Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1991/14-369
K: 1991/562
T: 6.11.1991

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
  • SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ ( Taraf Muvazaasının Yazılı Delille İspat Edilebileceği )
    • TARAF MUVAZAASI ( Satış Vaadi Sözleşmesinde )
    • İKRAR ( Satış Vaadi Sözleşmesinin Borcun Teminatı Olarak Düzenlendiğinin Kabul Edilmesi )
    • İSPAT ( Satış Vaadi Sözleşmesinde Taraf Muvazaası )
    • TEMİNAT ( Borcun Teminatı Olarak Düzenlenen Satış Vaadi Sözleşmesi )
 
818/m.18,213
DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ordu Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 18.6.1990 gün ve 125-357 sayılı kararın incelenmesi davalı Hasan Kuku tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 20.11.1990 gün ve 7517-9973 sayılı ilamı:
( .. Dosya kapsamı ve toplanan deliller itibariyle ikrah savunması sübut bulunmamış ise de; Hasan Kuku'nun davacılar Yunus Balçın ve arkadaşlarına ticari alış verişten ötürü borçlandığı, borcunun bir kısmını ödemesine rağmen halen bir hayli borçlu olduğu, velayeti altında bulunan kızı Neslihan Çağla Kuku adına tapuda kayıtlı olan ve üzerinde fındık kırma fabrikası bulunan çekişmeli taşınmazı davacılara ve arkadaşlarına satmak zorunda kaldığı, aleyhte olmak üzere mezkür taşınmazın değeri ile satış vaadi sözleşmesinin değil muvazaalı bir işlemin yapıldığı anlaşıldığına göre davanın reddi gerekirken aksine bazı görüş ve düşünce ile kabulü, usul ve yasaya aykırıdır.. ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davalı, satış vaadi sözleşmesinin muvazaa ile illetli olduğunu ve bu konuda gerçek bir vaadin bulunmadığını savunarak, davaya karşı çıkmıştır. Davalı, iddiaya dayanak yapılan sözleşmede, satış vaadi borçlusunun temsilcisi durumundadır. Bu nedenle de, savunmaya göre, taraf muvazaası savında bulunulduğunun kabulü gerekir.
Bu tür iddiaların kanıtlanması ise, 5.2.1947 gün 20/6 sayılı Yargıtay inançları Birleştirme kararına göre, ancak yazılı delille mümkündür.
Olayda, bu ileri sürüşü doğrulayıcı yazılı bir delil getirilmemiştir. Ne var ki, yine bu sözleşme ile ilgili olarak şikayet üzerine yürütülen hazırlık tahkikatı aşamasında, satış vaadi alacaklıları davacılar, karşı çıkılmayan beyanlarında açıkça, bu sözleşmenin müşteki ( davalı ) Hasan Kuku'nun borcuna karşılık düzenlendiğini ifade etmişlerdir.
Yine, uzman bilirkişiler aracılığıyla, çekişmeli taşınmazın akid tarihindeki gerçek değeri ile sözleşmede gösterilen değeri arasında, gerçek değer aleyhine, açık bir nisbetsizlik bulunduğu kesin olarak saptanmıştır.
Satış vaadi alacaklıları davacıların, C. Savcılığında verdikleri ve karşı çıkılmayan ifadeleri açıkça ikrar niteliğindedir. Ve bu beyanları, takdiri delil niteliğinde bulunan tanık ifadeleri ile de doğrulanmıştır.
Bu durumda, olayda, gerçek bir satış vaadinin bulunmadığı vurgulanarak, davanın reddedilmesi gereğine işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenden dolayı (BOZULMASINA), 6.11.1991 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava konusu olayda hukuki nitelendirme yapabilmek için özellikle muvazaa kavramı ve unsurlaır üzerinde durulmalıdır.
Tarafların, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarına "muvazaa" denir. ( Eren Borçlar Hukuku C: 1, sh. 424, 3. bası ) ve dip notla da anılan yazar ve kararlar ).
Muvazaanın çeşidi ne olursa olsun olayda üç unsurun nisbi muvazaada ise bunlara ek olarak dördüncü bir unsurun gerçekleşmesi gerekir.
1- Muvazaa Anlaşması: Tarafların muvazaalı işlemi sırf üçüncü şahısları aldatma için yaptıklarına ve kendi aralarında hüküm ifade etmeyeceğine dair anlaşma yapmaları gerekir. Muvazaa anlaşması netice itibariyle bir sözleşmedir; görünşteki muvazaalı muameleden ayrı olup onunla birlikte veya daha önce yapılabilir. Muvazaa işleminin bir sözleşmeye dayanması nedeniyle tek taraflı işlemler ile irade sakatlığı olşuturan durumlardan ( hata-hile gabin ) farklı niteliktedir.
2- Görünüşteki İşlem: Tarafların kişisel aldatmak için yapmış oldukları işleme görünüşteki işlem denir. Taraflar burada hukuki işlemi sırf görünüşte yapmakta, bu sebeple kendileri hakkında hiç bir hüküm ve sonuç doğurmayacağı hususunda anlaşmış bulunmalıdırlar. Burada devir sağlayan görünüşteki işlem, hukuki niteliği itibariyle muvazaalı işlemin kendisidir.
3- Gizli işlem: Nisbi muvazaada söz konusu olan bir unsurdur. Tarafların görünüşteki işlemin altında gerçek iradelerine uygun ve gerçekten arzu ettikleri bir işlem apıldığı zaman söz konusu olur.
4- Aldatma kastı: Borçlar Kanunu'nun 18/1'de tarafların sözleşmenin gerçek niteliğini gizledikleri niyetinden söz edilmektedir. Gizleme niyeti, anacak üçüncü kişilerin aldatılması yoluyla gerçekleşebileceğinden aldatma kastı muvazaanın içeriğine dahil zorunlu şarttır. aldatma kastındaki amaç, tarafların harice karşı aldatıcı durum yaratmak uhsusundaki niyetidir. ( Esener, Muvazaalı muameleler sh. 12 ).
Bilindiği gibi, taraf muvazaasının kanıtlanması için yazılı bir belge zorunludur. Olayımızda muvazaa sözleşmesinin varlığını kanıtlayacak bir yazılı sözleşme bulunmamaktadır. Genel Kurulun sayınç oğunluğu, davacılardan Alaattin'in Cumhuriyet Savcılığı'na verdiği ifadede "taşınmazı davalının borcuna karşılık aldık" şeklinde sözleri yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
"Borcuna karşı satın aldık sözleri" muvazaa sözleşmesi için yeterli bir delil başlangıcı olamaz. Aksine noterde yapılan satış vaadi sözleşmesinin gerçek olduğurnu doğrulamaktadır; satış sözleşmesinin taraflar arasında hüküm ifade etmeyeceği yolunda bir anlam da çıkarılamaz.
Yazılı delil başlangıcı kabul edilen sözlerin muvazaayı kanıtlayacak güçte olması için tanık beyanlarıyla da kanıtlanması gerekir. Ancak olayımızda tanıkların hiç biri satışın ve bedilinin gerçek olmadığı yolunda bir beyanda bulunmamışlardır. Aksine satış işleminin doğruluğunu ifade etmişlerdir. Aslında kararda bu yolda yeterli gerekçe de yoktur.
Satış bedelinin düşük gösterilmesi başlı başına muvazaa için yeterli bir kanıt olamaz.
Diğer taraftan davalı, 18.7.1989 günlü cevap dilekçesinde "satışın baskı altında yapıldığını" ileri sürmüştür. bu beyan dahi taraflar arasında bir muvazaa sözleşmesi bulunmadığının kanıtıdır; baskı altında yapılan bir sözleyşmede muvazaa iradesinin bulunduğunu söylemek olanağı yoktur. Aslında davalı hiç bir z aman muvazaa iddiasını ileri sürmemiştir.
O halde olayda muvazaanın önemli bir unsuru olan "muvazaa sözleşmesinin" bulunduğu kabul edilemez. Genel Kurul kararında bu da tartışılmamıştır.
Muvazaada önemli bir unsur da görünürdeki işlemin ( olayımızda satış vaadi ) başkalarının aldatma kastı ile yapıldığı da ne ileri sürülmüş ne de kanıtlanmıştır.
O halde muvazaanın varlığını gösteren delillerin içeriği ve muvazaa hukuki işleminin unsurlarının olayda nasıl gerçekleştiğini açıklamayan genel bir yorumla sonuca giden Genel Kurul Kararına katılmıyorum.
Somut olayda satış vaadi sözleşmesi 3 yaşında olan davalı adına babası tarafından yapılmıştır. Bu sözleşmedeki satış bedeli davalının velisi olan babasının borcuna karşılık oluduğu yolunda kanıtlar mevcuttur. bunun doğruluğunun kabul edilmesi halinde davalı küçüğe ait taşınmazın babasının yararına olarak velayeten babası tarafından satıldığı olgusu gündeme gelebilir. bu durumda satış sözleşmesinin, Medeni Kanun'un 271. maddesinin emredici kuralına aykırı olarak", mahkemenin izni alınmadan ve özel bir vasinin iştiraki olmadan" yapıldığı ve yok hükmünde olduğu kabul edilebilir.
Ancak mahkemenin, bu yolda kendiliğinden bir inceleme yapmamış ve taraf delillerini toplamamış olduğundan mahkeme kararı olayda MK'nun 271. maddesinin emredici kuralı tartışılmak üzere bozulmalıydı.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Evlat Edinme] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hakkında 
  • 04.05.2025 15:37
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini