak hangi düşünce ile olursa olsun yasalar kazanılmış hakları zedeleyecek  biçimde  öncesine  ait  olay  ve ilişkilere uygulanır tarzda düzenlenemezler. Kazanılmış hakların zedelenemeyeceği  HUMK.nun  578/1.  maddesiyle yasallaşmış, 22.5.1946 gün, 26/9 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararıyla  da  "...yasaların geriye doğru yürümesi kazanılmış hakları bozmamak koşuluyla olanaklı görmüş ve bu husus  kural  olarak her olayın yasal hükümleri o olayın oluşturduğu günde yürürlükte bulunan yasa hükümlerine bağlıdır..."  şeklinde  ifade  edilmiştir.  Bu  itibarla  yasada  öncesine  etkili  olabilme hükmü olsa bile kazanılmış haklara dokunulamaz.  Zira  yasaların  öncesini  etkilemesi  kuralı  usuli  bir  kuraldır.  Usuli  kurallar  ise kazanılmış  hakları  zedelememe  koşuluyla  öncesine  etkili  olabilir  (HUMK. 578; 22.5.1946 gün, 26/9 sayılı İçtihadı  Birleştirme  Kararı).  HGK.nun  30.9.1964  gün,  258/588  s.;  9.3.1988  gün, 1987/2-860, 232 sayılı kararları).  Sayın  Ord.  Prof.  Ş.  Şakir Ansay  Usul  Şerhinde (...Hukuk ilminin bütün esasları ihlal edilmiş olacağı  düşüncesiyle  hiç  bir yasa koyucu müktesep hakların ihlalini caiz görmemiş buna izin vermemiştir...) şeklinde  izahı ile kazanılmış hakların zedelenmeyeceğini açıklamak istemiştir. YHGK.nun 1987/2-800-232 sayılı ve 9.3.1988 günlü kararında bu hususa değinilirken (...yasaları uygulama durumunda bulunanlar başta mahkemeler olmak  üzere onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda yorumlamamakla yükümlüdürler...). Tamamlanmış hukuki durumları  yeni  yasa  ve  düzenleyici  kuralın  etkilenememesi  onlar  üzerinde  hukuki  sonuçlar doğurmaması kazanılmış  hakların saklı tutulması amacını gütmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesi hükmünce Türkiye  Cumhuriyeti  sosyal  bir  hukuk devletidir. Kazanılmış haklar her ne kadar açık bir biçimde Anayasada özellikle  belirtilmemiş  ise  de  bunun Hukuk Devletinin temel taşlarından biri olduğu ve bünyesinde mündemiş bulunduğu  Türk  Kamu  hukukunda öğretici ve yargısal kararlarda benimsenmektedir... Anayasanın tanıdığı kanun yapma  yetkisine  dayanılarak  bir yasayı genel kuraldan ayrılarak geriye de yürütme imkanı var ise de, yasama organının bu yetkisi,  Anayasa  esaslarıyla  sınırlandırılmıştır.  Bu  sınırlardan  bir  tanesi  de  tartışmasız kazanılmış  hakların saklı tutulmasıdır. Bu yön az öncede açıklandığı üzere hukuk devleti olmanın ayrılmaz bir niteliğidir.  Yasa  koyucunun  kazanılmış  hakları  ortadan  kaldırıcı nitelikte bir yasa veya diğer düzenleyici bir kural  koyması Hukuk Devleti ilkesine ve bunun sonucu olarak Anayasaya aykırı bir düzenleme ve davranış olarak tezahür  eder...)  çok  anlamlı  olan  bu ifadeleri kullanmıştır. Somut olayda davacı 3444.sayılı Yasa ile MK. eklenen  ek  geçici  maddesinde yararlanmamış, madde ile tanınan 6 aylık süre geçtikten sonra MK. 134/4. madde olarak  yeniden  düzenlenen  fiili  ayrılık  hukuksal  nedeniyle  boşanmak  istemiştir.  Bilindiği  gibi 3444 sayılı Yasa  daha  önce  olmayan  bir  durumu  (fiili  ayrılığı) boşanma nedeni olarak düzenlemiştir. Yasanın hükümet tasarısında  134/4.  maddenin  öncesine  de etkili olacağını gösteren bir geçici madde vardır. Ancak geçici bu madde  TBM.  Meclisi'nde  metinden  çıkarmış,  yerine ek geçici 1. maddeyi bir tasfiye (arıtım) maddesi olarak düzenlemeyi  daha  uygun  bulmuştur.  Yasama  organı geçici bu madde ne gerçekten istenmeyen evlilikleri sona erdirmeyi  amaçlayarak  madde metnindeki koşullarla sınırlı olmak üzere öncesini etkileyecek biçimde yürürlüğe koymuştur.  Yasanın  bu şekliyle yürürlüğe konulması dahi az önce belirtilen kazanılmış hakların zedelenmemesi ilkesine  aykırı  isede  bu  hususu  çekişme  dışında  kaldığından ayrıntılarına girilmemiştir. Belkide arıtım amacı taşıdığından  toplumun  yararı düşünülerek hoşgörü ile geçiştirilmiştir. 3444 sayılı Yasayı yürürlüğe koyan 10. madde  "Bu  kanun  yayımı  tarihinde  yürürlüğe  girer  (22.5.1988)"  şeklinde düzenlenmiştir. Geçici 1. madde dışındaki  maddelerinin  geçmişe  de etkili biçimde uygulanmasını öngören bir maddeye yer verilmemiştir. Bütün bunlara  rağmen  genel  kurallar  ve  kararlılık kazanan uygulamalar bir yana bırakılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde  söylenen  ve  az  önce  değinilip  metinden  çıkarılan geçici 1. maddeyi ilgilendiren saylavların sözlerine değer verilerek MK. 134/4. maddenin kendisinden önce oluşan ve hukuki sonuç doğurmayan ve bu şekilde kazanılmış  hak  teşkil  eden  maddi  olaylara  da uygulanması  gerektiği  hususu  yorum yolu ile benimsenmiş bulunmaktadır.  Halbuki  yasanın  yürürlüğünü  belirleyen  10.  maddesi  ek  geçici  1.  maddesi dışında kalan hükümlerinin yasanın  yayımından  sonra  yürürlüğe  gireceğini  kabul  etmekte  yasama  organının  iradesini yasalaştırmış  ve  öncesine  etkili  olmayacağını  duraksamaya  yer  vermeyecek  biçimde  açıklamıştır. Medeni Yargılama  Hukuku,  1977, Sh.  621  isimli  eseriyle  bu  konuya  değinen Prof Dr. Saim Üstündağ özet olarak; ayrıcalık  konulmadığı  takdirde  çekişmeli  maddi  olay  kendi  döneminde yürürlükte bulunan yasa hükümlerine tabidir.  Başka  bir  anlatımla  maddi hukuk kuralları öncesine etkili olacak şekilde uygulanamaz. Usul hukuku yönünden  geliştirilen  yasal  kurallar  ise genel de hemen yürürlüğe girer. Zira getirilen yeni hükümler kişiler yararına  daha  iyileştirilmiş  kurallardır.  Ancak  usul  hükümlerinin  dahi  kazanılmış hakları ortadan kaldıracak biçimde  geriye  yürütülemeyeceği  HUMK.nun  578/1.  maddesiyle  yasallaşmıştır. Sayın Üstündağ "usule ilişkin düzenlemenin  geçmişe  geçerli  olmalarından  değil, derhal yürürlüğe girmesinden söz edilebilir (Rozan Berg'e yollamasıyla)  bu  nedenle  HUMK.nun  578.  maddesindeki  ifade  yanıltıcıdır." Fransız Hukukçu Roubier'e göre kanunların  makable  şamil  olduğu  ve  olmadığı tarzındaki ifade yanlıştır. Eski bir düşünce tarzıdır. Kanunlar gerek  maddi hukuk gerekse usul hukukuna ilişkin bulunsunlar hiçbir suretle eski kanun zamanında tekamül etmiş olan  hukuki  durum ve olaylar üzerinde etkili olamazlar..... yeni kanun ancak yürürlüğe girdiği andan sonraki işlem ve hukuk durumları etkiler..... Prof S. Üstündağ, age., sh. 63).
Belirtilen  ilkeler  21.12.1967  gün,  E:  1966/67, K:  1967/8  sayılı Danıştay İçtihadı Birleştirme kararında da aynen  "...ister  özel  hukuk  ister kamu hukuku dalında olsun kanunlar genel olarak derhal tesirlerini husule getirirler.  Bu  ilkeye ancak zaman içinde devam eden muamele ve münasebetlerde bir özellik tanınabilir ki, bu husus kazanılmış hak  kavramının  bir  sonucu  olarak  ifade  edilebilir....  Yeni  kanuna  tabi  olmaları gerekeceğinden  istikrarı tesir amacı ile müktesep hak fikrine başvurarak mukavelenin hükümlerinin yeni kanuna rağmen  daha  eski  kanun çerçevesinde cari olacağının kabulü gerekir) sözleriyle belirtilerek benimsenmiştir. YHGK.nun  7.12.1964  gün,  3/5  sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında dava kara ne ilgili sorunun çözümünde de kazanılmış hakların yeri düzenlemelerle zedelenmeyeceğini vurgulamıştır.
Tüm  usul  yazarları  konuya  aynı  açıdan yaklaşmaktadırlar (Bilge Necip, HUMK., 1978, Sh. 6). 3444 sayılı Yasadan önceki MK. hükümleri fiilen ayrı yaşamayı bir boşanma nedeni olarak kabul etmiştir. Fiili ayrılık 3444 sayılı  Yasayla  MK.  134/4  olarak  yapılan  düzenleme  ile  boşanma  sebebi  haline  getirilmiştir.  Yasanın yürürlüğünden  önce gerçekleşen kart koca arasındaki fiili ayrılık hukuki sonuç doğurmayan bir olaydır. Önceki yasa  döneminde  hukuki  sonuç  doğurmayan  maddi olay ondan yararlanacak taraf için kazanılmış hak oluşturur. Hukuki  sonuç  doğurmayan  ve  kazanılmış  hak  olarak gerçekleşen maddi olayın yeni yasa kapsamına alınarak kazanılmış hakkı ortadan kaldırmaya yönelik uygulama biçimine dönüştürülmesi, belirtilen ilkelerle bağdaşmaz.
Bir  yasanın  öncesine  etkili  olup  olmamasını  belirlerken öncelikle aynı yasa ne bu konuda bir açıklama bulunup  bulunmadığına  bakılacaktır.  Zira  yasalaşan  kural  doğumuyla birlikte, yapımcının hazırlık çalışmaları sırasındaki amacından çıkarak  ayrı  bir  kişilik  kazanır.  Açıklama  yoksa  genel  ilkelere  göre  çözüm getirilecektir.  3444  s.  Yasanın  10.  maddesi  açıkca  yasanın  Resmi Gazete ile yayımından sonra yürürlüğe gireceğini  açıklamıştır.  Bunun  tek ayrıcası geçici 1. maddede öngörülen hükümlerdir. Yasada açık hükümlerin bulunması halinde  yorum yoluna başvurulamaz. Örneğimizde olduğu gibi yasal kural olarak şekillenen (Md. 10). Yasal  koyucunun  şekillenen iradesine göre değil de meclisteki konuşmaları değerlendirilerek yasanın öncesini etkileyecek  tarzda  ve  kazanılmış  hakları  ortadan  kaldırmaya yönelik bir anlayışla yoruma tabi tutulamaz. Yasanın  bu  şekliyle uygulanması her şeyden önce Anayasanın 2. maddesiyle benimsenen" insan haklarına saygılı olma....," 5 madde ile düzenlenen.... kişilerin ve toplumun refah huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak  ve  hürriyetlerini, sosyal devlet ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve  sosyal  engelleri  kaldırmaya,  ....10  madde ile şekillenen.... Hiçbir kimseye aileye zümreye veya sınıfa imtiyaz  tanınmaz.  Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır....). Anayasal temel hak ve özgürlüklere ortadan kaldırılmış olurki Anayasanın 11.  maddesiyle öngörülen Anayasal kuralların yasama yürütme ve yargı organlarını bağlayıcı nitelikte olduğuna ilişkin  ve  kanunların  Anayasaya  aykırı  olmayacağına ilişkin ilkelerine karşı çıkılmakla yasanın Anayasaya aykırılığını  gerektirecek  bir  sonuca  ulaşılmış olunmaktadır. Yasal kuralın çoğunluğun görüşü doğrultusunda uygulama kazanması, Anayasaya aykırılık gerçeğini ortaya koyacaktır.
Sonuç  olarak,  yukarıdan  beri  açıklandığı üzere yasalar yürürlüğe girdikten sonraki hukuki sonuç doğuran olay  ve  ilişkilere uygulanır. Kendinden önceki yasal kurala tabi olaylara da ve hukuki sonuç doğurmayan olay ve  ilişkilere uygulanamaz. Bu anlayış Adalete duyulan güven, kazanılmış haklara gösterilmesi gereken saygının bir  ifadesi  ve  sonucudur. Bu nedenlerle çoğunluğun görüşlerine katılmıyorum. Belirtilen ilkelere uygun olan hükmün onanması gerektiği düşüncesindeyim.
 
Nedim TURHAN 
2. Hukuk Dairesi Üyesi
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini